Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iletmek üzere “Barış İçin 1 Milyon İmza” kampanyası başlattı. Geçtiğimiz hafta İstanbul’da startı verilen bu kampanya, HDK Eş Sözcüleri Meral Danış Beştaş ve Ali Kenanoğlu tarafından, “Sürdürülebilir bir barış ve dünya mümkün diyoruz. Yeter ki barışa bir şans verelim. Bu şansı vermek için buradayız. Şu an barış için küçük de olsa büyük de olsa bir kapı aralanmış durumda. Belki çok yakınız belki de bu yakınlığı bizler tayin edeceğiz. Bu nedenle bu imza kampanyasını başlatıyoruz” sözleriyle kamuoyuna duyuruldu.
HDK Eş Sözcüsü Ali Kenanoğlu hem kampanya çalışmaları hakkında hem de olası bir barış için devam eden görüşmelere dair sorularımızı yanıtladı.
HDK olarak, ‘Barış İçin 1 Milyon İmza’ kampanyası başlattınız. Öncelikle bu kampanyanın amacını anlatabilir misiniz?
HDK, toplumsal alanda demokratik mücadele yürüten kurumların, kuruluşların, siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin, yöre derneklerinin, inanç kurumlarının hatta kişilerin de ortak bir mücadele platformu. Bu platform içerisinde Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren toplumsal kesimler yer alıyor. Dolayısıyla alanımız, toplumsal örgütlenmeler alanı. 1 Ekim 2024'ten bu yana bir girişim var, barış adına bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Adını koymadıkları ya da koyamadıkları bir süreçle ilgili bir durum söz konusu. Bu konuyla ilgili hep siyasiler konuşuyor. Yani siyasi partiler, siyasetçiler bu barış meselesi, çözüm meselesi üzerinden sürekli cümle kuruyor. Ama önceki süreçte de gördük ki, bu toplumun talebi olmadığı sürece bu mesele siyasilerin inisiyatiflerine kalıyor. Onlar da kendi çıkarları üzerinden bunu kurgulayıp ya devam edebiliyorlar ya da halkların geleceğinin kaderi olan bu barış meselesini bir anda kaldırıp atabiliyorlar. Kendi bekalarına uygun görmedikleri zaman, anında kestirip atıp masayı devirebiliyorlar. Onlar için o masanın devrilmesi, kendi siyasi iktidarlarının devamı anlamına gelebilir ama toplum açısından da çok büyük kayıplara sebebiyet veriyor. Her şeyden önce can kaybı; bizler Batı’dayız, burada çoluğunu çocuğunu askere gönderen insanların o çocuğuyla ilgili bir can kaybı endişesi yaşaması bile, çok korkunç bir şey. Tabii bu hem Türkiye'deki analar açısından hem Kürt halkının anaları açısından çok acı sonuçlar doğurdu. Bunları yaşadık detaylıca. O anlamıyla barış meselesi, sadece siyasi iktidarların meselesi olmamalı, oradan çıkıp toplumun talebi haline dönüşmeli. Sivil alana taşınması gerekiyor ki bu iş vazgeçilemez bir noktaya evrilsin.
Bunun yanı sıra, kamuoyu çok çabuk manipüle edilebiliyor, çünkü iktidarın bu konuda aygıtları çok fazla. Zaten iktidar, kendi otoritesini kurmak için tek adam rejimini oluştururken önce basından başladı; televizyonları kapattı, gazeteleri kapattı, gazetecileri tutukladı. Önce toplumla bağı kuran, haberleşme alanı oluşturan özgür basın dediğimiz, muhalif basın dediğimiz, demokratik basın dediğimiz, birçok aygıtı yok etti. Bunun için de çok kolaylıkla kendi istediği şekliyle bir manipülasyona tabi tutabiliyor toplumu. Bunun karşısında HDK, topluma ulaşıp bu barış meselesinin neden önemli olduğunu anlatmalı.
2015'ten bu yana özellikle de masa devrildiğinden bu yana, 2013-2015 sürecinde Kürt halkı çok kriminalize ve terörize edildi. Onların tabiriyle diyeyim; Kürtlerin siyasi partileri, siyasetçileri “şeytanlaştırıldı.” Bu yaklaşım sebebiyle, Kürt siyaseti açısından bir şeyler geliştiği zaman, toplumda çok ciddi önyargılar da bunun beraberinde oluştu. Bunları da kırmak adına, biz Batı yakasında -özellikle Batı yakası çalışması olarak el alıyoruz- bir imza kampanyası başlattık.
Barışın sadece siyasiler tarafından konuşulmaması toplumun talebi haline gelmesinden söz ettiniz. Peki, ilerleyen süreçte barışın toplumsallaşması nasıl mümkün olabilir? Hangi araçlarla, hangi söylemlerle, hangi tabloyla mümkün? Örneğin siz bu kampanyayı bu anlamda nasıl yürüteceksiniz?
Bu kampanyada amacımız rakam değil aslında. 1 milyon önemli bir hedeftir, sembolik bir rakamdır ama hedefimiz rakam üzerinden kurulu bir şey değil. Önemli olan toplumun örgütlü yapılarına ulaşmak. Örneğin, yöre dernekleriyle çalışacağız, hatta temas ettik, onlarla toplantılar aldık. Bunlar aracılığıyla bütün o köy derneklerine, onların üyelerine, ailelerine yani bu, ailelere, evlere kadar girmek anlamına geliyor. İnanç kurumları, yani Demokratik İslam Kongresi ve Alevi kurumları ile görüşeceğiz. Alevi kurumlarıyla birkaç toplantı yaptık, bununla ilgili olarak. Buralarda paneller, söyleşiler ve buluşmalar gerçekleştirip Aleviler açısından barış neden önemli, neden Aleviler barışı istemeli, bir yöre derneği açısından barış neyi ifade ediyor, bir asgari ücretli açısından barış niye önemli, bir emekli açısından barış niye önemli gibi soruları tartışmak ve biraz bunların cevaplarını örmek istiyoruz. Bu anlamıyla buluşmalar meydana getireceğiz. Karadeniz'de doğasıyla, çevresiyle yaşam alanlarını savunan ve doğanın tahribatına karşı barışın nedenle önemli olduğunu anlatacağımız buluşmalar yapacağız. Çukurova'daki tarım işçileri, emekçilerle bir araya gelebileceğimiz buluşmalar yapacağız. Ege'de, Akdeniz'de, İç Anadolu'da, özellikle bu batı yakasında, Trakya'da tabii ki buluşmalar gerçekleştireceğiz.
Bakın iktidar kendisi dile getirdi; “40 yılda 3 trilyon dolar bu savaş politikalarına para aktardık” diye. Bunun, asgari ücretlinin cebinden giden para, emeklinin maaşından kesilen para olduğunun da bilinmesi gerekiyor. Bunun bir ekonomik yönünün de bilinmesi şart. Tabii ki can kaybı yönü hiçbir şekilde tartışılamaz, kıyaslanamaz başka bir şeyle, ama bunun aynı zamanda ekonomik bir boyutu olduğunu, insanların yaşamlarını etkileyen bir durumda olduğunu anlatan buluşmalar meydana getireceğiz.
Barış talebi toplum tarafından sahiplenildiği takdirde, iktidarlar bunu yapmak zorunda kalacaklardır. Örneğin, 1 Kasım seçimlerinden sonra şiddet sarmalı çok yoğunlaşmıştı. Ve onun öncesinde, 10 Ekim Barış Mitingi’ne yönelik Gar katliamı gerçekleşmişti. O süreçte örneğin, asker aileleri de isyan etmeye başlamışlardı. Şöyle biraz hafızamızı canlandırırsak, komutanlara, asker cenazelerinde, “niye ölüyoruz, hani barış vardı” diye tepkiler gelmişti. Tabii o süreci hızlıca manipüle ettiler, IŞİD’i kullandılar. Ama bütün bu manipülasyona rağmen halk, buna sahip çıkabiliyor. Biz de bu yaşamın iyi yüzü olan barışı göstermek istiyoruz. Çünkü bu halk, bu yaşamın kötü yüzü olan savaşla karşı karşıya kaldı hep. Ama bu yaşamın iyi yüzünü de görmesi gerekiyor. Bunu aktaracağız, anlatacağız, bununla ilgili ortak çalışmalar düzenleyeceğiz bütün birleşen yapılarımızla birlikte.
Tabii öte yandan siyasal alanda da bir görüşme trafiği devam ediyor. İmralı’ya ikinci kez gidildi. Bu tabloda ne görüyorsunuz? Çünkü bir belirsizlik havası var, en azından kamuoyuna yansıyan. Ne düşünüyorsunuz?
Bu süreç içerisinde çok sayıda halk buluşmasına katıldık, biz düzenledik. Toplumla bir araya geliyoruz. Çok ciddi kaygılar var, endişe var, öfke de var beraberinde. Herkes şöyle diyor; “bizimle dalga mı geçiyorlar, böyle barış mı olur, böyle bir çözüm mü olur?” Bir taraftan kayyımların atandığı, diğer taraftan Rojava'ya yönelik saldırıların olduğu, gazetecilerin bombalandığı, diğer taraftan Türkiye sahasında gazetecilerin tutuklandığı; her gün her türlü baskının artarak devam ettiği bir ortamda nasıl bunu konuşuyorsunuz? Ya da biz nasıl bunu konuşacağız, diyerek öfke duyanlar da var. Şüphesiz, bu durumda haklılar da son derece. Biz de onlara, son derece haklı olduklarını ifade etmekle birlikte kolay olmadığını da söylüyoruz.
Tam da bu, aslında imza kampanyası ve barış talebi meselesiyle doğru orantılı bir şey bu. Çünkü siyasi iktidar, bu meseleyi öyle bir başlattı ve topluma öyle bir sunuyor ki, ikinci görüşmeden sonra silahları bırakma çağrısı yapılacak ve bu iş bitecek diye. Kamuoyunu böyle bir beklentiye soktular. Bu, Türkiye iktidarı, onun taraftarları ya da bu işi kendilerinin lehinde sonuçlansın isteyenler açısından kendilerince iyi bir beklenti olabilir. Fakat işin hakikatine uygun yürüyecek bir şey değil. Ortada bir barıştan, bir demokratikleşmeden, bir normalleşmeden, bir çözümden, Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünden bahsediyorsak, bu böyle silahı bıraktılar, barıştık denecek mesele değil ki. O silahlar ele niye alındı meselesinden başlamak lazım. Bu durumlar nasıl oluşturuldu meselesinden başlayıp, esasında soruna sebep veren şeyleri konuşmadan, sonucu konuşup, sonuca göre bir çözüme gidilirse bu çözüm olmaz. Bunu toplum çok net görüyor. Buradan kaynaklı olarak da büyük endişe duyuluyor.
İktidar da bu işi yanlış götürüyor, bu böyle sürmez. Ama biz de şunu ifade ediyoruz tüm bunların karşısında: Biz her koşulda barışı savunduk, bir barış ortamı var ya da buna yönelik bir adım var. O yüzden biz bu barış talebini yükseltiyoruz. Çatışmaların en yoğun olduğu dönemlerde de biz yine, Kürt sorunun demokratik yollarla çözüm ve barışını savunduk; savunmaya da devam edeceğiz. Yarın öbür gün bu süreç, başlamadan da bitirilebilir. Biz bu durumda talebimizden vazgeçecek değiliz. Biz yine, Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünü savunmaya devam edeceğiz. Yine toplumun barış talebini yükseltmesi gerektiğini ifade etmeye devam edeceğiz. O anlamıyla eğer yüzde 1 ihtimali olan bir durum olsa bile bizim, o yüzde 1 ihtimali tutup onu yükseltmenin yoluna bakmamız gerekiyor. Toplumu bu anlamda buluşturmak gerekiyor. Toplumun kaderini siyasetçilerin inisiyatiflerine bırakmamak lazım. Toplumun kendi kaderini kendisinin sahiplenmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Bu anlamda, siyasetçilerin tutumlarında bu işin normal seyrinde gittiğine yönelik hiçbir emare yok. O yüzden biz de tabii ki, adadan gelecek açıklamaları dört gözle bekliyoruz. Nasıl bir sürece evrileceğini biz de esasında bu anlamıyla merak ediyoruz. Çünkü biz HDK olarak da bileşenlerimiz de DEM Parti de bu işin belirleyicisi değiliz. Biz sadece bu işin yürümesi açısından, elimizden gelen desteği vermeye hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. Bu işin tarafları bellidir. Bu taraflar içerisinde biz yokuz. Biz sadece bu işin doğru yürümesi konusunda, elimizden geleni yapma noktasında varız. Bunun için de elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz.
Son olarak şubatta bir uluslararası konferans da yapacaksınız. Burada barışı nasıl ele alacaksınız?
İmza kampanyası startını verdik ve ayrıca barış konferansı çalışmalarını yürütüyoruz. 8-9 Şubat'ta uluslararası çapta bir barış konferansını İstanbul'da organize edeceğiz. Buna doğru giderken de bölgelerde barış panelleri yapıyoruz. İzmir'de yapıldı, Ankara'da yapıldı, şimdi Konya, Eskişehir ve Tekirdağ'da yapılacak. Bunları konferansa hazırlık safhası şeklinde de yürüttük. Bundan sonra da imza kampanyası çalışması şeklinde yürüteceğiz. Bu buluşmalar hem paneller hem de söyleşiler ve konferanslar şeklinde devam edecek. Uluslararası Barış Konferansı’nı da barış meselesinin toplumun gündeminden düşmemesi ve diri tutulması açısından önemli buluyoruz. Bir de hem ulusal hem de uluslararası boyuttaki deneyimlerin aktarıldığı bir konferans, hepimiz için aydınlatıcı yol ve yöntemler gösterecektir. O anlamıyla da önemsiyoruz. 8-9 Şubat'ta da İstanbul’da konferansımızı gerçekleştireceğiz.