Hukukçu Demir: ‘Umut Hakkı’ şantaj aracına dönüştürülmemeli
DBP Wan İl Eş Başkanı ve Hukukçu Cemal Demir, AİHM tarafından tescillenen umut hakkının, şantaj aracına dönüştürülmeden tanınması gerektiğini söyledi.
DBP Wan İl Eş Başkanı ve Hukukçu Cemal Demir, AİHM tarafından tescillenen umut hakkının, şantaj aracına dönüştürülmeden tanınması gerektiğini söyledi.
Demokratik Bölgeler Partisi Wan İl Eş Başkanı Cemal Demir, tecrit, umut hakkı, Rojava'ya yönelik saldırılar ve hasta tutsaklara ilişkin ANF'ye açıklamalarda bulundu. Tecridin sadece aile ve avukat görüşünün sağlanmasıyla kalkmayacağını belirten Demir, Önder Apo’nun, toplumsal barışa katkı sunabilmesi için fiziki özgürlüğünün sağlanması gerektiğini söyledi.
‘UMUT HAKKI ŞANTAJ ARACI OLARAK KULLANILAMAZ’
Önder Apo’nun İmralı'ya konulduğu 1999 yılından bu yana barış ve çözüm için büyük bir çaba gösterdiğini kaydeden Demir, Sayın Öcalan'ın barış ve çözüm için gösterdiği büyük direnişin görmezden gelinemeyeceğini söyledi. Sayın Öcalan'ın her defasında devleti demokratik çözüme davet ettiğini dile getiren Demir, "Ancak Sayın Öcalan'ın bu görüşleri, iktidarlar tarafından görmezden gelindi. Sayın Öcalan'ın çözüm perspektifleri, tutumu ve önerilerinin sadece Kürt-Türk ilişkileri bağlamında değil, bütün Ortadoğu için ne kadar elzem ve kapsayıcı olduğunu görüyoruz. Sayın Öcalan’ın, daha önceki görüşmelerinde hassasiyetle yaklaştığı noktaların, sonraki tarihlerde nasıl gerçekleştiğini gördük.
Bu bağlamda, 2014’te gerçekleşen Ezidî katliamıyla ilgili, 2005 yılında uyarılarda bulunmuştu. Bunun gibi, Suriye savaşı konusunda da bazı noktalara dikkat çekti. Sayın Öcalan'ın fikirleri çok kıymetlidir ve son dönemlerde umut hakkının siyasi tartışmaların ötesinde, siyasi konulara malzeme yapılmadan, bunun bir insani ve doğal hak olduğu mahkemeler tarafından tescillendi; AİHM bu konuda net bir karar aldı. Tanınmış olan bu hakkın, şantaj aracına dönüştürülmesi doğru değil ve ciddiyetten uzaktır; bu hak kesinlikle tanınmalıdır." diye konuştu.
‘BARIŞ İÇİN SAYIN ÖCALAN'IN FİZİKSEL ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SAĞLANMASI GEREKİYOR’
İmralı'daki tecridin, 1999’dan bu yana kesintisiz süren bir uygulama olduğunu vurgulayan Demir, tecridi sadece aile ve avukat görüşü bağlamında değerlendirmemek gerektiğini belirterek, "Sayın Öcalan'ın toplumsal çözüme ilişkin önünün açılması gerekiyor. Barışa ve çözüme katkı sunmasının önü açılmalı. Orada tutulması ve sadece avukat görüşünün sağlanması da tecridi ortadan kaldırmıyor. Özel bir durumu var, toplumsal ve siyasal temsiliyeti olan bir şahsiyettir. Tecridin tam anlamıyla kırılmasından söz etmemiz için barış ve çözüm perspektifinin görünür kılınması ve şartlarının değiştirilmesi gerekiyor. Yani fiziksel özgürlüğünün sağlanması gerekiyor" ifadelerini kullandı.
‘ROJAVA İÇİN TOPLUMSAL TEPKİ VE İTİRAZ YÜKSELTİLMELİ’
Türkiye destekli çetelerin Rojava'ya yönelik saldırılarına da dikkat çeken Demir, "Rojava'da 13-14 yıldır Kürtlerin büyük bedellerle, direnişlerle çeşitli kazanımlar elde ettiğini görüyoruz. Baas rejimi çöktü, ülkeyi terk etti; ancak onların terk ettiği yerlere Baas rejimindan farksız davranmayan cihadistler yerleşti. IŞİD ve ÖSO adı altında diğer örgüt artıklarının oralara gelmesi, Suriye'nin özgür ve demokratik bir ülke olmasına evrilmeyecektir.
Birleşmiş Milletler’in, Rojava ve halkının korunması için hava sahasını uçuşa yasak bölge ilan etmesi gerekiyor. Bu sağlanmadıkça oradaki halkların can güvenliği sağlanmayacak ve çetelerin saldırılarına maruz kalacaklar. Son dönemlerdeki barış girişimlerinin ABD ve diğer devletler nezdinde sürdürüleceğine dair bir inanç oluştu ama biz böyle görmüyoruz. Bu yüzden Kuzey halkının, Rojava halkının yanında olması gerekiyor. Toplumsal tepkinin ve itirazın yükselmesi gerekiyor. Dünyada yaşayan bütün Kürtlerin Rojava'ya sahip çıkması lazım. Rojava ciddi bir kazanımdır ve sonuna kadar desteklenmesi gerekiyor." dedi.
‘HASTA TUTSAKLAR TAHLİYE EDİLMELİ’
Hasta tutsakların durumuna da değinen Cemal Demir, şunları söyledi: "Hasta tutsaklar başlığı aslında çok önemli bir başlıktır. Cezaevinde bulunan insanların sağlık hakkı kutsaldır ve bu konu kangren haline geldi. Uzun yıllardır hasta tutsaklara ilişkin yasal bir düzenleme yapılmıyor ve cezaevlerinde yaşamını yitirmeye başlayan hasta tutsaklar var. Bu çok ağır bir insan hakkı ihlalidir. Bu, her şeyin ötesinde ele alınması gereken bir meseledir. Biz, dönem dönem kaç hasta tutsağın yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Burada siyasal iktidarın ve adli tıp kurumunun sorumluluğu söz konusudur. ATK, hasta tutsakların sağlık koşullarını göz önünde bulundurmadan raporlar düzenliyor ve bu nedenle tahliyeler gerçekleşmiyor. Bu konuda çağrımız, hasta tutsakların derhal tahliye edilmesidir."