İnsan ve Özgür Partisi (PİA) Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Kaya, AKP-MHP iktidarının depremden etkilenen bölgelerde yaşanacak doğal göç olayını asimilasyon politikasına dönüştürme ihtimaline dikkat çekerek, “Semsûd, Dîlok, Mereş ve Meletî’yi, tüm buraları Kurdistani özeliklerinden arındırma gibi bir politika devreye koyabilirler. Bunun karşısında ciddi bir duruş sergilenmeli” diye konuştu.
ANF’ye konuşan PİA Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Kaya, AKP-/MHP iktidarı tarafından yıllardır toplumsal mühendislikle kurgulanan sistemin depremle yıkıldığını belirterek, halkın refleksiyle oluşan sivil dayanışma üzerinde halkçı muhalefetin büyüyeceğini söyledi. Kaya, bu tür olaylara müdahale etmek için hazırlanan kurumların içinin boşaltıldığını ve politik amaçlar çerçevesinde yandaşlık üzerine tekrar kurgulandığını hatırlattı. Müdahale etmesi gereken kurumların ekipman, eleman ve bilgiden yoksun olmasının, acının katlanmasına sebep olduğunu dile getiren Kaya, “Yaşanan yıkımda bütün zaaflar, eksikler ortaya çıktı. Deprem öncesi ve sonrasına dair bir hazırlık olmadığı açığa çıktı. İktidar, gerçekten iktidarını korumak için iş yapıyor. Bu liyakatsiz atamaların temel nedeni budur” dedi.
DEVLET YOK, MİLLET VAR
Depremlerde yaşananların hem depremzedeler hem de toplumun geneli için yeni sonuçlar ortaya çıkardığına işaret eden Kaya, şunları söyledi: “Daha önceki afetlerde devlet mekanizmalarının eksikliği karşısında insanlar ‘nerede devlet’ diye soruyordu. Toplum artık bunu sormaktan vazgeçti, çünkü bu depremde anlamsızlaştı. Bugün ise hem depremzedeler hem de bunu gözlemleyen halk, ‘devlet yok, millet var’ moduna geldi. Toplumun gözünde artık devlet yok, millet var. Millet kendi arasında dayanışarak yaralarını sarıyor. Devlet savaşta, öldürmekte, özgürlükleri yok etmede var. İnsanları katleden imara aykırı inşaatları imzalamada var. Halkın yanında olması gereken yerde yok. Belki bu depremin ortaya çıkardığı, toplum açısından ve toplumun farkına vardığı en büyük gerçeklik bu oldu.”
‘KADER’LE SORUMLULUKTAN KAÇIYORLAR
AKP-MHP iktidarının, depremi de baskıyı artırma ve muhalefeti izole etmeye yönelik kullanmak isteyeceğini kaydeden Kaya, ‘kader’ olarak değerlendirilip tepkileri başka tarafa yönlendirme çabasına dikkat çekti. Kaya, şöyle devam etti: “Alabildiğine doğallaştırmaya çalışıyorlar sonuçlarını. Evet bir afet ama bu afetin sonuçlarının böyle olması durumunu gözden kaçırıyor. Doğal afetler her zaman olur. Depremler her zaman olur. Doğal afetlerin varlığı ve sürekliliği olasılığı, sonuçlarının bu kadar ağır olmasını meşrulaştırmaz. Bunun gerekçesi olamaz. Sonuçlarının hafifletilmesi anlamında sorumluluk beşerde, insanlarda, yönetimdedir. Bu sorumluluğu gözden/dikkatlerden kaçırmak adına suçu dine yüklemek gibi bir kurnazlıkla karşı karşıyayız. Bu noktaya da dikkat çekmek lazım. Özellikle dini çevrelerde, din kurumlarımızın, ulemanın buna dikkat çekmesi lazım. Toplum bunu bir kader olarak kabullendiğinde artık bir ölü mekanizma haline gelir.”
SİVİL DAYANIŞMA İKTİDARI TEDİRGİN ETTİ
Devlet kurumlarının olması gereken alanlarda siyasi partiler, dernekler, sendikalar, sivil toplum örgütleri gibi oluşumların önce ulaşmasının, AKP-MHP iktidarını tedirgin ettiğini vurgulayan Kayan, şöyle konuştu: “Cumhur İttifakı rahatsız oldu. Bu sivil doğal organizasyonların devletin zaaflı olduğu bir durumda devreye girmesi ve inisiyatif alması, hükümet açısından tedirginliğin baş nedenidir. Bu, aynı zamanda iktidarın foyasını, defosunu ortaya çıkaran bir mekanizmaya dönüştü. Hükümet tarafından yıllardır yapılan tüm baskılara rağmen sivil toplumun ayakta kalması ve kısa zamanda organize olması, devleti rahatsız etti. Otoriter hükümetin devlet anlayışında sivil toplum örgütleri ve toplum arasında bağların koparılması olmazsa olmazdır. Yıllarca bu toplumsal mühendisliği yapmış. Deprem sahasında ortaya çıkan manzara, bu mühendisliğin sahada başarılı olmadığını ortaya koydu. Bu da onları ciddi anlamda rahatsız etti.”
YARDIMLARIN ENGELLENMESİ CİNNET HALİDİR
HDP ve bileşenlerinin il/ilçe örgütlerinin hızlı ve toparlayıcı bir tavır geliştirdiğini ama depremzedelere yardım için ortaya koyduğu çabanın hükümetin hoşuna gitmediğini anımsatan Kaya, “HDP yardımlarına el konuldu. Bunu anlamak mümkün değil. Diğer STK’ların da yardımlarına el konuldu. Bu konuda bilgi sahibiyim. Bazı iş insanlarının yardımlarına da el konuldu. Bu yardımlar AFAD’a yönlendirildi. Bütün bunlar acizliğin ifadesidir. Ortaya çıkan zaafın ve yıllardır uğraşılan toplumsal mühendisliğin başarısızlığının ortaya çıkmasına karşı gelişen bir refleksti. Devlet, sivil dayanışmayı ve siyaseti yok etmek için uğraşmış, ancak bu sivil anlayış devletten daha organize davrandı. Zayıflatmak için tüm teşebbüslerine rağmen ayaktadır. En önemli örneği, belediyelere kayyum atanmasının nedenlerinden biri de, bu sivil ve toplumsal ruhu zayıflatmaktır. Kayyum atamalarına rağmen toplumun partilerinin etrafında dimdik ayakta kalması, sivil toplum örgütlerinin ayakta kalması, bugüne kadar atanan kayyumların haksızlığını ve toplumda kabul görmediğini ortaya koydu. Bunun işe yaramadığını gören hükümet, bu HDP ve bileşenlerinin sahadaki varlığını ve halkla iç içe oluşunu hazmetmediği için yeni bir kayyum sürecini işletti. Sahada en elim bir zamanda bunu gerçekleştirdi. Bu, bir cinnet halidir. Depremzedelere yardım götürülmesini engellemek sağlıklı bir ruhun, sağlıklı bir aklın olmadığını ortaya koyuyor. Zaafların ortaya çıkmasının yaşandığı bir cinnet hali yaşandı. Cinnet haliyle verilen bir karardır. Bu, otoriter anlayışın ne kadar sınırsız ve pervasız zulüm mekaniğine döndüğünü görmek açısından gerçekten ibretliktir. Bunu hafızalara kaydetmek lazım.”
AYRIMCILIK KUŞKUSUZ YERSİZ DEĞİL
Arama kurtarma ve yardımların ulaştırılmasında Kürt ve Alevilere yönelik bir ayrımcılığın yaşanmasından ziyade genel bir gecikmenin ve dağınık bir devlet profilinin mevcut olduğunu kaydeden Kaya, şu değerlendirmeyi yaptı: “Kürt-Alevi nüfusun yoğun olduğu bölgelerde yardımların biraz daha geç gitmesi dikkat çekici bir durumdur. Bilinçli bir durum mu? Kürt siyasi çevreler ve Kürt siyasetçiler ciddi anlamda değerlendirmelerde bulunuyor. Bu, yersiz bir kuşku değil. Kürt ve Alevilere yönelik bilinçli bir gecikmenin yaşanmasını yabana atmamakla birlikte diğer alanlardaki zaafları örtbas etmenin bir yolu da olabilir. Buna dikkat etmek lazım. Zaten genel anlamda devletin politikası hem Kürtlere hem de Alevilere karşı bir sorun içeriyor. Sürekli bir ötekileştirme hali var. Öyle bir durumun olduğunu söylemek için çok neden var elimizde ama sadece ona yönelik olduğunu iddia etmek problemli olabilir.”
TEHCİR İÇİN FIRSAT
AKP-MHP iktidarının, ister doğal ister farklı olsun, bu tarz olayları politikalarını uygulamak için fırsata dönüştürdüğünü söyleyen Kaya, şunları dile getirdi: “OHAL ilan etmesi bunun bir göstergesi. Daha önce 15 Temmuz’dan dolayı ilan ettiği OHAL ile muhalefeti sindirme ve kendi politikalarını uygulamayı esas almıştı. Bu yeni durumda uygulamalar olacaktır. Seçimlerin ertelenmesi ve benzeri şeyler yapabilirler. Bunu fırsata çevirmek için elinden geleni yapacak. Bu açıdan Kürt nüfusun yoğun olduğu iller ile ilgili tabiri caizse eline gelmiş bu fırsatı değerlendirerek, bir doğal tehcir mantığına çevirebilir. Buradaki nüfusun batıya kaydırılarak uzun vadede asimilasyon politikalarına maruz kalması. Kürt ve Kurdistan mücadelesinin bilincinin sınırlarını, Diyarbakır’ın doğusu ile mahdut olan bir sınıra çekmeyi düşünebilir. Yani Adıyaman’ı, Antep’i, Maraş’ı ve Malatya’yı tüm buraları Kurdistani özeliklerinden arındırma gibi bir politika devreye koyabilir. Bunun karşısında ciddi bir duruş sergilenmeli. Mümkün mertebe buradaki nüfusun burada kalması, eğer kalma koşulu daha oluşmamışsa da geçici yerlere gidip tekrar dönmesini sağlamak gerekiyor. Bunun için ciddi politikaların ve ikna mekanizmalarının oluşması gerekiyor. Ciddi bir muhalefetin sergilenmesi elzemdir. Bu hükümet, bunu fırsat olarak görebilir. Buna karşı ciddi bir toplumsal baskı oluşturmamız lazım. Bunu yapmazsak süreç ciddi bir asimilasyon riskini beraberinde getirebilir. Oradaki halkımızın yerlerinde kalması için tüm imkanlarımızı seferber etmek durumundayız.”
ÇOCUKLARIN AKIBETİYLE İLGİLİ KAMUOYU OLUŞMALI
Aileleri yaşamını yitiren çocukların durumlarının asimilasyona açık olduğunu belirten Kaya, şunları ekledi: “Bu çocukları belli yerlere teslim ederek, bilinçli bir eğitime tabi tutarak asimile edebilirler. Bu konuda iddialar var. Ne kadar sayıda çocuk sahipsiz kaldı, ne kadarı bu tip yapılara teslim edildi, ne kadarı devlet koruması altında, henüz çok netliğe kavuşmuş değil ama bu, kamuoyunda ciddi bir endişe yaratıyor. Bu gerçeklik var. Bu endişe yersiz değil, çünkü zaten kimsesiz çocukların Türkiye’de nasıl değerlendirildiği ve nerelerde istihdam edildiği konusu bilinen bir şeydir. Dolayısıyla kamuoyunun bu yönündeki duyarlılığı ve hassasiyeti de önemli. Bunların takipçisi olmak lazım. Sahipli çocukların dahi bu tarikatların/cemaatlerin ellerinde nasıl eğitildiği, ne tür sorunlarla baş başa bırakıldığı ortadayken sahipsiz çocukların bunların insafına bırakılması çok daha ciddi bir sorundur.”