Bayık: AKP faşist iktidarı tüm Ortadoğu’yu tehdit ediyor

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Kürt Barış Enstitüsü'ne verdiği söyleşide Türk devletinin operasyon tehditlerini değerlendirerek, “AKP faşist iktidarı sadece Kürtleri değil Ortadoğu’yu da tehdit etmektedir” dedi.

Enstitüye verdiği röportajda Türkiye’nin Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî saldırısından sonra Kuzey-Doğu Suriye’ye üçüncü bir kara harekatı yapacağına dair tehditleri konusunda değerlendirmelerde bulunan Bayık, AKP’nin Osmanlı’dan kalma yayılmacı emellerinin olduğunu söyledi. Erdoğan’ın kendisini Osmanlı’nın 5. halifesi olarak gördüğünü ifade eden Bayık, “Ne var ki bu açık ve gizli emellerini Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ittifak gücü olmasına dayandırarak yapmaktadır. Hatta öyle ki NATO’nun şımarık çocuğu gibi hareket etmektedir. Hem NATO’yu arkasına alıp ABD-Rusya dengeleriyle oynamakta hem de Kuzey Afrika’dan tutalım Suriye-Rojava, Irak ve Güney Kurdistan’a kadar saldırılarında hiçbir sınır tanımamaktadır. Dolayısıyla AKP faşist iktidarı sadece Kürtleri değil, aslında Ortadoğu’yu tehdit etmektedir. Hatta bana göre dünya siyasetini de zorlamaktadır” şeklinde konuştu. 

ÇÖZÜM İÇİN ŞARTLAR

“Türk devleti, ABD’ye rağmen bu savaşı 40 yıl sürdüremezdi” diyen KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, bunu hem kendilerinin hem de Türk devletinin çok iyi bildiğini belirterek,   şunların altını çizdi: “Bu anlamda ABD ve uluslararası toplumun oynayacağı rol önemlidir. Türkiye üzerinde baskı kurmalıdır, savaş stratejisi ve konseptinden vazgeçmesi, demokratik ve siyasi çözümü benimsemesi için teşvik etmelidir. Böyle olursa çözüm için çok önemli bir rol oynamış olacaktır.”

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Kürt Barış Enstitüsü’nün (Kurdish Peace Institute) sorularını yanıtladı. İngilizcesi dün www.kurdishpeace.org’da yayınlanan söyleşi şöyle:

Türkiye'de seçimler yaklaşıyor. Kürt meselesi, Kürt seçmenlerin sonucu belirleyecek bir konumda olması ve Erdoğan hükümetinin desteği artırmak için Kürt karşıtı sert bir milliyetçi çizgi izlemesi nedeniyle seçimlerin merkezinde yer alacak. Seçimleri nasıl görüyorsunuz, hazırlandığınız farklı sonuçlar nelerdir, olası sonuçlar karşısında ne yapabilirsiniz?

Bilindiği üzere 6 Şubat’ta Türkiye ve Kurdistan’ı art arda iki şiddetli deprem vurdu. Türk devletinin verilerine göre; şimdiye kadar 30 binin üzerinde (depremin 7. günü itibarıyla) insan yaşamını yitirdi. Yapılan tahmin ve öngörülere göre hayatın kaybedenlerin sayısının yüz binleri bulabileceği yönündedir. Türkiye halkları, AKP iktidarının Türkiye’nin tüm kaynaklarını Kürtlere, PKK’ye karşı savaşa ayırmasının ağır faturasını şimdi yaşayarak ve büyük bedeller ödeyerek görmektedir. 

Hareket olarak depremin Türkiye halklarının gündemini nasıl belirlediğini ve ne gibi yıkımlara yol açtığını görerek yeni bir durum değerlendirmesi yapmanın doğru olacağını düşündük. Gerçekten böyle acılı zamanlarda siyaset üstü, daha çok ahlaki ve insani ölçüler ve duygularla hareket etmenin doğru bir tutum olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle kamuoyuna yansıdığı gibi eylemsizlik kararı aldık. Bu kararımızı, KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı adına bizzat ben tüm güçlerimize ve kamuoyuna duyurdum. Güçlerimiz Türkiye metropollerinde ve şehirlerde hiçbir eylem yapmayacaktır. Gerilla güçlerimizin üzerine gelinmedikçe askeri güçlerimiz de eylem yapmayacaktır. AKP-MHP faşist iktidarının bu kararımıza karşı göstereceği tutum kuşkusuz gelişmelerin yönünü etkileyecek ve belirleyici olacaktır.

Seçimlere gelince AKP-MHP iktidarı büyük olasılıkla seçimleri belirlenen zamanda yapmayacaktır. AKP aslında kaybetmiştir. Sanıyorum Türkiye tarihinde hiçbir zaman şimdiki kadar yolsuzluk, hırsızlık, çalma, çırpma yaşanmamıştır. Erdoğan’ın oğlu, damadı, kızları, akrabaları ve akranları hepsi yolsuzlukla, rantla gündemdedir. Bunu toplum çok iyi bilmektedir. AKP iktidarının ne kadar adaletsiz, çıkarcı olduğu 20 yıllık iktidarında açıkça ortaya çıkmıştır ve toplum da bunu çok iyi bilmektedir. Türkiye ekonomisi neredeyse batmış durumdadır. Enflasyon son 40 yılın en yüksek seviyesindedir. Yoksulluk ve işsizlik had safhadadır. Aynı şekilde siyasi istikrasızlık artarak sürmektedir. AKP bugün dünya siyasetiyle de sorunludur. Erdoğan, bağnaz milliyetçilik ve Osmanlı kafasıyla herkesi karşıt duruma getirmiştir. Dolayısıyla yapılacak olan ilk seçimde AKP’nin iktidardan düşeceği kesin gibidir.

Deprem kuşkusuz seçimleri de etkileyecektir. AKP-MHP faşist iktidarı bunu mutlaka değerlendirmektedir. Ellerindeki tek argüman milliyetçilik unsurudur. Toplumun her düzeyde açlığın, yolsuzluğun yaşandığı; baskı ve zulümle yüz yüze kaldığı bir dönemde artık eskisi kadar milliyetçilik propagandasından etkilenip AKP-MHP iktidarını destekleyeceğini pek sanmıyorum. Seçimlerde HDP’nin öncülüğünde oluşturulan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın belirleyici olacağı kesindir. Bunu Cumhur İttifakı da Millet İttifakı da çok iyi bilmektedir. HDP’nin desteğini kazanmadan ne Cumhur ne de Millet İttifakı kazanabilecektir. Seçimler ertelense de ertelenmese de bu denklem bozulmayacaktır. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda hangi aday ve bileşenler olumlu ve tutarlı yaklaşım gösterirse destekleyeceğini düşünüyorum. HDP ve bileşenleri seçimlerdeki bu önemli ve belirleyici konumunu tamamen böyle bir sorumluluk bilinciyle değerlendirecektir. Seçimler zamanında olursa HDP ve tüm demokrasi güçlerinin buna hazır olduğunu düşünüyorum. Bilindiği üzere HDP’nin kapatılma davası da gündemdedir. AKP-MHP iktidarı büyük olasılıkla HDP’yi kapattıracaktır. Kürt demokratik siyaseti, yine Türkiye demokratik güçleri özellikle de HDP’nin, tüm olası gelişmeleri değerlendirip farklı seçenek ve alternatifler üzerinde seçime hazır; mevcut konumuyla seçimin sonucunu belirleyecek durumda olduklarını biliyorum.

Türkiye, PKK'nin Kuzey-Doğu Suriye’de bulunduğunu ve burayı, Türkiye'nin güvenliğini tehdit etmek için kullandığını iddia ederek, yeni bir kara saldırısı tehdidinde bulunuyor. Kuzey-Doğu Suriye ile ilişkiniz nedir, olası bir saldırı Kürt meselesiyle ilgili askeri ve siyasi dinamikleri nasıl etkileyebilir? 

Bir kere PKK, ne Türkiye’nin iddia ettiği gibi Suriye’de ne de Suriye ve Kuzey-Doğu Suriye topraklarını Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmek için kullanıyor. Bu tamamen Türk devletinin bir yalanıdır. İşgalci, soykırımcı saldırılarına gerekçe yaratmak istemektir. PKK’nin DAİŞ’e karşı Suriye’de Kürtleri, Arapları, Hristiyanları, insanlığı korumak için Kuzey-Doğu Suriye’ye gittiği doğrudur. PKK’nin DAİŞ’e karşı gösterdiği direnişte büyük bedeller verdiği, büyük direndiği ve DAİŞ’in iradesini kırarak tüm insanlığa büyük kazandırdığı da bir gerçekliktir. Özellikle Kobanê sürecinde AKP iktidarının DAİŞ’i nasıl barındırdığını, eğittiğini, donattığını ve başta Kürtler olmak üzere Suriye halklarına nasıl saldırttığını ortaya çıkan birçok belge, doküman ve görüntülerde görmek mümkündür. Erdoğan, bundan hareketle kendine olan güvenle ‘Kobani düştü, düşecek’ demişti. Buna karşı PKK’nin, YPG’nin ve YPJ’nin gösterdiği fedai direnişle aynı şekilde ABD öncülüğündeki Koalisyon güçlerinin verdiği destek sonucunda Kobanê düşmemiş, bilakis özgürleştirilmiş, faşist DAİŞ’e ağır bir darbe vurulmuştu. PKK, DAİŞ’in yenilgisinden sonra güçlerini Kuzey-Doğu Suriye/Rojava’dan çekmiş; sadece sınırlı sayıda hasta, yaşlı ve yaralı bazı arkadaşlarımız kalmıştır.

Kuzey-Doğu Suriye/Rojava ile ilişkilerimiz neredeyse yarım asırlık bir zamana dayanmaktadır. Önder Apo, 20 yıl Suriye’de kalmıştır. Bu 20 yıl içerisinde birçok kesimlerle görüşmeler, toplantılar yapmış, ilişkiler geliştirmiştir. Sadece Rojava Kürtleri üzerinde değil Arap ve Hristiyan toplumu üzerinde de büyük bir güven ve itibar sağlamıştır. Zaten bunu bugün Arap ve Hristiyan toplumlarının Önder Apo’nun özgürlüğü için topladıkları milyonlarca imza, yürüyüş, miting ve toplumsal tepkilerinde görmek mümkündür. Dolayısıyla bizim Kuzey-Doğu Suriye ile ilişkilerimiz tamamen belirttiğim biçimde olmuştur. Biz Suriye halklarını Türk devleti destekli faşist DAİŞ çetesine karşı korumayı bir onur görevi olarak gördük. Buna karşılık Suriye Kürtleri ve halklarının PKK’yi sevmesi, sempati duyması ve destek vermesi kadar doğal bir şey olamaz.

TÜM ORTADOĞU’YU TEHDİT EDİYOR

Şimdi Türk devleti bu durumu kendisine karşı bir tehdit olarak gördüğünü, bu nedenle Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî saldırısından sonra Kuzey-Doğu Suriye’ye üçüncü bir kara harekatı yapacağına dair tehditler savurmaktadır. Bunun argümanını ise PKK’nin Kuzey-Doğu Suriye’de olduğu üzerinde oluşturmaktadır. Belirtiğim gibi bu bir yalandır, demogojidir. AKP faşist devletinin Osmanlı’dan kalma işgalci ve yayılmacı emellerinin olduğunu çok iyi biliyoruz. Zaten faşist Erdoğan da kendisini Osmanlı’nın 5. halifesi olarak görmektedir. Yaşadığı kompleks ve psikolojisi tamamen böyledir. Ne var ki bu açık ve gizli emellerini Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ittifak gücü olmasına dayandırarak yapmaktadır. Hatta öyle ki NATO’nun şımarık çocuğu gibi hareket etmektedir. Hem NATO’yu arkasına alıp ABD-Rusya dengeleriyle oynamakta hem de Kuzey Afrika’dan tutalım Suriye-Rojava, Irak ve Güney Kurdistan’a kadar saldırılarında hiçbir sınır tanımamaktadır. Dolayısıyla AKP faşist iktidarı sadece Kürtleri değil, aslında Ortadoğu’yu tehdit etmektedir. Hatta bana göre dünya siyasetini de zorlamaktadır.

YENİ BİR İŞGALE GEÇİT VERMEYECEKLER

Gerçek bu iken Türk devleti, şayet saldırı için yeni gerekçe ve bahaneler oluşturup Kuzey-Doğu Suriye/Rojava’ya dönük yeni bir işgal harekatı yaparsa bunun etkisinin ve sonuçlarının kesinlikle Kürtlerle, Rojava’yla sınırlı olmayacağını rahatlıkla belirtebilirim. Öyle tahmin ediyorum ki Türk devletinin düşündüğü yeni bir işgal harekatı bundan önce gerçekleştirdiği birinci ve ikinci işgal harekatları kadar ne kolay ne de başarılı olacaktır. Kuzey-Doğu Suriye halklarının yaşanan süreçlerden büyük dersler ve sonuçlar çıkardığını düşünüyorum. Olası böyle bir işgal harekatına büyük hazırlandıklarını, yaptıkları açıklamalarında da görmek mümkündür. Kürtlerin, örgütlü direnişi ve başarıyı esas alan düzeyde direnmekten başka bir seçeneği yoktur. Zaten göç etmek isteseler bile gidecekleri bir yer de yoktur. Tüm Kuzey-Doğu Suriye halklarının yaşadıkları süreç tecrübesiyle ve bu bilinçle işgale asla geçit vermeyeceklerine inanıyorum.

YENİ SALDIRININ ETKİLERİ BÜYÜK OLACAK

İşgalci Türk devletinin, Kuzey-Doğu Suriye’ye yapacağı yeni bir harekatın Kürtler için kuşkusuz yeni siyasi ve askeri dinamikler yaratacağı ya da var olan askeri ve siyasi durumu büyük etkileyeceği açıktır. Kurdistan’ın dört parçaya bölünmesi ve paylaşılması Kürtler arasında siyasi, sosyal ilişki ve ruhsal birlik diyalektiğinin olmadığı anlamına gelmez kesinlikle. Bu bağlamda yeni bir işgal harekatı, tüm parçalarda ve tüm Kürtlerde, gerek siyasi gerekse de askeri alanda yeni bir durum değerlendirmesini, ortak arayış, irade ve tutum birliğini beraberinde getirecektir. Ayrıca bunun uluslararası alana yansıması ve uluslararası siyaset ve iradenin Kürtlerin lehine daha güçlü biçimde ortaya çıkması da mümkün olabilir. Özetle Kurdistan’da yeni bir direniş potansiyeli ortaya çıkabilir. Dolayısıyla Türk devleti Rojava’da Kürtleri ezeyim derken, daha büyük bir Kürt sorunu ile karşı karşıya kalabilir. Kürtlerin göstereceği daha güçlü bir direniş karşısında daha da çaresiz bir duruma düşebileceği gibi son bir çare olarak Kürtlerin çözüm iradesini kabul etmek zorunda da kalabilir.

Türkiye şu ana kadar 2019 sonrası ateşkeslerin iki garantör gücü olan ABD ve Rusya'dan yeni bir saldırı için "yeşil ışık" alamadı ama almak için aktif bir şekilde çalışıyor. Erdoğan, ayrıca Özerk Yönetimi hedef almak için Suriye ile ilişkileri normalleştirmeye çalışıyor. ABD ve Rusya'nın pozisyonlarını ve daha geniş anlamda Türkiye'ye yaklaşımlarını nasıl görüyorsunuz? 

Rusya’nın Suriye devletiyle yanılmıyorsam 50 yıllık bir antlaşması vardır. Bu, Rusya ile Suriye ilişkilerinin stratejik ilişkiler olduğunun kanıtıdır. Zaten şimdi uluslararası hukuka göre sadece Rusya Suriye toprakları üzerinde askeri güç bulundurma hakkına sahiptir. Rusya ve Suriye’nin ilişkileri bu kadar güçlüdür. Rusya’nın Akdeniz’de güç bulundurması, Ortadoğu üzerinde etkili olması, biraz da Suriye ile ilişkilerine ve yaptıkları 50 yıllık antlaşmalarına bağlıdır. Rusya bunun için Suriye’yi tüm gücü ve imkanlarıyla desteklemiştir. Büyük askeri ve ekonomik destek vermiş, uluslararası platformlarda savunmuştur. 

ABD ise ılımlı İslam güçlerini eğit-donat projesiyle örgütleyip harekete geçirerek Suriye üzerinde etkili olmak istemiştir. Bu sahte İslamci güçleri Türkiye ile birlikte, Türkiye topraklarında eğitmek, donatmak ve hazırlamak ABD’nin ilk projesiydi. Süreç içerisinde bu proje tutmadı, çünkü bu güçler gerçekten kişiliksiz ve tutarsızdı. Dolayısıyla ABD’ye yeterince güven vermekten uzak bir konumdaydılar. Türk devletinin bu gruplarla geliştirdiği ilişkiler çok daha farklıydı, zaten ideolojik olarak birbirine yakındılar. Türk devleti bunları alttan altta daha çok örgütleyip etkisi altına almaya çalışıyordu. Bu nedenle bu proje ABD açısından akamete uğrayıp başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Buna rağmen ABD halen de Suriye’nin kuzeyinde, İdlib ve diğer bölgelerde bu gruplardan bazılarıyla ilişki halindedir. ABD, Suriye üzerinde QSD ile geliştirdiği ilişkilerden sonra ağırlık ve etkinlik kurmuştur. Kuşkusuz NATO’nun bir gücü olarak Suriye’nin kuzeyinde çok geniş bir bölgeyi işgal eden Türkiye ile de ilişkileri vardır. 

Burada çıkan sonuç; Suriye’nin mevcut durumu ve geleceği ne tek başına Rusya’nın istediği gibidir ve buna göre olacak ne de ABD, Suriye’de düşündüğü her şeyi tek başına uygulayabilecek ve her şey ABD’ye göre olacaktır. Süreç halen bu minvalde çelişkili, çatışmalı ve sorunlu olarak devam etmektedir.

RUSYA-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ KONJONKTÜRELDİR

Rusya’nın ve ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımlarını şöyle özetleyebilirim: Aslında Rusya’nın Türkiye’yle ilişkileri her zaman sorunlu ve sıkıntılı olmuştur. Dünya ve bölge politikalarında çoğu zaman birbirlerinden uzak, çelişkili ve ayrı yerde durmuşlardır. Karşılıklı olarak Türkiye ile Rusya’nın şimdiki ilişki ve politikaları daha çok konjonktüreldir. AKP-MHP iktidarının Ergenekon ve Avrasyacı güçlere dayanarak Rusya’yı tercih eğiliminin küçümsenmeyecek düzeyde olduğu doğrudur, ancak sonuçta Türkiye’nin NATO’dan kopması zayıf bir olasılık olarak görülmektedir. Böyle de olsa Türkiye, NATO’ya olan üyeliğini deyim yerindeyse NATO’ya karşı bile bir koz olarak kullanmaktadır. Yani ABD’den ve Avrupa’dan daha çok taviz koparmak için sık sık Rusya seçeneğinin de olduğunu hatırlatmak istemektedir. Kuşkusuz bu politika ilkesiz bir politikadır. Rusya da aynen Türkiye’nin Rusya’ya yaklaştığı gibi Türkiye’ye yaklaşmaktadır. Yani AKP devletiyle geliştirdiği ilişkiler tamamen konjonktüreldir. Yoksa Akdeniz, Asya, Ortadoğu özellikle de Suriye politikalarında çıkarları gereği farklı yerlerde olduklarını çok iyi bilmektedir. 

ABD FAZLASIYLA MÜSAMAHA GÖSTERİYOR

ABD ise aslında AKP devletinin ne yapmak istediğini, nasıl bir arayış içinde olduğu ve nasıl bir taktik politika geliştirdiğini izlemekte ve bilmektedir. Türkiye, NATO’nun önemli bir üyesi olduğu için ABD, Türkiye’ye olduğundan fazla müsamaha gösteren bir politika izlemektedir. Erdoğan iktidarının birçok politik çıkışları ABD’nin ve Avrupa’nın çıkarlarıyla örtüşmemesine rağmen özellikle ABD’nin buna tepkisiz kalması, AKP iktidarını deyim yerindeyse daha çok şımartmakta ve bu temelde ABD ve Avrupa’dan daha çok taviz koparmaya çalışmaktadır.

Türkiye-Suriye normalleşme sürecini nasıl görüyorsunuz?

Erdoğan ve AKP-MHP iktidarı, her bakımdan çok sıkışık bir durumdadır. Özellikle Türkiye’nin girdiği seçim sürecinde rahat bir nefes almaya büyük ihtiyacı vardır. Erdoğan, Suriye politikasında tıkanmıştır. Yoksa Suriye’yle anlaşma arayışı içerisinde olmayacaktı. Bu bile ABD ve Avrupa’ya karşı başvurduğu bir şantaj mıdır, değerlendirmek ve anlamak gerekir. Bundan çok Erdoğan ve AKP’nin gerçekten büyük zorlandığı için Suriye’yle ilişkileri düzeltmek istediği anlaşılmaktadır. Erdoğan-AKP devleti, DAİŞ, Nusra gibi faşist çeteleri sonuna dek desteklemiştir. DAİŞ lideri Bağdadi’nin Türkiye sınırının hemen birkaç kilometre yakınında İdlib’de öldürülmesi ve benzer birçok gelişmeler bunun kanıtıdır. Sayıları on binleri bulan çeteler, artık Türkiye üzerinde sanki bir ağırlık oluşturmaktadır; yani sorundurlar. Erdoğan-AKP iktidarı ne bunlardan tam vazgeçebilmekte ne de stratejisini tam olarak bu çete grupları üzerinden sürdürmek istemektedir. Suriye topraklarının geniş bir kısmını işgal ettiği ve bu kadar çeteleri desteklediği ve işgal ettiği alanlardan çekilmediği halde Suriye devletinin Türkiye’yle ilişkilerini normalleştirmesi zor gözükmektedir. Buna karşılık Türk devleti ise Suriye ile ilişkilerini geliştirdiği oranda denetimindeki on binlerce silahlı çete elemanının büyük sorun olacağı çok açıktır. Dolayısıyla AKP devletinin işi kolay değildir. Zaten Suriye devleti de bu konuda Türkiye’ye fazla taviz vermeyecektir. Çünkü Türkiye, Suriye topraklarını sadece işgal etmemiş aynı zamanda ilhak da etmiştir. Bu anlamda egemen bir devletin yani Suriye devletinin, bu koşullarda Türkiye’yle normal ilişkiler geliştirmesini beklemek doğru değildir. Erdoğan ise seçimlere kadar süreci idare etme, daha doğrusu yürütmeye çalışacaktır. Yoksa stratejik yeni kararlar alması kolay değildir. Neresinden bakılırsa sorundur Erdoğan için.

Nihayetinde, Kuzey-Doğu Suriye’de çatışmayı önlemek için ne tür bir çözüme ihtiyaç var?

Çözümü, sadece Kuzey-Doğu Suriye için düşünmek yerine genel olarak Suriye için düşünmek daha doğru olacaktır. Ancak Suriye o kadar çok müdahaleli bir durumdadır ki yakın zamanda bir çözüm gerçekten kolay gözükmemektedir. Olması gereken yeni ve demokratik bir Suriye’dir. Yani Suriye’nin demokratikleşmesi gerekmektedir. Kuzey-Doğu Suriye ise 10 yılı aşkın bir zamandır demokratik özerklik modeliyle kendini yönetmektedir. Burada tüm halklar, inançlar, kültürler gerçekten demokratik ve özgür bir yaşam sürdürmektedirler. Gerçekten bu demokratik yaşam tarzı ve demokratik özerklik statüsünün korunması, inşasının geliştirilmesi gerekmektedir. Bunun için Suriye devleti mutlaka demokratik bir dönüşüm yapmak zorundadır. Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kabul edilmesi Suriye’yi zayıflatan değil, demokratik Suriye’yi güçlendiren ve güç katan olacaktır. Eğer Suriye demokratikleşmez, yaşanan bu 10 yılı aşkın süredeki gelişmeleri hiç yaşanmamış gibi görür, zihniyette bir değişiklik, demokratik bir bilinç ve irade oluşturmazsa kuşkusuz bu sorun olacaktır. 

Kuzey-Doğu Suriye halkları, elbette büyük bedeller verdikleri kadar demokratik özgür yaşamlarını, özerk statülerini koruyacaktır. Bunun için Suriye’nin demokratikleşmesini isteyen tüm güçlerin, Kuzey-Doğu Suriye’de kardeşçe bir arada demokratik ve özgür biçimde yaşayan inançları, kültürleri ve toplulukları desteklemesi gerekir. Bununla birlikte çok inançlı, çok kültürlü ve birçok etnik topluluğun bir arada yaşadığı Suriye’de ister etnik, ister inanç, ister kültürel olsun her türden milliyetçiliği reddediyoruz. Bu temelde bir çözümün gelişmesi ve gerçekleşmesi için biz her türlü çabayı olumlu karşılar ve destekleriz.

ABD, PKK'yı ‘terör örgütü’ olarak tanımlıyor ve Kürtlere karşı savaşında Türk devletine siyasi ve askeri destek veriyor. Bu suçlamaya ne diyorsunuz?   

Öncelikle şunu belirtmek durumundayım; ABD’nin PKK’yi ‘terör örgütü’ olarak tanımlaması, büyük bir haksızlıktır. Ben burada PKK’nin terörist bir hareket olmadığına dair konuşmayı bile kendime zul kabul ederim. ABD de çok iyi bilir ki; PKK terörist bir hareket değildir. PKK her türlü milliyetçiliğin ötesinde tüm inançların, kültürlerin ve toplulukların demokratik ve özgür biçimde bir arada yaşamasını arzulayan, bunun paradigmasını oluşturan, sadece bunun için mücadele veren bir harekettir. Kürtlerin üzerinde inanılmaz soykırım, sürgün uygulamaları olmasına rağmen bu böyledir. Kürtler halk olarak inkar edilmektedir. Kuşların bile bir anlaşma dili vardır. Kürt dilinin resmiyeti bile kabul edilmemekte, reddedilmektedir. On milyonlarca nüfusa sahip bir halkı bu düzeyde yok saymak, ana dilini bile reddetmek nasıl bir şeydir, gerçekten empati gerektirir. Kürt halkı buna rağmen PKK öncülüğünde demokratik ulus bilinciyle Türkiye halkına yaklaşmaktadır. Böyle bir hareket hiç terörist olabilir mi? Bunun yerine Türk devletine Kürtlere karşı yüz yıllardır inkar ve imha politikalarından vazgeçmediğinden söylenmesi ve yapılması gerekenler olmalıdır. Biraz da açıkça belirtmek istersem, Türk devleti bütün bunları başlıca müttefiki olan ABD’ye dayanarak yapamamalıdır.

PKK'nin geçmişte ayrım gözetmeyen şiddet ve savaş hukukunu ihlal eden taktikler kullandığına dair iddialar var. Bu iddialara nasıl yanıt veriyorsunuz?

PKK öncülüğünde halkımızın özgürlüğü için neredeyse yarım asırlık bir zamandır mücadele vermekteyiz. Bu uzun ve zorlu mücadele yıllarında PKK bilincini, ahlak ve moral değerlerini yeterince özümsemeyen, kontrol ve denetim dışı, sızma ve provokasyon anlamında asla tasvip etmediğimiz bazı eylemler olmuş olabilir. Bunları Türk devletinin günlük yaptıklarıyla kıyaslarsak devede kulak bile değildir. Buna rağmen savaş hukuku, vicdan ve ahlak dışı, PKK gerçekliğiyle bağdaşmayan her olay ve eylemi sorguladığımızı, hesap sorduğumuzu ve etkisizleştirdiğimizi rahatlıkla belirtebilirim. Bunları Türk devletinin, köyleri ve yerleşim alanları yakıp yok etmesi, milyonlarca Kürt’ü sürgüne zorlaması, halen her gün kimyasal silah gaz kullanması, şimdiye kadar işlediği on binlerce ‘faili meçhul’ cinayetle, açık katliamlarıyla kıyaslamak ve karşılaştırmak bile büyük haksızlıktır. Türk devletinin Kürt halkına karşı savaş hukuku ve uluslararası yasalarda hiçbir biçimde yeri olmayan bir özel savaş yöntemiyle savaştığını belirtmiştim. Kürt halkına, iş insanlarına, yurtseverlerine, kadınlarına, gençlerine, inanç sahiplerine, siyasi ve sivil toplum örgütü temsilcilerine karşı sayısız komplo, provokasyon ve cinayetler gerçekleştirmiştir. Öyle ki yaptığı birçok bu suç pratiklerini partimize yüklemeye çalışmıştır. Önder Apo, bunun için Hakikatleri Araştırma Komisyonu önerdi. Kim haklı, kim haksız, kim hukuk ve savaş kuralları dışında suç işlemiş bunların ulusal ve uluslararası bağımsız, tarafsız komisyonlarca araştırılmasını istedi. Hakikate saygı gereği de böyle olmalıydı. Ne var ki Türk devleti hiçbir zaman ne Önder Apo’nun geliştirdiği görüş ve önerileri kabul etti ne de herhangi başka bir girişim ve yaklaşımın rol oynamasına imkan tanıdı. Kuşkusuz baştan aşağı büyük suçlara bulaştığı için böyle yaptı, halen de aynı işleyiş ve duruşunu sürdürmektedir. 

Uluslararası hukuka uymak ve insan haklarını korumak için ne gibi taahhütlerde bulundunuz? 

PKK, savaş kurallarına ve savaş ahlakına her zaman riayet etmiştir. BM Cenevre Çağrı Grubu’yla 90’lı yıllarda iki sözleşme imzalamışız. Bu sözleşmeler hem devlet olmayan güçler hem de devletlerle imzalanmaktadır. Birincisi, küçük yaştaki insanların savaştırılmaması. Diğeri de kara mayın/anti personel mayınların kullanılmaması. Uluslararası Savaş Yasalarına uyacağımızı taahhüt etmişiz. Biz her zaman imzaladığımız sözleşmelere bağlı hareket etmeyi esas aldık. Ancak Türk devletinin bu sözleşmelerin gereklerini her gün çiğneyerek dünyanın gözleri önünde savaş suçu işlemek de dahil birçok uluslararası sözleşmelere aykırı suçlar işlediğini çok iyi bilmekteyiz. Türk devleti bu konuda da sahip olduğu stratejik, jeopolitik konumunu çokça dillendirip kullanarak, aynı şekilde NATO’ya üye olmanın avantajlarını her türlü sözleşme ve anlaşmaların üstünde tutarak, Kürtlere karşı suç işlemede hiçbir sınır ve sakınca görmemektedir.

ABD'nin Türk devletine verdiği destek, savaşı, siyasi dinamikleri ve istikrarı nasıl etkiliyor?

ABD’nin Kürt halkının varlığına ve özgürlük mücadelesine karşı savaşta Türk devletine sınırsız ve sonsuz büyük bir askeri, maddi, siyasi ve psikolojik destek verdiği bir gerçekliktir. Yoksa Türk devleti, Kürt halkına ve PKK’ye karşı ne bu kadar uzun yıllar savaşı sürdürebilir ne de hiç kendisinden hesap sorulmadığı için bu kadar rahat davranıp her türlü savaş ve hukuk dışı cinayetler, katliam ve yıkımlar yapabilirdi. Bunda başta ABD olmak üzere AB, NATO ve uluslararası güçlerin büyük desteği olduğu kesindir. Savaş hukuku ve soykırım suçuna göre yargılanması gereken suçlar işlemiştir, ancak kimsenin hesap sorduğu yoktur. Bu konularda gerekli ve ilgili platformlara yapılan her türlü girişim ve başvurular hemen reddedilmiştir. Devletler arası çıkarların bir kez daha bir halkın varlığı ve özgürlüğü pahasına da olsa her şeyin üstünde tutulduğu ne yazık ki görülmüştür ve bu halen devam etmektedir. 

15 Şubat, bir uluslararası komployla Önder Apo’nun Türk devletine teslim edilip İmralı adasına derdest edildiği gündür. Üzerinden tam 24 yıl geçti. Önder Apo’nun Türkiye’ye teslim edildiği 15 Şubat günü kesinlikle Kürt halkının siyasi soykırım günüdür; biz böyle değerlendiriyoruz. Önder Apo, Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözebilir miyim diye Avrupa’yı tercih ederken uluslararası sistemin ABD öncülüğünde Önder Apo’nun demokratik çözüm, istek ve girişimlerini reddetmesi, bunun için ne Avrupa’da ne de dünyanın herhangi bir yerinde kendisini kabul etmesi, Kürtlere karşı faşist Türk devletine açık bir destek olmuştur. Bu aslında Kürtlerle Türkler arasında sonu gelmeyen bir savaşın, halkları birbirine kırdırtmanın tohumlarını ekmek anlamındaydı. Ama Önder Apo, her türlü milliyetçilikten uzak, demokratik ulus paradigmasını geliştirerek Kürt sorununun çözümünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini esas alan bir yaklaşımla büyük tehlikelerin önünü almıştır. Önder Apo, İmralı sürecinden sonra da Kürt sorununa demokratik çözüm için birçok kez görüş, perspektif ve proje geliştirmiştir. AKP, bütün bunlara son derece taktiksel düzeyde yaklaşmıştır. ABD ve AB ise bu süreçte maalesef olumlu bir rol oynamamıştır. Ne Türk devleti üzerinde baskı kurmuş ne de Önder Apo’nun çözüm önerilerine ve defalarca karar aldığı tek taraflı ateşkeslere olumlu yaklaşım göstermiştir. Bu vesileyle şunu açık yüreklilikle belirtmeyi gerekli görüyorum; uluslararası komplo, Kürt halkına büyük acı ve bedeller yaşattı. Komploda yer alan, bu anlamda Türk devletini destekleyen güçlerin şimdi geçmiş yanlışlıklarını telafi etmenin bilinciyle sorumluluk duyup çözüm için rol oynamalarını istemek, hem hakkımızdır hem de olması gerekendir. Bunun için ABD’nin sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Kürt sorununun çözüm vakti gelmiştir. Önder Apo çözüm için büyük bir irade ve şans olduğu kadar her düzeyde kolaylaştırıcı rolü oynayabilecek güçtedir.

ABD'de Türkiye'nin Kürt sorununa barışçıl bir çözüm bulunmasının bölgesel istikrar ve güvenlik için faydalı olabileceği görüşü giderek güçleniyor. Hangi koşullar altında müzakere edilmiş bir çözüme yönelik yeni bir çabayı desteklemeye istekli olursunuz? 

Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl bir çözüm bulmasının bölgesel istikrar ve güvenlik için faydalı olabileceği görüşünün ABD’de giderek güçlenmesini, şüphesiz olumlu bir gelişme olarak görüyoruz. Kürt sorunu gerçekten bir bölgesel sorundur. Bir kere doğrudan Türkiye, Irak, İran ve Suriye gibi dört Ortadoğu devletini, dolayısıyla genel olarak Ortadoğu’yu ilgilendirmektedir. Hatta Kürt sorunu bir bölgesel sorun değil, uluslararası bir sorundur demek daha doğru olacaktır. Bu anlamda bu kadar çok müdahaleli, bu kadar büyük bir uluslararası sorun olan Kürt sorununun çözümü için ABD’de giderek gelişen çözüm eğiliminin çok değerli olduğunu bir kez daha belirtmek durumundayım. Zira Kürt sorununun çözümü gerçekten beraberinde dört ülkede demokrasi ve özgürlüğün, yani Ortadoğu’nun demokratikleşmesini getirecek, bunun uluslararası etkisi bile olacaktır. Kürt sorununun askeri çözümü yoktur. Salt askeri çözüm, ne Türk devleti için ne de PKK için mümkündür. 40 yıllık savaşta bu görülmüştür.  Sorunun artık dönüp dolaşıp geldiği nokta, demokratik bir çözüm olmaktadır. Türkiye’deki tüm siyasi dinamikler bunu zorlamakta, bunu gerektirmektedir.

Hangi koşullar altında müzakere edilmiş bir çözüme yönelik yeni bir çabayı desteklemeye istekli olacağımızı, sormaktasınız. Çözüm için gerek Türkiye kamuoyunda (ki bu gelişmektedir) gerek Türk devletinde gerekse başta ABD olmak üzere uluslararası alanda gerçekten ciddi bir irade oluşursa Kürt tarafının buna hem istekli hem de hazır olduğunu rahatlıkla belirtebilirim. Çözüm için en çok yoğunlaşan, üst üste perspektif, öneri, görüş ve proje geliştiren Önder Apo’dur. Önder Apo’nun bir değerlendirmesinde “bana bir hafta fırsat tanısınlar, Kürt sorununu çözerim, çözmeye hazırım” dediğini herkes bilir. Önder Apo’nun şimdi her zamankinden daha çok buna istekli, güçlü bir perspektife, iradeye ve güce sahip olduğu tartışmasızdır. Sorun karşı taraftan yani Türk devletinden de böyle bir istek ve iradenin oluşmasıdır. Bir de çözüm için uluslararası bir irade oluşursa olumlu gelişmelerin olmaması içten bile değildir. İşte tam da bu noktada ABD ve uluslararası toplumun olumlu rol oynaması gerekmektedir. 

Sizi barış konusunda ciddi olduklarına ikna edecek bir Türk hükümetinden ne gibi adımlar görmeniz gerekir? 

Önder Apo çözüm için aslında çok şey istememektedir. Sadece barış ve demokrasi iradesini görmek istiyor. Türk devletinin çok fazla bir adım atması gerekmiyor. Türk tarafı, daha önceki taktiksel ve yüzeysel anlayış ve tutumlarını mutlaka bir tarafa bırakıp barış ve çözüm için gerçekten yüksek düzeyde ciddi bir irade ortaya koyup Önder Apo’yla görüşmeye başlarsa çözüm mecrasına girilebileceğine inanıyorum. Karşılıklı istekler ve talepler, müzakere süreci böyle bir zemin üzerinde gelişebilecektir. 

Başta ABD olmak üzere uluslararası toplumdan beklentiniz var mı, ne yapabilirler?

Bu konuda başta ABD olmak üzere uluslararası toplumdan yana beklentimizin olduğu doğrudur. ABD ve uluslararası toplum gerçekten çok şey başarabilir. Türk devleti üzerinde en çok ABD ve uluslararası toplum etkili olabilir. Bunun anlaşılır nedenleri vardır. ABD, Türk devletini Kürtlerle ve PKK’yle savaşında sonuna dek her düzeyde desteklediği için bu konuda Türkiye ile aralarında bir güven sorunu yoktur. Zira belirtiğim gibi Türk devleti, ABD’ye rağmen bu savaşı 40 yıl sürdüremezdi. Bunu biz de, Türk devleti de çok iyi bilmektedir. Bu anlamda ABD ve uluslararası toplumun oynayacağı rol önemlidir. Türkiye üzerinde baskı kurmalıdır, savaş stratejisi ve konseptinden vazgeçmesi, demokratik ve siyasi çözümü benimsemesi için teşvik etmeli, baskı yapmalıdır. Böyle olursa çözüm için çok önemli bir rol oynamış olacaktır.