Bobby Sands’dan Denizlere açlık grevi

1980’li yıllara kadar Türkiye ve Kürdistan’daki direniş geleneğinde açlık grevi önemli bir yere sahip değildi. Dünyadaki örnekleri daha çok kültürel izler taşıyordu.

Hristiyanlık öncesi İrlanda’da açlık grevi adaletsizliği protesto etmek için yaygınca kullanılan bir mekanizmaydı. “Troscadh” veya “Cealachan” olarak adlandırılan bu eylem mağdur olan kişi tarafından adaletsizliği gerçekleştiren kişinin kapısının önünde yapılırdı. Ev sahipliğinin kültürel olarak çok büyük önem arz ettiği İrlanda kültüründe bir kişinin evinin önünde aç birinin bulunması büyük bir utanç olarak kabul edilirdi.

Benzer bir gelenek aynı şekilde Hindistan’da da bulunuyordu. Bu ülkede birinin kapısının önünde açlık grevi yapmak topluma adaleti yerine getirme, adli mekanizmaları harekete geçirme çağrısıydı. MÖ 750 yılına kadar dayanan bu gelenek 1861 yılında İngiliz idaresi tarafından yasaklandı.

Otoriteye, siyasal iktidara karşı açlık grevinin bir adalet talebi olarak belirgin bir şekilde kullanılması İngiliz ve Amerikan kadın hakları savunucuları arasında gelişti.

MARION WALLACE DUNLOP

İskoçya’nın Inverness şehrinden 1864 yılında doğan Marion Wallace Dunlop, döneminin önde gelen kadın hakları savunucularından biriydi. Kadınların oy verme hakkını ve toplumsal eşitliği savunan Kadın Sosyal ve Politik Birliği’nin (WSPU) aktif bir üyesi olan Dunlop, toplum düzenini bozma suçundan 1908 yılında iki defa tutuklandı. 1909 yılının Temmuz’unda tutuklandığı zaman Dunlop, Halloway Cezaevinde yasal haklarını kullanmasının engellendiği için açlık grevi başlattı. İngiliz cezaevlerinde bir ilk olan açlık grevi 91 saat sürdü ve İngiliz idaresi kötü sağlık durumunu gerekçe göstererek Dunlop’u serbest bıraktı.

Bu eylem kısa sürede WSPU’nun baskıya karşı başvurduğu barışçıl temel bir eylem tarzı olarak kabul edildi. İngiliz hükümeti aynı yılın Eylül ayında cezaevlerinde açlık grevine giren eylemcilerin zorla beslenmelerini öngören bir yasayı Meclis’ten geçirdi.

1910 yılında İngiliz kadın hareketinin öncüsü Emmeline Pankhurst’un kardeşi Mary Jane Clarke açlık grevi eylemi sırasında zorla beslenmesinin yarattığı sağlık sorunları nedeniyle hayatını kaybetti.

Amerikalı kadın hakları savunucusu Alice Paul, Virginia’daki Occoquan Çalışma Evinde kadınların oy verme haklarının sağlanması için bir açlık grevine girdi. Bu eylem de siyasal bir taleple bir kadın eylemci grubu tarafından gerçekleştirilen ilk açlık grevi oldu.

İRLANDALI CUMHURİYETÇİLER

Kültürel olarak açlık grevinin köklerinin çok derine dayandığı İrlanda’da 1916-23 devrim süreci sırasında Cumhuriyetçi tutsaklar açlık grevi eylemlerine başvurdu. Bunlar arasında ilklerden biri Tomas Padraig Aghas’tı.

Aghas, 1916 Paskalya Ayaklanmasında Fingal Taburunun başındaydı. İngilizler tarafından yakalanan Aghas, ölüm cezasına çarptırıldı ancak 28 Mayıs 1917’de cezaevi koşullarının protesto edildiği açlık grevinin ardından Londra’nın ilan ettiği genel af çerçevesinde serbest bırakıldı.

Ağustos 1917’e İrlanda’da yaptığı bir konuşma nedeniyle yeniden tutuklanan Aghas bu durumu protesto etmek için açlık grevine başladı. 20 Eylül’de başlayan eylemin üzerinden henüz 5 gün geçmişken İngiliz gardiyanlar Aghas’ı zorla beslemek için hücresinden alıp götürdü. Gardiyanlar onu götürürken son sözleri kendisine “Dayan Tom” diyen Fionan Lynch’e söylediği “Dayanacağım Fin” oldu.

Aghas hücresine geri getirildiğinde mosmordu ve bilincini kaybetmişti, birkaç saat sonra da hayatını kaybetti. 30 Eylül günü Glasnevin Mezarlığında 30 bin kişi tarafından toprağa verilen Aghas’ın cenaze töreninde konuşan Michael Collins “Daha fazla söyleyecek bir şey yok” dedi ve İrlanda savaşında kanlı bir dönem başladı.

8 BİN IRA’LI AÇLIK GREVİNDE

Ekim 1920’de Terence MacSwiney ve iki IRA üyesi Joe Murhy ile Michael Fitzgerald açlık grevlerinde hayatını kaybetti. İrlanda iç savaşının sona erdiği 1923 yılından sonra gerçekleştirilen ve 8 bin IRA üyesinin katıldığı açlık grevi eyleminin ardından 1970’lere kadar ülkede büyük açlık grevleri gerçekleşmedi.

1970’lerin başında İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu tarafından yeniden canlandırılan mücadelenin ardından cezaevlerinde de açlık grevleri yeniden yaşanmaya başladı. 1974 yılında IRA üyesi Michael Gaughan gözaltında zorla beslenmeye çalışılırken hayatını kaybetti.

FRANK STAGG’DAN SONRA 13 EYLEM

IRA üyesi olan Frank Stagg 1973 yılında Coventry’de bombalı eylem planı nedeniyle tutuklanmış ve 10 yıl hapse mahkum edilmişti. Stagg cezaevine girdiği ilk andan itibaren savaş esiri muamelesi görmek istedi ve zorunlu çalışma uygulamasını reddetti. İngiltere ve IRA arasındaki ateşkes anlaşmasının ardından İrlanda’da bir cezaevine nakledilmek isteyen Stagg’in bu talebi yerine getirilmedi. Wakefield Cezaevinde açlık grevine başlayan Stagg, eyleminin 63’üncü gününde hayata gözlerini yumdu.

Stagg’in ölümünün ardından IRA İngiltere’de 13 ayrı bombalı saldırı gerçekleştirdi.

Stagg, Cumhuriyetçilerin gömüldüğü bir mezarlığa defnedilmeyi vasiyet etmişti. Ancak kardeşi Emmet Stagg ve İrlanda hükümeti onu aile mezarlığına gömmek istiyordu. Cumhuriyetçiler Stagg’in cenazesini Dublin Havaalanında beklerken uçak Shannon havaalanına indi ve cenaze aile mezarlığına gömüldü. Mezarlığın üzerine yeniden çıkarılmasını engellemek için beton döktürülmüştü.

Ancak 1977 Kasım ayında Cumhuriyetçiler mezarlıkta bir tünel kazarak Stagg’in tabutunu çıkardı ve onu vasiyet ettiği şekilde defnetti.

1981 AÇLIK GREVİ

İrlanda’da 1981 yılında gerçekleştirilen ve 10 İrlandalı bağımsızlık yanlısının hayatını kaybettiği açlık grevleri dünyada en çok yankı bulan eylemlerden biri oldu. Eylemcilerin arasında yer alan ve iki kez milletvekilliği yapmış olan Bobby Sands eylemin 66’ıncı gününde hayata gözlerini yumdu.

1981 açlık grevi İngiliz hükümetinin cezaevlerindeki tek tip elbise uygulamasıyla birlikte başlamıştı. 4 Şubat günü eylem başladı ve İrlanda ve İngiliz cezaevlerinde geniş bir katılım oldu.

Eylem başladıktan hemen sonra İrlanda’da iki milletvekili koltuğunun boşalması nedeniyle ara seçimler yapıldı. Ara seçimlerde Cumhuriyetçilerin aday gösterdiği Bobby Sands, 9 Nisan günü Avam Kamarası üyeliğine seçildi.

Sands’in seçilmesi eylemciler ile İngiliz hükümeti arasında görüşmelerin olumlu sonuçlanabileceği umudunu doğurmuştu. Ancak Margaret Thatcher’ın sert tutumu tüm uluslararası baskılara rağmen gelişmedi.

5 Mayıs 1981 günü Bobby Sands 66 günlük açlık grevi sonucunda cezaevi hastanesinde hayata gözlerini yumdu. Sands’in ardından 12 Mayıs’ta Francis Hughes, 21 Mayıs’ta Raymond McCreesh ve Patsy Ohara hayatlarını kaybetti. Onları Joe McDonell, Martin Hurson, Kevin Lynch, Kieran Doherty, Thomas McElwee ve Michael Devine takip etti.

1981 açlık grevi dünyada büyük etkileri oldu. Bundan kısa bir süre sonra Türkiye hükümeti Diyarbakır Cezaevinde İngiliz hükümetinin tek tip elbise uygulamasını yürürlüğe soktu. Kürt tutsaklar da İrlanda’daki direnişçiler gibi açlık grevi ile eyleme geçti.

Her iki açlık grevi de şiddetli bir yönelimle bitirilmeye çalışılan iki özgürlükçü hareketi de güçlendirdi ve dünya kamuoyunun gözlerini direnişe çevirmeyi başardı.

GANDHI DEFALARCA AÇLIK GREVİNE GİRDİ

Hindistan’da da açlık grevi 20’inci yüzyılda siyasal-barışçıl bir direniş yöntemi olarak ortaya çıktı. İronik bir şekilde İrlanda’da olduğu gibi hedefi yine İngiliz emperyalizmiydi.

Açlık grevi kültürel olarak çok büyük bir etkiye sahip olduğu için Hindistan’da politik amaçlı açlık grevi eylemleri sonuç alıcı oldu. 1922, 1930, 1933 ve 1942’de tutuklanan Mahatma Gandhi defalarca açlık grevine girdi. İngiliz idaresi açlık grevlerinin her birinin sonucunda siyasal olarak daha da zayıfladı.

JATINDRA NATH DAS

Das, Hindistan’daki bağımsızlık akımının önde gelen eylemcilerinden biriydi. 1904 yılında Kalküta’da doğan Das, henüz 17 yaşındayken Anushilan Samiti adlı devrimci gruba katıldı. 1925 yılında tutuklanarak Mymensingh Cezaevine konulan Das, burada siyasi tutsaklara yapılan insanlık dışı muameleleri protesto etmek için açlık grevine girdi. 20 günlük açlık grevinin ardından cezaevi idaresi kamuoyuna açık bir şekilde özür diledi ve Das’ın eylemi başarıyla sona erdi.

1929 yılında yeniden tutuklanan Das, cezaevindeki diğer devrimci tutsaklarla birlikte tutuldukları koşulları protesto için açlık grevine girdi. Das’ın tutulduğu Lahore Cezaevinde İngiliz tutuklularla Hindistanlı tutukluların koşulları arasında çok büyük bir fark vardı. İngiliz tutukluların yemekleri dahi ayrıydı ve gazete, radyo gibi imkanlar kendilerine sağlanıyordu. Das ve arkadaşları ise bu koşulların hiçbirine sahip değildi.

Das’ın açlık grevi 13 Temmuz 1929’da başladı. Cezaevi idaresi önce Das’ı zorla besleme yoluna gitti ancak bu metottan daha sonra vazgeçildi. Eylemin ilerleyen günlerinde cezaevi komitesi bu kez hükümete Das’ın serbest bırakılmasını önerdi. Ancak bu öneri reddedildi.

Das 13 Temmuz günü açlık grevinin 63’üncü gününde hayatını kaybetti. Cenazesini taşıyan tren Kalküta’ya kadar olan tüm istasyonlarda binlerce insan tarafından karşılandı.

Das’ın ölümü İngiliz idaresinin yasadışı tutuklamalarını da uluslararası kamuoyunun gündemine taşıdı. Günümüz Hindistan’ında Das’ın adı birçok şehir meydanında yaşıyor.

POTTI SREEMULU

Hindistan’da açlık grevleri sadece İngiliz idaresine karşı değildi. Ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonra da siyasal taleplerle açlık grevleri gerçekleştirildi.

Bu eylemcilerden biri de Potti Sreeamulu’ydu. Sreeamulu hayatını pasifist mücadeleye adamış bir bağımsızlık yanlısıydı. Hindistan’ın bağımsızlığının ardından ülkenin tek bir idare altında yönetilmesinden ziyade konuşulan dillere bağlı olarak federatif bir yapı ile yönetilmesini savundu. Ancak bu görüşü ilk dönemlerde ciddi bir muhalefetle karşılaştı.

Bu durumun halklara karşı büyük bir adaletsizlik olduğunu düşünen Sreeamulu, 19 Ekim 1952 tarihinde Andhra’nın ayrı bir eyalet olması için açlık grevi başlattı. Sreeamulu’nun eylemi ile paralel olarak eyalette sayısız boykot ve genel grev düzenlendi ancak Hindistan hükümeti Andhra’nın statüsünün değişmesi konusunda net bir açıklama yapmaktan kaçındı.

Sreeamulu, 15 Aralık 1952 tarihinde evinde hayata gözlerini yumdu. Sreeamulu, Das’tan sonra açlık grevinde ölen ikinci kişiydi ve bu durum Hindistan’ın yeni hükümeti için olağanüstü bir utanç oldu.

Gelişen tepkiler üzerine 29 Aralık 1952 tarihinde Hindistan’ın başbakanı Nehru, Andhra’nın ayrı bir eyalet olacağını açıkladı.

Sreeamulu’nun eylemini gerçekleştirdiği ev bugün halen ulusal anıt statüsünde korunuyor.

NAZIM HİKMET’İN AÇLIK GREVİ

Türkiye ve Kürdistan’da kültürel olarak açlık grevi bir protesto biçimi olarak 20’inci yüzyıla kadar yer almadı. Siyasal bir taleple gerçekleştirilen bilinen ilk açlık grevi devrimci şair Nazım Hikmet’indir.

Nazım Hikmet hiçbir eyleme karışmamış olmasına rağmen sadece fikirleri yüzünden 1938 yılında 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Şair orduyu isyana teşvik etmekle suçlanıyordu. Nazım cezaevine girdiğinde aslında birçok kişinin beklentisi bir süre sonra affa uğrayıp çıkmasıydı. Ancak 12 yıl cezaevinde kalan Nazım Hikmet için artık sabır tükenmişti.

Nazım, cezaevi öncesinde ve zindanda geçirdiği dönem içinde özellikle Hindistan’daki ulusal mücadeleye büyük ilgi duymuştu. Adaletsizliğe karşı açlık grevi fikriyle oldukça aşinaydı. Bundan hareketle “millete verdiğim açık istidaya canımı pul yerine kullanıyorum” diyerek 8 Nisan 1950’de açlık grevine başladı. 13 Mayıs’ta sağlık durumu ağırlaşarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesine kaldırılan Nazım Hikmet gelen talepler üzerine 19 Mayıs günü açlık grevine son verdi. Şair aynı yılın 14 Temmuz’unda çıkan af yasasıyla serbest bırakıldı.

DENİZLERİN ÖLÜM ORUCU

Türkiyeli devrimciler Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 1972 yılının Mayıs ayında beş maddelik bir bildiri yayınlayarak ölüm orucuna başladıklarını duyurdu.

Türkiye’de cezaevlerinde ilk kez ölüm orucunu Deniz, Yusuf ve Hüseyin bu bildiriyle başlattı. Üç devrimci mahkeme tarafından idama mahkum edilmiş ve dosyaları Meclis’e sevk edilmişti. Mamak Cezaevinde bulunan diğer devrimcilerin tüm ısrarlarına rağmen Deniz, Yusuf ve Hüseyin ölüm orucuna devam ediyordu.

Ölüm orucunun yedinci gününde Türk meclisi Denizlerin idam kararlarını onayladı. Artık idam edilmeleri an meselesiydi. Eylemin 12’inci gününde avukatları Halit Çelenk, Mamak Cezaevinde Denizlerle görüştü. Çelenk “İdam Gecesi Anıları” kitabında o günü şöyle anlatıyor:

“Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan'la görüşüyorum. Gözler çökmüş, yüzler sararmış, sarı-yeşil bir görüntü almıştır. Deniz ayakta duramıyor, karşımda diz çökerek benimle konuşuyor, İnan bitkin görünüyor, 12 gün süren açlığın doğurduğu fiziksel çöküntü yüzlerde okunuyor. Yusuf Arslan ayakta durabiliyor ve daha dayanıklı görünüyor.

Ölüm orucunun nedenlerini anlatıyorlar. Cezaevinden alınarak gizli merkezlere götürülen tutuklulara işkence yapıldığını, şikâyet yollarının kapandığını, basına sansür konularak bu yasa-dışı, insanlık-dışı uygulamaların kamuoyundan gizlendiğini, zamların fakir emekçi halkın yaşantısını dayanılmaz hale getirdiğini, bu baskıları, bu zulümleri protesto etmek için ölüm orucuna başladıklarını söylüyorlar.

Ölüm orucunun bu 12. gününde bütün gücümü toplayarak onlara şunları söylüyorum:

“Açlık her insan üzerinde olumsuz, fiziksel etkiler yaratır. Bu etkilerin sizlerde de kendini göstereceği kuşkusuzdur. Dışarda infazların önlenmesi için her türlü çalışmalar yapılmakta ve sürdürülmektedir. Bu çabalar başarılı olabilir ya da olmayabilir. Çalışmalar olumlu sonuç vermediği, takdirde infazların yapılması kaçınılmaz olacaktır. Bu takdirde sizlerin, idam sehpası altına, sağlam ve zinde olarak gitmeniz gerekir. Açlıktan bitkin ve çöküntü içinde sehpa altına gitmeniz sakıncalıdır. Bu takdirde açlığın doğurduğu bitkinlik ve çöküntü maksatlı çevrelerce kullanılacak, kamuoyuna korku olarak gösterilecek ve aleyhinize propagandalar yapılacaktır. Böyle bir propagandaya olanak vermeye hakkınız yoktur. Bunları düşünerek ölüm orucuna son vermeniz gerekir."

Dinliyorlar. Bakışlarından sözlerimi yerinde bulduklarını anlıyorum.

Gezmiş, kendilerini on dakika kadar beklememi, koğuşta arkadaşlarıyla görüşeceklerini ve verecekleri kararı bana bildireceklerini söylüyor.

Müdür yardımcısı binbaşının odasında bekliyorum. On-beş dakika kadar sonra bir görevli görüşmenin bittiğini ve benimle konuşmak istediklerini söylüyor. Cezaevi müdür yardımcısı, hükümlülerin odaya getirilmelerini emrediyor. Geliyorlar. Ölüm orucuna son verdiklerini söylüyorlar.

Binbaşıdan cezaevi doktorunun çağrılmasını, bu kadar gün aç kalan insanın birdenbire yemek yemesi bünyesinde tepkiler doğuracağından, bir yemek programı hazırlatılmasını rica ediyorum. Doktor geliyor, idam hükümlülerini muayene ediyor ve yemek listesini hazırlıyor.

Beş gün sonra bir gece yarısı, elleri arkadan kelepçelenerek, ayaklarına prangalar takılarak, Gezmiş, Arslan ve İnan, infaz için apar-topar Merkez Cezaevine götürülüyorlar.”

Denizler 6 Mayıs günü sabaha karşı Merkez Cezaevinde idam edildi.

Yarın

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu