'Çözüm için medyanın tavrı önemli'
DFG Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, tüm toplumu ilgilendiren bir çözümüm mümkün ve konuşulabilir olabilmesi için medyanın dilinin de buna uygun olması gerektiğini söyledi.
DFG Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, tüm toplumu ilgilendiren bir çözümüm mümkün ve konuşulabilir olabilmesi için medyanın dilinin de buna uygun olması gerektiğini söyledi.
Önder Apo’yla ilgili mesnetsiz, düzeysiz bir tartışma yaratılarak bambaşka bir noktaya çekildiğini kaydeden DFG Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, "Bunlar iktidar dışındaki medyadan da geliyor. Mesele Kürt sorunu olunca bir ‘Türklük Sözleşmesi’ devreye giriyor ve doğal olarak ona göre hizalanılıyor. Kürt'ü hala hep bir düşman olarak gören bir akıl var" dedi.
DEM Parti İmralı Heyeti'nin görüşmeleriyle ilgili Türk medyasını kullandığı düşmanlaştırıcı, kışkırtıcı, manipüle edici ve hakaret içeren dilini, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu ile konuştuk.
Medyanın genel anlamıyla toplumda algı yaratabilmeyi başaran en önemli güçlerden biri olduğunu hatırlatan Dicle Müftüoğlu, "Kürt sorunu gibi köklü ve toplumun tamamını hatta ülkeleri dahi aşan bir sorundan söz ediyorsak, toplumun dahil olduğu bir çözüm tartışmasından da söz etmek mümkün. Bununla birlikte bu meselenin daha doğru bir şekilde çözüme kavuşabileceğini söyleyebiliriz. Bu meselenin toplumsallaşmasında medyanın rolü de büyük olacak" dedi.
MEDYA HİÇ ÖZGÜR OLMADI
Tabii medyanın genel tavrına da bakmak gerektiğini, çünkü Türkiye kurulduğu günden beri medyanın hiç özgür olmadığını vurgulayan Dicle Müftüoğlu, şöyle devam etti: "Sansür ve tekelleşme hali hep oldu. AKP iktidarı ile birlikte bu mesele çok daha başka bir boyuta evrildi. İlk olarak medya AKP'ye yakın isimler tarafından satın alındı ve buna göre hep bir ağızdan, tek bir başlık manşetler atıldı. Tam da iktidarın istediği çerçevede başlıklar atıldı ve bu yönüyle de AKP'nin medyaya nasıl bir 'önem' atfettiğini de gösteriyor. Özellikle de 2016'da ilan edilen OHAL’le birlikte bu mesele iyice başka bir boyut aldı. İktidar kendisine muhalefet edebilecek bütün medyayı tek tek kapattı. O dönem 300'e yakın basın çalışması yürüten gazete, dergi, radyo gibi birçok medya organını kapattı AKP. Şu an gazetecilikte direnen kesim, yeni baştan bir şeyler üretmeye başladı ve o baskılara rağmen sözünü söylemeyi sürdürdü. İktidar medyanın tamamını kendisine yakın kişilerle doldurarak, bir nevi buradan doğru kendi propagandasını yapmaya yönelik bir çalışma yürüttü. Yine bu dönemde İletişim Başkanlığının kurulması, birçok şeyin İletişim Başkanlığı üzerinden gelişmesi; neredeyse gazetecilerin haber takibi dahi yapmadığı, iktidarın açıklamalarının oradan çıkan metinlerle özellikle ele alındığı, oradan doğru bir algı yürütülmeye çalışıldı."
SANKİ KÜRT HAREKETİ BİTİRİLMİŞ GİBİ…
Şimdi Türkiye, Ortadoğu ve dünyanın çok kritik bir dönemden geçtiğini; bu kritik süreçte aslında Türkiye'nin Kürt sorununu çözmesi gerektiği üzerine tartışmalar yürütülmeye başlandığını belirten Dicle Müftüoğlu, şöyle devam etti: "Nasıl bir algı yaratılmaya çalışıldığına bakmak lazım, çünkü yıllarca 'yok' dediğiniz bir soruna, bugün 'var' dediniz. Çok büyük hakaretler ettiğiniz bir kişinin kapısına çözüm üretmek için gittiniz. Türkiye, sıkışmışlığından hiçbir zaman söz etmeyerek güçlü görünmeye çalıştı, yine öyle yapıyor. Tam da bu noktada medyayı devreye koyuyor ve sanki Kürt Hareketi bitirilmiş, Kürtler siyaseten yok edilmiş, bütün her şey bitmişken kapı çalınıyor ve çözüm tartışması yürütülüyor gibi yansıtılıyor. Bunun böyle olmadığı da zaten Türkiye'nin içinde bulunduğu duruma bakılınca görülebilir. Medyayla toplumda bambaşka bir algı yaratmaya çalışılıyor.
TOPLUMU DA DİZAYN ETMEYE ÇALIŞIYOR
Bu medya hep buna benzer roller üstlendi ama artık farklı bir şeye yol açıyor. Bu, bir çözümden öte Kürtleri tasfiyeye yönelik bir tavrı olduğu için AKP medyayı da buna göre kullanıyor ve toplumu da bu noktada dizayn etmeye çalışıyor. Medyanın bugünkü tavrı, özellikle Rojava'ya, Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik saldırılar bağlamında da baktığımızda çok saldırganca. Cephede SMO ile birlikte hareket eden, ona övgüler yağdıran, dehşet bir şekilde o savaşı körükleyen bir habercilik yapılıyor ve bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Yine çözüm noktasında yürütülen tartışmaları da kendince manipüle etmeye çalışıyor. Silah bırakma tartışmasına dair de benzer şeyler yürütülüyor; şu gün silah bırakılacak, bugün bırakılacak gibi.”
'TÜRKLÜK SÖZLEŞMESİ DEVREYE GİRİYOR'
Dicle Müftüoğlu, süreç devam ederken özellikle bunu manipüle eden ve magazinleştiren tartışmalara dikkat çekerek, AKP’ye muhalif çevrelerin de katıldığını hatırlattı. Dicle Müftüoğlu, şunları ifade etti: “Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'la ilgili mesnetsiz, düzeysiz bir tartışma yaratılarak bambaşka bir noktaya çekilmeye çalışılıyor. Örneğin bunlar iktidar dışındaki medyadan da geliyor. Mesele Kürt sorunu olunca bir ‘Türklük Sözleşmesi’ devreye giriyor ve doğal olarak ona göre hizalanılıyor. Kürt'ü hala hep bir düşman olarak gören bir akıl var. Görebildiğimiz kadarıyla Abdullah Öcalan’ı da çok okuyamayan bir noktada oldukları için açıklamaları değerlendirmek yerine ilginç ve seviyesiz bir tartışma yürütülüyor.
OLASI ÇÖZÜME ZARAR VERİLİYOR
Bunların tamamının olası çözüme zarar verdiği ve toplumu derinden etkilediği, medyanın da aslında bu rolünü bilerek yaptığı açık. Bu kadar acının yaşandığı bir tabloda savaş çığırtkanlığı yerine çözümden yana saf alabilirler. Aksi halde toplumun gitgide daha da kutuplaşmasına yol açacaktır. Geçmiş dönemlerde benzer şeyler çok yaşandı. 50’lerdeki süreçte Rumlara yönelik saldırıları düşünürsek; bir gazete manşetiyle bir inanca, bir halka mensup insanların dükkanlarının, evlerinin yağmalandığı, bu insanların öldürüldüğü ve bu topraklardan sürüldüğü bir gerçeklik var. Türkiye'de basın bu denli kötü roller oynamış. Bu yüzden aslında toplumun yeniden bir süreci, yeniden bir çözümü konuşabilmesi için medyanın buna göre tavır alması gerekiyor.
PROVOKATİF DİLDEN VAZGEÇİLMELİ
Önder Apo’nun Türk-Kürt kardeşliği ve bunun önemine vurgu yapan çağrısının öneminin altını çizen Dicle Müftüoğlu, şunları ekledi: "Medya, o çağrının aksini bize yaptırmaya çalışıyor. Toplumu aksi bir yöne itmeye çalışıyor. Kürtler, bu kadar kendilerini aşağılayan -çünkü Türk olarak karşılarında gördükleri şey bu- bu kadar hakaret eden bir halkla barışmak istemez. Yine aynı biçimde onların bu milliyetçilik duygularını körükleyen bu medya karşısında Türkler de Kürtlerle bir barış sağlamak ya da ortak bir noktada buluşmak istemez. Mesele toplumsal olduğu için medyanın bu dili, toplumun tamamının sürecin içerisine dahil olmadığı bir noktada birçok provokasyona da yol açmış olacak. Bu dilden vazgeçilmeli.”