Özel savaşın radarında bir mahalle: Gazi

Gazi Katliamı'nın üzerinden 30 yıl geçti. Katliamın ardından devletin her türlü saldırısına ve özel savaş uygulamalarına maruz kalan mahalle, bugün hâlâ direnmeye devam ediyor.

GAZİ MAHALLESİ

Gazi Mahallesi, İstanbulun en yoksul mahallelerinden biri olarak halen varlığını sürdürüyor. 1990lı yıllarda İstanbula göç etmek zorunda kalan Türk, Kürt ve Alevilerin var ettiği mahalle, kuruluşundan bugüne kadar devletin de özel ilgisiyle karşılaşmaya devam ediyor. Yoksulluğun öne çıktığı, yoksulluktan doğan isyanın örgütlü bir hale evrildiği mahalleye yönelik devlet ilgisi, kuruluşundan bu yana hiç azalmadı.

1990lı yıllarda Türkiyede ekonomik kriz giderek büyürken, Türk devletinin Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne ve Kürt halkına yönelik soykırım saldırılarını derinleştirmeye başladığı süreçte, İstanbulda hem ekonomik sebepler hem de Türk devletinin saldırılarından dolayı şehrin uzağında bir mahalle kurulmaya başlandı. İstanbulun hâlâ en büyük ilçelerinden biri olan Gaziosmanpaşa sınırları içerisinde kurulan Gazi Mahallesi, kurulduğu günden bu yana devletin baskılarına maruz kalmaya devam ediyor.

DEVLETİN YOKSULLARA NEFRETİNİN BİR ÖRNEĞİ

Mahallenin yoksul karakteri, aynı zamanda devrimci bir birikimi de beraberinde getiriyordu. Gazi Mahallesi kurulduğu günden itibaren devrimcilerin, sosyalistlerin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin tabanının olduğu ve örgütlendiği bir alan haline geldi. Özellikle Kürt ve Türk Alevilerin yoğunluğu, mahallenin kimliğinin oluşmasında önemli bir yer tuttu. Bir yandan sınıfsal bir ezilme, diğer yandan kimliklerinden dolayı ezilenlerin buluşma noktası olan Gazi Mahallesi, özellikle 12 Eylül darbesinden sonra, Türkiyede baskı altına alınan devrimci muhalefetin de yeniden filizlendiği yerlerden biri oldu.

Gazi Mahallesi’ne devletin ilk yönelimi, 1990’larda Kürdistandan göç etmek zorunda kalan Kürtlerin, mahallede kendilerine gecekondular kurması ve kalabalıklaşması ile başladı. O dönemde mahalleye gelen Kürt halkının, kendilerini güvende hissetmek için kurdukları dernekler, polis tarafından hemen göz hapsine alınmaya; köylerinden, ülkelerinden göç etmek zorunda bırakılan Kürtlerin evleri sıklıkla basılmaya başlanmıştı. Mahallede devrimcilerin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin etkisi de polis tacizleri ve baskılarının arttığı aynı döneme denk geldi.

İLK SALDIRILAR SONUÇSUZ KALINCA KATLİAM SALDIRISI GELDİ

Mahalleyle ilgili ilk özel savaş politikaları da aynı zamanlarda ortaya çıkmaya başladı. Kürdistanda pratik yapan devlet, uyguladığı bazı özel savaş taktiklerini mahallede uygulamaya başladı. Mahalleye önce hırsızları, sonra uyuşturucu satıcılarını sokmaya çalışan devlet hem halkın hem de devrimcilerin tepkisiyle karşılaşınca, bu politikalarından bir süre geri durmak zorunda kaldı. Ancak, bu sefer de Türkiye tarihinin en büyük katliamlarından birine imza attı;12 Mart 1995’te Gazi Mahallesinde, özellikle Alevilerin ve Kürtlerin buluştukları mekanları taradı. Katliamı yapanlar bugüne kadar hiçbir şekilde bulunamadı. Katliam sonrası gelişen halk direnişine yönelik uygulanan polis ve asker vahşetinde ise devlet, kendi elemanlarını korumak için elinden gelen her şeyi yaptı.

12 Mart 1995’teki katliam ve sonrasında yaşanan saldırılarda, Gazi Mahallesinde devlet eliyle 15 kişi katledildi. Devlet, sorumluları yargılamamak için birkaç kurban seçti ve onlara da komik cezalar vererek katliamın üstünü kapatmaya çalıştı. Gazi Katliamı, mahallenin tarihinde de bir dönüm noktası oldu. O güne kadar sadece işine giden, yaşamak için çabalayan mahalle halkı, katliam saldırıları sonrasında devrimcilerle olan ilişkisini daha çok sıklaştırdı ve mahalle, devrimcilerin yoğun bir gücünün olduğu, sorunların çözümünde devletin kurumlarından çok, devrimcilerin müdahil olduğu bir döneme girdi. Katliam sonrası devlet, her ne kadar mahallede kontrolü sağlamak için zor kullanmaya yönelse de halkın devrimcileri sahiplenmesi, devletin mahallede bir gücünün olmadığını da gösterdi.

ÖZEL SAVAŞ UYGULAMALARI YOĞUNLAŞIYOR

Özel savaş aygıtları konusunda geniş bir deneyime sahip olan devlet, Gazi Mahallesi'nde zor kullanarak iktidar kurmanın neredeyse imkânsız hale geldiğini gördüğünde, bu kez ciddi bir özel savaş politikası uygulamaya başladı. Devrimcilere ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik baskınlar, işkenceler ve infazların yanı sıra, mahallenin devrimcilerle bağını koparmak için farklı bir yol denemeye başladı. Bu sürecin en belirgin yanı ise, mahalleyi kuran kuşak yerine özellikle 12-20 yaş arasındaki gençlere yönelik uygulamalar oldu.

1990’lı yılları devrimcilerin güçlü olduğu bir dönem olarak geçiren Gazi Mahallesi'nde, 2000’lerle birlikte bir değişim süreci başladı. Devlet, ilk olarak mahallenin demografik yapısını değiştirmek için adımlar attı. Mahallenin belirli bir bölgesine siyasal İslamcı kimliğiyle tanınan kişileri yerleştirerek, onlar üzerinden mahallede kendine alan açmaya çalıştı. Başlangıçta çok anlaşılmayan bu durum, 2010’lara gelindiğinde gözle görülür hale geldi. Mahallede tarikatlar kendilerine yer edinmeye başlamış, hatta kaçak kurslar bile açmışlardı.

DEMOGRAFİK YAPIYA MÜDAHALE EDİLDİ

Gazi Mahallesi’nde yaşanan demografik yapı değişimleri, özellikle AKP’li yıllarda giderek arttı. Siyasal İslamcı geleneğin güçlenmesi, mahallede bazı yerlerde nüfuz sahibi olunmasını da beraberinde getirdi. Ancak, devrimci yapılar ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin gücünün kırılamaması nedeniyle bu değişim, ilk zamanlarda gözle görünür hale gelemedi. 2010’larda değişmeye başlayan bu süreç, yine devrimcilerin ve halkın tepkisiyle her ne kadar geri plana itilse de devlet kendi planını uygulamaktan geri durmadı. 2010’lardan başlayarak, 2015 yılına kadar geçen sürede mahallede iki gücün savaşı daha belirgin ve gözle görünür bir hal aldı. Özellikle, Kürt gençlerinin örgütlülüğünü temsil eden Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi’nin (YDGH) güçlenmesi ve diğer devrimci yapılar ile mahallede devlet eliyle teşvik edilmek istenen yozlaşmaya karşı uygulanan sert eylemler sonucunda, hedeflenen yozlaşma geriletilmişti. Ancak, 2015 yılı her açıdan bir dönüm noktası haline geldi.

Rojava’da Türk devleti eliyle geliştirilmek istenen saldırılar ve aynı dönemde başlayan Öz Yönetim Direnişi sonrası, İstanbul gibi Türkiye metropollerinden çok sayıda genç mücadele alanlarına gitti. Bu süreç, bir açıdan mahallede büyüyen devrimci direnişin durağanlaşmasını da beraberinde getirdi. İki kuşağın mücadele alanlarına yönelmesiyle yaşanan boşluk ve aynı döneme denk gelen 15 Temmuz’da devlet içindeki klikler arasındaki çatışma, devletin doğrudan yönelimine de bir bahane sundu.

2015 sürecine gelmeden önce, mahallede devrimcilere yönelik karalama girişimlerine de değinmekte fayda var. Özel savaş taktiklerinin başında gelen bu yöntemlere 2015 yılına kadar sıkça başvuran Türk devleti, mahalleye yönelik en basit hizmetlerin bile ulaşmasını engelledi. Bu durumun sorumlusu olarak da devrimcileri ve onların faaliyetlerini gösteren bir propaganda yürüttü. Bu propagandayı hem basın aracılığıyla hem de mahalleye yerleştirdiği kişiler üzerinden yapmaya çalıştı.

İş çıkış saatlerinde otobüslerin mahalleye girişini engellediler, belediye eliyle alt yapı çalışmalarını yapmadılar. Mahallede yaşanan adli suç vakalarına yönelik herhangi bir önlem almak yerine, en basit hırsızlık olaylarıyla bile ilgilenmediler. Mahalleyi, sosyal medya üzerinden “en tehlikeli mahalle” olarak tanıtmak için uğraştılar. Mahalle halkının gündelik yaşamını olumsuz etkileyecek olan her şeyi yapıp bunların sebebi olarak da devrimcileri gösterdiler.

Bunları yaparken bir yandan da mahallenin girişine bir AVM diktiler, adına Avrupa Konutları denilen lüks konutlar yaptılar. Bunlar üzerinden devrimciler ve onların faaliyetleri olmasa, mahalleye de bunların yapılabileceğinin propagandasını yürüttüler. Mahalle ile şehir arasındaki ulaşımı bile bir propaganda ve diz çöktürme aracı haline getiren devlet, normal koşullarda mahalle içerisinden geçmesi planlanan metro sistemini dahi mahalleye sokmayarak, bunu da devrimcilerin faaliyetlerine bağladı.

Devam Edecek