İsviçre Yeşiller Genel Başkan Yardımcısı ve Ulusal Parlamento Milletvekili Nicolas Walder, 14 Mayıs’ta gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlere dönük Medya Haber Televizyonundan Serkan Demirel’in sorularını yanıtladı.
Sizin de bildiğiniz gibi, 14 Mayıs’ta Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimleri yapılacak. Hem Türkiye’deki muhalefet hem de birçok Avrupalı siyasetçi bu seçimlerin tarihi öneme sahip olduğuna dikkat çekiyor. Siz bu seçimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette ki bu seçimler, diğer tüm seçimler gibi son derece önemlidir. Ancak Türkiye’de 11 yıllık başbakanlık ve 9 yıldır Cumhurbaşkanlığı yaparak iktidarı tekeline alan bir Cumhurbaşkanıyla geldiği nokta göz önüne alındığında, 14 Mayıs’ta gerçekleşecek bu seçimler tarihsel bir öneme sahiptir.
Türkiye demokrasisi her şeye gücü yeten bir adamın elinde otokrasiye dönüşüyor. Ve bu gerçekten de ülke için bir tehlike. Benim analizime göre, bir 5 yıl veya daha fazla yıllar gücün Erdoğan’ın elinde olması Türkiye demokrasisi için çok ciddi bir tehlike oluşturacaktır.
‘ERDOĞAN KENDİSİ İÇİN TEHLİKE GÖRDÜĞÜ HERKESE KARŞI BASKIYI ARTIRIYOR’
Özellikle Erdoğan rejimi döneminde yaşanan insan hakları ihlallerini de göz önüne aldığımızda, bu seçimlerin önemini nasıl açıklarsınız?
Bu seçimler, özellikle Kürt bölgeleri başta olmak üzere tüm siyasi muhaliflere karşı ihlal edilen insan hakları meselesi açısından da önemlidir. Erdoğan kendisi için tehlike olarak gördüğü insanlara ve siyasi partilere karşı baskıya başvuruyor. Ayrıca etrafında kendi taraftarlarını bulundurmak için yönetimin ve ordunun bir kısmını temizledi. Erdoğan’ın bu tutumu, özgürlüklerin kısıtlanması noktasında insan hakları açısından çok ciddi bir tehlike.
Bu yüzden siyasi çoğulculuğu ve özgürlüğü siyasi alanda canlandırmak gerekir.
‘REJİMİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN TEK UMUT KÜRT HAREKETİNİN TUTUMUDUR’
Kürt sorunu yakından takip eden birisi olarak, bu seçimlerin Kürtler ve Kürt sorununun çözümü açısından nasıl bir öneme sahip olduğunu düşünüyorsunuz?
Bugün hala Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde oluşacak yönetimin Kürt sorununa dönük pozisyonu son derece belirsiz. Dolaysıyla, bugün Kürtlere dönük politikanın ne olacağını bilmiyoruz.
Ancak her halükârda bu politikanın daha açık olacağını ve Erdoğan bugün yönettiğinden daha fazla tartışmaya ve daha genel bir yaklaşıma izin vereceğini tahmin edebiliriz.
Nitekim seçimlerden sonra yapılacak işler olacaktır. Eğer muhalefet kazanırsa, Kürt sorununu masaya yatırmak ve her şeyden önce Türkiye’deki farklı azınlıkların özerklik haklarını ve özgürlüklerini genişletilmesi üzerine çalışılması gerektiğini düşünüyorum.
Bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Tüm bunlar belki seçimlerden sonra yapılabilir. Yine HDP ve Kürt hareketinin bu seçimlerde muhalefet koalisyonunu desteklemek için Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacaklarını söylemeleri, verilen mesaj anlamında çok önemli. Bugün ki rejimi değiştirmek için, tek umut Kürt hareketinin bu tutumudur.
‘KÜRT SEÇMENİN OYLARI BELİRLEYİCİ OLACAKTIR’
Türkiye’nin 3’cü büyük partisi HDP, kapatılma riski nedeniyle bu seçimlere Yeşil Sol Parti altında girecek. Yeşil Sol Parti’nin bu seçimlerde kilit rol oynayacağı söyleniyor. Yeşil Sol Parti’nin bu seçimlerdeki önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yüzde 10’nun üzerinde bir oy oranıyla Türkiye’nin 3’cü büyük partisi olarak HDP’nin (Yeşil Sol Parti) bu seçimlerdeki rolü çok önemlidir. Bu oyu almayan muhalefet koalisyonu seçimleri kazanamaz. HDP’yi rejimi değiştirmek için bir şans olarak görmek zorundayız. Bu anlamda Kürt seçmenin oyları son derece önemli ve belirleyici olacaktır.
Yine HDP’nin bu seçimlerdeki tutumunu aynı zamanda Kürtlerin sadece Kürt meselesinde değil, aynı zamanda Türkiye’deki insan hakları ve özgürlükler konusunda ortaklarıyla çalışmaya hazır olduklarına dair bir sinyal olduğunu düşünüyorum.
Yine HDP’nin Yeşil Sol Parti altında seçime girmesini, Erdoğan’ın HDP’yi yasaklama girişimlerine rağmen Türkiye’deki siyaset arenasında var olma cabası olarak değerlendiriyorum. Buda bu partinin olgunluğunun bir işaretidir.
‘HDP’Yİ VE KÜRTLERİ HEDEF ALMALARI, İKTİDARIN ZAYIFLIĞININ GÖSTERGESİDİR’
Erdoğan rejiminin HDP’yi ve Kürtleri her defasında kriminalizer etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu yapmalarının aslında birkaç nedeni var, bunlardan ikisi aslında en iyi bilinenler ve bu tüm dünyadaki muhafazakâr ve popülist hareketlerde bulunuyor. Bir azınlığı hedef almak, açıkça bir iç ya da dış düşman yaratma ve halkın çoğunluğunu bu yaratılan düşmana karşı bir araya getirme politikasıdır. Bu, halka sunacak fazla bir şeyiniz olmadığında, gücünüzü korumak ve zayıf politikalarınızı gizlemek için başvurulan kolaycı bir politikadır.
Yine bir kesiminin belli nedenlerden dolayı şiddete başvurması durumu var. Buda halkın, şiddete başvuran kesime karşı birleşmesine neden oluyor.
Ama ben HDP’nin hedefe alınmasını, iktidarı kaybetmek istemeyenlerin bir azınlığı risk ve bölünme göstergesi olarak kullanılması olduğunu düşünüyorum. HDP’ye haklar verirlerse Kürtlerin bağımsızlık isteyeceği, ülkenin bölüneceği, Türkiye’nin gücünün sonuna geleceği iddia ediliyor. Bunlarla bağlantılı pek çok efsane oluşturuluyor.
Aynı argümanları başka bir ülkelerde de örneğin Çin’de de görüyoruz. Orada da ülkenin bölünmesi için herhangi bir tehlike oluşturmasa da ayrımcılığa uğrayan bir azınlık var. Bu azınlığa karşı da Türkiye’deki kullanılan argümanların aynısı kullanılıyor. Çin’de de iktidarını kaybetme korkusu yaşayan hükümet bir azınlığı düşmanlaştırarak bu durumu kullanılıyor. Tüm bunlar kabul edilemez.
Umarım Türkiye’de gelecek olan yeni hükümet, daha kapsayıcı bir toplum yaratmak için Kürtlerle ortaklaşır ve onları temsil eden siyasi partilerle birlikte çalışır.
‘HDP’NİN ULUSLARARASI DÜZEYDE DE DESTEKLENMESİ GEREKİR’
Tam da burada sormak isterim, neden Yeşil Sol Parti adı altında seçimlere girecek olan HDP’Yİ desteklemek gerekir?
Öncelikle ben yeşil ve sol görüşlüyüm, bu nedenle bu partiyi desteklemek için siyasi nedenlerim var. Uluslararası düzeyde de bu partiyi desteklemenin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir yandan bir azınlığa veya Kürtlere şiddet araçlarını kullanmayın, siyasi yollarla çalışarak isteklerinizi elde edebilirsiniz derken, diğer yandan onların demokrasiye erişimini engelleyemezsiniz. Bir siyasi partiyi fiilen yasaklayarak bu hareketin demokratik bir şekilde sesini duyurmasını yasaklamış oluyorsunuz. Dolaysıyla, eğer benim gibi barışı ve demokrasiyi destekliyorsanız, tüm partilerin ve tüm insanların bu demokratik mecralarda seslerini duyurma hakkını da desteklemeniz gerektiğini düşünüyorum.
Siyasi partileri ve faaliyetlerini yasaklamak istemenin son derece tehlikeli bir hamle olduğunu düşünüyorum çünkü bu yapılırsa halkın, gerektiğinde şiddeti de kullanarak, isyan etmekten başka çaresi kalmayacaktır.
İnsanların kendilerini ifade etmelerini ve siyasi partilerin işlerini yapmalarına izin vermek tüm saygın demokrasiler için gerçekten son derece önemlidir. Tüm bunları göz önüne alarak, HDP’yi güçlü bir şekilde destekliyor ve Erdoğan’ın bir siyasi partiyi yasaklayarak demokratik özgürlükleri kısıtlama arzusuna karşı çıkıyorum.
‘ERDOĞAN TEKRARDAN SEÇİLİRSE TÜRKİYE DİKTATÖRLEŞİR’
Son dönemlerde birçok siyasetçi Erdoğan’ı rejimini bir diktatörlük sistemi olarak tanımlıyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de bugün var olan sistemi, bir diktatörlük değil de bütün gücün tek bir kişinin elinde olduğu bir otokrasi sistemi olarak tanımlayabilirim. 2017’de sistem değişikliğine giderek başkanlık sistemine geçildi. Erdoğan bu sistem değişikliği ile bir anlamda çok partili sistemi ve politik farklılıkları sınırlandırdı.
Bence birkaç yıl daha iktidarda kalması 20 yıldır Türkiye’yi yöneten bu adamı bir diktatör haline getirecektir. Bunu Rusya’da gördük. Türkiye’de de az da olsa diktatörlüğe giden korkutucu bir eğilimi gözlemleyebiliyoruz.
Bugün hala seçimlerin olması tam anlamında bir diktatörleşmenin olmadığının kanıtı. Ama bu gerçekten de Türkiye’de son özgür seçimler olabilir. Bu nedenle rejimi değiştirmek için çeşitliliği ve çoğulculuğu esas almak ve onu geri getirmek çok önemli.
‘ERDOĞAN TEKRARDAN SEÇİLİRSE AVRUPA VE BÖLGE İÇİN BÜYÜK BİR TEHDİT HALİNE DÖNÜŞÜR’
Erdoğan’ın Avrupa için de bir tehdit teşkil ettiğini düşünüyor musunuz?
Demokrasi ilişkilerde çok daha fazla istikrar ve dayanıklılık sunan bir sistemdir. Demokratik Avrupa’nın kapısında bir diktatörün olmasının bir risk olduğu da doğrudur. Bunu Rusya’da görüyoruz. Bu anlamda Türkiye’de bir diktatörün olmasının Avrupa’nın göz ardı edemeyeceği bir riskle karşı karşıya gelmesi anlamına gelir.
Böyle bir adamın elinde olan Türkiye’nin, Türkler ve tabi ki Kürtler için bir tehlike olduğu kadar aynı zamanda Ortadoğu’da dahil olmak üzere tüm Avrupa ve dünya için de bir tehlikedir. Avrupa’dan bahsediyoruz, ama aynı zamanda Orta Doğu’nun istikrarı da tek amacı siyasi bekası ve gücünü korumak olan bir adamın kararlarından doğrudan etkilenecektir. Ve gerçekten tüm bunlar büyük bir risktir.
Diktatörlük söz konusu olduğunda, artık söz konusu olan genel çıkarlar değil, tek bir adamın çıkarı ve onun gücüdür. Ve bu gerçekten kabul edilemez bir durumdur.
‘İKTİDAR SAHİPLERİNİN YASADIŞI YOLLARLA İKTİDARI ELLERİNDE TUTMA EĞİLİMLERİ OLACAKTIR’
Bu seçimlerin demokratik ve özgür bir ortamda gerçekleşeceğini düşünüyor musunuz?
Avrupa Güvenlik Teşkilatı’nın (AGİT) yüzlerce gözlemci göndereceğini umuyorum. Umarım bu seçimler barışçıl ve her şeyden önce demokratik ve özgür bir ortamda gerçekleşir. Çok dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum, çünkü anketler ve ortadaki tehlike bu seçimlerde farklı eğilimlerin olacağını gösteriyor.
İktidar sahiplerinin yasadışı yollarla iktidarı ellerinde tutma eğilimleri her zaman olacaktır. Bu noktada, muhalefet başta olmak üzere herkesin dikkatli olması gerektiğini düşünüyor ve Avrupa Güvenlik Teşkilatı’nın işini gerçek bir kontrolle yapacağını umuyorum.