Herkesin seçime kilitlendiği bir dönemde, Agrobay işçileri ülkenin gerçek sorununa ve gündemine işaret edercesine gasp edilen hakları için Ankara yolunda. İzmir Bergama'da Bayburt Grup’a ait Agrobay Seracılık’ta dayatılan kölece çalışma koşullarına karşı Tarım-Sen'e üye oldukları için Kod 46 ile tazminatsız işten atılan çoğu kadın olan işçiler, direnişlerini 7 aydır kararlılıkla sürdürüyor. Defalarca gözaltına alınan, haklarında seraya yaklaşmama kararları verilen işçilerin, Agrobay’ın domates ihraç ettiği ülkelerden Almanya ve Rusya Başkonsoloslukları’ndan CHP İzmir Kongresi’ne kadar çalmadıkları kapı kalmadı ancak verilen sözler kadar, tutulan göstermelik notlar da kağıt üzerinde kaldı. Kendilerine dayatılmak istenen sömürü cenderesini kırmak için son olarak Ankara yürüyüşü başlatan işçiler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Genel Müdürlüğü ile gittikleri görüşmede tıpkı Agrobay patronu Arzu Şentürk’e benzer bir kibirle karşılandılar. ANF ile konuşan direnişteki işçilerden Şehriban Kapaklıkaya, iki dakika görüşebildikleri Çalışma Genel Müdürü Mehmet Baş’ın kendisine suçlu muamelesi yaptığına işaret etti.
‘HAKLARI GASP EDİLEN BİZ, SUÇLANAN DA BİZ’
Agrobay Seracılık’ta tam 14 yıl çalışan işçilerden Kapaklıkaya, gördükleri bu muamele karşısında hâlâ kendine gelemediğini ifade etti. Randevu üzerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Genel Müdürlüğü’ne gittiklerini belirten Kapaklıkaya, ancak genel müdür Mehmet Baş’ın kendilerine sadece iki dakika ayırdığına dikkat çekti. Sömürülen ve hakları gasp edilen kendileri olmasına rağmen suçlananın da kendileri olduğuna işaret eden Kapaklıkaya, görüşmede yaşananları şöyle anlattı: “Seracılıkta 14 yıl çalıştığımı ancak sigortamın 1.5 yıl yatırılmadığını anlattığımda, genel müdür Mehmet Baş, ‘Kanun var neden gidip şikayet etmedin’ diye çıkıştı. Ben de işten atılmamak için şikayette bulunmadığımı söyledim ancak suçlu benmişim gibi davrandı. Tok zaten açın halinden anlar mı hiç? Bir de dönüp sendikamızın başkanına, ‘Bu işler kavga ve gürültüyle olmaz. Kanun var’ dedi. Biz de zaten bu hak gaspına karşı kanunun uygulanması için kendileriyle görüşmeye gittik. Ama bizimle sadece iki dakika konuşarak, ‘Toplantım var, beni bekleyin, geri geleceğim’ dedi ama bir daha gelmedi. Bizi başından savdı.
‘BİR YETKİLİ ‘CEBİMDEN Mİ VEREYİM’ DEDİ’
Orada beklerken bir yetkiliyle konuştuk. Bir kere daha hakkımızı istediğimizi hatırlattığımda yetkili dalga geçer gibi ‘Cebimden mi vereyim?’ dedi. Bu söz çok zoruma gitti. Fenalaştım ve ‘Ben dilenci değilim, buraya da senin cebinden para almaya gelmedim, hakkım olanı almaya geldim’ diye tepki gösterdim. O zaman hepsinin patronun menfaatini gözettiğini ve onu arkadan cesaretlendirdiğini anladım.”
‘ŞENTÜRK’LER HEM AKP HEM CHP TARAFINDAN KORUNUYOR’
Şentürk’lerin hem AKP hem de CHP tarafından korunduğunu belirten Kapaklıkaya, çalıştığı dönemde eski AKP’li başbakan Binali Yıldırım’ın serayı çok kez ziyaret ettiğine, hatta işçilerin zorla onun mitinglerine taşındığına dikkat çekti. CHP Milletvekili Tuncay Özkan’ın ise bizzat patron Arzu Şentürk’ün nikah şahitliğini yaptığını hatırlatan Kapaklıkaya, CHP İzmir Kongresi’nde kendileriyle görüşen Özkan’ın çözüm konusunda söz verdiğini ancak sözünü tutmadığını hatırlattı.
‘SADAKA DEĞİL HAKKIMIZI İSTİYORUZ’
“Biz sadaka değil hakkımızı istiyoruz” diyen Kapaklıkaya, “Ben 57 yaşındayım ve 14 sene bu seracılıkta çok zor koşullarda çalıştım. 2010 yılında işe başladım ve 1.5 yıl sigortasız çalıştırıldım. Sabah saat 06.00’da servislere biniyorduk, saat 07.00’da iş başı yapıyorduk ve çoğu zaman işten ne zaman çıktığımız belli değildi. Ekip biçme, hasat, budama, yaprak kesimi, paket yapma, temizlik, her işi yapıyorduk. Erkeklerin yapacağı işi de biz yapıyorduk. İş bittikten sonra 18 metre yükseğe çıkarak hasatı da indirip stok arabalarına yüklerdik, hatta düşüp omurgasını zedeleyenler de oldu. Çoğu hastaneye kaldırılmadı, kaldırılanlara da iş kazası olduğunu söylememeleri için baskı yapıldı. Benim çalışmaya başladığım zaman koşullar da zordu. Toprakta çalıştığımız için tırmık, çapa, kürek her işi biz yapıyorduk. Erkek işçiler fazla yoktu. Çalışmaya başladıklarında koşullardan dolayı fazla kalmıyorlardı, bütün iş yükü biz kadın işçilerin üzerindeydi” dedi.
‘ORADA ÇALIŞTIĞIM 14 YIL BOYUNCA KENDİMİ HEP KÖLE GİBİ HİSSETTİM’
Özellikle yazları sıcaklığın 52 dereceyi bulduğu seralarda saatlerce çalıştıklarına işaret eden Kapaklıkaya, o sıcakta seranın demirlerini, yerlerini, koridorları saf klorla temizlemek zorunda bırakıldıkları için bayılan işçiler olduğunu anlattı. Bu temizlikler sırasında klorun bacağına döküldüğünü belirten Kapaklıkaya, bacağının yandığını ama buna rağmen çalışmaya devam ettiğini aktardı. Temizlik için kullandırılan saf klor nedeniyle çok kişiye astım teşhisi konduğunu belirten Kapaklıkaya, “Meslek hastalığı raporu aldım ve hâlâ yeşil reçete ilaç kullanıyorum” dedi.
Lavaboya bile gitmelerine izin verilmediğine dikkat çeken Kapaklıkaya, seradaki çalışma koşullarını şöyle anlattı: “Orada çalıştığım 14 yıl boyunca kendimi hep köle gibi hissettim. Asgari ücreti bile bize çok gördüler. Adımıza çıkardıkları Ziraat Bankası kartlarını daha zarf içindeyken muhasebeci toplayarak, o kartlara asgari ücret yatırıyormuş gibi yaparak parayı tekrar geri çekiyordu ve bize elden asgari ücretten çok daha az bir maaş veriyorlardı. Üstelik hastamız veya cenazemiz olduğunda ve işe gelemediğimizde de ücretlerimiz kesiliyordu. Promosyonlarımıza da el koydular. Tatil de yoktu. İlk 5 sene ne haftalık, ne senelik izinlerimiz vardı. Başımızda kahya gibi sürekli tarım mühendisleri ve teknikerler duruyordu, başımızı kaldırmamıza izin vermiyorlardı, konuşmak yok, lavaboya gitmek yok. Tuvalete gitmemiz bile kimi zaman yasaklanıyordu. Mühendisler bize, ‘Çok zor durumda kalmadıkça kimse tuvalete gidemez’ uyarısını yapıyordu. Çok sıkıştığımızda ancak ziraat teknisyeninden izin alıyorduk, yoksa mola saatine kadar tuvalete çıkamıyorduk.
‘DENETİM SIRASINDA SİGORTASIZ İŞÇİLER SOĞUK HAVA DEPOSUNA KİLİTLENİYORDU’
Domatesleri organik olarak gösteriyorlardı ama haftada iki kere onları ilaçlatıyorlardı. İlaçladıktan sonra seradan çıkmamıza bile izin vermiyorlardı. Önceden haber verilerek denetime gelindiğinde ise klorlar gibi ilaçlar da, solüsyonlar da hemen saklanıyordu. Bir de denetime gelindiğinde sadece malzemeler değil sigortasız işçiler de saklanırdı. O işçileri de soğuk hava deposuna kilitliyorlardı.
Malzeme bile vermiyorlardı bize. Ayakkabı bile vermiyorlardı. Tek bir sefer verdiler, o da müfettişler denetime geldiği zaman. Formalarımız yılda bir kere veriliyordu. Yırtıldığında gidip terziye yama yaptırıyorduk. Eldivenler de sadece bitkiler köklendiği zaman temizlik için ayda bir veriliyordu. Ama tabii hemen yırtıldıkları için yenisini biz almak zorunda kalıyorduk. Dağıtılan yemekler de çok kötüydü. Bir gün içinden saç kılı çıktı. O yüzden evden peynir ekmek götürüyordum ama buna rağmen benden yemek parası kesiliyordu.”
‘SENDİKALI OLDUĞUMUZ İÇİN KOD 46 İLE İŞTEN ATILDIK!’
Bu kölece koşullara karşı sendikalı olmaya karar verdiklerini anlatan Kapaklıkaya, bunun öğrenilmesi üzerine işten çıkarmaların başladığını söyledi. İşten atılanların ise çoğunun kendisi gibi eski çalışanlar olduğuna işaret eden Kapaklıkaya, “Emekli olmama üç yıl kalmıştı. Ama bu koşullar da beni çok zorluyordu. İnsan gibi muamele görmemizi istiyordum ve o yüzden de sendikalı oldum. Tazminat haklarımın verileceği İnsan Kaynakları’ndan söylenmesine rağmen sırf sendikalı olma hakkımı kullandığım için işçi arkadaşlarımla birlikte, üstelik Kod 46 ile tazminatsız işten atıldık” diye konuştu.
‘SERADA ÇALIŞTIRDIĞI KENDİ OKUL ARKADAŞINA BİLE TAZMİNAT VERMEDİ’
Patron Arzu Şentürk’ün bırakın işçilerin hakkını vermeyi, serada çalıştırdığı kendi okul arkadaşının bile hakkını gasp ettiğine dikkat çeken Kapaklıkaya, “Arzu Şentürk’ün okul arkadaşı teknikerdi bizim çalıştığımız serada. İki sene kadar çalıştı ama evleneceği için işi bırakmak zorunda kalmıştı. Maddi durumu iyi olmadığı için Arzu’dan düğün parası istemişti. Ama düğün için yardım etmediği gibi tazminatını da vermemişti. Bugün de aynı hak gaspını bize yapıyor. Biz orada canla başla çalıştık, nefes almadık ama bir de Kod 46 ile işten atıldık. Biz hırsızlık mı yaptık? Yok, sadece insanca koşullarda çalışmak istedik. Hırsız arıyorlarsa kendilerine baksınlar. Bizim haklarımızı gasp eden onlar, ama siyaset, yargı tarafından da korunan onlar. Benim doğuştan entübe olmuş bir torunum var. Onun için katlandım bu kadar eziyete. Hiçbir zaman için hakkımı helal etmiyorum ve hakkımı alana kadar da direneceğim. Onların gücü, parası varsa bizim de yüreğimiz var” dedi.