25 yıldır İmralı Ada Cezaevinde esir olarak tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 3 yıldır hiçbir haber alınamıyor. Mutlak bir iletişimsizlik (incommunicado) haline tabi tatulan Abdullah Öcalan’ın avukat ve aile görüş hakkı tamamen gasp edilmiş durumda. İmralı’ya tek girme yetkisini elinde bulunaduran ve bu minvalde İmralı tecridinin geleceğini ve sorumluluğunu büyük ölçekte elinde tutan Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ise ortaya koyduğu tavırla İmralı tecridinin daha da derinleşmesine ön ayak oluyor.
Öte yandan, tüm bu hukuksuzluklar ve yetkili kuruluşların sessizliği karşısında, 10 Ekim’de startı verilen “Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm” hamlesi de 2. aşamasında daha da büyüyerek devam ediyor. İmralı tecridine tepki göstererek, “özgürlük zamanı geldi” diyen farklı toplumsal kesimler, aynı zamanda Abdullah Öcalan’ın demokratik, kadın özgürlükçü, ekolojik bir toplumu esas alan paradigmalarının gelecek açısından önemini işaret ediyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a özgürlük kampanyasının destekçilerinden birisi olan İtalyan siyasetçi ve İtalya Sosyal Dayanışma Eski Bakanı Paolo Ferrero ile İmralı tecridini, 10 Ekim hamlesini ve Abdullah Öcalan’ın paradigmalarının önemini konuştuk.
‘TECRİT ÖCALAN’IN FİKİRLERİNDEN KORKTUKLARININ GÖSTERGESİDİR’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşullarıyla başlamak istiyorum. Abdullah Öcalan 25 yıldan beridir İmralı’da tutsak ve yaklaşık 3 yıldan beridir kendisinden hiçbir haber alınamıyor. Öcalan’ın içinde bulunduğu bu tecrit koşullarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öcalan’ın içinde bulunduğu bu koşullar inanılmayacak bir durum. Türk devleti, Öcalan’ı hiç kimse tarafından kabul edilemeyecek koşullarda tutuyor. Onun durumunun ne olduğunu kimse bilmiyor. Tüm bu durum ağır bir işkencedir. Tüm bu yaklaşımlar, Türk devletinin Öcalan’dan korktuğunu da gösteriyor, çünkü Öcalan sadece büyük bir siyasetçi değil aynı zamanda silahlı mücadeleyi ve savaşı sonlandırabilecek bir yeteneğe sahip.
Öcalan, savaşın dışında ortaya koyduğu fikirlerle toplumsal ve sosyal bir değişimi inşa ederek Kürt halkının diğer halklarla birlikte yaşamasını sağlayacak önemli bir konuma sahip. Dolaysıyla, Öcalan büyük bir siyasetçi olduğu gibi aynı zamanda ortaya koyduğu fikirleriyle sadece Kürtler için değil insanlık için geleceği görebilen büyük bir entelektüel ve filozoftur.
Öcalan’a dönük yaklaşımlar göz önüne alındığında Erdoğan yönetimindeki Türk hükümetinin geleceğe bakmadığına ve hala geçmişte kaldığına inanıyorum. Erdoğan geçmiş yaklaşımlara sahip çıkarak, Öcalan’ı tecrit koşullarında tutuyor. Bu durumda, Erdoğan’ın açıkça Öcalan’dan ve onun fikirlerinden korktuğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle Erdoğan, Öcalan’a karşı delice ve barbarca bir yaklaşım sergiliyor.
ANTONIO GRAMSCI VE ÖCALAN BENZERLİĞİ
Daha önce yaptığımız kısa bir görüşmede Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu koşulların ve ona dönük yaklaşımın, İtalyan Filozof ve Devrimci Lider Antonio Gramsci ile benzer olduğunu söylemiştiniz. Neden böyle bir düşüncedesiniz?
Evet, her ikisinin de içinde bulunduğu koşullar çok benzer. Her ikisi de Antonio Gramsci’de Öcalan’da düşüncelerinden kaynaklı hapsedildi. Gramsci hapsedildiğinde, yargıçlar ona verdiği cezayla Gramsci’nin 20 yıl boyunca düşünmesini engellemek ve onun fikirlerinin yok edilmesini istediler. Türk devleti de aynısını bugün Öcalan’a karşı yapıyor. Bu birinci benzerlik.
Bir diğer nokta ise Gramsci ve Öcalan’ın güce yaklaşımıdır. Dolaysıyla Gramsci ile Öcalan’ın bir düşünür ve filozof olarak yaptıklarına bakmak gerekir. Gramsci İtalya tarihi ile sosyalizmin geleceği arasında bir bağ kurmuştur. Gramsci sosyalizm meselesini bir ütopi olarak değil İtalya’nın uzun soluklu tarihi içerisinde somutlaştırdı. İtalyan gerçekliğini göz önünde bulundurarak ve İtalyan tarihine uygun bir şekilde sosyalizme geçişin nasıl olacağını fikirleriyle geliştirerek ortaya koydu.
‘ÖCALAN FİKİRLERİNİ İNSANLIK TARİHİNİN ÜZERİNE İNŞA ETTİ’
Bana göre, Gramsci’nin bu yaptıklarının benzerini Öcalan’da yaptı. Öcalan’da geleceğin fikirlerini; Ortadoğu ve Kürdistan tarihinin derinliklerinde arayarak inşa etti ve teorikleştirdi. Gerçekçi bir sosyal ve toplumsal değişimi yaratmak için tarihsel çelişkileri ve zıtlıkları nasıl pozitif bir şekilde geliştirilebileceği üzerinde durdu. Öcalan, toplumsal bir değişim ve yeniden bir inşa için dışarıdan bir teoriyi değil, Kürdistan ve insanlık tarihini esas aldı ve oradan yeni bir toplumsal inşanın fikirlerini geliştirdi. Hem Öcalan’ın hem de Gramsci’nin bu yaklaşımları, benim için onların düşüncelerinin ne kadar derinlikli olduğunu ve onların büyüklüğünü ortaya koyuyor.
Bana göre, aynı şeyi Fidel Castro da yaptı. Sosyalizm fikrini Küba halkının tarihini esas alarak geliştirdi. Yani Öcalan ve Gramsci bu anlamda büyük benzerlik taşıyor. Gramsci, sosyalizme geçişi ulusal bir yolda aradı. Bu, milliyetçilik anlamına gelmiyor. Yani sosyalizme geçiş ve yeniden inşa fikrini İtalya’nın halkının tarihini esas alarak geliştirdi. Bu anlamda bence Öcalan’da fikirlerinin temeline tarihi koyarak aynısını yaptı. Bence, bu çalışma bicimi her ikisinin de büyük bir devrimci önderliğini, sosyalizmin inşasına olan desteğini ve yeniden gerçekleştirilecek sosyal ve toplumsal inşaya olan büyük katkıyı ortaya koyuyor.
Bugün kapitalist sistemin yarattığı birçok sorunla karşı karşıyayız. Dünyanın birçok yerinde yaşanan savaşlar, ekonomik krizler, açlık, yoksulluk, eşitsizlikler hiç kuşkusuz ki bu sistemin yarattığı sorunlardan bazıları. Buna karşı bugüne kadar güçlü bir alternatifi de görmüş değiliz. Var olan krizlerden çıkış yolu noktasında Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği fikirlerin önemi hakkında ne demek istersiniz?
Kapitalizm, gelişim sürecinde dünya genelinde büyük çapta bir ekonomik zenginliğin ortaya çıkmasını sağladı. Bu büyük zenginlik, dünya genelinde kötü bir şekilde yönetildi ve kötü bir şekilde dağıtıldı. Büyük bir kesim açlık içerisinde yaşarken, küçük bir kesim bu zenginliğe sahip oldu ve istediği gibi yaşadı.
Diğer taraftan kapitalizm, bu zenginliği üretirken çevreyi, doğayı ve sosyal ilişkileri yok etti. Yani toplumu ve doğayı yok etti. Dolaysıyla bugün kapitalizmin ötesine geçmiş sorunlarla karşı karşıyayız. Yani insanlığı tehdit haline gelen sorunlarla yüz yüzeyiz.
Yine büyük güçlerin savaşları ve savaş girişimleri ile karşı karşıyayız. ABD bugün dünyada sahip olduğu konumunu kaybetmemek ve askeri gücünü koruyarak diğer toplumların kendisine bağlı kalmasını zorunlu bırakmaya devam etmek istiyor. Bugün ki; savaş ve savaş girişimlerinin temel nedenlerinden birisi bu. Bu durumdan nasıl çıkılacağı ve savaşların sebebi olan kapitalizmden başka bir sisteme geçişin nasıl sağlanacağı bugünkü en büyük meselelerden birisidir. Bu mesele aynı zamanda bizler için bir sorun ve zorluktur çünkü bunun ötesinden gelebilecek ve kapitalizme karşı bir alternatif geliştirecek bir kapasiteye sahip değiliz. Çıkış yolunu bulma noktasında yeterli ve yetenekli değiliz.
‘ÖCALAN BİZE YOL GÖSTERİYOR’
İşte tam bu sorunlar karşısında, Öcalan birey olarak bize kapitalizmin üstesinden gelecek yolu ve yolda nasıl çalışılması gerektiğini gösteriyor. Örneğin, kadınları merkezine koyan ve onların rolü öncülüğünde yeni bir toplumun ve sistemin nasıl inşa edileceğini ortaya koyuyor.
Yine toplumların kendi kendisini yönetmesi sorunu meselesinde Demokratik Konfederalizmi öneriyor. Yani bugün var olan ulus devletlerin gücüne karşı yeni bir devlet gücünün inşa edilmesini değil; bireyi, halkı ve sivil toplumu esas alarak ve bunları örgütleyerek yeni bir sosyal toplumun inşasını savunuyor.
‘ÖCALAN 21 YÜZYILDA İNSANLIĞA SOSYALİZME GİDECEK YOLU SUNUYOR’
İnşa edilecek bu sistem içerisinde her kesimden halklar ve dinler kendisine yer buluyor. Dolayısıyla, Öcalan’ın yeniden kurulacak bir toplumsal inşanın yöntemleri ve kapitalizmin ötesine nasıl geçileceği noktasında sunduğu yolun sadece Kürtler için değil aynı zamanda biz Avrupalılar içinde önemli olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede, Öcalan’ın 21. yüzyılda sosyalizme gidecek yolu bizlere gösterdiğine inanıyorum. Bu anlamda bir kez yine söylüyorum; Öcalan ortaya koyduğu fikirlerin sadece Kürtler için değil, toplumsal değişimi esas alan bütün hareketler ve tüm insanlık için yeni bir gelecek yaratma da önemli yol gösterici olduğuna inanıyorum.
İTALYA’NIN KOMPLODAKİ ROLÜ
Bir İtalyan siyasetçi olduğunuz için size de sormak istiyorum. Bildiğiniz gibi Öcalan esir alınmadan önce İtalya’da yer aldı. Roma’dan çıkması ile gelişen sürecin sonunda Kenya’da esir alındı. Bu anlamda Öcalan’ın tutuklanmasında İtalya’nın ve dönemin Massimo D’Alema hükümetinin rolü hakkında ne demek istersiniz?
D’Alema hükümetinin o dönemki yaklaşımının çok negatif olduğunu düşünüyorum. Öcalan İtalya’da olduğu süre zarfında çok açık bir şekilde siyasi sığınma hakkına sahipti. Kendisine bu hak tanınarak İtalya’da kalmasını sağlanabilirdi. Bu süreçte, D’Alema hükümeti Öcalan’ın İtalya’da kalmasından korktu ve ABD’nin ve Türkiye’nin taleplerine karşı koyamadı. Bu tutumdan kaynaklı Öcalan Roma’dan çıkmak zorunda kaldı ve daha sonra gelişen süreç onu esarete kadar götürdü. Dolaysıyla D’Alema hükümetinin Öcalan’ın yakalanmasında büyük bir rolü olduğunu söyleyebiliriz; çünkü Öcalan’ı talep edenlere karşı onun İtalya’da sığınma hakkının olduğunu güçlü bir şekilde söylemedi.
Bu anlamda biz İtalyanların Öcalan ile dayanışma içinde olmasının bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum; çünkü Öcalan bizim hükümetimiz yüzünden bugün cezaevinde.
‘BATI MEDYASI ÖCALAN’I YAZMAKTAN KORKUYOR’
Öcalan’ın bugün içinde bulunduğu tecrit koşullarına rağmen Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) başta olmak üzere yetkili kurumlar harekete geçmiyor. Avrupa’nın ve yetkili kuruluşlarının İmralı tecridine dönük sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa’nın bütün değerlerini kaybettiği bir dönemdeyiz. Her tarafta savaşlar yaşanıyor çünkü bu savaşların kararını ABD veriyor. Avrupa, birçok konuda cifte standart uyguluyor. Bir taraftan işkence altında olan Öcalan’ın durumu karşısında hiçbir şey söylemiyor, diğer taraftan Avrupa’da veya Batı’da bir şey geliştiğinde söz söyleme hakkına sahip oluyor.
Avrupa ve Batı medyasının büyük bir çoğunluğu, yüzde 80 ve 85’i, var olan gücün elinde veya denetiminde. Medyanın yaşananları görme ve gerçekleri söyleme ve yazma bağımsızlığı yok. Bunların ötesinde Öcalan’ın içinde bulunduğu koşulları konuşmaktan çekiniyorlar. Onun durumu hakkında hiçbir şey söylemiyorlar, o yokmuş gibi davranıyorlar. Bu İtalya ve Avrupa yönetici sınıfının büyük bir sorumluluğudur. Bunlar, Fransız devriminin çocukları değil, kapitalizmin normalleştirildiği sistemin kafasını taşıyan çocuklarıdır. Özgürlükten bahsediyorlar ama herkesin özgürlüğün için mücadele etmiyorlar.
‘ERDOĞAN BİR MAFYA GİBİ AVRUPA’NIN KAPISINDA DURUYOR’
Yine Türkiye, Avrupa’nın üzerinde göçmen muslukları gibi duran bir konumda. Erdoğan, Avrupa’yı ‘eğer siz para vermezseniz ve benim yaptıklarıma ses çıkarırsanız kapıları açıp göçmenleri size gönderirim’ diyerek tehdit ediyor. Bu, Avrupa için önemli bir sorun. Erdoğan, bir mafya gibi elindeki göçmenleri bir güce dönüştürerek Avrupa’nın karşısında duruyor.
10 Ekim’de sizin de destekçisi olduğunuz “Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa siyasi çözüm” talebiyle küresel çapta bir kampanya başlatıldı. İkinci aşamasında devam eden bu kampanyanın önemi ve yapılması gerekenler hakkında ne demek istersiniz?
Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullara dikkat çekmek için geniş çaplı bir duyarlılık kampanyası oluşturmalıyız. Bugün yaptığımızdan daha geniş kapsamlı bir duyarlılık kampanyasından bahsediyorum. Bugün yaptıklarımız içerisinde hatalarında olduğunu düşünüyorum. Oda, sadece Öcalan ile aynı düşünen insanlar ve çevreler arasında bir kampanya yürütülüyor olmasıdır.
Öcalan ile aynı düşünmeyen ama Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullara ve onun tutukluğuna karşı çıkan herkes arasında bir kampanya yürütmeli ve onları da bu kampanyanın parçası haline getirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Öcalan’ın özgürlüğü için Avrupa’da var olan hareketin daha da genişletilmesi ve farklı kesimleri bu kampanyaya katmanın zorunlu olduğunu düşünüyorum. Bu yapılmadığında, sadece bu kampanya ve hareket sol çevrelerle sınırlı kalıyor. Dolaysıyla, Öcalan’ın özgürlüğü için sadece solcuların içerisinde olduğu bir hareket değil, 25 yıllık uzun bir tutsaklığı ve Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullara karşı çıkan herkesi içine katan daha geniş demokratik bir hareket inşa edilmeli.
NATO üyesi bir ülkede tutuklu olan Öcalan’dan son birkaç yıldır haber alınamaması kimse tarafından kabul edilecek bir durum değildir. Bu anlamda geniş bir kampanya yürütmeliyiz. Bu da bizlerin yapması gereken bir durum.
Kürt sorununu ve Öcalan’ın durumunu sadece belli bir spesifik kesimin gündeminden çıkararak daha geniş kesimlerin gündemine taşımalıyız. Tıpkı bugün Filistin halkının içinde bulunduğu koşullar gibi Kürt sorununu da daha geniş kesimlere taşımalıyız.
‘ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK ARTIK BİR ZORUNLULUKTUR’
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Bir insanın ömrünün yarısını cezaevinde geçirmesi kabul edilemez. Bunun hiçbir insancıl yanı ve hiçbir nedeni olamaz. Dolayısıyla, Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması ve Kürt sorununa siyasi bir çözümün bulunması bir zorunluluktur. Çünkü dünyada barış içinde yaşamanın tek yolu, başka halkların varlığına ve haklarına saygı duymaktan geçiyor.
Kürt sorununun çözümünde Öcalan’ın rolü çok önemli. Kürt meselesinin temel çözümü başka halklarla birlikte eşit haklara sahip olarak yaşamaktan geçiyor. Bu çözümün yöntemi de Öcalan’ın ortaya koyduğu fikirlerin temelinde yatıyor. Öcalan’ın fikirleri Kürt sorununun siyasi bir şekilde çözülmesi için ortaya konan tek politik ve barışçıl çözüm yöntemidir.