Kadın kırımı, devletin sistemli politikasıdır

Kürdistan’da kadınlar sistemli bir şekilde katledilmekte, kaçırılmakta, taciz ve tecavüze maruz bırakılmaktadır.

Kadınların binlerce yıldır uğradıkları şiddetin görünür kılınması için 25 Kasım giderek daha fazla anlam kazanıyor ve tüm dünyada kadın direnişinin yükselişine vesile oluyor. Kadınlar şiddetin her türüne karşı bir isyan dalgası yükseltirken, kadınlara dönük saldırılar da yoğunlaşarak adeta karşı hamle yapmaktadır. 21. yüzyıl bir yandan kadınların isyanına, eylem ve örgütlenmeleri ile kadın devrimi niteliğindeki gelişmelere, diğer yandan kadın kırımı olarak tanımlanan bir gerçekliğe tanıklık yapmaktadır. Kadın kırımı, devletlerin eliyle her geçen gün şiddetini daha fazla yükseltmekte ve kadının yarattığı yaşamı yok etmeye yönelik politikalar geliştirmekte. Bugün kadının içinde bulunduğu durumu göz önüne aldığımızda; bir yanda direniş ve mücadele bir yandan da devletin kadını kırımdan geçirme politikalarının devrede olduğunu görürüz.

Tüm dünyada her gün binlerce kadın taciz, tecavüz, fiziki ve psikolojik baskıyla karşı karşıya kalmaktadır. Mirabal Kardeşlerin direnişi tüm diktalara, faşizme, cinsiyetçiliğe karşı verilen bir direnişti. Diktatör Rafael Trujillo, 1930’da askeri darbe yaparak Dominik Cumhuriyeti’nde iktidarı ele geçirdi. Bu diktatör, ülkeyi tam 31 yıl boyunca baskı ve zulümle yönetti. Ülkede bu dikta rejiminden rahatsız olan grupların yanı sıra diktatöre ve rejimine karşı koyan gizli hareketlerden biri de Mirabal Kardeşlerin de içinde bulunduğu hareketti. Mirabal Kardeşler halk arasında "Kelebekler" olarak biliniyordu. Diktatör Trujillo yaptığı bir konuşmada, “Bu ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabal kardeşlerdir” diyordu.

MÜCADELEYİ ÖZETLEYEN SÖZLERİ

Diktatör Trujillo’nun diktasına karşı Mirabal Kardeşlerin verdikleri mücadeyi özetleyen sözleri bütün direnen kadınların pusulası oldu;

* Maria Teresa Mirabal: Belki bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz.

* Minerva Argentina Mirabal: Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı. Kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.

* Patria Mercedes Mirabal: Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da!

DİKTALARIN KADINA YÖNELME AMACI

Diktatör Rafael Trujillo başta olmak üzere bütün diktaların korkulu rüyası bilinçli ve örgütlü kadınlardır. Bilinçlenen ve örgütlenen kadının direnişi bütün diktaları yıkacak düzeydedir. Mirabal Kardeşlerin ektiği özgürlük tohumlarını, kadınlar bütün alanlarda direnişi haykırarak özgür yaşamın meyveleri olarak toplamaktadır. Her şeyden önce kadının gücünden korkan diktaların, kadına yönelmesinin amacını çok iyi bilmek, görmek ve analiz etmek gerekir.

Kadını tanımadan, anlamadan, öz benliğin bilincine varmadan yaşamın doğruluğuna varılamaz. Yaşamı ve toplumsallığı kendi bağrında taşıyan ve bütün kâinatta inşa eden kadının kendisidir. Yaşamın amacını en iyi kendi varlığıyla tanımlayan, ona kendi benliği ve iradesiyle cevap olan kadının kendisidir. Kadın yaşamın yaratıcısı ve yürütücüsüdür. Kadın komünal yaşamın inşası ve özgür yaşamın iradesidir. Toplumun özgürleşmesini istemeyen ve yaşamın anlamını ortadan kaldırmaya çalışan diktatörlerin en korkulu rüyası özgür kadın ve özgür bir toplumdur. Kadın özgürleşmeden toplumun özgürleşmeyeceğini bilen diktatörler için kadın ilk hedeftir.

İLK İKTİDAR İDEOLOJİSİ CİNSİYETÇİLİK

Devletleşme süreciyle birlikte sınıflaşmaların ortaya çıkışı, iktidarların kadın köleliğini esas alması, kadınları köle, erkeği egemen cins olarak şekillendiren cinsiyetçiliğin ilk iktidar ideolojisi olarak şekillendiğini gösterir. Cinsiyetçilik günümüzde şiddetin dayanağı olan diğer iktidar ideolojileri olan dincilik, milliyetçilik ve bilimciliğin de kaynağıdır. Dincilik, farklı inançlardaki insanları; milliyetçilik, farklı halkları ve kültürleri; bilimcilik, doğayı ve insanı nesneleştirerek cinsiyetçilikten öğrenilen kırımı yaymış olmaktadır.

KADIN KÖLELİĞİNDEKİ YÖNTEMLER HALKLARA UYARLANDI

Egemen erkeğin kadını öldürmek, tecavüz etmek de dahil; bedenini, duygularını, emeğini, düşüncesini sömürmede kullandığı yöntemlerle ezilen kesimlere uygulanan yöntemler birbirine benzer niteliktedir. Kadın kimliğinin kölelik temelindeki inşasında sonuç alan yöntemler, sömürge uluslara, halklara, inançlara, toplumlara ve doğaya uygulanmıştır. Bu nedenle sömürge halklar, kültürler ile kölelik temelinde inşa edilmiş kadınlık birbirine benzer özelliklerdedir. Kadın savunmasız, ekonomisiz, kendi hakkında karar alma ve yönetme hakkından yoksun bırakıldığı gibi sömürge toplumlar da savunmasız, ekonomisiz, kendi öz yönetiminden yoksun bırakılmıştır. Savunma mekanizmalarını aşarak bedeni ele geçiren, talan eden, kişiliği rencide eden, irade kıran tecavüz ile bir halkın, kültürün, ülkenin savunma sistemini kıran işgaller benzer karakterdedir.

DEVLET ELİYLE SİSTEMLİ CİNAYETLER

Bugün Kürdistan’da kadınlar sistemli bir şekilde katledilmekte, kaçırılmakta, taciz ve tecavüze maruz bırakılmaktadır. Narin Güran’ın, 21 Ağustos’ta ailesi tarafından kaybolduğu iddia edildi. Yapılan aramalar ve soruşturmalar sonucunda Narin’in cesedi, 8 Eylül’de bulundu. Cesedin bulunmasının ardından Hüda-Par, AKP ve Jandarmanın olayı örtbas etmeye çalışması, Narin Güran’ın devlet eliyle sistemli bir şekilde katledildiğini ortaya koyuyor. Narin Güran cinayetinin, sıradan bir olay olarak ele alınmaması gerekir. Bu, Türk devletinin 8 yaşındaki bir Kürt kızına dahi tahammül edemediğini gösterir. Yine Wan'da 27 Eylül'de kaybolan ve 18 gün sonra cenazesi bulunan Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) öğrencisi Rojbin Kabaiş olayı, Narin Güran olayı ile benzer niteliktedir. Rojbin’in katledilmesi, devlet yetkililerinin gözetimi altında olmuştur. Narin ve Rojbin, ikisi de Kürt ve ikisi de devlet eliyle sistemli bir şekilde katledildiler. Yine Tekirdağ’da 2 yaşındaki Sıla bebeğin üvey babası tarafından tecavüze uğrayarak katledilmesi kadına yönelik uygulanan politikaların vahşetini göz önüne sermektedir. Aynı şekilde İran yargısı, 10 Kasım 2024’te kadın ve insan haklarına aykırı bir kararla Werîşe Mûradî’ye idam cezası verdi. Rojbin, Narin ve Sıla bebeği katleden zihniyet ile İran’da Werişe Mûradi’ye idam cezası veren zihniyet aynı zihniyettir. Kadın katliamları ve kadın kırımı devletlerin yürüttüğü sistemli bir politikadır.

SÖMÜRGEDEKİ KADIN, İLK SÖMÜRGEDİR

Ulus devletlerin kadın katliamlarını sistematik hale getirdiği günümüzde her gün yüzlerce kadın, eşi, sevgilisi, babası, abisi ve komşusu tarafından taciz, tecavüz ve öldürülmeyle yüz yüze bırakılmaktadır. Sevgi adı altında binlerce kadın sistematik bir şekilde katledilmiş ve buna namus adı verilmiştir. Namus adı altında kadının katli meşrulaştırılmıştır. Kadın bedeni, cinsel objenin sembolü haline getirilmiş ve bunun üzerinden büyük bir rant sermayesi oluşturulmuştur. Kadınlar, kendi olmaları dışında her şey olmaya layık görülmüş ve bunun için zemin hazırlanmıştır.

Bu nedenle bir kadına yönelik tecavüz ile işgal saldırısı sonucu bir toprağa ve halka yaşatılanlar birbirine benzerdir. Kadının üzerinde yaşadığı coğrafya, ülke, köy, kasaba, taşıdığı etnik kimlik, benimsediği ideoloji kadının hedef olması için ilk nedenler arasında yer alır. Sömürge olan bir ülkede kadın ilk sömürge konumundadır. Kadının kendi öz savunmasını, kendi ekonomisini geliştirmesi, elinden alınan gücüne tekrar kavuşması, sömürge olan toprakların özgürleşmesi için öncü rol oynaması, kendi etnik kimliği ve kadının XWEBÛN olma doğrultusunda direnişe geçmesi en önemli olguların başında gelmektedir. Kadınlar, direnişleriyle özgür yaşamı yaratacak ve özgür toplumun öncüleri olacaktır.