Devletin yokluğu, halkların seferberliği

Devletin hiçbir kurumu, devlete yakınlığıyla bilinen hiçbir dernek, cemaat, vakıf ilk günler ortada yoktu. Taraflarını belli etmişlerdi, ancak halklar da tarafını belli edip seferber olmuştu.

Deprem bölgesine giderken karşılaşacaklarımızı, acı ve yıkımın boyutunu bilmiyorduk. İçimizde bir belirsizlikle yola çıktığımızda ilk durağımız Hatay oldu. Bilinmeyen bir acıya gitmenin çaresizliği içinde, tek isteğimiz acıyı da, öfkeyi de paylaşıp duyurmaktı. Bir belirsizliğin ortasına doğru hem ruhen hem de bedenen hazır olmadan gidiyorduk. Ruhumuzu saran, acının korkunç büyüklüğüydü.

Belirsizliğe doğru giderken, umudumuzu diri tutan tek şey, halkların deprem bölgesine yönelik kayıtsız kalamama durumuydu. Yol boyunca yüzlerce araç, yüzlerce TIR, yıkımın olduğu bölgede yaşayanlara yardım eli uzatmak için gidiyordu. Çoğu bireysel çabalarıyla toplanan insanlar, devletin yapmadığını, yapmak istemediğini yapıyor, yardım çağrısına kendi imkanlarıyla cevap vermeye gidiyordu. Yüzlerce, binlerce insan, kendi araçları ya da kiraladıkları araçlarla, kendi imkanlarıyla topladıkları yardımları götürüyordu. Orada yaşayacakları sıkıntıları düşünmeden, yaşamlarındaki sıkıntıları bir kenara bırakarak yardıma gidiyorlardı. Dinlenme tesislerinde, yol boyunca gördüğüm tek şey; yoksulların, işçilerin, emekçilerin birbirlerine katıksız bir dayanışma içinde olma isteğiydi.

DEVLETİ İLKİN TIR’LARI DURDURURKEN GÖRDÜK

Devletin resmi hiçbir kurumu, devlete yakınlığıyla bilinen hiçbir dernek, cemaat, vakıf ilk günler ortada yoktu. Taraflarını belli etmişlerdi ancak halklar da tarafını belli etmeye başlamıştı. İşçiler, işlerinden olma pahasına kendi aralarında organize olmuş, aldıkları asgari ücretle yardım toplayarak, araç kiralayıp yardıma gidiyordu. Devleti; ilk olarak Hatay’a girişte, bazı yardım TIR’larını durdurduğu sırada gördük. İş makinelerinin geçişine izin vermeyen, bazı yardımların gecikmesini sağlamak için varlığını göstermişti.

ÖFKE, ACI VE ÇARESİZLİK

Hatay’a gece varmıştık; Yolcuğumuz, halkların yardım konvoylarının uzunluğundan dolayı 27 saat sürmüştü. Kente ilk ayak bastığımda yüzüme çarpan acı ve öfkeydi. Daha bir gün önce sokaklarında dolaşanların olduğu kentte acı ve öfkenin ruhu dolaşıyordu. Kışın ortasında, eksi 5 dereceyi bulan soğukta Hatay halkı sokakta ısınmaya, enkaz altında kalan yakınlarından haber almaya çalışıyordu.

3. GÜN DE DEVLET YOKTU

Depremin 3. günüydü; devlete ait hiçbir araç, hiç kimse sokaklarda gözükmüyordu. Muhalif belediyeler ile gönüllüler, sokak sokak gezerek yardıma ihtiyacı olanları arıyor, onlara yardım etmeye çalışıyordu. Halkın öfkesi ise her geçen saat büyüyordu, çünkü gönüllüler de gelse halk devleti orada görmek istiyordu. Alınan deprem vergilerinin hesabını soruyor, gelmeyen devlete lanet okuyordu. Devletin olmadığı, olmak istemediği bir yerdeydik. Elinde balyozla ya da çıplak ellerle insanlar, enkazlar arasında yakınlarını, dostlarını kurtarmaya çalışıyordu. Gönüllü gelen devrimciler, yurtseverlerle birlikte enkazlardan insanları çıkarmaya çalışıyordu.

ÇARESİZLİĞE ÇARE OLANLAR

Acının boyutu, insanların çaresizliği o kadar yoğundu ki, bazı yurttaşlar yıkılan evlerine tehlikeli olduklarını bildiklerini halde girip anılarını topluyordu. Devletin insansızlaştırmaya çalıştığı, insanların anılarını hiçe saydığı bir alanda, geçmişlerine, topraklarına, anılarına sahip çıkmaya çalışan insanlar yıkıntılar arasına giriyordu. Gün ağardığında acı ve öfkenin ortasında, halkın çaresizliğine çare olmaya gelenlerle karşılaştım. Halka çaresiz, yalnız olmadıklarını hissettirenleri gördüm. Devrimciler, yurtseverler kendi imkanlarıyla kurdukları çadırlarla, toplanma alanlarıyla yıkımın dehşetini yaşayan halka bir sıcak çorba, bir battaniye vermek, onlara yardım etmek için uğraşıyordu.

Her yerden gelmişlerdi. Türkiye’nin, Kurdistan’ın her yerinden, işlerini, planlarını iptal edip halkların yardım çığlığına ilk koşanlardı. Arama kurtarma çalışmalarına katılıyorlar, hem oraya gelen gönüllülere hem de depremzedelere yatacak yer temin ediyor, yemek dağıtıyorlardı. Beraber gelen gönüllü sağlıkçılar aracılığıyla ufak tefek yaralara da pansuman yapıyorlardı.

Devletin olmadığı, olmayı seçmediği yerde devrimciler, yurtseverler vardı. Bütün ideolojik ayrışmalarına karşın halkın acılarına ilk koşanlar onlardı. Halkı ilk saran, onlara çaresiz değilsiniz, diyen yine onlardı. Soğuk havaya, barınma sorununa, tuvalet sorununa ve devlete rağmen halkı yalnız bırakmadılar.

HEPSİ KOORDİNELİ ÇALIŞTI

Hatay’da başta HDP, HDK olmak üzere TİP, TÖP farklı alanlarda yardım bölgeleri oluşturarak kendilerine ulaşan yardımları organize ve planlı bir şekilde halka dağıttı. Her bölgede revir açarak gönüllü sağlıkçılarla birlikte halka ilaç ulaştırdılar. İdeolojik olarak birbirlerinden ayrı dursalar da konu halka yardım olduğunda hepsi koordineli bir şekilde çalıştı. Birbiriyle dayanışan örgütleri gören halkın onlara olan güveni de arttı. Sadece halk değil, devletin 4. gün gönderdiği asker de çareyi devrimcilerle birlikte çalışmakta buldu.

DEVLETİN HOŞUNA GİTMEDİ

Gelen gönüllüler çoğu zaman aç yattı, soğukta yattı; yardımları son parçasına kadar halka dağıtmakla uğraştı. Herkes bu çabayı, bu yardım etme ısrarını bütün çıplaklığıyla gördü. Bu durum elbette devletin hoşuna gitmedi. Provokasyon ve saldırı girişimleri oldu. Yetmedi; sahaya TEM polislerini, özel seçilmiş jandarmaları getirdi. Bu da yetmeyince iktidara yakınlığıyla bilinen cemaat, dernek ve vakıfları sahaya sürdüler. Devrimcilere karşı kara propaganda çalışmalarına başladılar, ancak bu kara propaganda halkta bir karşılık bulmadı. Israrla devrimcilerin olduğu bölgelere geldi halk. Onlara güvendi, onların planlarına dahil oldu, devrimcilerin kendilerine verdikleri yardımları yine devrimcilerle paylaşmaya başladı.

HATAY SONRASI ELBİSTAN

Hatay sonrası Elbistan’a gittiğimde durumun korkunçluğunun anlatılanlardan çok daha büyük olduğunu fark ettim. Elbistan geceleri eksi 25 dereceye kadar düşüyordu. O soğukta, dışarıda durulmasının imkansız olduğu Elbistan’da HDP, HDK, TİP ve Partizan birbirleriyle koordineli bir şekilde halka yardımları ulaştırıyordu. İlk başta halkın barınma sorunu çözülsün istediler. Buldukları çadırları, sobaları halka dağıttılar. Yardım yapılacak evler, köyler tek tek tespit ediliyor, neye ihtiyacı olduklarını öğrenilip, evlerine götürülüp bırakılıyordu. Bir şişe su dahi olsa istenilen, yoruldum demeden götürüyordu devrimciler. Halka dağıtılan yemekleri dahi yemeye kıyamayan, çoğu zaman sabahları yaptıkları kahvaltıyla akşama kadar duran insanlardı gördüklerim. Sadece insanlara değil, sokakta kalan hayvanlara da yardım ettiler. Kimsenin o yıkımların arasında görmediği hayvanlarla yemeklerini paylaştılar, onların da yaralarını sardılar. 

Daha söylenecek, konuşulacak çok şey var biliyorum ama insan, bazen tam sözcükleri bulamıyor. Sözün kısası aslında Elbistan’da 65 yaşındaki Zöre Ana’nın söylediğinde gizli: “Kimse yokken siz geldiniz, Allah sizin eksikliğinizi bize vermesin.”