Buldan: Tecrit kalkmazsa büyük darbe ve krizler gelir!

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Tecrit kalkmazsa büyük kriz ve darbeler gelir. AKP-MHP, faşizmi uygulayabilmek için tecridi sürdürüyor” dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası 15 Şubat komplosu ve İmralı tecridine ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.

Buldan, komplo gibi tecritle de sonuç alınamayacağını belirtirken, “Tecrit, çözümsüzlük sürerse, büyük kriz ve darbeler gelir” uyarısında bulundu.

Buldan, Öcalan’ın Türkiye ve bölgede en büyük çözüm gücü olduğunu ifade etti ve “Sayın Öcalan dinlenseydi Ortadoğu çok başka olacaktı” dedi. Buldan, Öcalan’ın rolünü oynayabilmesiyle 10 günde siyasi ve toplumsal iklimin değişebileceğine dikkat çekti. Buldan, “Tecride karşı çok daha güçlü demokratik bir mücadelenin verilmesi, tecrit mücadelesinin demokrasi mücadelesiyle birleştirilmesi, bunun, halkların ortak gelecek hedefiyle bütünleştirilmesi, AKP’nin faşizm politikalarının geriletilmesi mücadelesiyle ortaklaştırılması büyük önem taşımaktadır. Faşizminden kurtulmanın yolu tecride karşı mücadeleden geçmektedir” şeklinde konuştu.

‘KOMPLO TERS TEPTİ!’

Uluslararası 15 Şubat Komplosu’nda Türk devleti ve egemen güçlerin sonuç aldığını düşünüyor musunuz? Komplo ile hedeflenen neydi ve sizce bu hedefe ulaşıldı mı?

Uluslararası komployla amaçlanan; Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’yu yeniden düzenlemek, Türkiye’yi uluslararası hegemonik sisteme bağımlı hale getirmek, Kürt-Türk, Kürt-Arap savaşıyla halkları birbirine kırdırmak, Kürt halkının özgürlük, barış ve demokrasi mücadelesini tasfiye etmekti.

15 Şubat 1999 komplosuyla Türkiye’de Kürt-Türk savaşı çıkartılması planlandı ancak Sayın Öcalan, ortaya koyduğu barış ve çözüm iradesiyle bunu engelledi. İmralı barış çizgisiyle halklar arası köprü oldu. Kendisi, önerdiği barış projesiyle gerek Türkiye’de gerekse Ortadoğu’da en büyük çözüm gücü oldu.

Komployla Kürt halkının siyasal iradesi ve Kürt sorununun tasfiyesi planlanmıştı. Ancak bu da başarılamadı. Aksine, Kürt halkı büyük bir siyasi bilinçle ve kararlı bir biçimde sürdürdüğü demokrasi ve barış mücadelesiyle hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de büyük bir demokrasi ve değişim gücü oldu.

9 Ekim 1998’de Suriye’de iradesi kırılarak yalnızlaştırılmaya çalışılan Kürt halkı, IŞİD karanlığına karşı mücadelenin ve özgür bir toplum inşasının öznesi haline gelerek, bugün bütün dünyada, saygın bir halk olarak yerini aldı. Komplo bu yönüyle de boşa çıktı.

Uluslararası sistemin ve ulus devletlerin halkları ayrıştıran, çatıştıran politikaları değil, halkların barış içerisinde demokratik yaşam çizgisinin en güçlü çözüm modeli olduğu görülmüştür.

Kürt halkının iradesi dikkate alınmadan ne Ortadoğu’da ne Suriye’de ne de Türkiye’de hiçbir çözümün ve denklemin başarıya ulaşma şansının olmadığı kanıtlanmıştır. Türkiye ve Suriye bunun en canlı örneğidir.

Komplonun sonuç aldığı nokta ise, Türkiye’deki ekonomik siyasi sistemin uluslararası güçlere bağımlı hale getirilmesi; uluslararası oyun planlarının bir parçası haline getirilerek, rol verilmesidir. 15 Şubat’la Türkiye’nin devlet ve siyasi iradesi, uluslararası sistemin ipoteği altına alınmıştır. Kürt karşıtlığına dayanan çözümsüzlük siyaseti Türkiye’yi bütün dünyada yalnızlaştırdığı gibi hegemonik güçlerin de esiri haline getirmiştir. Asıl görülmesi gereken budur.

Komplonun tam anlamıyla boşa çıkarılması nasıl mümkün?

Uluslararası komplo bugün ağırlaştırılmış mutlak tecritle sürdürülmektedir. İmralı’nın kapısı kapatılarak halkların barış, demokrasi ve özgürlük talepleri tecrit altına alınmaya çalışılmaktadır. Demokrasi tecrit altındadır. Hukuk, adalet tecrit altındadır. Dolayısıyla tecridin kırılması, barış kanallarının ve İmralı’nın kapısının demokratik müzakereye açılması komplonun tümüyle boşa çıkarılması açısından bugün tarihsel bir zorunluluk ve sorumluluk olarak, hepimizin, tüm demokrasi güçlerinin, demokratik toplumun önünde durmaktadır.

‘SAYIN ÖCALAN UYARMIŞTI’

İmralı heyeti olarak görüşme yaptığınızda, sayın Öcalan, tecridi nasıl ele alıyordu? Sürecin yeniden tecride dönüşebileceğine dair öngörüleri, uyarıları var mıydı?

Sayın Öcalan, sürecin ilerleyebilmesi için somut adımların atılmasının elzem olduğunu her görüşmede vurguluyordu. Görüşmelerin sonlarına doğru bu süreci bir diyalog süreci olarak gördüğünü ifade etmişti. Müzakerelerin olabilmesi için somut, kalıcı adımların atılması gerektiğine özellikle dikkat çekiyordu. Hatta son görüşmelerimizde “Eğer somut adımlar atılmazsa bu süreç biter ve bir daha buraya gelemezsiniz” demişti. Süreç kendisinin öngördüğü gibi gelişti. İktidar kalıcı çözümden yana somut adımlar atmadı. Dolmabahçe Mutabakatı’nı bir kenara attı ve süreci bitirdi. Böylece tecridin zeminini de yaratmış oldu.

NEDEN TECRİT?

İmralı’da tecridin bir sistem, rejim olarak uygulandığı söyleniyor. İktidarın tecride başvurmasını neye bağlıyorsunuz?

Tecritte ısrar çözümsüzlük politikasındaki ısrarın bir sonucudur. Gerek uluslararası sistem gerekse bu sisteme bağımlı olan devlet ve iktidar aklı, tarihi Kürt-Türk barışını, Ortadoğu barışını, Ortadoğu’nun demokratik bir sürece evirilmesini kendi çıkarlarının önünde engel olarak görmektedir. Halkların demokratik özgür geleceğini inşa etmesi, ulus devlet sisteminin dayattığı politikaların sonudur. Bunu gördükleri için demokratik çözümü engelleyerek, kendi çatışmacı politikalarına alan açtılar. Türkiye’deki tekçi iktidar da aynı politikadan beslenmekte ve faşizm uygulamalarıyla kendi sistemini ayakta tutmaya çalışmaktadır. Tecridi bu nedenle devreye soktular. Tüm toplumu, demokratik muhalefeti tecrit altına aldılar. Demokrasi, hukuk, siyaset, parlamento, yerel yönetimler, sivil toplum ve emek örgütleri, kadınlar, gençler tecrit altındadır. AKP-MHP ittifakı, tecritle, kayyumla, gözaltı ve tutuklamalarla, otoriter baskıcı politikalarla kendi sistemini sürdürmeyi temel politika haline getirmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adını verdikleri tek adam yönetimini de aslında tecritle kurdular. AKP-MHP ittifakı tecrit ve Kürt karşıtlığı üzerine kuruldu. Çözüm, barış ve cumhuriyetin demokratikleşmesi arayışlarının karşısına tekçi rejimi diktiler. Bu nedenle tecride dört elle sarılıyorlar.

‘SAYIN ÖCALAN’I DİNLESELER ORTADOĞU BAŞKA OLURDU’

Sayın Öcalan’ın Ortadoğu’ya dair öngörüleri de günbegün doğrulanıyor. Sizce tecridin bölgesel etkisi ne düzeyde?

2013-2015 yılları arasında başlayan diyalog süreci iktidar tarafından bitirilmeseydi, Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl adımlarla ve demokratik müzakereyle çözümü engellenmeseydi, Sayın Öcalan’ı dinleselerdi, oluşacak barış iklimi, gelişecek çözüm potansiyeli ve esecek demokrasi rüzgârı Suriye başta olmak üzere tüm Ortadoğu’yu da etkileyecekti. Çözüm süreci ilerleseydi Sayın Öcalan’ın ortaya koymuş olduğu ve yüz yılın çözüm perspektifini kapsayan demokratik proje Türkiye’de de Suriye’de de Ortadoğu’da da halkların demokrasi baharına dönüşecekti. Türkiye bugün Suriye topraklarında savaşın bir tarafı olmayacaktı. Çeteleri destekleyen bir noktada olmayacaktı. Suriye’de daha fazla kan akmayacaktı. Demokratik bir Suriye süreci başlayacaktı. Suriye’de ve bölgede hegemonya kurmak isteyen uluslararası güçler, demokratik çözüm alternatiflerini devre dışı bırakarak kendi çatışmacı politikalarını sahaya sürdüler. Türkiye’nin devlet ve iktidar aklı da bu politikaya yattı. Kendi geleceğini çatışmacı politikalarda gördü.

Sayın Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de uluslararası komployla çıkmak zorunda kaldığı Suriye topraklarında şimdi komployu planlayanlar at koşturuyor. Çözümsüzlüğü Suriye’ye taşıdılar. Oradan Türkiye dahil bütün bu coğrafyaya yaydılar. AKP-MHP bloku, sırf Kürtler demokratik bir yönetim oluşturmasın, Suriye’de irade olarak temsil edilmesin, içeride demokratik çözümü dayatmasın diye bu uluslararası politikaya eklemlendi. Evet, Kürt halkı, Suriye halkları, savaşın ağır bedelini ödüyor. Ama Türkiye halkları da çok ağır bedel ödedi, ödüyor. Her gün İdlib’den cenazeler geliyor. Çözümsüzlüğün sonucu budur. Tezkereye ‘evet’ diyenlerin yarattığı tablodur, bu. Kürt sorununu çözmemenin, Kürtlerle barış ittifakını geliştirmemenin maliyeti daha fazla kayıp, daha fazla yıkımdır.

‘TECRİT KALKARSA 10 GÜNDE İKLİM DEĞİŞİR’

Çözümsüzlüğün siyasi maliyetlerinden biri de darbe mekanizmasının devrede olmasıdır. İşte tecrit politikası çözümsüzlüğü tüm bölgeye yaymak için devreye konulan bir sistemdir. Bugün Suriye barışının önündeki en büyük engel tecrit ve tecritle sürdürülen çözümsüzlük siyasetidir. Türkiye, tam bir tıkanmanın, açmazın içerisindedir. Sayın Öcalan’ın öngörüleri doğrulanmıştır. Dolmabahçe’yi yok sayan iktidar, İdlib bataklığında kaybediyor, Libya’da kaybediyor. İmralı’yla diyalog kurmadıkları için bugün bir gün Moskova’dalar, diğer gün Washington’dalar. Oysa çözümün yolu bellidir. İmralı’nın kapısının açılması, diyalog ve müzakereye dönülmesidir. 10 günde iklim değişir ve demokratik bir süreç hem Türkiye hem Suriye açısından başlamış olur.

‘TECRİDİN KALICI OLARAK YIKILMASI İÇİN…’

Leyla Güven öncülüğünde başlayan, cezaevlerine ve yurt dışına kadar yayılan direnişlerin sonucu olarak İmralı’ya gidildi. Direniş sonuç getirdi ancak bu sonuç kalıcı olmadı. Bunu nasıl yorumlamak lazım? Dahası, kalıcı sonuçlar için halk, kurumlar, siyaset alanı neler yapmalı?

Leyla Güven arkadaşımız tecride karşı büyük bir mücadelenin, onurlu bir direnişin öncülüğünü yaptı. Bu mücadelesiyle tecrit gerçeğini Türkiye kamuoyuna kavratmayı başardı. Demokrasinin, barışın ne denli acil ve önemli olduğunu kamuoyunun, siyasetin, parlamentonun, yine uluslararası kamuoyunun gündemine oturttu. Hükümet, toplumsal alandan yükselen bu basınç karşısında seçim sürecini de fırsat bilerek avukat görüşmelerine getirdiği yasağı kısmi olarak esnetti. Avukat ve aile görüşüyle birlikte müzakere, barış olanakları ve çözüm yeniden konuşulmaya başlanmıştı. Sayın Öcalan en son 7 Ağustos 2019’daki avukat görüşmesinde “Bu sorunu iki haftada çözerim” diyerek çağrıda bulunmuştu. Ancak AKP iktidarı, bu çağrıya demokratik adımlarla cevap vermek yerine tecritle karşılık verdi. 19 Ağustos’ta başlattığı ikinci kayyum darbesiyle yanıt verdi. Hedefleri Suriye’yi işgal etmekti. Tüm bu gelişmeler değerlendirildiğinde, tecride karşı çok daha güçlü demokratik bir mücadelenin verilmesi, tecrit mücadelesinin demokrasi mücadelesiyle birleştirilmesi, bunun, halkların ortak gelecek hedefiyle bütünleştirilmesi, AKP’nin faşizm politikalarının geriletilmesi mücadelesiyle ortaklaştırılması büyük önem taşımaktadır. Faşizminden kurtulmanın yolu tecride karşı mücadeleden geçmektedir. Bu bilinçle hareket edilmesi gerekir. HDP’nin demokrasi ittifakıyla büyütmeyi önüne hedef olarak koyduğu demokrasi mücadelesinin özü aynı zamanda tecride karşı mücadeledir. Demokrasiden yana olan, demokratik siyaset yürüten herkesin tecride karşı hep birlikte mücadele yürütmesi gerekir. En nihayetinde tecrit tüm ülkeyi sarıp sarmalayan bir karanlık sistemdir. Herkesin bunun farkında olması gerekir.

‘ULUSLARARASI KURUMLAR HEMEN HAREKETE GEÇMELİ’

CPT başta olmak üzere uluslararası kurumlar -doğrudan sorumluluk alanları olsa da- İmralı tecridine kayıtsız mı? Neler yapmaları gerekir?

Tecrit insanlık dışı, hukuk dışı bir uygulamadır. Ne yazık ki bugüne değin Avrupa Birliği kendi demokratik değerlerine, insan hakları sözleşmelerine yeterince sahip çıkmamış ve tecrit karşısında etkili bir pozisyon almamıştır. Kürt sorununu çıkar ilişkilerinin kurbanı yapmak halklara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Dolayısıyla AB ve Avrupa Konseyi’nin, yine CPT’nin bu yanlıştan dönmesi, kendi hukuklarına sahip çıkması ve bir an önce tecridin sonlandırılması için gerekli girişimlerde bulunması onlar açısından tarihsel bir sorumluluktur. Kürt sorunu Avrupa’nın da bir sorunudur. En nihayetinde Kürt sorunu uluslararası bir sorundur. Bu nedenle hiç kimse, hiçbir ülke, buna kayıtsız kalamaz. Bu sorundan kaçamaz.

‘TECRİT SÜRERSE BÜYÜK KRİZ VE DARBELER GELİR!’

Bundan sonrası için temenniniz, uyarı ve çağrılarınız var mı?

Uluslararası komplonun başarıya ulaşamadığı ve bundan sonra da ulaşamayacağı 21 yıllık büyük direniş ve mücadele sayesinde kanıtlanmıştır. Tarihi gerçeklerden ders çıkarmak yerine halen tecritle, savaş politikalarıyla sonuç alacağını düşünenler tarihi bir yanılgı içerisindedir. Temennimiz, bu yanlış politikalardan bir an önce vazgeçilmesi ve çözüme odaklanılmasıdır. Demokratik siyaset olanaklarının en geniş biçimde kullanılmasıdır. Demokratik müzakere ve barış politikaları dışında hiçbir seçenek başarılı olmadı, olamaz da. Çözümsüzlükte ısrar halklara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Türkiye bugün ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda büyük bir çöküşü yaşıyor. Nedeni, bu çözümsüzlük siyasetidir. Kürt sorunuyla, demokrasi ve adalet sorunuyla, geçmişle yüzleşmekten kaçtığı sürece Türkiye, çok daha büyük krizlerle, darbelerle karşı karşıya kalacaktır. Buradan artık çıkılması gerekir. Kürt sorununu ve demokrasi sorununun çözmeyen, çözülecektir, aşılacaktır. Demokrasiye dayanmayan, yaslandığı faşizmle birlikte çökecektir. Türkiye halkları faşizmle elbette yaşamak zorunda değildir. Çaresiz değildir. Alternatifsiz de değildir. HDP’nin yarattığı demokratik seçenek, demokratik iktidar sürecine tarihi bir kapı açmaktadır. Hep birlikte bu çıkışı yapmak durumundayız. Tecritle, faşizmle, kayyum gasbıyla, yoksullukla, yolsuzlukla yönetilmeye çalışılan bu ülkeyi; barışla, demokrasiyle, adaletle, özgürlüklerle, yeni yaşamla yönetilen bir ülke noktasına taşımak durumundayız. Ve bunu mutlaka başaracağız. İnancımız ve kararlılığımız, halklarımızın direngen duruşu en büyük gücümüzdür. Komplocular başaramadı, tecridi sürdürenler de başaramayacak.