KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, devletin dışında bir örgütlenmenin olamayacağı algısının tersine ve egemenlerin zihni kodlarının dışına tümden çıkarak; toplumun kendi kendini örgütlediği, yönettiği ve kendi kendine yettiği sistemin, Demokratik Konfederalizm olduğunu söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, Demokratik Konfederalizm sistemi, örgütlenme modeli, işleyişi ve çözüm seçeneği olma kapasitesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin ilk bölümü şöyle:
Demokratik Konfederalizm nedir?
Demokratik Konfederalizm, demokratik toplumun örgütlü hale geldiği sistemdir. Bu yönüyle bir hareket veya parti değil, toplumsal sistemdir. Kurdistan için geçerli olduğu kadar Türkiye, Irak, İran, Suriye için de geçerli olabilir. Daha da genelleştirirsek Ortadoğu, Avrupa, Amerika, Afrika için de geçerli olabilir. KCK, Kurdistan Demokratik Konfederalizmi’dir. Aynı şey İran, Irak, Suriye veya bir başka ülke için de mümkündür. Ortadoğu’daki tüm halklar, etnisiteler, kültürel yapılar, dini inançlar vb. kısacası toplumun ve halkların tümü böylesi bir sistemi esas almak isterlerse o zaman Ortadoğu Demokratik Halklar Konfederalizmi veya başka bir isim ile Ortadoğu çapında da böylesi bir konfederalizmi kurmak mümkündür. Benzer şeyi Amerika, Avrupa, Afrika veya başka bir kıtada kurmak mümkündür. Yine bütün dünyada kurulursa bu Dünya Demokratik Halklar Konfederalizmi olur. Yerelden evrensele, küçükten büyüğe toplumun tüm kesimlerinin kendisini örgütledi, öz yönetimlerini gerçekleştirdiği bir sistemdir.
Demokratik Konfederalizm bu şekilde tanımlansa da içeriği nedir?
Mevcut olan ulus devlet ve genel olarak da iktidarcı devletçi sisteme alternatif bir sistem olması nedeniyle halkın, toplumun tümden örgütlü hale getirilmesini esas alıyor, savunuyor. Dikkat edersek iki temel kelimeden oluşuyor. Biri demokratik/demokrasi diğeri de konfederalizm. Konfederalizm, gönüllülüğe dayalı çok esnek bir ilişki sistematiğidir. İçinde herhangi yazılı bir anayasa yoktur. İçinde bir zorunluluk yoktur. Birliktelikler, gönüllülük temelindedir, ayrılık da öyle.
Kimler bu esneklik ve gönüllülük temelinde bir araya geliyor?
Demos, yani halk. Toplum, toplumun tüm kesimleri içinde tüm etnik topluluklar, dini inançlar, kültürel yapılar, kadın-erkek, toplumun herhangi bir sorununu çözmek üzere bir araya gelmiş olan herhangi bir örgütlenme vb. olabilir. Kısacası toplumun tüm kesimleri bu temelde Demos yani halk kendi kendisini yönetir. Öz yönetir. Yabancılar, egemenler tarafından yönetilmez. Tüm toplumsal kesimlerin öz yönetim temelinde konfederal ilişkiler bağlamında bir araya gelmiş oldukları bir sistem olur. Burada iki temel ortaya çıkıyor;
* Toplumun tüm kesimlerinin bir kere örgütlü hale gelmesi lazım.
* Bu örgütlenmiş olan toplumun birbiri ile ilişki içerisinde olması lazım.
İlişki biçimini konfederalizmi oluşturuyor. Baskıya, zora, ideolojik hegemonyaya dayalı bir ilişkilenme biçimi yok. Eşit ve özgür bir temelde kurulmuş olan bir birliktelik. Bu onun konfederal boyutu oluyor.
Bir diğeri de örgütlü bir topluluk olması lazım. Toplumun tüm kesimlerinin bu en küçük birimler olabilir ve bütün kimlikler, etnisiteler belirtmiş olduğumuz gibi bütün aidiyetler olabilir. Bunlar kendilerini özerk bir biçimde yerel demokrasi anlayışı temelinde örgütler ve bu örgütlemelerde daha güçlü bir birliktelik kurabilmek içinde konfederal ilişki temelinde bir araya gelir. Dolayısıyla Demokratik Konfederalizm, Kurdistan, bölge ve dünya çapında bütün toplumsal kesimlerin kendilerini örgütlü hale getirerek aynı zamanda birbirleri ile ilişki içerisinde olarak kendilerini devletin dışında toplum olarak örgütlü hale getirmiş oldukları sistemdir. Bu yerel olduğu kadar aynı zamanda evrensel bir toplumsal örgütlenme sistemidir. Kurdistan için geçerli olduğu kadar bölge için yanı sıra bütün dünya için, bütün dünya halkları, ezilenleri için geçerli olan bir toplumsal örgütlenme sistemidir.
Nasıl gerçekleşiyor bu demokratik örgütlenme biçimi ve örgütlü demokratik toplum?
Merkezden yönetilen parlamenter sistemin esas alındığı bir örgütlenme sistemi değil. Tepeden tırnağa mevcut olan bütün devlet biçimlerinden farklıdır. En küçük birimden örneğin bir köyden, sokaktan başlar sokak örgütlenmeleri, köy örgütlenmeleri, bunun içerisinde farklı olarak fabrika örgütlenmesi, ev örgütlenmesi, özcesi insanların bir arada olmuş oldukları tüm birlikteliklerin örgütlü hale getirilmesine kendisini dayandırır.
KOMÜNDEN HALKLAR KONGRESİNE
En küçük örgütlenme birimi komündür. Komün, aynı zamanda o yerin bütün boyutlarıyla komün halinde yaşanması anlamına gelir, öte taraftan insanların doğrudan kendi kendilerini yönettikleri, doğrudan demokrasinin en küçük birimidir. Komün en küçük meclistir. Dolayısıyla KCK Sözleşmesi’nde ya da Demokratik Konfederalizmin mevcut olan teorisinde komün, daha çok sokak ve köy örgütlenmesinde köy meclislerine denk gelir. Onların bir üstünde diyelim birçok köy bir araya gelir, onların üstünde bir örneğin kasaba meclisi oluşur. Onların da yine bütün toplum aynı zamanda birlikte olması gerektiği, bütün sorunlar ortak olduğu ve bütün sorunlara ortak çözümler bulmak gerektiği için o noktada örneğin köy, kasaba örgütlenmeleri üzerinden ilçe örgütlenmesi, bunun üzerinden il örgütlenmesi, il örgütlenmesi üzerinden bölge örgütlenmeleri. Bunun üzerinden örneğin bir ülkenin halk meclisi. Ülkeler arası olur örneğin. Dolayısıyla bölgesel bağlamda meclisler olur. Bir halk çapında ise bu en üst düzeyde o halk adına karar organı olan halk kongresi olur. Daha farklı halkların bir araya gelmesi ise halklar kongresi olur. En genel anlamda diyelim dünya için geçerli ise bu bütün dünya halkları kongresi.
DOĞRUDAN VE RADİKAL DEMOKRASİNİN SİSTEMİDİR
Kısacası meclisler sistemidir. Bir meclis değil. Örneğin, Türkiye’de tek bir meclis var. Her şey atamadır. Bundan tamamen farklıdır. Örneğin, Türkiye açısından belirtirsek ya da bir Kuzey Kurdistan açısından belirtirsek bir meclis, 2-3-5 meclis değil. Yine Almanya’da örneğin, federalizm vardır orada birden fazla meclis var. Yine Amerika vb. öyle de değil. Belki binlerce belki on binlerce komün ve meclisin içinde yer almış olduğu, hepsinin kendi yaşam alanında tüm sorunlarını tartıştığı, çözüm bulmaya çalıştığı ama aynı zamanda hepsinin de birbirine bağlı olduğu bir sistemdir. Dolayısıyla bir diğer yönü ile belirtirsek Demokratik Konfederalizm aynı zamanda bir meclisler sistemidir. Doğrudan demokrasinin sistemidir. Kimsenin kimseyi yönetmediği bir sistemdir. Herkesin kendisini ve birbirini yönettiği bir sistemdir. Birilerinin yetkili birilerin de yönetilen, birinin yöneten birinin yönetilen olduğu bir sistem değildir. Herkesin politik ve ahlaki insan tanımına uygun olarak toplumun sorunlarına kafa yorduğu, çözüm yollarını arayıp bulduğu, bu yönüyle söz söylediği, tartıştığı, kararlar aldığı ve almış olduğu kararları da birileri pratikleştirsin diye görevlendirmiş olduğu bir sistemdir. Yetkinin ve gücün tüm yönüyle halkta olduğu bir sistemdir. Doğrudan demokrasinin gerçekleşmiş olduğu bir sistemdir. Devlet dışı olması nedeniyle de radikal demokrasi olarak da tanımlanabilir.
FARKLILIKLARIN EŞİT VE ÖZGÜRLÜĞÜ, BİRLİĞİDİR
Yine komünal bir zihniyet ve yaşama sahip olması nedeniyle de komünal demokrasi olarak da tanımlanabilir. Buradaki demokrasi algısı sadece parmak kaldırıp indirme, herhangi bir karar alırken söz söyleme biçiminde değil. Ruhu ve yaşamı da farklıdır. Yaşamı özgür, eşit ilişkiler temelindedir. Yine tekrardan bir cümle ile insan ifade etmek isterse farklılıkların eşitçe birliğinin olmuş olduğu bir sistemdir. Bir birlik vardır. Çünkü toplum birlikte olmalı. Kimin, neyin birliği, farklılıkların birliği. Bütün farklılıklar kendi farklılıklarını korur. Ulus devletçi yapılarda olduğu gibi kimse diğerinden daha önemli değil ya da önemsiz değildir. Birisi nesne, diğeri özne değildir. Birisi yöneten, birisi yönetilen değildir. Burada herkes kendi farklılığıyla kendi biricikliğiyle varlığını sürdürür. Öte taraftan ilişki biçimi de eşittir. Hiçbir farklı olanın bir diğer farklı olandan bir üstünlüğü söz konusu değildir. Farklılıkların eşitçe birliği olarak da tanımlanabilir.
Neden Demokratik Konfederalizm?
Demokratik Konfederalizmi bu biçimde formüle eden Önder Apo’dur. Bir halk lideridir. Kürt halkının varlık ve özgürlük sorunlarını çözmek için mücadele yürütmüş ve yürüten bir insan. Bizler, bu projeye inanan, Kürtlerin varlık ve özgürlük sorunlarının bu şekilde halledilebileceğine inanan insanlarız, mücadele yürütüyoruz. Biliyoruz ki; tarih boyu bizim gibi eşitlik, özgürlük, demokrasi, var olma mücadelesi yürüten insanlar var. Bu mücadele hep vardı. Her yönüyle bu mücadele yürütülüyor. Bizim tarih okumamıza göre, hiyerarşik aşamayı da dahil edersek neolitikten sonraki aşama hiyerarşik aşama ve bilinen anlamda devletin ortaya çıkmasından bugüne yaklaşık 7 bin yıllık bir süreç var. Bunun ilk bir-iki bin yılı şu anda insanların uğraşmış olduğu toplumsal süreç sorunlarının kuluçka dönemi, temel nedeni olmuştur. Henüz devletin oluşmadığı ama iktidarcılığın, bireyciliğin gittikçe gelişmeye başladığı erkek egemen zihniyetin, ideolojinin gittikçe örülmüş olduğu bir dönem. Zaten daha sonraki devleti, sınıflaşmayı doğuracak olan dönem de o dönemdir ama henüz bilinen anlamda bir kölecilik yok. Zaten o zihniyetten bir süre sonra yaklaşık 5 bin 500 yıl önce devlet ortaya çıktı.
SORUNLARIN KAYNAĞI DEVLETÇİ SİSTEMDİR
Uruk, işte bugünkü Irak topraklarında devlet ortaya çıktı. Şunu söylemek istiyoruz; insanların şu anda uğraşmış olduğu ve zihniyetlerinden dolayı yeterince çözemediği toplumsal sorunların tümünün kaynağı bu sistem. Örneğin iktidarcılık, milliyetçilik, ezen ezilen, sınıfsal çelişkiler vb. Dikkat edersek bugünkü sorunlar devasa boyuttadır ve mevcut olan kafa yapısı bu sorunları çözemiyor. Bu toplumsal sorunların çıktığı günden günümüze kadar biz bir tarih okuması yapıyoruz. Diyoruz ki sorunlar vardı ve egemenler tarafından çıkarıldı. Onların ruhu komünal değil. Onlar hâkim olmak istiyor. Onlar kendine ait kılmak istiyor. Toplumun ve insan olmanın, komünal özünden kopmuş olan gerçekliklerdir. Onlar bireycilerdir, hep yönetmek ve hâkim olmak istiyorlar. İnsanın doğası ise özgürlükçü, eşitlikçi olduğu için buna karşı tepki gösteriyor. İnsan olmaktan çıkmış olanlar, bu tip eğilimlerini, pratikleştirmeye çalıştıkları süreçten günümüze kadar hep eşitlik, özgürlük mücadelesi olmuştur. Egemenlik tarihi aynı zamanda bunlara karşı özgürlük mücadelesinin verildiği tarihtir. Öncesinde doğal toplum koşullarında insanlar özgür olarak yaşıyordu ama özgürlüğü yedirdikten sonra da kendilerine bunu yaşatanlara karşı mücadele yürüttü, direndi.
BİZ O MÜCADELENİN DEVAMIYIZ
O günden günümüze bu eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesi sürüyor. Şimdi biz de onun bir devamıyız. Bu yönüyle ne ilkiz ne de son olacağız. Yer yüzünde egemenlik, iktidarcılık, cinsiyetçilik, toplumu parçalayan özne-nesne zihniyetine dayalı formülasyonlar olduğu müddetçe bunlara karşı özgürlük mücadelesi olacaktır. Bu temelde biz bir tarih okuması yapıyoruz. Diyoruz ki; o günden günümüze kadar o kadar eşitlik, özgürlük mücadelesi yürütüldü ama gelinen aşamada hala dünya eşitsiz, hala adalet ve demokrasi sorunları var. Hala var olma ve özgürlük sorunları var. Bunu en derinleşmesini yaşayan örneğin; Kürtler, kadınlar, gençler, bütün ezilenlerdir. Hatta öyle bir dünya ki birçok halk yok olup gitti. Göç etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla bu gibi bir gerçeklik var ama öte taraftan da mücadele de oldu. Hiç kimse ezilenlerin başarıya ulaşmamasının nedeni olarak bunların az bedel verdiğinden bahsedemez. Milyonlarca insan sadece bir savaş sürecinde ölüyor. Kürtler yüz yıldır soykırıma tabi tutuluyor. Bu yüz yıllık soykırımda toplarsak on milyonlarca Kürt insanı yok edilmiş. Ermeniler yok edildi. Ama var olmak için mücadele yürütüldü. Dolayısıyla sorun az mücadele etme sorunu değildir. Mücadeleyi hangi zihniyetle yaptığın meselesidir. Bu noktada baktığımız zaman şimdi egemenler kendilerini devlet biçiminde çok örgütlü hale getirdikleri; ideolojik, siyasi ve askeri olarak yaşamın tüm alanlarında tekelleşip hegemonya haline getirdikleri için farklı zihniyet ve düşüncelerin ortaya çıkmasına izin vermiyor. Sen sisteme karşı mücadele ettiğin zaman bile sistemin argümanıyla mücadele ediyor gibi oluyorsun. Onun bakış açısıyla, onun zihniyeti ile olaylara bakıyorsun. Onun araçları ile amaçlarına ulaşmak istiyorsun ama bu mümkün olmuyor.
EGEMENLERE AİT OLAN DEVLETİ AMAÇLADI
Ezilenler, dünyanın her yerinde ve bütün tarihlerde eşitlik, adalet, özgürlük ve insanca yaşam ister. Hiçbir egemen bunu istemez, çünkü bu tür sorunları ortaya çıkaranlar egemenlerdir. Her ikisi farklı düşünür. Farklı düşündüğü için her ikisinin hayali, toplumsal projesi, ütopyası farklıdır. Buna uygun da araç üretiyorlar. Egemenlerin bu bireyci, bencil, her şeyi kendi tahakküme alma ruhu, düşüncesi kendisine devleti doğurmuştur. Devlet, bütün egemenlikçi sınıfların, bütün tekel olmak, hakim olmak isteyen sınıfların en örgütlü kurumudur. Şimdi bugüne kadar tarih boyu istisnalar olabilir ama genel olarak eşitlik, özgürlük, demokrasi, insanca yaşam, adalet mücadelesi yürüten hemen hemen herkes benzer bir şekilde egemenlere ait olan devleti amaçladı. Etnisite, peygamberler geleneğinde, 20. yüzyılın ulusal kurtuluş mücadelesinde bunu net bir biçimde gördük. Sınıfsal bir çıkış olan ezilenlerin dünyasını kurmaya çalışan Marksizmin her üç versiyonunda da bunu gördük. Bakıyorsun ezilendir, normalde adalet, eşitlik, demokrasi istiyor ama aracı, kendisine, ruhuna, düşüncelerine, istemlerine hiç de uygun olmayan bir araç. Başkasına ait olan bir araç. Başkasının bireyci, bencil, tahakkümünden çıkmış olan bir araç; devlet. Devlet normalde egemenlere ait olan bir şey. Sana ait olmaması gerekiyor. Sen farklı bir şey düşünemediğin, ideolojik hegemonya olduğu, zihniyetler adeta ele geçirildiği, farklı düşünme imkânı senden alındığı için farklı bir ruhun olmasına rağmen düşünce olarak bakıyorsun ki egemen gibi düşünüyorsun.
HİÇBİR DEVLETTEN EŞİTLİK ÇIKMAZ
Sorunlarına çözümü için esas almış olduğun araç, sana ait olan bir araç değil başkasına ait olan bir araçtır. Sen, sana aitmiş gibi düşünüyorsun. Bu çerçevede bakıldığı zaman Önderliğimiz, “Özgürlük amaçları kadar araçların da temiz olmasını gerektirir” dedi. Devlet kirlidir, baskıcı, tecavüzcü, zalim, tekeldir. İktidar ile birlikte ele alırsak bütün toplumsal sorunların doğurucularındandır. Bundan dolayı hiçbir devletten eşitlik çıkmaz. Yeryüzünde kendisine demokratım, özgürlükçüyüm diyen o kadar devlet var. Hangi devlet kendi sınırları içerisindeki adalet, özgürlük, eşitlik, demokrasi sorunlarını çözmüş. Hiçbirisinde yok. Olamaz, çünkü kimyası bozuk. O varoluşsal olarak, kaçınılmaz olarak kötülüktür. Birilerinin elinde iyi olamaz. En iyisinin elinde bile iyi olmadığını tarih bize yeterince gösterdi. Reel sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketleri bunun bir örneğidir.
MÜCADELE VE AMACA UYGUN ARACA KAVUŞAMADILAR
Böylesi bir tarih okumasından gittiğimiz zaman şunu görüyoruz; ezilenler, bütün toplumsal kesimler, eşitlik, özgürlük mücadelesi yürütenler, eşitçe ve özgürce yaşamak isteyen tüm kesimler, tarih boyunca mücadele yürütmüş. Kendi istemlerine, hayallerine, ütopyalarına uygun bir araca, bir toplumsal örgütlenme biçimine kavuşamamıştır. Bizim iddiamız şu; Demokratik Konfederalizm tam da bütün toplumsal kesimlerin, bütün ezilenlerin istemlerine uygun olan bir modeldir. Devlet dışıdır, çünkü ezilenlerin ürünüdür, onların istemine uygundur. Tarih boyunca tüm ezilenlerin yürüttüğü mücadeleler artık bir amaca ulaşsın. Bütün devrimleri halklar yapıyor ama hep birileri konuyor, çünkü devletin dışında bir yere kanalize edemiyor. Devletin dışında bir örgütlenmenin olamayacağı algısı o kadar hâkim ki kendisi devleti arzuluyor. Dolayısıyla böylesi bir sapmaya girmeden, kendisini egemenlerin zihni kodlarının dışına tümden çıkararak, eşitlikçi, özgürlükçü ruhuna, istemlerine uygun bir araç elde et. O araç Demokratik Konfederalizm aracı, sistemi oluyor. Bu şekilde devletlerin dışında toplumun kendi kendini örgütlemiş olduğu kendi kendine yetmiş olduğu bir sistem. Bu tarihi bir boyut oluyor.
TARİHİ BİR HESAPLAŞMADIR
Önder Apo’nun ortaya koymuş olduğu bu çerçeve, tarih boyunca demokratik komünal değerler; eşitlik, özgürlük mücadelesi kapsamında yürütülmüş olan, verilmiş olan bütün bedellerin bir şekilde sonuca ulaşması anlamına gelir. Bu gerçekleştiği ölçüde tarih boyu demokratik komünal değerler, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin amaçları gerçekleşmiş, sistemleşmiş oluyor. Tarihi bir hesaplaşma oluyor. 7 bin yıllık hiyerarşik devletçi sisteme karşı, egemenlerin sistemine karşı halklar adına bir sistemin kurulması oluyor. Böylesi tarihi bir anlamı var.
ÇÖZÜMÜN DEVLETİN DIŞINDA OLDUĞUNA İNANIYORUZ
Biz Kürt’üz. Varlık ve özgürlük sorunlarımız var. Yok edilmeye çalışılan bir halkız. Kürtler buna karşı yüzyıldır en azından mücadele yürütüyor. Hatta 19. yüzyıla kadar da götürülebilir. Kürtler bu varlık ve özgürlük mücadelesinde on binlerce şehit verdi. Eğer bu varlık ve özgürlük sorunlarını çözmezlerse soykırıma da tabi tutulabilirler. Soykırıma uğrayıp uğramama tamamen Kürtlerin ne kadar kendilerini örgütlü hale getireceklerine bağlı. Yoksa sömürgecilik ve kapitalist modernitenin hegemonya güçleri, Kürtler hakkında soykırım kararı vermiş. Zaten güncelde de bakıldığı zaman bütün pratikler bu temeldedir.
Varlık ve özgürlük sorunu yaşayan bir halkın öncü gücü olarak PKK de bir mücadele yürütüyor. Bu mücadelede on binlerce şehidi var. Yaratmış olduğu toplumun özünden gelen çok güçlü değerleri var. PKK de tıpkı kendinden önce mücadele yürütmüş olan bütün toplumsal kesimler gibi nasıl ki boşa gitmesini istemiyorsa kendi mücadelesinin de boşa gitmesini istemiyor. PKK, mevcut olan durumda 50 yıllık mücadelesinin sonuç alabilmesi için devlet dışında Kürt sorununu nasıl çözülebileceğine odaklanıyor. Bu kapsamda da bulmuş olduğu formül Demokratik Konfederalizm’dir. Demokratik özerklik sistemine dayalı Kurdistan’ın dört parçasında Kürtlerin demokratik özerk bir biçimde varlıklarını sürdürdükleri, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne kavuştukları kendi oldukları bir sistem. Devlet seni nereye götürüyor. Bunu sadece Kürtlerin örneğinde görmüyoruz. Bunu Reel Sosyalizm ve Vietnam’da da görüyoruz. Ulusal kurtuluş mücadelesi yürütmüş olan herkeste görüyoruz. Yönünü iktidara dönmüş olan herkeste görüyoruz. Biz devlet kurup kurmama potansiyelimize, böyle bir imkânın olup olmadığına bakılmaksızın sorunların çözümlerinin, Kürt sorununun çözümünün devlette değil devletin dışında olduğuna inanarak hareket ediyoruz.
SONUÇ DA MÜCADELEYE UYGUN OLSUN
Peki ne yerine koyuyoruz? İşte bahsetmiş olduğumuz gibi demokratik özerkliğe dayalı Demokratik Konfederal sistemi esas alıyor. Bu şu demek sistemin içerisinde erimemek, Kürtler içerisinde de iktidarcılar, ağalar, zalimler çıkmasınlar diye. Kürtler eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüttüler, adalet istediler. Varlıklarının kabul edilmesini ve Xwebûn olarak yaşama imkanını bulsunlar diye mücadele yürütüyorlar. O halde sonuçta buna uygun olmalıdır. Yoksa mesela bir Başûrê Kurdistan örneği vardır. Orada da Kürtlerin, var olma sorunları vardır. Orada da o kadar mücadele yürütüldü, şimdi herşey görülüyor. Bir hanedanlık sistemi kurulmuş, adına seçim denilen ama tepeden tırnağa bir hile olan birilerinin/bir ailenin Kurdistan’ın bütün değerlerine konmuş olduğu; bütün Kürtleri kapitalist moderniteye, sömürgeciliğe, soykırımcıya, iş birlikçi hale getirmeye çalışmış olduğu biliniyor. Kürtlerin içerisinde böylesi durumla, böylesi kanserli hücreler çıkmasın diye, Kürtlerin mücadelesi, amacına uygun eşitlikle, özgürlükle sonuçlansın diye. İlişkiler eşit, özgür olsun. Sınıfsızlığa doğru gidelim. Sınıfsallaşma olmasın. Adalet olsun. İnsanların tümü aktif olsun. İnsanların hepsi birbirini yönetsin. İnsanların hepsi birbirine karşı sorumlu olsun. Bunun gibi bir sonuca ulaşabilmek için bu temelde Kürtler açısından da Demokratik Konfedarilizm, yani Demokratik Özerklik ilişkilerde kendi içerisinde de Demokratik Konfederal örgütlenme sistemi, toplumsal sistem bizim açımızdan çözüm seçeneğidir.
Devam Edecek…