Öcalan: Cevapla yetinmiyoruz, kazanabiliriz!

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, artık 1970’lerdeki bitişe sadece bir umutla karşılık vermekle, 1980’lerdeki imha ve yutma girişimlerine cevap vermekle yetinmediklerini belirterek, “Artık ayaklanabilir, ordulaşabilir, savaşabilir ve kazanabiliriz” diyor.

İnanç, umut ve pratik güç olmanın yanı sıra kurtuluş olanağının sergilendiğini söyleyen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, şunun iyi bilinmesini istiyor: “İşbirlikçilik anlaşılmadan ve buna dayalı olarak geliştirilen savaş ve egemenlik tarzı bütün yönleriyle görülüp değerlendirilmeden direniş hareketi, yurtseverlik ve bağımsızlık tarzındaki gelişmesini ilerletemez; kurulan tuzaklar ve geliştirilen planlardan kendisini kurtaramaz.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, 20 Mayıs 1994’te işbirlikçilik ve egemen sistem üzerine yaptığı değerlendirmelerin bazı bölümlerini, güncelliğini koruduğu için paylaşıyoruz. Türk özel savaş sisteminin tarihsel mirasıyla birlikte güncel çalışma tarzına ve Kürt toplumundaki nüfuzuna dikkat çeken Öcalan, şunlara dikkat çekiyor:

İŞBİRLİKÇİLİK ANLAŞILMADAN DİRENİŞ HAREKETİ İLERLEMEZ

Türk özel savaşının Kürdistan üzerine ağırlıklı olarak hakim olmasından beri yürüttüğü politika, günümüzde ciddi bir çıkmazla karşı karşıyadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Yavuz Selim döneminde doğuya ve güneye yayılmada kullandığı, bilinen İdris-i Bitlisi işbirlikçiliği türündeki gelişme önemle kavranmayı gerektiriyor. İyi bilmek gerekir ki, bu işbirlikçilik anlaşılmadan ve buna dayalı olarak geliştirilen savaş ve egemenlik tarzı bütün yönleriyle görülüp değerlendirilmeden, direniş hareketi, yurtseverlik ve bağımsızlık tarzındaki gelişmesini ilerletemez, kurulan tuzaklar ve geliştirilen planlardan kendisini kurtaramaz; ortam ne kadar elverişli olsa da bunu değerlendiremez ve ciddi bir gelişme hamlesini ortaya çıkaramaz. Yaşanan birçok dönemden iyi biliyoruz ki, aklına bir milim ulusal gelişmeyi getiren olsa, bunun uzun vadeli görüşüne sahip olunsa, yine dar aşiretçi, feodal çıkarlar diyebileceğimiz, hatta kişilik seviyesine indirgeyebileceğimiz çıkar tutumları aşılsa, ciddi bir siyasal oluşuma ve iktidara doğru yürümek işten bile değildir. Sözümona baştakiler, her an bağımlı, uydu işbirlikçi kişilikler, gelen işgalci gücün emrine girdiklerinden, yani bir anlamda kraldan daha kralcı bir tavırla kendilerini teslim ettiklerinden ve ona dayanma ihtiyacında olduklarından dolayı bağımsızlık hareketi ve milli kurtuluş süreçleri bizde fazla gelişme olanağı bulamadı.”

İHANETİN NE KADAR KÖKLÜ OLDUĞU

Yavuz Selim’in “Bir beylerbeyi veya bir nevi sultan gibi muhatabım olacak bir erki ortaya çıkarsınlar” demesi karşısında, Kürt beylerinin “Biz buna gelemeyiz, bize ancak sen gereklisin, ancak sen bizlere iktidar olabilirsin” dediğini hatırlatan Öcalan, şöyle devam ediyor: “İhanetin ne kadar köklü olduğunu gösterir. O gün bugündür bu süreç değişmedi. Tarihin bütün kritik anlarında iç dağıtıcılık ve iç bölücülük, halkın birliğini ve bağımsızlığını esas almayan, bunun yerine kendi çıkarları uğruna en kutsal değerleri bile parçalamaktan çekinmeyen, gözü aile ve aşiret çıkarlarından başka hiçbir şey görmeyen yaklaşımlar, ilişkiyi ve yaşamı felakete götürmüştür. Sırf bir bireyin kendini yaşatması için bir ulusun tükenmesine kadar işi götürülebilmiştir. 19. yüzyıldaki direnişlerin başına gelen de bu olumsuz, lanetli, işbirlikçi ve hain tutumun ta kendisidir.

DÜŞMAN DA YETERİNCE KULLANDI

Geçmişteki hiçbir isyan ulusal olmayı, birlik ve bağımsızlık temelinde yol almayı düşünmedi. Yani çıkarlar buna engel teşkil etti; düşman da bunu fark edince dar çıkarları sürekli körükledi ve parçaladı; daha sonra kendi iktidarını güçlendirdikçe güçlendirdi. TC kurulduğunda bile en çok kullandığı güç yine bunlar oldu, bunların etkisi altındaki halkımızın direnişçi özellikleri oldu. Sonuçta bundan sadece en çok zarar görmekle kalmayıp, kendini tarihin dışında bir konumda buldu. Bu, öyle olumsuz ve lanetli bir durumdur ki, bunların ortaya çıkardığı sorunların dayanılmaz durumlarından dolayı bugün başımızı bile kaldıramıyoruz.”

EN TEHLİKELİ AJAN ROLÜ

KDP’nin Kürt düşmanlarıyla ilkesiz ilişkiler ve her türlü teslimiyete, özellikle onların her türlü direnişi boğmaya yönelik planlarına uyum göstermede ve bu temelde hareket etmede baş görevi üslendiğini belirten Öcalan, son 40 yıllık ihanet tarihine bakıldığında; özellikle KDP’nin tarihi bir kez daha hortlattığını vurguluyor. Bu yıllarda bütün dünya çapında en geri ve ilkel kabileler bile bir siyasal ve ulusal güç, bir devlet olmaya doğru giderken, bunların daha da bölüp parçalayarak iktidarsızlaştırdığını ve güçten düşürdüğünü ifade eden Öcalan, şunları söylüyor: “Tarihin en eski ve en direngen halkını ve en uygun coğrafyayı ulusal gelişmeye karşıt bir hale getirdi. Bağımsızlıkçı temelde bir savaşımın gelişmemesi için en tehlikeli ajan odaklar rolünü oynamaktan kaçınmadı. Maalesef bu 40 yıl ki İkinci Dünya Savaşı sonrasını ifade ediyor, bu anlamda aleyhimize baş aşağı gitti. Bu süreç, bütün halklar için ulusal bağımsızlık ve birlik biçiminde gelişirken, bizde ise parçalanma, ulusallıktan çıkma, direnişten kesilme ve umudun da artık tamamen yitirildiği, kaybetme yılları haline getirilmek istendi. Eğer PKK oluşumu buna bir cevap teşkil etmeseydi, 1970’lerden itibaren ki bunların 1975’te son bir teslimiyetleri vardı, tarih bizim için bitmişti. Kim ne derse desin, şimdiki durumlara bakarak, ‘Hayır, tarih bitmez, aslında hepimiz ayaktaydık, yurtsever güçtük, direniyorduk’ demek demagojidir. Ben bunun yalan olduğunu kanıtlayabileceğime ve kanıtladığıma da inanıyorum.”

PKK SON BİR UMUT OLARAK GELDİ

Tarihin artık tam inkarı ve bozulması karşısında son bir umut ve yine son bir çabayla zor bela PKK’nin gündeme geldiğini belirten Öcalan, hücrelerine kadar dağıtılmış; ulus, hatta sınıf olmaktan, daha da ötesi insan olmaktan çıkarılmış; fiziki olarak insanlara benzeyen ucube bir yapı ve bir kargaşa içinde, bir deliler ortamında adeta ulusallık, sosyallik, sınıfsallık ve insanlık dersi vermeyi esas alan çabalarını hatırlattı. Bu konuda inanılmaz gibi görüneni inanılır kılan, buna güç getirebilen, artık biraz bilinçli ve planlı, biraz tesadüfi ve fırsatların ortaya çıkardığı durumlara adapte olmayı başaran, durumu 1980’lere kadar umut kabilinden biraz kurtarmaya doğru götürdüklerini söyleyen Öcalan, şöyle sürdürüyor: “Pratiğim öyle sağlam da değildi veya pratikte ‘ilerleyeceğiz ve başaracağız’ diyen, ben de dahil, fazla kişi yoktu. Yine de ‘son bir umut veya umudun da hak verdiği bir çekimle, bir adım daha ilerleyebilmeliyiz, mademki olanak ve fırsat doğdu, bunları değerlendirebilmeliyiz’ dedik. Bu, yurt dışı çalışmalarını veya Ortadoğu kökenli yeni hamlemizi başlatmamız, yepyeni bir dönemi ortaya çıkardı. Kürt gerçeğinde, kördüğümünde ve çözümünde hem çözümleme düzeyinin gelişmesi, pratikleşmenin sağlanması hem de örgütsel, siyasal ve askeri anlamda çok zor da olsa kendi içindeki yetmezlikler ve inkarcılıkları aşarak ilerlemesi, her şeye rağmen bir gelişmeydi. Mücadelemiz ve planlamamız önemli bir gelişmenin sahibi olabiliyor.”

ARTIK KAZANABİLİRİZ İNANCI, UMUDU VE PRATİĞİ

Gelinen noktanın önemine işaret eden Öcalan, artık 1970’lerdeki bitişe sadece bir umutla karşılık vermekle, yine 1980’lerdeki 12 Eylül faşizminin imhasına, faşizmin karanlığının yutma girişimlerine bir cevap vermekle yetinmediklerinin altını çiziyor. “1990’lara doğru geldiğimizde artık kazanabiliriz, ayaklanabiliriz, ordulaşabilir ve savaşabiliriz diyoruz” diyen Öcalan, şunları ekliyor: “İnanç, umut ve pratik güç olmayı ve bununla yetinmeyi de bir tarafa bırakıyor; bunlar biraz tarih oldu veya kazanılmış gerçekler olarak düşünülebilir, diyoruz. 1990’ların ortalarında seyrederken, Kürdistan gerçekliğinde durumlar aslında hem biraz daha farklılaşıyor hem de kurtuluş olanağı sergiliyor.”

DIŞ GÜÇLERİN ETKİSİ VE DOĞRU DURUŞ

Dış etkenlerin bir süreci olumlu veya olumsuz yönde geliştirmedeki etkisini çok iyi hesaplamak gerektiğine işaret eden Öcalan, taktikte, pratik politikada başarılı olamayışın bir nedenini de bu yönlü değerlendirme gücünde olmamaya bağlıyor. Öcalan, şunları vurguluyor: “Önderlik dediğimiz kişi veya hareket, dış etkinin ya çok ağır etkisi altında bulunmakta, onun işbirlikçisi olmaktan çıkamamakta ve onu bir kader gibi değerlendirmekte veya bir tesadüf gibi ele almakta ya da onu ani bir isyanla, ani bir kullanma tarzıyla değerlendirmektedir. Bu da, daha değişik ve son tahlilde işbirlikçiliğe götürmekten alıkoymayan bir yaklaşım tarzıdır. Bu bizde hayli etkilidir.

Uzun vadeli olmamaya, dış güçlere bel bağlamaya, yine dış güçlerin ağır etkisi altındaki işbirlikçiliğe fırsat vermedik. Ortaya çıkan isyan olanağını hovardaca ve günü birlik değerlendirmede kullanmadık, buna fırsat vermedik. Bu anlamda da dışa fazla güvenmeme, özgücü esas alma ve bütün bunlardan gerçek bir taktiği, yani güne ve döneme cevap veren bir yaklaşım tarzını sergilemeyi, bu konuda alabildiğine bir yoğunlaşmayı esas aldık. Örgüt kişiliği, militan kişilik ve taktik önderlik denilen sorunları yoğun bir biçimde gündeme getirdik ve bunlara karşı muazzam bir mücadele verdik. Sağa ve sola savrulmalara karşı, büyük bir inatla yaşatacak olan, kurtaracak olan tarza yüklendik ve sonuçta bunun yaşatabileceği de ortaya çıktı.”

KÜRDİSTAN GERÇEĞİNİN BAŞ DÜŞMANI TC

1990’ların ortalarına gelindiğinde Kürdistan somutunda en iddialı güç olmaya doğru gittiklerinin, bunun baş düşmanı durumunda olan TC tarafından da kavrandığını ifade eden Öcalan, bu panikle bütün iç ve dış politikalarını hızla gözden geçirip, tekrar o eski işgal, istila ve imha politikasını devam ettirerek, son bir hamleyle ‘artık başarabilirsem’ dercesine bir yüklenme içinde olduğunun görüldüğünü söylüyor. Onların bu çılgınlaşmalarından bir şeylerin ellerinden kaydığını, millilik, milli bütünlük adı altındaki inkarcılığıyla, aslında halklar veya Kürdistan gerçeğini örtbas etmenin artık mümkün olmadığını anladıklarını dile getiren Öcalan, bunun da ötesinde bir özel savaşın, bölgede benzer konumda olan klasik güçlerle götürmek istediklerine dikkat çekiyor. “İran’la şöyle düzenli ve tarihsel dostluk ilişkilerimize dayanarak burayı idare ederiz. Irak’taki durumu tekrar eski dönemdeki o Bağdat Paktı veya CENTO dönemindeki gibi bir statüye çekeriz” denildiğini anımsatan Öcalan, “Böyle çok geride kalmış bir diplomasiyi ve bölgesel politikayı tekrar diriltmek, bunu özellikle Demirel önderlikli mevcut koalisyon hükümeti ve Genelkurmay ile götürmek istiyorlar” diyor.

KEMALİST DİKTAYI DOĞURAN KOŞULLAR

90’lardaki dış gelişmeler, hiç şüphesiz iki dünya savaşı arasındaki dönemde olduğu gibi Kemalistlerin lehine olmadığını söyleyen Öcalan, Kemalist diktatörlüğün doğuş koşullarını ve altın dönemini şöyle izah ediyor: “O zaman, şoven bir milliyetçilikle genç Türk burjuvazisinin kabarmış olan iştahını TC biçiminde yükseltmek için iddia vardı, iç ve dış koşullar da uygundu. Ortada onu tehdit edecek bazı güçler olsa da, bunları çok hunharca ezdi. Mustafa Kemal bunun çok usta bir taktisyeni durumundaydı. Komünistleri çok hunharca katlettirdi; demokratik bir gelişme ve çoğulculuk isteyebilecek en yakınlarını bile ortadan kaldırdı. En önemlisi de Kürdistan’ın katliamı tamamlanmışken, yeni kanlı katliamlar açısından bu dönemi müthiş kullandı ve o bildiğimiz diktatörlüğü inşa ettirdi. Bu dönemin dış dengelerini biliyoruz. Aslında çok fazla ulusal gibi gözükse de Osmanlı İmparatorluğu’na bağlılığı vardı. Rusya’ya mağlup olmuştu ama o zamanki galiplerin yaşadığı başka bir durum da vardı. İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar arasında, zafer sonrasında baş gösteren çelişkiler söz konusuydu. Bu arada Yunanlıların hesapta olmayan Anadolu seferi ortaya çıktı. Bolşevizm ortaya çıktı. Bolşevizmin ortaya çıkışıyla, aslında kuzeyden bitirilmiş Osmanlı ordu kalıntıları can buldu. Sevr Antlaşması diye eleştirdikleri antlaşmayla vücut bulmuş bir Kürdistan ve Ermenistan devredeydi. Güney’de İtalyanlar ve Fransızlar kendilerine düşen pay çelişkisi içindeydiler. İngilizler daha değişik şeyler istiyorlardı.

Görüldüğü gibi burada büyük bir kargaşa vardı. Dış denge, her ne kadar galipler temelinde çok açık bir biçimde Osmanlı kalıntılarının aleyhindeyse de aslında Anadolu üzerinde kendilerini bitirtmeyi de yaşıyorlardı. Bolşevizmin Rus Çarlığı’nı devre dışı bırakması, en büyük destek olarak rolünü oynadı. Kazım Karabekir önderlikli kolordunun sonuna kadar Ermenileri ezmesi ve kendi yurtlarından söküp atması, Kürt işbirlikçiliğini taze bir güç olarak bulması, Karadeniz’de Rum Pontus halkını ezmesi kendiliğinden ortaya çıktı. Güney’de Fransızlar, İtalyanlar ve İngilizlerin kendi aralarında bir türlü anlaşamamaları, sıradan ve basit halk direnişleriyle bunların başarısız kılınmaları durumu, en önemlisi de belirleyici olarak Kemalistlerin, genç Türk milliyetçiliğinin bu çelişkileri iyi değerlendirmesi sonucunda, bir anlamda da aslında bu dönemin Anadolu gerçeğinde ileri bir konum diye tabir edebileceğimiz, ulusal bağımsızlıkçılığa açık tavırları destek bulacaktı. O dönemin ileri adımı buydu. Eğer Kemalizm halen biraz etkiliyse, bu karakterinden ötürüdür. Bu kadar işgalci ve istilacı gücün çok dengesiz ve hesapsız yayılışı karşısında, elbette sarılacak bir umut olacaktı ve nitekim öyle de oldu. Bunun Kürtler açısından da böyle değerlendirilmesi gerekiyordu. Kemalistler tarafından da öyle yansıtıldı ve bilindiği gibi bir bağımsızlık hareketi biçiminde gelişme gösterdi. Tabii daha sonraki hikaye ayrıdır. Bu süreci böyle karşılayan Kemalizm, iki dünya savaşı arasındaki dönemi çok iyi değerlendirecekti. En zor koşullarda bile kendisini politik bir ifadeye, bir devlete kavuşturan şoven Türk milliyetçiliği daha sonraki sürece sımsıkı sarılacak, hem politikada hem de ekonomide müthiş şoven ve çıkarcı temelde hareket edecek, azınlıkları ve diğer kültürleri yok sayacak, özellikle korktuğu ve oldukça yararlandığı Bolşevizmi tasfiye edecek, dayandığı Kürt gerçeğini tasfiye edecek, kaskatı bir şoven milliyetçiliği, Hitler ve Musollini’ninkinden daha tehlikeli bir rejimi oturtacaktı. Dış denge, artık sosyalist blok ile emperyalist blok biçiminde kesin örüldüğü ve her şey de bu temelde değerlendirileceği için Kemalistler çok iyi bir fırsatı yakalamış olarak bu bloklaşmayı kullanacaklardı.

BOLŞEVİKLERDEN SONRA NATO

Başlangıçta, ağırlıklı olarak Bolşevikler, Lenin ve Stalin dönemi kullanıldı. Daha sonra burjuvazi biraz kök salınca ve devlet tekelini ele geçirince, NATO’ya, yani Batı sistemine kendini eklemledi ve şoven milliyetçi politikasını, biraz daha kapitalist gelişme ve burjuvalaşmasını sürdürdü. Bu arada asimilasyonla, özellikle Kürt gerçeğini daha da tanınmaz hale getirdi.

Bunu şunun için belirtiyoruz; düşman dış dengeyi, Kürdistan gerçeğini bitirmede adım adım ve başarılı bir biçimde değerlendiriyor. 70 yıllık denge, sosyalist sistemle kapitalist-emperyalist sistem adı altındaki çekişme, Türkiye Cumhuriyeti için çok ideal bir denge durumudur. Bu denge, 70 yıldır kendi şoven ve yıkıcı politikalarını hayata geçirmesi için yeterli oluyor. Kemalistler bu dengeyi böyle değerlendirdiler.

EKİM DEVRİMİ’NİN KÜRTLERİN ALEYHİNE OLMASI

Bütün halklar Bolşevizmden etkilenerek ulusal kurtuluşta dev gibi adımlar atarken, Ekim Devrimi’nin objektif olarak aleyhimizde bir sonuç vermesi, Kemalizmin lehine Kürt ulusal kurtuluşçuluğunun aleyhine bir sonuç doğurması, tam bir talihsizlik veya ters bir durum oldu. Bütün bunların da etkisiyle sonuçta neredeyse boğuntuya geldik. Bunun hikayesini, ideolojik ve siyasal değerlendirmelerimizde çok yönlü işliyoruz.”

PKK OLANAKSIZLIKLAR İÇİNDE GELİŞMEDİR

PKK’nin oluşum tarzını, genel ve büyük dengesizliği veya düşmanın yakaladığı denge durumunun büyük dezavantajını nasıl yakalayarak geliştiğini iyi bilmeyenlerin, pratikte hala olanaklar, fırsatlar ve tesadüfleri değerlendiremediklerini kaydeden Öcalan, şunların altını çiziyor: “Olanaksızlıklar içinde veya olanakların en sınırlı olduğu koşullarda ortaya çıkan bir gelişme hareketi olduğumuzu, bir an bile olsa göz ardı edemezsiniz. Olanaksızlıklarla bir savaşma hareketi olduğumuzu iliklerinize kadar bilince çıkaramazsanız, en başta kendinizi ve tüm örgüt olanaklarını değerlendiremezseniz, PKK taktiğinden bir şey anlamamışsınız demektir. PKK gerçeğinden, onun ideolojik ve siyasal oluşumundan hiçbir şey anlamamışsınız demektir. Bu durumda, kesinlikle yaratıcı bir taktik sahibi de olamazsınız. Ben bunun hikayesini size çok yönlü anlattım. Ne yaparsanız yapın, PKK olayını böyle anlayacaksınız. Sizin, PKK’nin bu oluşum tarzını halen ruhunuza, bilincinize yedirdiğiniz söylenemez. Bir ruhunuz ve bilinciniz varsa veya bunu yaratmanız mümkünse böyle olmalı, ancak böyle olursa başarabilirsiniz.”

Devam edecek…