Tarım politikası üreticiyi susuz bırakıyor

TÜM KÖY SEN Eğitim Örgütlenme Uzmanı Sedat Başkavak, Adana’da çiftçilere ‘ekmeyin yoksa su vermeyiz’ yazısının gönderilmesinin, uygulanan tarım politikasının sonucu olduğunu söyledi.

ADANA'DA SULAMA SORUNLARI

Adana'da çiftçiye su verilmezse ekim yapabilme şansı kalmayacağını belirten TÜM KÖY SEN Eğitim Örgütlenme Uzmanı Sedat Başkavak, “Ektiği üründen de verim alabilme şansı yok. Bu demektir ki ürün fiyatları artacak. Üretici köylü tarımdan kopacak” dedi.  

Seyhan Sol Sahil Sulama Birliği, Adana’daki çiftçiye sonbaharda ekim yapmaması için yazı yolladı. Köy muhtarlıklarına ve ilgili birimlere gönderilen yazıda, güzlük ekim yapılsa bile su verilemeyeceği bildirildi. ANF’ye konuşan TÜM KÖY SEN Eğitim Örgütlenme Uzmanı Sedat Başkavak, iktidarın üreticiyi susuz bıraktığını ama sorunun sadece burayla sınırlı kalmadığını söyledi.

BİR DEVLET KENDİ ÇİFTÇİSİNE BEN SANA SU VEREMEM DİYOR

Başkavak köylünün ve üreticinin susuz bırakılmasına kadar gelen sürecin nedenlerini şöyle aktarıyor: “Adana’da çiftçilere gönderilen mesaj şu demek: Ekmeyin, üretmeyin. Bir devlet düşünün ki kendi çiftçisine ben sana su veremem diyor. Eğer ekersen suyunu da karşılamam o nedenle de susuz kalırsın diyor. Dünyada gıdanın ve gıda üretiminin bu kadar tartışıldığı bir dönemde AKP iktidarı üretici köylüyü susuz bırakmış oluyor.

Çiftçilere gönderilen yazı

 

Ama durumun bu noktaya gelmeden önceki nedenleri var. Adana üzerinden konuşuyoruz ama örneğin ama aynı zamanda Aydın’da Söke Ovası susuz kaldığı için pamuklar kuruma noktasına geldi. Trakya'da Ayçiçek tarlalarında ayçiçekleri bir avucun içi kadar baş tutabildi. Çünkü su yok ve buna ilişkin bir çözüm de yok. Yağış ve sulama sistemleri de olmayınca sonuç itibariyle tarım üretimi doğa koşullarına terk edilmiş durumda. Adana'da sulama birliği niye böyle bir yazı gönderiyor? Bu sulama birlikleri meselesi aslında IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve AB'ye uyum yasalarında vardı. Bu 30-40 yıllık bir politika, tarım desteklerini azalt, tarımsal üretim ve dağıtımda rol oynayan kurumları ya kapat ya özelleştir mantığı. Zirai Donatım Kurumundan tutun da Süt Endüstrisi Kurumuna kadar. Tekel’in özelleştirilmesinden tutun şeker fabrikalarının özelleştirilmesine kadar pek çok özelleştirmeyi dayatan IMF, Dünya Bankası, AB'ye uyum yasalarıydı. Bu dayatmalar aynı zamanda suyu da fiyatlandır diyordu. Suyu fiyatlandırmanın yöntemi sulama birliklerinin başına tarımsal üretimle alakası olmayan ya da tarımsal üretim kaygısı üzerinden hareket etmeyen insanların getirilmesi oldu. 2018 yılında Devlet Su İşleri (DSİ) görev ve yetkileri kanununda değişiklik yapıldı. Bu yapılan değişiklikle birlikte sulama birlikleri DSİ bünyesinde birleştirildi ve sulama birliğinin başına bir başkan atama yetkisi verildi. DSİ sulama birliğinin başına herhangi birini başkan olarak atadı. Dolayısıyla da sulama birliklerine böylesi bir başkan atamayla birlikte zaten pek çok yerde su fiyatları aşırı yükseldi.”

ADANA’DA İKİ TEMEL SORUN VAR

Adana açısından sorunun Seyhan barajının yanlış kullanımından kaynaklandığını söyleyen Sedat Başkavak oradaki soruna ilişkin şunları ifade ediyor: “Adana açısından iki temel sorun. Adana'daki çiftçiler ve halk, Seyhan Barajı'nın kot farkı nedeniyle içerisindeki suyun bir kısmının hiçbir şekilde kullanılamadığını, yani barajdan alınamadığını söylüyor. Bunu alabilmek için AKP iktidarının buraya yatırım yapması lazım. Ama AKP iktidarı bu yatırımı yapmıyor. İkincisi de genel itibariyle çiftçilerin şöylesi bir şikâyeti var: Ocak, Şubat ve Mart aylarında yağış çok oluyor ce barajın kapakları açılıyor. Bugünler düşünülmeden bu iş yapıldığı için üretici bu mevsimde suyu bulamaz, suya ulaşamaz hale geliyoruz diyor.”

SULAMA KANALLARI BAKIMSIZ, TARIMA DESTEK AZ

TÜM KÖY SEN Eğitim Örgütlenme Uzmanı Sedat Başkavak tarımdaki esas önemli sorunun ise sulama politikasından kaynaklandığını dile getiriyor: “Asıl önemli sorunlardan birisi, örneğin sulanabilir arazileri artırmak. Sulanabilir arazileri artırmak için bizim su politikamızın değiştirilmesi lazım. Bugünkü su politikası sulama sistemlerine yatırım yapmaya dönük değil. Örneğin Tarım Bakanlığı tarlalara ulaşan sulama sistemleri üzerinden tarlalara ulaşan suyun yüzde 50’sinin daha giderken kaybolduğunu tespit ediyor. Bu kaybın nedeni şu: Açık kanal sistemiyle su taşınıyor ve bu kanal sistemlerinin bakımsızlığı nedeniyle pek çok yerde suyun kayba uğradığı ve yeterince tarlalara ulaşmadığı sonucu ortaya çıkıyor. Yani suyun yarısı zaten yolda kayboluyor. Sulama düzeninin değişmesi lazım. Damla sulama bunlardan birisidir. Yeni modern sulama yöntemlerinin oluşturulması lazım. Bunlar için de iktidarın, devletin üretici köylüyü desteklemesi lazım. Buralara daha çok kaynak ayırması lazım.

Ama orada da şöyle bir problem var. Bu kaynaklar maalesef ki ayrılabilir durumda değil. Tarım destekleri her yıl miktar olarak artıyormuş gibi görünüyor. AKP iktidarı meseleyi böyle anlatıyor: ‘Geçen yıl şu kadar tarım desteği veriyorduk, bu yıl 91 milyar liraya çıktı tarım desteği’ diye. Oysaki 2006 yılında kendi çıkarttıkları tarım kanununda tarıma ayrılacak destekler milli gelirin yüzde birinden aşağı olamaz diyor. Öyle bir hesap yaptığınızda 411 milyar lira kaynak ayırması lazım tarım desteklerine; ama ayırdığı toplam destek miktarı 91 milyar lira. Hal böyle olunca tarıma da yeterince kaynak ayrılmadığı için üretici köylü kendi kaderiyle baş başa kalıyor.”

TARIM DESTEĞİ TEKELLERE

Tarımda asıl desteğin ve kredinin tarım tekellerine verildiğini de kaydeden Başkavak, AKP’nin yıllardır bu politikayı dayattığını anlatıyor: “Mehdi Eker bakanken söylemişti ‘ya köylüler şirketleşecek ya da şirketler tarım yapacak.’ Bu dediği koşulları uzun yıllardır dayatarak ve tarım desteklerini azaltarak hayata geçirmiş oluyorlar. O gönderilen yazıda da var. Kendi imkanlarıyla sulayabilecek olanlara bir şey demeyiz ama bizden su bekleyene su vermeyiz diyor. Sulama Birliği'nden, Devlet Su İşleri'nden dolayısıyla Tarım Bakanlığı'ndan suyu kim bekliyor? Geçimlik tarım yapan köylüler. Zaten şirketleşmiş tarım tekeleri kendi su ihtiyacını öyle şansa bırakmıyor. Onun bütün koşullarını da oluşturuyor. Bunun için de devletten işletme kredisi ve hibeler alıyor, daha başka şeyler de alıyor. Problem budur. Türkiye tarımının desteklenmesi ve bu desteklemenin içerisinde de desteklerin gerçekten geçimlik tarım yapan köylüye aktarılması lazım. Ama yapılmayan budur. Ülkenin doğusunda da batısında da sorun maalesef ki böyle yaşanıyor.”

DEDAŞ BAMBAKŞA BİR TABLOYU DA ORTAYA ÇIKARIYOR

DEDAŞ'ın Riha başta olmak üzere çiftçilere uyguladığı benzer politikalara da değinen Başkavak, burada başka bir tablonun daha ortaya çıktığını vurguluyor: “Diyarbakır ve Mardin'de çıkan yangınlar da gösterdi ki DEDAŞ ve bütün bu dağıtım ihalelerini alan şirketler aslında dağıtım ağlarını yenileme konusunda ciddi anlamda para harcamak istemiyor. Bu tabloda bu kadar yangının bir çıkış sebebinin de elektrik iletim hatları olduğu böylelikle ortaya çıktı.

Bu işin bir yanı diğer yanı da şu, DEDAŞ aynı zamanda köylüye tarımsal üretimi yapması için verilen desteklere bloke koyuyor. Örneğin köylü bugün 140 dönüme karşılık 149 lira mazot ve gübre desteği alıyor. 103 lirası mazot desteği, 46 lirası gübre desteği. Bunun azlığı başka bir tartışma ama sonuç itibariyle iki buçuk litre mazot desteği almış oluyor köylü. Bir dekar buğday tarlası için 10 litre mazot harcıyor. Bu desteğe bile DEDAŞ daha bankadayken el ve tedbir koydurabiliyor. Bankalar ve siyasi iktidar hem tarım tekellerini hem de enerji tekellerini koruduğu için köylü, tarımsal üretimi yapmak üzere alacağı desteklere bile elektrik borcuna karşılık tedbir konulduğu için alamaz hale gelebiliyor.”

BORÇLAR İÇİN ADIM ATILMALI

Çiftçinin borçların yüzünden artık üretim yapamaz hale geldiğini hatırlatan Sedat Başkavak, iktidarın özellikle gıda güvenliğini sağlamak açısından ve üretimin devamlılığı için de bu borçlar hakkında adım atması gerektiğini söylüyor: “Bugün itibariyle çiftçi borçları Türkiye genelinde toplam 699 milyar lira olmuş durumda. Bu bankalara olan borcu daha içinde elektrik borçları yok! Girdi maliyetlerinin yüksekliği, ürün fiyatlarının çok düşük kalması ve çiftçinin artık üretim yapamaz hale gelmesi ve borcunu ödeyememesi karşısında iktidarın özellikle geçimlik tarım üretimi yapan çiftçilerin bankalara, tarım krediye ve elektrik şirketlerine olan borçlarını silmesi ya da planlaması yapması lazım. Tarımsal üretimin devamıyla gıda güvencesinin, güvenliğinin oluşturulması açısından bunun yapılması lazım. Kaldı ki bir gecede patronların milyarlarca lira vergi borçlarını silen, onlara milyarlarca lira teşvik çıkaran siyasi iktidar memleketin köylüsünün, çiftçisinin borcunu da bir defaya mahsus silebilir. Bunun da tarımsal üretimin devamı için bir önlem olarak hayata geçirebilir.

Olmazsa ne olur? Örneğin Adana'da çiftçiye su verilmezse ekim yapabilme şansı yok. Ektiği üründen de verim alabilme şansı yok. Bu demektir ki ürün fiyatları artacak. Üretici köylü tarımdan kopacak. Aynı zamanda eksik kalan ya da azalan ürün ithalatla karşılanmaya çalışılacak. Sonuç itibariyle bağımlılık ilişkileri daha da artmış olacak. Çünkü ithalat zaten bir sarmal, 10 yılın üzerinde bir zamandır Türkiye et ithalatı yapıyor ama ne etin fiyatı ucuzluyor ne de Türkiye'de hayvancılıkta ilerleme oluyor. Çünkü ithalatın girdiği yerde yerel üretim muhakkak ki daha çok azalıyor, düşüyor. Üreticinin ürünü üzerinde de fiyat baskısı oluşturduğu için çiftçiler, üretici köylüler ürünlerini daha ucuza satmak zorunda kalıyorlar. Bu durum da tarımdan kopuşu beraberinde getiriyor.”