Osmanlı mirası üzerine kurulan Türk devleti Türkleştirme esaslı politikalarla, ‘Tek ulus ve tek din’ bir toplumsal yapı inşa etmeyi esas almıştır. Bu dönemde Türk devleti, Kürt/Alevi toplulukları Türkleştirmeyi ve diğer Alevi toplulukları ise Sünnileştirmeyi esas almıştır. Toplumsal özgünlüklerin yaşadığı Mereş ise Türk devletinin siyasi ve sosyolojik soykırımlarına en çok maruz kalan kentlerden biridir. Türk devletinin soykırım etnik ve arındırma politikalarının sonucu 1978 yılında Mereş’te Kürt/Türk Alevi topluluklarına yönelik bir soykırım gerçekleştirildi.
Türk devleti Ermeni ve Hristiyan halklarına yönelik sistematik olarak uyguladığı yok etme politikalarını Kürt ve Alevilere karşı devreye koydu. Mereş ve çevresinde yaşayan Kürt ve Alevileri asimile politikalarına tabi tutmak, göç ettirmek için sistemli olarak soykırım stratejisini uyguladı. 1978 yılında Mereş’te Kürt/Türk Alevilerine yönelik soykırım amaçlı bir katliam gerçekleştirildi. Bu katliam devletin yok etme stratejisinin politikalarına bağlı mekanizmalar tarafından gerçekleştirildi. Devletin Kürt ve Alevileri yok etme, Türkleştirme politikaları değişmeyen ‘Tek ulus ve tek din’ stratejisinin temel uygulamalarıdır.
Kürt Araştırmacı Yazar Aziz Tunç, Mereş’e uygulanan soykırım politikaların tek amacının o bölgeyi Kürtsüzleştirme ve Alevisizleştirme olduğunu belirterek, Suriye savaşından kaynaklı Türkiye’ye gelen radikal unsurların Mereş’te Alevi Kürtlerin yerlerine yerleştirilmesinin amacının Mereş ve Efrîn Kürtlerinin tarihsel bağlarını koparmaya yönelik olduğunu söyledi.
Türk devletinin soykırımcı politikalarının ulus devlet paradigmasının bir sonucu ve ürünü olduğunu belirten Tunç, bugün de aynı soykırımcı politika, en vahşi ve en kanlı biçimde, Türk devleti tarafından Kürtlere ve Alevi/Kızılbaşlara karşı uygulandığının altını çizdi. Tunç, bu amaçla Türk devletinin sistematik olarak Mereş’te göç ettirme politikası izlediğini belirti.
MEREŞ’TE GÖÇ DALGASI 1978 SOYKIRIM SALDIRISIYLA HIZLANDI
Mereş’te göç dalgasının 1978 yılında yaşanan soykırım ile hızlandığını ifade eden Tunç, o dönemde yaşananları şöyle anlattı: “Kürt-Türk Alevilere yönelik soykırım amaçlı bir katliam olduğunun özellikle ve en başından belirtilmesi gerekmektedir. Bu soykırım devletin stratejik politikasına bağlı olarak ve görevli soykırımcı mekanizma tarafından gerçekleştirilmiştir. Başından beri yapılan açıklamalar devletin soykırımcı özelliğinin yapısal olduğunu, stratejik olduğunu, döneme ve koşullara bağlı olarak değişmediğini yeterince açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Türk devleti açısından Ermeni ve diğer Hristiyan halklardan sonra bölgede soykırım sırası Kürt- Türk Alevi/Kızılbaş toplumuna gelmişti. Bu amaçla devlet, Mereş ve çevresinde yaşayan Kürt-Türk Alevilere karşı sürekli ve sistemli olarak asimile etme politikası izlemiştir.
Bu politikanın sonucu olarak 1967 Elbistan, 1971 Kırıkhan, 1976 Bazarcix, 1978 Mereş saldırılarının tümünün amacı Kürt- Türk Alevi/Kızılbaş toplumunu yok etmek, asimile etmek ve teslim almak amacıyla gerçekleştirmiştir. Daha önemlisi bu saldırıların hiç birisi tesadüf değildir. O nedenle Türk devleti, 19/26 Aralık 1978 tarihinde Maraş ve yakın çevresinde Kürt-Türk Alevilere karşı bir soykırım saldırısı yapmıştır. Bu gerçeğin net olarak ortaya konması gerekiyor. Bu konuda net olunmazsa Türk devletinin doğru tanınması da mümkün olmayacaktır. Mereş’te ve benzeri biçimde o dönemde Sivas, Malatya ve Çorum’da, söz konusu soykırım amaçlı saldırılar devletin ve paramiliter kadroların fiili yönetiminde kışkırtılmış güruhlar eliyle yapılmıştır.”
KENDİNİ GÜVENDE HİSSETMEYEN ALEVİLER GÖÇ ETTİ
Mereş soykırımından sonra Kürt-Türk Alevilerin yoğun bir göç yaşadığını ve bu göçü ekonomik nedenli olarak gerekçelendirilmesinin doğru olamayacağını vurgulayan Tunç, şunları belirtti: “Bu göç, çoğu zaman ekonomik nedenlerle izah edilmeye çalışılmıştır. Halbuki gerçek böyle değildir. Komşu iki köy düşünün; ikisinin de sosyo-ekonomik durumu aynıdır. Her iki köy de yoksuldur, geliri olmayan tarım ve hayvancılıkla geçinmektedir. Bu köylerde Kürt-Türk Alevi olan köy göçüyor, göç yoluyla neredeyse tamamen boşalıyor ancak devletin sosyal dayanağı olan Türk-Kürt İslam/Sünni köy göçmüyor. Çünkü Kürt-Türk Alevi köylüleri kendilerini güvende hissetmemekte, devlet tarafından göçmeye yönlendirilmektedir.
Öte yandan devletin dayanağı olan Kürt-Türk İslam Sünni kesime ise devletten ayrıcalıklar, avantajlar sunulmakta, destek verilmekte, sahip çıkılmakta, korunmakta, kollanmaktadırlar. Mereş Katliamından da aynı bunlar yaşanmıştır. Bu nedenle Kürt-Türk Alevi köylüleri topraklarını terk ederek göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu durum, yapılanın ne olduğunu göstermesi açısından da önemlidir.”
Mereş, hem Osmanlı devleti hem de Türk devleti tarafından en çok ‘toplumsal mühendislik’ çalışmalarının, yani "etnik ve dinsel arındırma" operasyonlarının yaşatıldığı bölgelerden birisi olduğunun altını çizen Tunç, “1865’ten Fırka-i İslâhiye'den başlayarak arada geçen 150 yıl boyunca Maraş’ta neler olmadı ki? Ermeniler başta olmak üzere bütün Hristiyan halklar, Süryaniler, Yahudiler, Rumlar yok edildi. Onların yerine Çerkesler, Balkan göçmenleri Maraş ve çevresine yerleştirildi. Halklar birbirlerine düşmanlaştırıldı” diye konuştu.
RADİKAL UNSURLARI YERLEŞTİREREK KÜRT-ALEVİLERİ GÖÇE ZORLUYORLAR
Kürt Alevi/Kızılbaşların ana vatanının Kurdistan olduğunu ve burada yerleşik olan Alevileri göç ettirme politikasının esas alındığını belirten Tunç, Suriye savaşından dolayı yaşanan göç sonucu Mereş’ın Terolar Köyünde kurulan kampa özellikle radikal unsurların yerleştirilmesinin de, devam eden soykırım politikalarının devamı olarak geliştiğini kaydetti. Soykırımcı bir zihniyetle etnik ve dinsel arındırma politikasının Türk devletinin stratejik politikası olduğunu ve devamında da aynı politikaların izlendiğini ifade eden Tunç, “2016’da Terolar köyüne İŞİD’çilerin yerleştirilmesi de, bu politikanın bir başka biçimde uygulanmasıdır.
İŞİD’çilerin bölgeye yerleştirilmek istenmesinin iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi; bölgede yaşayan Kürt-Türk Alevilerin varlığını azaltmak, ikincisi; Erdoğan’a ve Türk devletine bağlı bir sosyal taban yaratmak. Türk devleti en başından beri mülteci politikalarını da ırkçı ulus yaratma projesine göre yürütmektedir. Cumhuriyetin başından beri her dönem, yeni yeni ‘Türk kardeşler’ yeni yeni ‘Müslüman kardeşler’ keşfeden Türk devleti, bu kesimleri getirerek hem sosyal dayanak olarak değerlendirmekte hem de ‘içerideki düşmanlara’ karşı bu unsurları kullanmaktadır. Bu nedenle Erdoğan, Suriye savaşında İŞİD’in sosyal tabanı olan kesimleri getirterek, Kürt Alevi yerleşimi olan Terolar’a yerleştirmiştir. Böylece hem Mereş’te daha güçlü bir taban oluşturmaya çalışmış hem de Kürt Alevileri topraklarını terk etmeye zorlamıştır” şeklinde konuştu.
MEREŞ'İN ROJAVA İLE BAĞINI KOPARMAK İSTİYORLAR
Mereş’te yaşayan Kürt toplumunun Rojava/Efrîn ile bağlarının köklü olduğunun bilindiğini ve devletin oraya radikal unsurları yerleştirerek bu tarihsel bağı koparmaya çalıştığına işaret eden Tunç, şunları ekledi: “Kurdistan'ın bir şehri olan Efrîn’de yaşayan Kürt aşiretlerinin devamı Pazarcık'ta, Afşin’de, Elbistan’da yaşamaktadırlar. Yani Efrînlilerle Pazarcık, Afşin ve Elbistan’da yaşayan aşiretler akrabadırlar. Devletin bunu da göz önüne alarak buradaki Kürt Alevilerinin Efrîn’le olan sosyal bağlarının güncellenmesinden korktuğu anlaşılmaktadır.
Efrîn ile Pazarcık, Afşin ve Elbistan’ın Kürt Alevilerinin bağlarının güncellenmesi, Kurdistan özgürlük mücadelesinin bir mevzisinin güç kazanması olacaktı. Bunun için bu bölgedeki Kürt Alevilerin Efrîn’le olan sosyal, etnik ve dini bağlarını tümden kopartmak istemiştir. Bu amaçla Kürt Alevilerin Maraş, Pazarcık, Elbistan ve Afşin bölgesini boşaltmalarını sağlamak için söz konusu İŞİD’çi grupları Terolar’a yerleştirmeye çalışmıştır” diyerek konuşmasını sonlandırdı.