RTE'nin işgal, Rusya'nın parçalanmış Suriye politikası ve Efrîn

Rusya'nın, RTE ve Türkiye’nin Efrîn’i çetelerle sivil katliamlar ve yıkım gerçekleştirerek işgal etmesine onay vermekle, Suriye’nin parçalanmasına izin vermesi netleşirken, elbette ABD’nin bunda payı olduğunu söylemek de yanlış değil.

Çağın Direnişi 45. gününde devam ediyor. Hiçbir gücün hesaplamadığı direniş uluslararası ve bölgesel güçlerin yaptığı hesap ve planları da altüst ederken, uluslararası ve bölgesel güçler arasında varılan ve uluslararası yasalara aykırı, hatta suç teşkil eden ilişkileri de deşifre ediyor.

BMGK KARARININ AÇIĞA ÇIKARDIKLARI

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yaklaşık bir hafta önce Suriye genelinde geçerli olacak bir aylık ateşkes kararını aldı. Karar, Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü ile BM Şartı’nın amaç ve ilkelerine yönelik güçlü bağlılığı dile getirilerek alınan bir karar.

Ancak karardan hemen sonra Türkiye 'karar Efrîn için geçerli değil' tartışmasını başlattı. Bu tartışma beraberinde birçok gerçeği açığa çıkarıyor. RTE ve AKP’nin başlattığı bu tartışma 'Efrîn Suriye toprağı değil mi' gibi bir soruyu da akla getiriyor haklı olarak. Elbette Efrîn Suriye topraklarının bir parçası. Suriye geneli için alınan bu karar Guta Suriye’nin herhangi bir yeri için ne kadar geçerli ise Efrîn için de o kadar geçerli. Başta ABD olmak üzere Fransa, Almanya ve diğer birçok ülke 'bu karar tüm Suriye için geçerli' vurgusu yaparak Efrîn’in dahil olduğunu açıklasa da, Efrîn’e yönelik katliam, yıkım ve işgal girişimini şimdiye kadar durdurmadı. Burada açığa çıkan, Türkiye'nin BM’nin kararlarını ciddiye almadığı gerçeği. Peki, Türkiye neye ve kime güvenerek BM karalarını ciddiye almıyor?

Burada Rusya’nın izlediği Suriye politikası açığa çıkıyor.

Rusya 2016 yılında Türkiye’nin kendisine bağlı çeteleri Halep’ten çıkarması karşılığında Cerablus ve Bab’ı işgal etmesine onay vermekle, Suriye’nin parçalanmasına onay vermenin ilk adımını attı. Daha sonra Türkiye'nin İdlib'e girmesine onay vererek Suriye’nin parçalanmasını pekiştirdi. Ardından Türkiye’nin Efrîn’i işgal etmesi için onlara hava sahasını açarak aslında Cerablus, Bab ve İdlib’de Suriye topraklarının işgal edilmesi ve Suriye’nin parçalanmasına verdiği kararı daha ileri bir boyuta taşıdı. Türkiye Rusya’nın kendisine verdiği onaydan güç alarak, BMGK kararlarını tartışmaya açtığı gibi hiç dikkate almayan bir 'cesaretle' hareket ediyor.

Bu durumda BM, Rusya’nın onayını uluslararası yasalara göre işlediği suçlar bağlamında ele alması ve sorgulaması gerekir. Bunun yanı sıra bir başka ülkenin parçalanması ve topraklarının işgal etmesine onay vererek bir başka suçu işlemeden ötürü BM yasalarına göre yargılanması gerekir. BM Rusya için bunu yapabilir mi, belli değil ancak, Rusya’nın suçlu duruma düşürdüğü Türkiye’yi rahatlıkla yargılayabilir. Zira Türkiye NATO üyesi olmakla BM’nin tüm yasalarını kabul edip yükümlülüklerini yerine getirme gibi bir sorumluluk altına kendisini sokmuş durumda. Bundan dolayı RTE’nin DAİŞ, El Kaide ve BM’de işledikleri suçlardan ötürü dosyaları olan gruplarla başlattığı, sivil katliamlar gerçekleştirdiği yeni suçlarla BM nezdinde suçlarını ağırlaştırmış durumda. BM işlediği suçlardan Türkiye’yi yargılamaktan çok uluslararası savaş suçları mahkemesinde RTE ve Türkiye’nin yargılanmasının önünü açabilir. BM, başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye silah satmaması yönünde baskıda bulunabilir. Bu ülkeler de alınan ateşkes kararına uymayan, verdikleri silahlarla sivil katliamlar yapan Türkiye’ye silah ambargosunu uygulayabilirler. Elbette oy vererek aldıkları BMGK kararında ciddi olmaları durumunda BM üyesi başta Almanya olmak üzere Fransa ve diğer ülkeler böyle bir yaptırım kararına gidebilirler.

SURİYE'NİN PARÇALANMASINDA ABD'NİN ROLÜ

Rusya'nın, RTE ve Türkiye’nin Efrîn’i çetelerle sivil katliamlar ve yıkım gerçekleştirerek işgal etmesine onay vermekle, Suriye’nin parçalanmasına izin vermesi netleşirken, elbette ABD’nin bunda payı olduğunu söylemek de yanlış değil. Zira ABD baştan beri Efrîn'in kendi alanları dışında olduğu yönünde açıklamalar yaparak Türkiye’ye yeşil ışık yaktı. Bunun dışında Cerablus ve Bab’ın işgal edilmesi sırasında işgalde kullanılan Sultan Murad, Ehrar Şam, Nurettin Zengi ve diğer gruplara işgal için Ezaz üzerinden silah göndermekle aslında baştan beri Rusya’nın Suriye’yi parçalama planında payı olduğu hatta bu konuda belli noktalarda anlaşma içinde olduğu da görülüyor. ABD bu plana bir biçimde destek vermese kendi emirleri ile hareket eden BM’nin aldığı karara Türkiye’nin uymamasından ötürü farklı yaptırımlara gidilmesi için BM’yi harekete geçirebilirdi. ABD'nin, BM’yi Türkiye’ye yaptırımlar konusunda harekete geçirmemesinden ötürü, Suriye’yi parçalama ile Efrîn’deki katliamlarda Rusya ile her ne kadar çelişkili ve çatışmalı görünse de, aynı görüşte olduğu ortaya çıkıyor.

İRAN RAHATSIZ

Efrîn işgalinin başladığı günden beri İran çeşitli biçimlerde rahatsızlığını dile getiriyor. Devletin zirvesinden bu rahatsızlığını dile getirdi ilk günlerde. Ancak planın, kendisine yönelik dönebilecek bir plana dönüşmesi verileri ortaya çıkınca geri çekildi. Bu kez çok farklı yöntemlerle rahatsızlığını vurgulamaya başladı. İran Kürt parlamenterler, yine Kürt kentlerinde gelişecek eylemlerle bu rahatsızlığını belli etme yolunu seçti son zamanlarda. Onun dışında İranlı Akademisyen ve Analist Abdullah Mihriban, Suriye’de yaşananların Kürtler ve İran’a karşı olduğu, bundan dolayı Kürtler ile Şiilerin ittifak yapmaları gerektiği, ittifak yapmamaları durumunda her ikisinin de büyük kaybedeceğini açıklayarak, İran’ın rahatsızlığının resmi olmayan bir başka biçimde dile getirdi.

45. gününe giren Efrîn’deki Çağın Direnişi, ABD, Rusya, Almanya, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri ile İran ve diğer bölgesel güçler arasındaki ilişkilerden RTE’nin cesaret edindiğini ve katliamlar gerçekleştirdiğini de ortaya çıkardı. Direniş Türkiye’nin bu güçler ile aralarındaki kirli ilişkileri de böylece deşifre etmiş oldu. Bu ilişkilerin bu şekilde sürüp sürmeyeceği konusunda da ciddi çatlaklar ortaya çıkardı. Bunun yanı sıra başta BM olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşların yasalarını işletmediği, işlettikleri görünümü verdiği yasalarının da ciddi bir şekilde arkasında olmadığı gerçeğini de gözler önüne serdi.

Çağın Direnişi, bu güçler arasındaki ilişkiler ve ikiyüzlü politikaların kirli anlaşmalarının da bu şekilde devam edemeyeceği gerçeğini açığa çıkardı.