Helin Ümit: Bakur’da direniş serhildan düzeyine çıkmalı
PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, işgal ve İmralı işkencesine karşı eylemleri selamlarken, Bakur'da direnişin serhildan düzeyine çıkarılması gerektiğini söyledi.
PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, işgal ve İmralı işkencesine karşı eylemleri selamlarken, Bakur'da direnişin serhildan düzeyine çıkarılması gerektiğini söyledi.
Helin Ümit, Nobel ödüllü isimlerin ve BM'nin İmralı işkencesine karşı açıklamalarının önemli olduğunu belirterek, "İmralı'da ayrı bir rejim var" dedi. Helin Ümit, barış isteyenlerin tarafsız olamayacağını söyleyerek, "Kurdistan'daki savaşa kimse sessiz kalmamalı. Kürt halkına karşı yürütülen soykırım saldırılarına, İmralı soykırım sistemine karşı çıkılmalı" dedi.
İşgal ve tecride karşı gerillanın tarihi bir direniş yürüttüğünü vurgulayan Helin Ümit, Bakur'da direnişin yetersiz olduğunu söyledi ve "Serhildan gerekiyor" mesajını verdi.
Kürt değerlerine dönük saldırılara dikkat çeken Helin Ümit, halkı değerlerini daha güçlü sahiplenmeye çağırdı.
PKK Merkez Komite Üyesi Helin Ümit, Medya Haber TV'nin sorularını yanıtladı...
'NOBEL ÖDÜLLÜ İSİMLERİN GİRİŞİMİ ÇOK ANLAMLI, UMARIM DEVAMI GELİR'
İlk gündemimiz tecrit ve tecride karşı mücadele. Tecrit devam ediyor, direniş de devam ediyor. Geride bıraktığımız Temmuz ayı içerisinde tecride karşı direnişin etkileri yine aynı şekilde tecrit politikalarına karşı tepkinin kendisini dışa vurduğu bazı olaylar gelişti. Mesela Temmuz ayında gerçekleştirilen bir Birleşmiş Milletler Toplantısı'nda komite raporu hazırlandı, sunuldu. İmralı tecrit sisteminin de eleştirildiği bir rapordu bu. Yine 69 Nobel ödüllü bilim ve düşünce insanının hem uluslararası kurumlara, kuruluşlara hem de Tayyip Erdoğan'a gönderdiği bir mektup vardı. Önder Apo'nun fiziksel özgürlüğünün bir an önce sağlanması, yine Kürt sorununun demokratik çözümü için rolünü oynayabilmesi adına koşulların olgunlaştırılması çerçevesinde talepleri içeren bir mektup olduğu beyan edildi. Tüm bunlar tecride karşı mücadelenin açığa çıkardığı etkiler kapsamına değerlendirilebilir. Siz bu çerçevede tecride karşı mücadeleyi ve tecrit politikalarının geldiği aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de özellikle de Kuzey Kurdistan ve Türkiye'de tecride karşı gereken mücadele verilebiliyor mu?
Öncelikle İmralı'da tarihi direnişini sürdüren Önderliğimizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum tüm yoldaşlarım adına. Belirttiğiniz gibi Temmuz ayı da sıcak bir ay olarak geçti. İmralı soykırım sistemiyle mücadele konusunda Kürt halkı dört parça Kurdistan'da da eylemlerini sürdürdü. Önemli bir hareketlilik yaşandı. Yine özellikle İmralı soykırım sistemine karşı mücadeleye gerilla öncülük etti. O anlamıyla aslında özgürlük gerillalarının tüm pratiği aslında İmralı soykırım sistemini parçalama temelinde gelişiyor, ona vuruyor. Yapılan her gerilla eylemi özünde İmralı soykırım sisteminin dayanaklarına vuruyor. Onu ortadan kaldırmayı hedefliyor. O anlamıyla görkemli bir Temmuz ayını daha geride bıraktık. Küresel özgürlük hamlesi devam ediyor bu çerçevede. Hem gerillanın öncülüğü var, hem halkımızın dört parça Kurdistan'da, her yerde sürdürdüğü eylemsellikler var, mücadele var. Bunun etkileri tabii her geçen gün daha fazla açığa çıkıyor. Bu çerçevede sizin belirttiğiniz gelişmeler yaşandı. Bunlar önemli gelişmeler. Asla küçümsenmemesi gereken, büyük bir heyecan ve coşkuyla karşılanması gereken, değer verilmesi gereken gelişmeler oluyor. Özellikle tabii 69 Nobel ödüllü bilim insanı, akademisyen, edebiyatçı kişinin, Önder Apo'nun sadece bulunduğu koşulların değişmesi değil, serbest bırakılması talebiyle, özgür kalması ve onunla müzakerelerin geliştirilmesi talebiyle ortaya koydukları irade gerçekten çok anlamlıdır. Şöyle bakamayız, Kürt halkı ne insanlık bu 69 kişiyi, Nobel ödülü almış olan, barış ödülü almış olan bu 69 kişiyi sadece 69 kişi gibi göremeyiz. Çünkü şöyle mesela bir toplumun aydını, bilim geliştiren insanı, edebiyatçısı aynı zamanda belirli bir toplumsal kimliği temsil etmiştir ki o sıfatı hak etmiştir. Hele hele bu insanlar barış ödülü de almışlar. Anlamını gerçekten iyi bilmemiz lazım. bir toplumsal vicdanı, insanların toplumsal vicdanını ortaya koyuyor. Bunun ortaya koyulması anlamına geliyor.
Bundan elli yıl önce, Kurdistan'da hiçbir yaprak kıpırdamazken, Kürt halkı üzerinde her türlü imha, inkâr, soykırım sistemi harekete geçirilmişken hiç kimsenin Kürtlerden haberi yoktu, Kürtlere karşı bir savaştan haberi yoktu. O anlamıyla şimdi bu barış çağrısı ya da bu girişim şu anlama geliyor; Kürtlere karşı bir savaş var. Kürtlere karşı bir saldırı var. Kürt halkına karşı bir soykırım var. Buna 'dur' denmek isteniyor. O anlamıyla hani aldıkları o barış nişanesini bence hak ediyor bu 69 insan. Ve şöyle söyleyebilirim, tabii umut ediyoruz ki bu açıklamayla sınırlı kalmaz. Umut ediyoruz ki gerçekten dünyanın en mazlum halkı olan, bu yüzyıla kimliksiz, statüsüz, inkâr ve imha sistemi içerisinde, soykırım saldırıları altında giren bir halkın onurlu barışını gerçekleştirmesinde destek olurlar. O anlamıyla yürüyen savaşta bir tarafsızlık politikası izlemezler.
'BARIŞI İSTERKEN TARAFSIZ OLUNMAZ'
Şöyle bir durum var: Mesela barış söylemleri çok dile geliyor değil mi? Mesela Türkiye'de de var. Diğer yerlerde de var. Barış olsun, barış olsun. Barış ihtiyacı da barış talebi de bir şeyi gösteriyor. Bir savaşın olduğunu gösteriyor. Bunun ön kabulüne dayanıyor. Ama bir de bu savaşın tarafları var. Birileri saldırıyor, birileri direniyor. Ezilenin, hakkı elinden alınanın yanında durulmazsa barış olmaz. Herkese eşit olarak durayım, taraflara eşit mesafede kalayım, bu şekilde barış savunuculuğu yapayım diye bir şey olamaz.
Ben bu vesileyle dünya demokratik insanlığına, kesimlere, çevrelere bir kez daha sizin aracılığınızla bu çağrıyı yapmak istiyorum. Kurdistan'daki savaşa kimse sessiz kalmamalı. Kürt halkına karşı yürütülen soykırım saldırılarına bu çerçevede de İmralı soykırım sistemine karşı çıkılmalı. İmralı soykırım sistemi ortadan kaldırılmalı. bu önemli. bu gelişmenin açığa çıkardığı şey budur. Fakat tekrar etmek gerekirse bu gelişmeyi açığa çıkartan yine de Kürt halkının bitmek tükenmek bilmeyen mücadelesidir. 25 yıldır Önderliğimizin esareti itibarıyla da öyledir. Öncesinden de Avrupa sokakları dünyanın dört bir kıtasında her yerde Kürtler yaşadıkları yerlerde hep eylem içerisinde oldular. Varlık ve özgürlük taleplerini hep dile getirdiler. Bunun sonucu olarak şimdi biz dünya kamuoyunda böyle bir duyarlılığın geliştiğini görüyoruz.
Önderliğimizin avukatlarından Rezan Sarıca da değerlendirme yapmıştı. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından. Demişti aslında CPT'nin alması gereken tavrı, söylemesi gerekeni bugün Birleşmiş Milletler söyledi diye. Evet, Birleşmiş Milletler'in yaptığı açıklama önemlidir. Endişelerini dile getiriyorlar. aslında şu git gide daha fazla açığa çıkıyor. Birleşmiş Milletler'e üye bir devletin denetiminde bir siyasi tutsak var. Bir esir var. Ona yapılan muamele belli değil. Çünkü şunu izah etmiş Birleşmiş Milletler yaptığı açıklamada, şöyle bir ifade kullanıyor, diyor ki bir insan gözaltına alındıktan en geç 24 saat sonra avukatıyla görüştürülmelidir. bu hakkı vardır. Ve ondan sonrasında da gizliliğine de dikkat edilerek avukatlarıyla düzenli görüşür, görüşmek durumundadır, bunların hepsi haktır yani, insan hakları çerçevesinde dünya evrensel olarak kabul edilmiş haklar.
'İMRALI'DA ÖZEL BİR REJİM VAR'
Bakın, 10 yıldır neredeyse Önderliğimiz avukatlarıyla görüşme yapamıyor. Ondan öncesinde de Önderliğimizle görüşme yapıldığında da 24 saat kameraların eşliğinde sürekli dinleniyor, baskı altında... Önderliğimiz kendi avukatlarıyla rahat koşullarda, yasal, tanınan haklar çerçevesinde hiçbir zaman görüştürülmedi. Gerçekten bu durumun kendisi bile İmralı'da kurulan rejimin ne kadar özel bir rejim olduğunu, kişiye özel olduğunu, Önderliğimize özel olduğunu ortaya koyuyor. Önderliğimizin yanında dört arkadaş var. Bir arkadaşın çıkması gerekiyor, cezası doldu. Fakat çıkartmıyorlar. Niye biliyor musunuz? Önderlikten haber getirmesin diye. Önderliğin düşünceleri dışarıya çıkmasın diye. Kürt halkı hep böyle kaygılı, endişeli olsun, başka bir konu hakkında da mücadele etmesin diye. Ki Kürt halkı üzerine, Önder Apo üzerine uyguladıkları soykırım ve işkence sistemiyle psikolojik işkence yapabilsinler, Önderliğin rehine konumunu kullanabilsinler diye. Daha geçen hafta arkadaşlarımız açıkladı. Geçen hafta arkadaşlarımız neydi? Heval Besê dedi ki bize bazı dayatmalarda bulunuyorlar. Siz şöyle yaparsanız biz de böyle yaparız gibi. Bu Önderliğimizin nasıl bir rehine statüsünde tutulduğunu ortaya koyuyor.
'BM'NİN TECRİDE İLİŞKİN AÇIKLAMASI ÇOK ÖNEMLİ'
Gelinen aşamada Birleşmiş Milletler'in böyle bir rapor açıklaması, raporunda hiç geciktirilmeden İmralı'ya avukatların gitmesinin sağlanması ve Önder Apo'yla nasıl görüşmelerin sağlanması konusunda yaptığı açıklama da çok önemli.
Aylardır tartışıyoruz CPT'nin konumunu. sözde işkenceyi önleme komitesidir. Uluslararası bir kuruluştur. Aslında şöyle de söylenebilir. Avrupa halklarının, dünya halklarının mücadelesi sonucunda açığa çıkarılmış bir kurumdur CPT. Ulusüstü, devletüstü bir kurumdur. Fakat nasıl bir açıklama yaptılar? Dediler ki taraf ülke izin vermediği için biz 2022 raporunu açıklamıyoruz. 2023 raporundan bahsetmiyorum bile. 2024 raporundan da bahsetmiyorum. Bu konuda da Asrın Hukuk Bürosu'nun açıklamaları vardı. Gerçekten çok önemlidir. Sayın Özgür Erol açıklama yapmıştı bu konuda. Demişti ki bu durumun kendisi bile mesela Özgür Erol şunu söylüyor... Diyor ki biz bundan 14 yıl önce, 15 yıl önce görece görüşmelerin olduğu dönemde, görüşmeler kesildiğinde avukatların gidişi engellendiğinde CPT açıklama yapıyordu. Diyordu ki avukat görüşleri engellenemez. Fakat şimdi bu kadar uzun süredir avukatların girişi, gidişi, görüşmesi, kendi görevlerini, müvekkilleri hakkındaki görevlerini yerine getirmesi engellenirken CPT hiçbir şey yapmıyor, hiçbir açıklamada bulunmuyor. Yine mesela taraf olan ülkenin buna izin vermemesi de gerçekten bazı şeylere işaret ediyor. Neye işaret ediyor? Kötü muameleye, haksızlığa. Orada işlerin yolunda gitmediğine. O anlamıyla tüm bu hakikatler artık gizlenemez noktaya geldi. Türkiye'de zaten biz şunu çok iyi biliyoruz. Türkiye'de hukuk zaten yok. Türkiye'de zaten adalet yok. söz konusu Kürtler olduğunda zaten yok. Fakat artık çeşitli gerekçelerle, çeşitli kılıflarla bu gizlenemez hale geldi. Dünya toplumlarının insanlığın da tepkisini üzerine çeker hale geldi. İnsanlığın vicdanı sızlıyor yani. Bu kadar görkemli bir mücadeleyi geliştiren bir önder olacak, bir halkın önderi orada olacak. Her şeyini bir halkın varlığına adamış olacak. Sen bundan dolayı onu yargılayacaksın ve en basit, en basit diyorum bakın en basit taleplerini bile en basit haklarını bile yerine getirmesine izin vermeyeceksin. Bu kesinlikle kabul edilemez.
'UMUT HAKKI İÇİN MÜCADELE SÜRDÜRÜLMELİ, ÜZERİMİZE DÜŞEN GÖRKEMLİ DİRENİŞTİR'
Umut Hakkını tartıştık biz daha önce. Bu yıl Umut Hakkı yine tartışılacak. Bu çerçevede Kürt halkı ve dostları her zeminde Önder Apo'nun bu yasalarla belirlenmiş Umut Hakkından yararlanması için mücadele etmeyi sürdürmeli. Tüm yasalar, uluslararası sisteminin çizdiği tüm yasalar 25 yıl sonra Önderliğin bu haktan yararlanmasını gerekli kılıyor yani. Disiplin cezaları denilen oyunla, hukuk oyunlarıyla bunun önüne geçilemez. Bakın bir hafta dediler ki Önder Apo'ya yine bir disiplin cezası verilmiş. Biz bu disiplin cezalarının nedenini öğrenmek istiyoruz. Avukatları öğrenmek istiyor. Bu kadar keyfi olamaz ki yani. Keyfi, tek taraflı ceza verilemez ki. bu bahsettiğim şeyler hukuki boyutlar. biz bunların hepsinin bir siyasi oyun olduğunu, Kürt halkına karşı yürütülen savaşla bağlantılı olduğunu, onun özgürlüğünün, halkımızın özgürlüğüyle birlikte gelişeceğini, bunları çok iyi biliyoruz. Mesela İmralı'daki bu pozisyon devam ettikçe Kurdistan'da siyasi ve hukuki çözüm olamaz. Kurdistan'da herhangi bir barışçıl adım atılamaz. Hiç kimse kendisini böyle yanıltmamalı yani. Bu konuda hiç kimse kendisini kandırmamalı. Zaten ortada bırakalım siyasi ve barışçıl çözüm peşinde olan bir şeyi, tam tersine katliam kılıcını kuşanmış bir düşman gerçekliği var. Buna karşı üzerimize düşen şey İmralı soykırım sistemini parçalamayı hedefine alan görkemli bir direniş mücadelesi oluyor.
'EYLEMLER YETERSİZ, BAKUR'DA SERHİLDAN GEREKİYOR'
Bakurê Kurdistan'da da bir dizi eylemsellik var tabii. Özellikle tutsak yakınlarının ortaya koyduğu eylemler devam ediyor. Evet, zindandaki eylemsellik süreci değişti. Tutsak yakınları tecride karşı başta İmralı sistemi olmak üzere zindanlardaki insanlık dışı uygulamalara karşı, soykırım uygulamalarına karşı eylemlerini sürdürüyorlar. Fakat bunlar tabii yeterli değildir. Biz bunları yeterli göremeyiz. Bakurê Kürdistan, özgürlük mücadelemizin kök sahası. Derler ya her şey oradan gelişti, yayıldı. Öyle bir gerçekliği var. O anlamıyla mücadele geleneğine yakışır bir şekilde mücadele dalgasını yükseltmesi gerekiyor. Ve toplumsal ayaklanma, evet, serhildan gerekiyor yani. Şöyle olmuyor, karşımızda öyle bir devlet sistemi var ki küçük, dar, mesela az sayıda kişinin... Bunları hiç kale bile almıyor yani. Eziyor, geçiyor. O zaman ne gerekiyor? Örgütlü, dayanışmaya dayanan, gerçekten direnişi yükseltecek, kapsamlı, toplumsal eylemler gerekiyor. bu yürüyüş olabilir, bu sokak serhildanı olabilir, bu oturma eylemi olabilir, bu çadır eylemleri olabilir, bu açlık grevleri olabilir. şunu söylemek istiyorum. Gerçekten Bakurê Kurdistan'daki halkımızın şöyle davranmaması lazım: Soykırım yokmuş gibi davranmaması lazım. Düşman bunu böyle bir algı yaratmak için özel çaba sarf ediyor. Sanki hani hayat devam ediyor. Öyle değildir. Kurdistan'da, Bakurê Kurdistan'da bir soykırım rejimi var. Soykırım sistemi var. Belki ilerleyen sorularınıza soracaksınız. Fakat bütün bunların merkezinde de İmralı'daki soykırım sistemi var. O kırılmadan hiçbir şey kırılmaz. Ne ekonomi düzelir, ne sosyal ilişkiler düzelir, ne kendi kimliğimizi özgürce yaşayabiliriz.
Bu kapsamda başta Bakurê Kurdistan olmak üzere yine dört parça Kurdistan ve yurt dışında yaşayan halkımızın Ağustos ayını da bizim atılım ayımız, büyük görkemli işte Agitler'in ayı diyeyim, daha fazla toplumsal mücadeleyi yükselten bir duruşu geliştirmesi gerekir.
'KDP KÜRTLÜĞÜ PAZARLAMAYA ÇALIŞIYOR, BÜYÜK BİR ALÇAKLIK YAPIYOR'
Kurdistan'daki mücadele gündeminin esaslı konulardan biri de savaş. Medya Savunma Alanlarında Türk soykırımcı işgalciliğine karşı özgürlük gerillalarının yürüttüğü bir direniş var. Başlatılan son işgal saldırıları 3 Temmuz itibarıyla yeni bir aşamaya evrilmiş bulundu. Metina-Zap hattını kuşatmaya dönük KDP'nin de desteğiyle Türk ordusunun işgali derinleştirme politikaları, uygulamaları söz konusu. Bombalanan, boşaltılan yerleşimler var, ibadethaneler var. Tüm bunların KDP desteğiyle yürütüldüğü durumun söz konusu. Gerilanın eylemleri var, helikopter düşürüldü. Mesela SİHA'lar vuruluyor, düşürülüyor, işgal askerleri cezalandırılıyor. Bu tür gerillanın savaş içerisinde kendini gerçekleştirdiğini gösteren gelişmeler yaşanıyor. Siz savaşı geldiği nokta itibarıyla nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk devleti tüm bu kuşatma, işgal stratejilerini hangi amaç çerçevesinde yürütmektedir ve KDP'nin amacı nedir?
Ben öncelikle en son şehit düşen Devrim ve Ebu Leyla arkadaşlar şahsında tüm şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Gerçekten tarihin gördüğü en görkemli direnişlerden bir tanesi sergileniyor Zap, Avaşin, Metina... işte bizim Behdinan dediğimiz alanda. gerçekten çok anlatamıyoruz aslında. Önder Apo eskiden de gerillamızın sergilediği direnişi, yaşadıklarını ifade ederken şeyi söylüyordu. İfade, kim anlatacak diyordu. bizim romanımızı kim yazacak diyordu? Bunun edebiyatını kim yapacak? Bu duygular, yaşananlar mesela nasıl ifadeye kavuşacak? Gerçekten de şimdi bunun zirvesini yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Tüm duygular ayaklanmış. Eğer bu kadar büyük duygular olmasa, büyük bir özgürlük tutkusu olmasa büyük bağlılıklar olmasa gerçekten böyle bir direnişi bu kapsamda geliştirmek çok mümkün değil. O çerçevede ben tüm yoldaşlarımıza, gerillada PKK'nin fedai çizgisini kuşanarak savaşan tüm yoldaşlara selamlarımı da sizin aracılığınızda ifade etmek istiyorum.
Evet, savaş belirttiğiniz gibi devam ediyor. Düşman diyor ki, Türk özel savaş sistemi, işte 'kilidi kapatacağız' diyor. Bu temelde saldırılarını yürüttüklerini söylüyorlar.
Çok sonuç aldıkları söylenemez. Evet, ovadan ilerleyerek dağı kuşatmaya almaya çalışıyorlar. Taktik biraz öyledir. Ovadaki öncülüğünü de yapan KDP'dir. KDP bölgelerinden giderek dağdaki gerillayı kuşatma taktiği izliyorlar. Biz zaten ovalarda yokuz. Dağlarda mevzilenmişiz, üstlenmişiz ve halen de hiçbir mevzimizi de terk etmiş değiliz.
Tüm mevzilerde yoldaşlarımız var. Savaş devam ediyor tüm şiddetiyle. Fakat bunu böyle çok normalleştirmek de istemiyorum aslında. Ağır bir savaş yürüyor çünkü. NATO'nun tüm teknolojisini kuşanmış bir ordu var karşımızda. Bir de gerçekten belki de hiçbir halkın tarihinde görülmemiş bir ihanetçi kesim var. Niye bunu söylüyorum? Evet, başka halkların tarihinde de mücadele tarihlerinde de biz gözlemliyoruz. böyle sınıfsal olarak kendi ulusunun, kendi halkının çıkarlarını pazarlayarak var olmaya çalışan kesimler, böyle lanetli kesimler hep olmuş yani. Kürtler içerisinde de var. Fakat bu KDP'de tam olarak bu tanımlama yetmiyor. Niye? Çünkü yahu hiç utanmadan açık açık yapıyor. Mesela diğer halklarda en azından böyle bir şey olduğunda bunu gizlemeye çalışmış, gizli anlaşmalar yapmış. Ne bileyim sonra tarih önünde yargılanmış, utanmış. ama bu KDP'nin daha doğrusu Barzani aileciliğinin yaptığı ilk ihanet değil ki. Varoluşsal olarak sanki böyle kendilerini Kürtlüğü pazarlama üzerine kurmuşlar, inşa etmişler. işte bu insanı böyle şeyde kılıyor, tarifsiz kılıyor. Sadece bir işbirlikçi, ihanetçi kesim deyip geçemiyorsun. O yüzden belki de daha siyasi tanımlamalara sığınmak gerekli. Örneğin gerçekten Kürtler içerisindeki Gladio denilebilir mesela. Beyaz Kürtlük dedi, Önder Apo. Beşinci savunmada öyle tanımladı, Barzani'nin yapısını ve KDP'ciliği. Bu anlamıyla gerçekten şöyle bir şey yoktur yani. Yürütülen savaşı doğru tanımlamak lazım. Buradaki savaş işte Medya Savunma Alanları'nda, özellikle Behdinan'da yürütülen savaş PKK'ye karşıtlık olarak ifade ediliyor, PKK'nin işte bölgeden silinmesi üzerine yürütüldüğü söyleniyor. Fakat olay böyle değildir. Ortaya çıktı ki PKK bahane edilerek ve Orta Doğu'daki kaotik ortam fırsat görülerek Kürtlük hedefleniyor. Kürt halkı hedefleniyor. Bütün Kürt köylerini boşalttılar, yaktılar, bombaladılar. Barzani'ye yakın olmayan ya da Barzani'ye muhalif aşiretlerin etkili olduğu tüm alanlara Türk ordusunu soktu KDP. Bu kadar alçakça bir rol oynadı. o anlamıyla esas amaç, strateji dediniz ya sordunuz. Türk devletinin stratejisi nedir? Birinci amacı Kürt halkının bu bölgedeki varlığını ortadan kaldırmak. Zaten Özgür Basında açığa çıktı. Mesela Bahçeli ve Barzani'nin hangi konularda anlaştığı sayfa sayfa işleniyor. Oraya MHP'nin çetelerini gelip yerleştirecekler.
Kürt coğrafyasına, bu kadim Kürt coğrafyasına, Saddam'ın bile ortadan kaldıramadığı, yok edemediği Kürt coğrafyasına şimdi MHP ile el ele, kol kola olan, işte gerek işte DAİŞ çeteleri olsun başka Türkmen cepheleri olsun, bunları yerleştirerek Kürt demografyasını ortadan kaldırmak istiyorlar. eğer üzerinde Kürt toplumu olmazsa bir coğrafya Kürt coğrafyası olur mu? Uzak bir anı olarak kalabilir belki. Belki tarih kitapları yazabilir. Ama güncel olarak kimse oraya Kürt coğrafyası demez. Bakın Kerkük'teki nüfus oyunları böyle oldu. Özetlersem, birinci, nihai hedef Kurdistan coğrafyasını ortadan kaldırmaktır. Kürt vatanını ortadan kaldırmaktır yani. Bunun herkes tarafından çok iyi anlaşılması lazım. İkinci hedef de, tabii mevcut durumda Türk devleti bölgesel bir plan peşindedir yani. Sadece Kürtlerle de sınırlı olmayan, sadece Kürt varlığıyla da sınırlı olmayan ve fırsat buldukça da dışa vurulan bu Misak-ı Milli, neo Osmanlıcılık hayalleriyle gerçekten yeni ilhak planları yapıyorlar. Kerkük, Musul, şimdi o Metina, Zap, giderek Garê ve Xakurkeyi içine alan bölgede kontrolü sağlamak demek ne demektir? Bir taraftan Musul'u kontrol etmek demektir, diğer taraftan Kerkük'e uzanmak demektir. Böyle bir gerçeklik var. O anlamıyla her ne kadar PKK'nin tasfiyesini ya da PKK'yi ortadan kaldırmayı hedeflediğini söyleyerek gelse de esas neden Kürt halkının varlığı ve bölgesel bölgede emperyal bir güç olarak kendini oluşturmaktır. Bu çerçevede de tabii özgürlük gerillaları, yoldaşlarımız çok görkemli bir direnişi geliştiriyorlar dediğiniz gibi.
Üç helikopter düştü bu son dönemde. SİHA'lar evet düşürülmeye devam ediyor. Çok güvendikleri sadece askerî açıdan değil, ekonomik ve diplomatik açıdan da umutlarını bağladıkları bir SİHA projesi var. Biraz da şöyle de bakıyorlar yani, askeri teknolojide üstünlüğü sağlamak demek. Aslında hani tüm çağlarda hegemonik güç olmanın aracı olarak görülmüş, özellikle de Orta Doğu'da. Şimdi de kendilerini öyle tanımlıyorlar, öyle görüyorlar, bunun sarhoşluğunu yaşıyorlar. Fakat ben şunu söylemek istiyorum. Kurdistan'daki militanlık öyle büyük bir tutkuyla, Kurdistan'ın özgürlüğüne bağlı ki, öyle büyük bir aşkla bağlı ki, valla dağları da deliyorlar, Ferhat gibi.
Havadaki SİHA'yı da düşürüyorlar ve bunu yapanlar öyle çok sanmasınlar ki böyle hani yüksek teknoloji okumuş gençler değil yani. Ama yüreklerine ve beyinlerine özgürlük sevdasını koymuşlar, Önderlik sevdasını koymuşlar. Bunun için direniyorlar, bunun için yemiyorlar, içmiyorlar, okuyorlar, öğreniyorlar, araştırıyorlar. Onların dünyaya böyle hani birinci teknoloji diye sundukları o askeri teknolojilerin hepsini işlemez kılıyorlar. Gerçekten Önderliğimizin şu sözünü bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Önderliğimiz demişti, en büyük teknik insandır. İnsanı aşan bir teknik hâlâ açığa çıkmamıştır. Mesela yapay zeka falan diyorlar ya, mesela bir insanın sahip olduğu iradeye, yaratıcılığa, sentez yeteneğine sahip değildir. Bir insan isterse her şeyi yapabilir, her şeyi başarabilir. İşte Kurdistan Özgürlük Gerillası, militanları, Önderliğe duydukları büyük bağlılık, şehitlere verdikleri söz, Kurdistan coğrafyasına, halkına verdikleri söz temelinde tüm bu işgalci, soykırımcı yönelimlere, onun geliştirdiği tekniğe karşı gelişme yaratmayı sürdürüyor. Bu daha da devam edecek.
'ŞENGAL HALKI SAVUNMASINI KİMSEYE VEREMEZ; ÖZ SAVUNMASIYLA KURTULUR'
Önümüzde 3 Ağustos tarihi var. 3 Ağustos, Êzidî Kürtler açısından, yine Kurdistan açısından önemli bir tarih. Bir soykırımın tarihi. 3 Ağustos 2014'te DAİŞ çeteleri Şengal'e döndük bir saldırı gerçekleştirmişlerdi. Ve binlerce Êzidî Kürdü katletmişlerdi. Siz bu katliamın yıl dönümünde Êzidî halkının direnişini, gerillanın bu anlamda sunduğu katkıyı, gerillanın sunmuş olduğu katkıyı, yine Şengal'de yakalanan öz yönetim ve öz savunma düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, ben de 10 yıl önce gerçekleştirilen bu soykırımcı saldırıyı nefretle kınıyorum. Bu soykırım saldırısını gerçekleştirenleri, DAİŞ denilen gücü örgütleyenleri, onlarla iş birliği içerisinde hareket edenleri, aynı zamanda onların saldırısı karşısında Êzidî halkını bırakıp kaçanları, bunların hepsini gerçekten lanetlemek gerekiyor. Çünkü içinde bulunduğumuz yüzyılın en ağır soykırım saldırılarından bir tanesiydi, Şengal'de gerçekleştirilen saldırı. Belirttiğiniz gibi binlerce insan katledildi. Binlerce kadın köle pazarlarında satıldı. Binlerce çocuk halen kayıp. Binlerce Êzidî çocuğu kayıptır yani. Onlar da köleleştirildi. Başkalarının mülkiyeti haline getirildi. ne oldukları halen belli değil. Bu anlamıyla derslerini çok iyi çıkarmak lazım. Bence Şengal'daki halkımız, Êzidî halkı, Kürt halkı, 74. Ferman olarak tarihine geçen bu soykırımdan, soykırım saldırısından çok önemli dersler çıkardı. şöyle mesela Êzidîlik gerçekten çok özel bir konum. Hem Kürt tarihi açısından hem inançlar tarihi açısından çok özel.
Şöyle mesela, en eski inanç biçimlerinden bir tanesi. Aynı zamanda doğal toplumla sınıflı toplum arasındaki geçişin bir ara halkası. O yüzden mesela yakından gözlemlendiğinde görülecek ki insanlığın hafızası Êzidî Kürtlüğünde gizli. bu çok özel konumunun çok doğru anlaşılması lazım. Mesela bunu fark edenler aslında, fark eden uluslar diyeyim, Şengal'e dönük saldırıyı bir soykırım olarak tanımladılar. Çünkü orada Êzidîliği ortadan kaldırmak isteyen bir iktidar gerçekliği var. Devletçi, iktidarcı gerçeklik. Bir farklılık olarak. Bakın sadece şey de değil, 2014 3 Ağustos'unda Şengal'daki Êzidîler saldırıya uğramadılar. Dediğimiz gibi yetmiş dördüncü fermandır. Ondan önce de bir yetmiş üç ferman var. Yetmiş üç katliam görmüş bir halktan bahsediyoruz. Êzidîler birçok yerde hakarete uğrayan, karalanan inançlarından da böyle bir halk gerçekliği. Peki niye böyle? mesela bu kadar özel bir inanç ve toplum yapısına sahip olacaksın fakat bu kadar saldırıya uğrayacaksın. Hiçbir yerde siz duydunuz mu? Êzidîler örgütlenmiş gidip başka bir inanç kesimine saldırmış... Ya da örgütlenmişler, gitmişler birilerini katletmişler. Öyle bir inanç biçimi değil. Çok barışçı. Gerçekten doğal toplumun, doğal insanlığın günümüze gelen hafızası durumundadır. Evet, zaman içerisinde değişimler yaşamışlar, farklılıklar kazanmışlar. Her toplumda olduğu gibi Êzidîlikte de bunlar olmuş. Ama hem Kürtlük adına hem de doğal insan inancı açısından işte buna saldırı var aslında. Tekçilik, faşizm, DAİŞ faşizmi... dincilik ve milliyetçiliğin çağımızda geldiği noktayı gösterdi Şengal'deki soykırım saldırısı. Bu anlamıyla bu sonucu çok iyi çıkarmak lazım. Hem dinciliğe karşı hem de her türden milliyetçiliğe karşı mücadele etmek gerekiyor. Karşı durmak gerekiyor. Şengal'daki direniş hangi temelde gelişti? İşte uygarlığın, devletçi, erkek egemenlikliği, milliyetçi, giderek her alanda faşistleşen bu gerçekliğine karşı Önder Apo'nun özgür toplum paradigmasına dayalı olarak direndi ve ayakta kaldı Şengal. işte hem dağdaki gerilla hem Rojava'daki YPG güçlerinin 2014'teki soykırım saldırısına karşı mücadelesi, direnişi bu temelde gelişti. O anlamıyla ben bu direnişte de yer alan arkadaşlarımızı selamlıyorum. Şehitlerimizi başta Egîd Civyan arkadaş olmak üzere saygıyla anıyorum.
Gerçekten onlara çok şey borçluyuz. Bakın Önder Apo hiçbir yer için şöyle demedi ama Şengal için dedi ki bizim kırmızı çizgimizdir. bu kırmızı çizgi meselesini doğru anlamak lazım. Kürtlük açısından da insanlık açısından da paradigmasal inanç sistemimiz ve felsefemiz açısından da Şengal Êzidîliği gerçekten bir kırmızı çizgi. O aşılırsa, o ortadan kalkarsa aslında Kürtlük adına ve Kürtlüğün demokratik gücü anlamında çok şey ortadan kalkar. O anlamıyla Şengal'in savunması çok önemli. Günümüzde de çok önemli. Ben geride kalan 10 yıl içerisinde Şengal toplumunun, Şengal'de yaşayan Kürtlerin, Êzidî Kürtlerin bunun çok daha fazla farkına vardıklarını düşünüyorum.
Zaten bu temelde bir özel sistem inşa etmeye başladılar, çalışıyorlar. Halen tümden oluşmuş değil. Yine mesela kendi öz savunmalarını hiçbir güce teslim edemeyeceğini anladı Êzidîler. KDP'nin nasıl bırakıp kaçtığını gördük. Orada da Êzidîlere ihanet eden bir KDP gerçekliği gördük yani. DAİŞ elinde her türlü savaş aracıyla o toplumun üzerine doğru yürürken KDP'liler araçlarına binerek kaçtılar. Gerçekten insan insanlığından utanıyor. orada hepsi birlikte şeyin altına girseydi daha iyiydi.
Şimdi işte şunu söylemek istiyorum. Bu gerçeklik Şengal Êzidî toplumunda şu bilinci açığa çıkardı. Öz savunmasını kimseye veremez. Şengal toplumu, Êzidîler toplumu öz savunmasını ancak kendisi alabilir. Kendisi kendisini savunabilir. Ne Irak devletine verebilir, ne bilmem işte farklı isimlerle Şengal toplumunu savunacağını iddia eden başka gruplara verebilir. Şengal halkı kendi öz savunmasını kendisi yaratacak. Bu temelde de zaten YBŞ'nin oluşumuna gittiler ve şu anda bu orduyu büyütmeye çalışıyorlar. Bu konudaki bilinç giderek daha fazla da aslında öne çıkıyor. öz yönetim ve öz savunma, 3 Ağustos 2014 saldırısı sonrasında açığa çıkan en temel bilinç oldu. En önemli kazanım da bence budur yani. Biz böyle görüyoruz yani. Bir toplumun açığa çıkarabileceği en önemli şey budur. Bunların korunması ve büyütülmesi lazım. hem öz savunma güçlerinin büyümesi lazım. Êzidî gençliğinin kendi savunmasına sahip çıkacak düzeyde YBŞ'yi, YJŞ'yi büyütmesi, güçlendirmesi. Gerekirse şöyle... Her Êzidî genci yaşamının bir dönemini savunma güçlerinde geçirmeli. Çünkü saldırılar halen devam ediyor. DAİŞ halen var. DAİŞ'in kurucusu, hamisi, yürütücüsü TC, her gün Şengal'i vuruyor.
'TEHLİKE DEVAM EDİYOR; DAİŞ'İN HALİFESİ ERDOĞAN'DIR'
Gerçekten DAİŞ'in halifesi Erdoğan'dır. Her yerde daha sonra mesela birden değil mi bazı alanlarda DAİŞ zayıfladı, ortadan kayboldu. Ne oldu bu DAİŞ üyelerine? Nereye gittiler? Bunların hepsini çeşitli isimlerle örgütleyerek Kürtlere karşı savaştıran Erdoğan'dır. Halen de hem Musul'da hem Kerkük'te, hem Şengal'de hem de Rojava'da, işte Efrîn'de giderek bu güçleri alıp şimdi Medya Savunma Alanları'na taşımaya çalışıyor. Zamanında Libya'ya götürdüğünü daha geçen gün itiraf etti. Karabağ Savaşı'na taşıdıklarını itiraf etti. Bir insanlık suçlusu, savaş suçlusu. Şengal'daki tehlike bu anlamıyla, katliam tehlikesi. bunu söylemek istemezdim. Ben bu çok ağır bir şey. 74 ferman geçirmiş bir halka senin üzerindeki katliam tehdidi, soykırım tehdidi devam ediyor demek gerçekten ağır bir şey. Trajedidir yani. Çok ağır bir toplumsal trajedi yaşanmıştır. Ama söylemek zorundayız. Tehlike devam ediyor. Erdoğan-Bahçeli ittifakı Kürtlerin soyunu da kökünü de tarihini de geleneğini de, ona ait olan ne varsa ortadan kaldırmayı kafaya koymuş. Bir de dincilikle siyasi İslamcılıkla bütün bölgeyi Sünnilleştirmek istiyor. Bütün bölgenin inançlarını asimile etmek istiyor. Böyle bir saldırı içerisindedir. Niye biz bunu görmek istemiyoruz? DAİŞ bunun şeyi değil miydi? Halen çeşitli isimlerle, biçimlerle bunu sürdürüyorlar. O temelde de katliamın, fermanın, 74. Êzidî Fermanı'nın 10. yılında açığa çıkan sonuçları böyle görmek lazım. Evet, Êzidî toplumu, Şengal halkı eskisinden çok daha güçlüdür, örgütlüdür, bilinçlidir. Tehlikenin nereden geldiğini bilmektedir. Fakat buna göre örgütlenmesini de büyüterek ayakta kalmayı başarmalıdır, diyorum.
'TÜRKİYE TOPLUMUNA DA ÇOK CİDDİ SALDIRI VAR, İNSANLARIN ONURU TESLİM ALINMAK İSTENİYOR'
Tecritle birlikte Kurdistan dağlarında yürütülen savaş ve savaşa karşı, tecride karşı mücadele ve direnişin de topluma yansımaları oluyor. En görünür hali yoksulluk, hayat pahalılığı, işsizlik ve bunun türevi olarak gelişen sorunlar olmak üzere hem Türkiye'de hem de Kuzey Kurdistan'da çok ciddi toplumsal, siyasal sorunlar yaşanmakta. Bu çerçevede ele alındığında hem Türkiye'de hem de Kuzey Kurdistan'da yaşanan hiçbir toplumsal sorun ne tecrit politikalarından ne de savaş politikalarından, faşist iktidarın savaş politikalarından bağımsız ele alınabilecek bir durumda. Halay çeken Kürt gençlerinin bile işkenceler eşliğinde, işkenceler yapılarak gözaltına alınıp tutuklandığı bir ortamdan bahsediyoruz. Peki bu savaş atmosferi toplumda yeterince farkına varılan bir gerçeklik mi? Bu savaş ortamına, savaş gerçekliğine denk bir duruş, tutum, tavır ortaya konulabiliyor mu?
Sonunda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Mevcut durum, mevcut Türkiye'deki tablo. işte insanların bir lokma ekmeğe muhtaç hale gelmesi, borç krizleri, gerçekten çok önemli bir gelir dağılımında yaşanan çok önemli bir fark, uçurumun artması, sosyal kriz, cinayetler, kadın cinayetleri mesela bunlar çok yansımıyor ama şiddet, mesela yozlaşma, ilişkilerdeki banallik, düşüş... Bunların kendisi bile bir patlamayı gerektiriyor. Ben dikkat ederseniz Kurdistan'daki soykırım uygulamalarına hiç değinmiyorum bile.
Türk özel savaş sistemi gerçekten sürekli irade kırıyor. irade kırarak böyle toplumun, toplumun onurlu olmasının, onurlu bir yaşam talep etmesinin hep önüne geçiyor. Hep bu iktidar değerleri hedef alıyor. İktidarcılığın özünde var. Mesela iktidar sahipleri iktidarlarını kabul ettirmek için hedef aldıkları toplumsal olgunun, bu toplum da olabilir, bu birey de olabilir, önce onurunu ortadan kaldırmak isterler. İradeli insan köleliği kabul etmez. İradeli insan her denileni yapmaz. İradeli insan eşit olmak ister mesela. Belli bir adalet zemininde yaşamak ister. O yüzden şu andaki Türk özel savaş sistemi Türkiye'deki tüm toplumsal grupları, Türkiye toplumu da olmak üzere böyle bir irade kırımı gerçekleştiriyor. Gerçekten çok kötü bir atmosfer var. Bunu söylemek istiyorum.
Bakın, kendileri açıklama yapıyor. Türk özel savaş sistemine bağlı televizyonlardan izliyoruz. Türkiye'deki şirketlerin özellikle AKP'ye bağlı şirketlerin hiçbiri zarar yapmamış. Hepsi yıl boyunca kâr yapmış. Hiçbiri de vergi ödememiş. kendi sistemlerinden bahsediyorum. Ama bütün hem savaşın hem onların konforunun, onların birikiminin tüm yükü emekçinin, ezilenin, yoksulun, köylünün, işçinin, emeklinin sırtına yüklenmiş. Bunun kendisi bir başkaldırı nedeni değil de nedir yani?
'TÜRKİYE'DE HER GÜN KIYAMET KOPARILMASI GEREKEN BİR NEDEN VAR'
Gerçekten böyle derler ya 'bundan daha iyi sağılacak inek yoktur' diye. Toplumu böyle görmek, böyle nesneleştirmek, böyle düşkünleştirmek gerçekten başka bir yerde de yoktur. Hiçbir toplumun egemeni kendi toplumuna da bunu reva görmemiş. Ama mevcut Türkiye'deki iktidarın toplumla ilişkisi bu temeldedir. Toplumun onların gözünde ne bir ruhu vardır. Ne bir duygusu vardır, ne bir talebi vardır. O kullanılacak nesnedir. O eşyadır. Mevcut şey böyle. Hem ezilenler açısından, işçi sınıfı hareketi, mesela köylülerin durumu... gerçekten böyle olamaz. Bir belgede yazıyordu, Türkiye'deki işçilerin yalnızca yüzde 10'u sendikalı, yüzde 90'ı örgütlü değil. Kendi haklarından bihaber. Her türlü sınıfsal saldırıya; şirketlerin, sermaye kesimlerinin, patronların saldırısına açık halde. Böyle olan elbette ki yiyeceği ekmeğe muhtaç olduğu için de sahibinin kölesi olur yani.
O yüzden modern köleler inşa ediliyor Türkiye'de. bu gerçekten çok ciddi bir sorundur. Dediğim gibi aslında Türkiye'de her gün kıyamet koparılmasını gerektiren bir neden vardır yani.
'KÜRT HALKI VE PKK İÇ İÇE GEÇMİŞTİR, HİÇBİR GÜÇ ENGELLEYEMEZ'
Kurdistan'daki tablo biraz daha farklı. Kurdistan'da bir savaş var. Kurdistan'da direnen bir toplumsal yapı var. Mesela evet, Kurdistan'da şöyle bir gerçeklik var. Sınıfsal mücadeleyi geliştirmede zayıflık var Kurdistan gerçekliğinde. Fakat şurada bir kez daha görüldü ki mesela dediniz ya halay çeken gençler, işte Kürt kıyafeti giymiş genç kadınlar, düğünlerde söylenen şarkılar, Önder Apo sloganı hemen bir tutuklama gerekçesine dönüştürülmüş durumda. Peki niye bu böyle? nedeni ne? Çünkü Kürtlükle PKK iç içe geçmiş durumdadır. mevcut Kurdistan gerçekliğinden PKK'yi çekerseniz ortada Kürtlük diye bir şey kalmaz. Tüm Kurdistani değerleri ayağa kaldıran PKK'nin yürüttüğü mücadele olmuştur yani. O yüzden şunu biz gururla söylüyoruz.
Kurdistan'da demokratik ulus yaratılmıştır. Önder Apo ve PKK sayesinde Kürt demokratik ulusu vardır. Evet, bunun kurumlaşması, kurumlarının oluşması, statüsünün oluşması halen inşa görevleri olarak önümüzde duruyor. Halen bu başarılmamıştır. Fakat zihnen ve duygu olarak Kürt Demokratik Uluslaşması açığa çıkmıştır. Türk özel savaş sistemi bunu gördüğü için, mesela Kürt dilinde PKK'yi gördüğü için, Kürt renginde PKK'yi gördüğü için, herhangi bir Kürt ezgisinde PKK'yi gördüğü için, bunların hepsinin PKK'yi çağrıştırdığı için tutukluyor, yasaklıyor, engel koyuyor. Ama bunları çıkartırsa da geriye bir Kürtlük kalmaz.
O anlamıyla, biz hep şunu söyledik aslında halkımız söyledi, biz demedik de PKK halktır, halk burada diye o slogan öyle kendiliğinden açığa çıkmadı. Böyle bir ulusun dirilişi sonucunda çıktı. Bir ulus PKK'nin yürüttüğü mücadele ile yeniden can buldu, hayat buldu. O yüzden de ne PKK ortadan kaldırılabilir, ne Kürt halkı ortadan kaldırılabilir. Bu mümkün değildir yani. Nafile bir çaba içerisindedir Türk özel savaş sistemi. Bu kapsamda ben şeyi söylemek istiyorum. Tüm Kürt halkı, Kürt halkıyla birlikte dostları halay çekmeye devam etsinler. Zafer işareti yapmaya devam etsinler. Kürt ezgilerini söylemeye devam etsinler. Her şeyden önemlisi hiçbir baskı karşısında gözlerini kırpmadan 'Bijî Serok Apo' demeyi sürdürsünler. hiç kimse bunu engelleyemez. yasal olarak da bunun şeyleri zaten var. Ama yasak olsa ne olacak yani? Mesela 'Bijî Serok Apo'yu yasaklasalar ne olacak yani? Hani öyle izah etmek de doğru değil. işte AİHM karar vermiş, bilmem ne diyorlar, Anayasa Mahkemesi yasak olmadığını söylemiş. Olsa ne olur yani? Olsa ağzımızı mı bantlayacaklar? Engelleyecekler mi Kürt halkının Bijî Serok Apo demesini? O yüzden hep bir ağızdan her fırsatta mutlaka hem halaylarımızı çekmeliyiz, hem zafer işaretimizi yapmalıyız, hem her yeri kesk û sor û zer yapmalıyız, hem de en yüksek sesle Bijî Serok Apo demeyi sürdürmeliyiz.
İRAN'DAKİ İDAM KARARLARI: KADINLARI BÖYLE DURDURAMAZSINIZ, KADINLAR DÜNYAYI DEĞİŞTİRECEK
2022 yılının sonbaharında gerçekleşen ve 2023 yılının büyük bir kısmında etkili olan Jin Jan Azadi sloganı kapsamında katıldıkları etkinlikler, yaptıkları haberler dolayısıyla tutuklanan iki Kürt kadın gazeteci Pexşan Azizi ve Şerife Muhammedi için idam cezası istendi. Siz rejimin kadın karşıtı bu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Verilen bu idam cezalarına ve bu iki kadın tutsağın duruşu üzerine ki yazdıkları mektuplar vardı, paylaşıldı. Görüşleriniz nedir?
Ben öncelikle Pexşan Azizi ve Şerife Muhammedi'ye sevgi ve selamlarımızı belirtiyorum özgür Kadın Hareketi adına. Şöyle tabii, Jin Jiyan azadi eylemleri küresel çapta gelişen bir eylemsel düzeyini kazandı. Merkezinde İran'daki durum vardı fakat tüm dünya kadınlarının özgürlük çığlığı, özgürlük istemi, sembolü haline geldi oradaki duruş. Bu anlamıyla etkileri halen devam ediyor. Şöyle anlaşılıyor... İran devletinin bu politikalarından şöyle anlıyoruz, Kürt Kadın Hareketi olarak, Jin Jiyan Azadi eylemselliği ve bunun sonuçlarından o kadar çok ürkme var ki korkma var ki, halen bir sürek avı şeklinde eylemlere katılanları, bu eylemlere öncülük edenleri, kadın özgürlüğünü bu temelde savunanları tutsak ediyorlar ve en ağır cezalara da çarptırmayı gerekli görüyorlar. Elbette bu kabul edilemez.
Herhalde tarihte de günümüzde de özgürlüğe kalkmış kadınların eylemselliklerinden daha meşru bir durum yoktur. bunu böyle görmek, böyle kabullenmek lazım yani. İran rejiminin, İran'daki sisteminin, İran'daki devlet sisteminin artık Kürt kadınları öncülüğünde de gelişse sorun sadece tabii Kürt kadınları da değil, genel olarak kadınların özgürlük taleplerine sessiz kalmaması lazım. Bunu böyle idamla, öldürmeyle, katliamla engelleyemezler. Zaten mesela Pexşan Azizi'nin yazdığı mektupta bu çok ne de çok çarpıcı bir şekilde ifadeye kavuşmuş. Böyle bir eyleme kalkarken ya da böyle bir talebe böyle bir özgürlük yürüyüşüne başlarken bedel ödemeyi, kendini feda etmeyi göze alarak zaten bunun içerisine girmişler. Kadınlar böyle korkutulamaz. Kadınlar böyle geri adım atmazlar. Şöyle mesela kadınların mahkum edildiği bir kölelik sistemi, hissedenler için, anlayanlar için asla tahammül edilebilecek bir sistem değildir. Gerçekten bir işkence sistemidir yani. Kadınların mevcut erkek egemenlikli yaşam içerisinde tutulması, sürekli bir tecavüz sistemi içerisinde tutulması, sürekli iradesinin elinden alınması, sürekli kendisi hakkında karar verilmesi; aslında bunların hepsi insanlıktan çıkarma saldırılarıdır yani. Hiç kimse özgürlüğün farkına varan kadınları böyle durduramaz ve kadınların da özgürlük arayışlarının önüne geçilemez. belki diyelim ki İran rejimi diyecek ki ben hani bunları işte ortadan kaldırırsam, imha edersem sesleri kısılacak, bir daha çıkmayacak. Kadın toplumsallığının sesi böyle kısılamaz. Kadınların özgürlük eylemlerinin, özgürlük arayışlarının önüne geçilemez. Bunun için kadın soyununun tümden ortadan kaldırılması gerekir. Bu da olmayacağına göre o yüzden derler ya, İran'a söylüyorum ama İran devleti açısından söylüyorum ama aslında bu tüm erkek egemen sistemler devletler açısından geçerlidir, yol yakınken dönmeliler yani. Kadınlar dünyayı değiştirecek, kadınlar özgürlüğü getirecek. Bu er ya da geç kadın devrimi erkek egemen sistemi alt edecek, dünyayı eşit, özgür, demokratik, birlikte yaşanılır, sevgili, saygılı, aşklı bir hale dönüştürecek.