Barzani ailesinin tarihinde hep ihanet var

KDP-Türkiye ile iş birliğini anlamak için, Barzanilerin tarihine bakmak gerektiğini söyleyen DBP'den Mevlüt Aykoç, Barzani ailesinin Kürt Özgürlük Hareketinin varlığı olmasa Türkiye’nin Barzani ailesini hiçbir zaman tanımayacağını söyledi.

BARZANİLERİN İHANETİ

Türk devletinin Kuzey Kurdistan’daki Kürtlere ve kültürel değerlerine yönelik saldırıları sürerken, KDP ile yaptığı işbirliği sonucu Güney Kurdistan’daki SİHA saldırıları da artarak devam ediyor. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Marmara Bölgesi Eş Sözcüsü Mevlüt Aykoç, Türkiye’de Kürtlere yönelik inkâr politikasının cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana sürdüğünü, bazı dönemlerde azalmış gibi görünse de devletin Kürtlere yönelik kurucu kodlar çerçevesinde hareket etmeye devam ettiğini belirtti.

'BARZANİ AİLESİ KENDİ ÇIKARLARI İÇİN KÜRTLERİ SATIYOR'

KDP’nin yaptıklarını anlamak için tarihine bakmak gerektiğini söyleyen Mevlüt Aykoç, “Genel olarak tarihine baktığımızda, Barzani ailesi ve aşiret yapısını sürdüren aileler sürekli olarak sistemlerle ve hâkim güçlerle iş birliği içinde olmuştur. Bu da Kürtlerde işbirlikçilik kültürünü geliştirmiştir.

Barzani ailesinde ise bu durum daha güçlü. Ailenin ileri gelenlerinin hâkim güçlerle ya da oraya hâkim olanlarla yaptığı iş birlikleri, onları iş birlikçi bir statüye getirmiştir. Bu, geçmişten bugüne uzanan bir olgudur ve bunu aile çıkarlarını korumak adına yapıyorlar. Oradaki petrol ve yeraltı zenginliklerinin varlığı, devasa bir gücü de ortaya çıkardı.  Kendi aşiret güçlerini var etmek ve sürdürmek için Türkiye ile, daha önceki dönemlerde Saddam Hüseyin ve diğer iktidarlarla da ittifaklar geliştirdiler.

'ROJAVA’DAKİ İŞGAL SÜREÇLERİNİN TAMAMINDA BARZANİ AİLESİ VAR'

YNK’ye ve Goran Hareketi’ne yönelik politikalarında da bu oldu. Bu açıdan baktığımızda, KDP'nin iş birlikçi kültürü bugüne özgü değil, ancak bugün daha da yoğunlaşmış durumda. Türkiye devletiyle iş birliği, önceki süreçlerden beri devam ediyor. Efrîn sürecinde ENKS olayını gördük. Biliyorsunuz, ENKS, Barzani aşireti tarafından oluşturulmuş bir yapıdır; bölgeye özgü bir yapı değil. ENKS olayını incelediğimizde, Rojava’daki tüm işgal süreçlerinde de Barzani ailesini görüyoruz. Barzani ailesinin çıkarlarına kim engel oluyorsa ona karşı politikalar geliştiriyorlar. Geçmişte YNK bir engeldi, ona karşı durdular; Goran bir engeldi, ona karşı çıktılar. Ancak Özgürlük Hareketi'ne ilk andan itibaren karşıydılar. Özgürlük Hareketi'nin yaklaşımı ve tavrı Barzani ailesinin çıkarlarına karşıydı, bu yüzden aile, Özgürlük Hareketi'ni sürekli olarak kendisine engel gördü. YNK ve Goran boyutu farklı ama Özgürlük Hareketi ile olan boyut daha da farklıdır. Çünkü Barzani ailesi, kendi çıkarları önündeki tek engelin Özgürlük Hareketi olduğunu çok iyi biliyor.

Bu hareketin ilk yıllarından beri Barzani ailesinin işbirlikçi yapısını ifşa ettiğini de biliyor.

Yıllarca çatışmalı bir süreç yaşandı. KDP, bu çatışmalı süreçte başarılı olamayınca, demokratik bir zemin varmış gibi davranarak engellemeye çalıştı. Güney’de yaşanan katliamların hepsinde KDP'nin parmağı var. Kendi televizyon kanallarında savaş tünellerini göstermeleri bile, tutumlarının ne olduğunu gösteriyor. Ancak şu çok iyi bilinmeli ki, Özgürlük Hareketi olmasaydı, onların varlığı olmayacaktı. Varlıklarını Özgürlük Hareketi'ne borçlular. Özgürlük Hareketi olmasaydı, Türkiye onlarla iş birliği yapar mıydı? Yapmazdı. Bunu açıkça ifade etmek gerekiyor.

Yani şunu söylemek gerekiyor: Türkiye'nin KDP ile iş birliği yapmasının tek nedeni Özgürlük Hareketi’dir. Bunu da açıkça ifade etmek gerek; KDP’nin yayın organı olan Kurdistan TV, Türkiye tarafından, MED TV’ye karşı kurdurulmuştur. O zamanlara kadar KDP’nin bir televizyon kanalı yoktu. Kurdistan TV, Türkiye'nin eliyle kuruldu.”

'KÜRDİSTAN'IN BÖLÜNMESİ ULUS DEVLETLERİN ÇIKARLARI İÇİNDİR'

Aykoç, Ortadoğu’nun yeraltı zenginliklerinin güçlü olduğunu ve özellikle Kurdistan bölgesinin bu açıdan büyük önem taşıdığına dikkat çekerek şöyle devam etti: “Ortadoğu, yeraltı zenginlikleriyle güçlü bir bölge ve özellikle Kurdistan coğrafyası bu zenginliklerin ana merkezidir. Aslında Avrupa’yı Arap yarımadasına ve Uzakdoğu’ya bağlayan Kürtler’in coğrafyasıdır. Bu yüzden Avrupa, bu bölgeyi kendi aralarında paylaşmak istedi. Paylaşım savaşları sonucunda burada bir sorun gördüler.

Herkes Ortadoğu’da söz hakkı olsun istedi ve bugün hâlâ devam eden çatışmaların temel nedeni bu enerji koridorudur. Bu yüzden de bu bölgede ulus devletler oluşturma kararı aldılar. Eğer Kürtlerden oluşan bir ulus devlet olsaydı, Kurdistan coğrafyası üzerinde bir devletin söz hakkı olacaktı. Ancak herkes bu bölgeden pay almak istediği için bunu yapmadılar ve 'Kürtlerden ulus devlet olmaz' dediler. Ulus devletler oluştuğunda ise tek dil, tek vatan, tek bayrak gibi tekçilikler üzerine kuruldular. Türkiye de bunu uyguladı ve Şark Islahat Planı ile Türkiye’deki Kurdistan’ı ‘ıslah etme’ çabasına girdiler.

'SAHTE BİR ARAŞTIRMA İLE KÜRTÇE YOK DEDİLER'

Doktor Friç adında birini uydurdular. Bu Dr. Friç’in Kürtçe üzerine yaptığı araştırmada, Kürtçenin şu kadarının Arapça, şu kadarının Farsça olduğunu ve geriye sadece 380 kelimenin kaldığını, onların da dağ Türkçesi olduğunu söylüyor. Aslında ortada böyle bir doktor veya araştırma yok. Yaptıkları, kendi ve cumhuriyetin kuruluş kodlarını korumaya çalışmak. O yüzden hâlâ aynı kodlar devam ediyor. Bu sebeple bugünkü saldırıları anlamak için tarihi okumak gerekiyor. Kürtçeyi yasaklayan, halayı da yasaklayacaktır. Halay, Kürtlerin ilk danslarındandır. Devlet mekanizması demokratikleştirilmediği sürece bu baskılar devam edecektir.”

'HÜDA PAR PARLATILMAK İSTENİYOR'

Aykoç, HÜDA-PAR üzerine de değerlendirmede bulundu: “HÜDA-PAR’a gösterildiği gibi bir kayış yok. Devlet gücü kullanılmasına rağmen başarılı olamadılar. Türkiye’de Kürtlere yönelik alternatif partiler ve örgütler geliştirildi, ancak bugün HEP'ten gelen gelenek, Türkiye’nin en büyük üçüncü partisi ve seçimlerin belirleyicisidir. Bu saatten sonra sistem partilerinin geleceğini belirleyecek tek güç, HDP ve DEM Parti kitlesidir. Bu kitle, kendi partilerini eleştirse de ideolojilerinden ve partilerinden vazgeçmiş değil. Kürtlerin nerede olduğu herkes tarafından görülüyor.”

'TÜRKİYE SOSYALİST HAREKETİ KÜRTLERİ YALNIZ BIRAKTI'

Türkiye'de 1970'lerde yükselen sosyalist hareketlerin, Kurdistani hareketlerle bir bağ kuramadığını ifade eden Aykoç, “70'lerde Türkiye’de geniş bir sol hareket oluştu, ancak bu hareket Türkiye’nin özgün koşullarını çözümleyemeden yayıldı ve bir yerde tıkandı. Bu mücadele sürecinde Kurdistani hareketler de şekillenmeye başladı. Kurdistani hareketler, Türkiye solunun dile getirmediği konulara dokundular, fakat etkileri çok olmadı. Denizler, Mahirler, İbrahim Kaypakkaya gibi isimler Kürtlerle ilgili çözümlemeler yaptılar, ancak sonrasında gelenler Kemalist bir mantığın içinde kaldılar. Kürtlerin mücadelesi tam kabul edilmeyince Kürtler yalnız bırakıldı.

Dev-Sol mesela; düşünce olarak ilk dönemlerde Özgürlük Hareketine yakındı ancak onun devamı olan yapı Rojava’ya “kukla” diyor. Sistem onlara bir rol biçiyor ve onlar da bu rolü kabul ediyor. Marksizmi incelediğimizde, onlar da Kürt Halk Önderi'nin söylediklerini söylüyorlar. ‘Ezilen ulus kurtulmadan ezen ulus kurtulmaz’ diyor Lenin, ‘Ezilen ulusun devrimcileri birlikten yana tavır koymalıdır; ezen ulus devrimcilerinin görevi ise, ezilen ulusun bağımsız mücadelesini savunmaktır’ diyor. Türkiye solu, Leninizmi ve Marksizmi yeniden okumalıdır.”

‘3’ÜNCÜ YOL PERSPEKTİFİ SOSYALİZME GİDİŞİN ÖN AŞAMASIDIR’

3’üncü yol paradigmasının kurtuluş için önemli ve elzem olduğunu, bu paradigmanın Rojava’da eksikliklerine rağmen bir yaşam alanı bulduğunu sözlerine ekleyen Mevlüt Aykoç, sözlerini şöyle tamamladı:

“Türkiye sol, sosyalist yapısı ile mücadeleyi yükseltmek isteyen bir yaklaşımımız var. Özünde, şu an yaptığımız, 3’üncü yol perspektifimizin ana teması ortak mücadele ve ortak yaşamdır. Biz bu mücadeleyi sürdüreceğiz, kendisini bu zeminde görmek isteyenler gelir. Kurtuluşun 3’üncü yol perspektifinde olduğunu görmeleri gerekiyor.

Rojava’daki yapılanma 3’üncü yol paradigmasının küçük bir örneği. Birçok yerde bunun nüvelerini görebiliyoruz. Kapitalist modernite bunu kendine alternatif olarak görse de son dönemlerde az gelişmiş bölgelerde bu tür mücadelelerin gelişmesi üzerinde duruluyor. Ulus devlet sistemlerinin hem kendilerine hem de halklara çözüm olmadığını onlar da görüyor. Bizce, 3’üncü yol zaman alacaktır, ancak bu yol yaşamsallaşacaktır.

Şu an Rojava’da ilk örneklerini görüyoruz; Şengal’de de şekillenmeye başlıyor. 3’üncü yolun özü bağımsız bir mekanizma oluşturmak değil; ihtiyaç olursa o da oluşur. Ancak hâkim devlet çözüme yanaşırsa halkların birlikte yaşamasını şekillendirmek daha önemli.

3’üncü yol sosyalizme alternatif değil; sosyalizme geçisin bir ön aşamasıdır. Sol ve sosyalist hareketlerinin savunduğu sosyalizm fikrinin, kapitalizmin bir alternatifi olan sosyalizme geçişin öncüsüdür. Marksizm, ‘devlet ele geçirildikten sonra devlet mekanizması azalacak, demokrasi çoğalacak’ der. Ancak, biz biliyoruz ki devlet demokrasiye izin vermez. Devlet mekanizması erk bir yapıya sahiptir. Marks, ‘devlet bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki baskı aracıdır’ der. Bir baskı aracı nasıl demokratik olabilir? Reel sosyalizmde devlet mekanizmasının halkları demokratik bir aşamaya taşımayacağını gördük. 3’üncü yol buraya alternatif olarak şekillendi; halkların daha az zarar görmesine ve sürecin tamamlanmasına önem verir. 3’üncü yol halkların özgür ve bağımsız yaşam seçeneğidir.”