Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin Meclis grup toplantısında konuştu.
İktidarın depremle ilgili toplumsal dayanışmayı engellemeye dönük baskılarına değinen Sancar, “Depremden sonra iktidarın ısrarla ve istikrarla yaptığı bir şey var bunu engellemek için konuşmak, sormak ve sorgulamak, hesap sormak zorundayız. Nedir bu? Toplumun yardımlaşma ve dayanışma enerjisini büyütmek ve etkili kılmak yerine, bastırmak, etkisizleştirmek ve gasp ya da müsadere etmek. Devletin, iktidarın, toplumun enerjisini bastırması, müsaderesi elbette yeni bir şey değil ama burada yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bu kadar büyük bir felaketin ortasında herkes çok çaresizken, bunu en kaba bir biçimde yaptı bu iktidar, yandaşları ve medyası toplumun dayanışma enerjisi bastırılmayıp doğru yönlendirilirse, belki de binlerce can enkazdan sağ çıkarılabilecekti. Belki birkaç kişi biraz daha erken yemek, binlerce kişi barınma imkanlarına kavuşabilecekken bunu engelleyen bir iktidarla, devlet karşı karşıyayız. Bu iktidar bunu sistemli, istikrarlı, kötücül bir biçimde yapmaktadır. Amaç belli, aman toplum kendi enerjisiyle ayağa kalktı denilebilecek bir manzara oluşmasın” şeklinde konuştu.
'İKTİDARIN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ, ACİZLİĞİ GÖRÜLDÜ'
Sancar, depremle birlikte partinin bütün kurullarının sahada olduğunu belirterek, “Devlet ya da iktidar tarafından ayağa kaldırılmış ya da hiç olmazsa devletin yönlendirmesiyle ayağa kalkmış bir toplum manzarası yapmak istediler. Bunu normal zamanlarda yaptıklarını eleştiririz, ağır sözler de söyleriz ama burada yaptıklarının faturası çok ağırdır. Böyle bir zamanda iktidarın bütün bu yaptıklarını yapmadıklarını engellemek için bu düzeni değiştirmek için konuşmak, sormak, sorgulamak ve hesap sormak zorundayız. Bizler deprem yaşandıktan hemen sonra bütün birimlerimizle sahadaydık. Ben ve Eşbaşkanım Pervin Buldan, milletvekillerimiz, yönetici arkadaşlarımız, danışmanlarımız, partimizin bütün birimleri, il örgütleri, kayyım atanmış olsun olmasın tüm yerel yöneticilerimiz ilk andan beri deprem bölgesindeydi. Bizim gibi binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce, insan belki milyonlarca insan aynı şekilde, aynı duyarlılıkla hareket etti. Yaşanan bu büyük yıkımı, insani krizi, büyüyen öfkeyi ve iktidarın devlet kurumlarının acizliği, çürümüşlüğü, yetersizliği ve de oluşan büyük dayanışmayı engellemeye yönelik girişimleri hepsi gözlerimizin önünde cereyan etti, hepsine bizzat tanık olduk” diye belirtti.
Depremin vurduğu Hatay’da ortaya çıkan manzaranın tüm gerçekleri ortaya koyduğuna dikkat çeken Sancar, “Sadece bizlerin değil, özellikle ve öncelikle deprem bölgesinde yaşayan insanların gerçekliği de budur, gördükleri hakikat de budur. Şimdi cevabı verilmesi gereken temel soru şu. Bu kadar ağır bir yıkım bu kadar büyük bir felaket neden yaşandı? On binlerce insanın ölümüne neden olan sorumluluklar zinciri nedir? Öyle ‘asrın depremi’ diyerek geçiştirilecek, üzeri örtülecek, sıradanlaştırılacak bir durum değil. Bunlar ülkeyi yönetenlerin birinci dereceden sorumlu oldukları bir siyasal ve toplumsal felakettir söz konusu olan. Depremden öncesine bakalım, Maraş bölgesinin deprem kuşağı olduğu biliniyor. Uzmanlar, meslek kuruluşları, devlet kurumları, halkımız, siyasetçiler bu gerçeği defalarca dile getirdi. Teknolojinin ve bilimin geldiği bu aşamada fay hatları üzerinde gerçekleşecek bir büyük depremin aşağı yukarı zamanını bile, yerini bile söyleyen bilim insanlarımızı oldu. Bu uyarılar neden dikkate alınmadı, neden tedbir alınmadı? Gerekli etütler neden yapılmadı? Denetimsiz ve tehlike arz eden binalara dair neden envanter tutulmadı? Bu binalar için neden bir çalışma yürütülmedi" diye kaydetti.
'RANTIN FELAKETİ'
Sancar, sözlerini şöyle sürdürdü:
"2011’de yayınladıkları strateji eylem planında 2017’ye kadar tüm kamu binaları 2022’ye kadar tüm kırsal bölgelerdeki ve şehirlerdeki binaların kontrollerinin yapılacağını belirtti. Peki ne yaptı iktidar, 2003’te çıkarılan bir torba yasa ile mimar ve mühendislerin yapı denetim sürecinden dışlanmasına imkan verecek ve denetimleri özel sektöre havale edecek düzenlemeler yaptı. Deprem öncesi tedbirleri almayan ve raporların, risk planlarını gereğini yerine getirmeyen iktidar ve liyakatsizlik ile yönettiği devlet kurumları çürük binalar gibi çöktü ama halkımızın üzerine çöktü, ülkenin üzerine çöktü. Yollar ile övünüyorlar yollar çöktü, büyük binalar ile övünüyorlar binaları çöktü, büyük havaalanları ile her yere havaalanı açmakla övünüyorlar havaalanları çöktü, kendileri çöktü, halkın üzerine çöktü, bunu sormak, sorgulamak ve hesabını sormak zorundayız. İnsan yaşamı yerine rantı, talanı ve savaş politikalarını esas alan bir anlayış ile korkunç bir felakete maruz kaldık.
Cumhurbaşkanı’nın İskenderun’da 6 mahallenin riskli bölge ilan edildiği kararı bir gün önce yürürlükten kalktı. 20 yıldır plansız, programsız bilimden uzak ve yaşamı hiçe sayan bir anlayışla durmadan beton döküyorlar. Doğa talanına dayalı rant alanları oluşturuyorlar. Bunu da kamuoyuna şatafatlı törenlerle hizmet diye sunuyorlar. Peki devleti yönetenler nerede? Sorunun cevabı açık! Devleti yönetenler işte burada, bu politikalarla, bu anlayışla devlet nerede diyenler nerede? Binlerce milyonlarca insan devlete, devletin elindeki kamu imkanlarına bu kadar ihtiyaç duyarken, devlet ortadan kayboldu. Deprem anından itibaren, 72 saat boyunca organize olamayan, koordinasyonu sağlayamayan, tek adamın talimatı olmaksızın, bir vinç dahi hareket ettiremeyen inisiyatif alamayan, beceriksiz, basiretsiz liyakatsiz, darmadağın bir devlet yönetimi gördük. Bu devlet yönetimi halkın kaynaklarıyla işliyor.
'NEDEN HAREKETE GEÇİLMEDİ?'
Şu soruların cevabı verilmek zorunda. Soracağız ve yeniden, yeniden soracağız. Depremden sonraki ilk saatlerde neden hıza harekete geçilmedi? Bunun önündeki engel neydi? Bütün devlet kurumlarını imkanları ve kapasitesi neden devreye sokulmadı? Sivil ve resmi arama kurtarma ekiplerinin acilen bölgeye sevki neden gerçekleştirilemedi? Kamunun ve özel sektörün elindeki iş makineleri, vinçler kurtarma araçları neden devreye sokulmadı? Neden 72 saat geç kalındı? Ne beklendi? Halbuki uzmanların dediği çok açık. Gerekli hazırlıklar zamanında yapılmış olsa, harekete geçmek için 4 saat yeterliydi. Bütün yetkileri elinde bulunduran Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, hiyerarşik yapıdaki herkes bu soruların yanıtını vermek zorundadır, sadece yanıt değil elbette, hesabını da vermek zorundadır.
'HESABINI MUTLAKA SORACAĞIZ'
İnsan yaşamının söz konusu olduğunda bir anda, karışıklık o yaşamın sona ermesi anlamına geliyor. İleri sürdüğünüz karışıklığın sonucu kurtarılabilecek binlerce insanın enkaz altında can vermesidir. Bu kıyımın hesabını mutlaka soracağız, bu hesabı mutlaka vereceksiniz. Sivil dayanışmaya kayyım atarken, yardımları engellerken, hiç gerek yokken OHAL ilan ederken, sosyal medyayı en hayati zaman aralığında yasaklarken, devlet nerede diye tweet atanları tek tek gözaltın alırken, halkı ve medyayı sürekli tehdit edip, susturmaya çalışırken, 72 saat boyunca vinçleri, kepçeleri, yardım tırlarını yollarda bekletirken hiç karışıklık yaşamadınız. Buralarda kötücülükte, kötülükte hızla organize oldunuz. İnsan hayatı söz konusu olduğunda nedir bu karışıklık, neden yaşanıyor? Halk düşmanlığı söz konusu olduğunda, bu iktidarın hızını hiçbir şey kesmiyor. Koordinasyonun da kimse engelleyemiyor ama halk ve yaşam söz konusu olduğunda, insanları değil, koltuklarının bekasını ve imajlarını kurtarmak için tek yürek teyakkuza geçen bir yönetim zihniyeti ile karşı karşıyayız. Hafızalarımıza kayyım atayamazsınız, bunları unutmayacağız, unutturmayacağız, sormaktan sorgulamaktan, hesabın peşine düşmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Depremden hemen sonra Saray ile devlet kurumları arasında ne yaşandı. Bu beceriksizliğin ve basiretsizliğin, AFAD’ın son derece yetersiz personel ve gecikerek gönderilmesinin sebebi nedir. Bu sorulara cevap vermek zorundasınız. Askeri kurumların envanterinde 400’ü aşkın taşıma maksatlı helikopter, Türkiye’nin farklı bölgelerinde bulunuyor. Mesela Hatay’a bu helikopterlerle depremden itibaren en geç 8 saat içinde tam donanımlı en az 4000 kişilik arama kurtarma ekibi gönderilebilirdi. Neden yapılmadı? Arama kurtarmada en fazla deneyime sahip ve bölgeye gitmek için bekleyen madenciler neden günlerce bekletildi neden bölgeye sevk edilmedi.
'ZİNCİRİN BAŞI ERDOĞAN'
Ölümlerin sorumlusu bellidir, çürük ve yozlaşmış enkaz zihniyetidir. Bu rant, talan, yalan ve savaş üzerine varlığını kurmuş iktidarın kendisidir. Tüm kurumlar Cumhurbaşkanı’nın ve kendilerinin imajı ve menfaati için çalışıyor. Vatandaşın lehine tek bir kurum çalışmıyor. Her devlet kurumu ve bu kurumlarda çalışan yetkililer Cumhurbaşkanlığı sisteminde bir emir kulu haline gelmiştir. Bu sistemde devletin tüm kurumları halka sorumlu olmaktan azade kılınmış. Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu hale getirilmiştir. Bu nedenle bu yıkımda da sorumluluk zincirinin başı ve ilk halkası bizatihi Cumhurbaşkanıdır. Depremin büyük felakete dönüşmesinin nedenlerini bir kez daha tek tek sıralıyorum. Vurgunculuktur, talancılıktır, yalancılıktır, rantçılıktır, denetimsizliktir, tedbirsizliktir, öngörüsüzlüktür, plansızlıktır, organizasyonsuzluktur, koordinasyonsuzluktur, çürümüşsüzlüktür, ahlak yitimidir, merhametsizliktir, vicdansızlıktır. Bütün bunları hepimiz gördük, görmeye devam ediyoruz. Depremin büyük bir felakete dönüşmemesi için koordine olmayan bu iktidar, savaş faaliyetleri söz konusu olduğunda anında koordine olmayı nasıl başarıyor? Bakın, kamu yararını değil rantı, halkın yaşamını değil kendi bekasını, barışı değil savaşı tercih eden bu siyaset ve zihniyet ölümlerin ve yıkımın sorumlusudur.
OHAL ilan edildi, buna ne gerek vardı? Eldeki imkanlarla bütün bu çalışmaları yürütmek mümkündü. Afet bölgesinde de pek çok çalışma imkanı veriyor size o mevzuat. Çünkü olağan şekilde yönetme becerisi yok bu iktidarın. Herhangi bir olağanlığı kabul etme iradesi yok, olağanlık kendileri için tehdit. Onun için her şeyi OHAL şartlarına havale edip toplumu sindirmenin, bastırmanın ve susturmanın yollarını burada çıkarmaya çalışıyorlar. Hepimiz biliyoruz, bir kez daha hatırlatayım, Pazarcık Hasankoca köyünde Cemevi ile birlikte yürüttüğümüz kriz koordinasyon merkezine kaymakam tarafından kayyım atandı. Böyle bir kötülük, merhametsizlik, vicdansızlık nasıl oluyor sormak zorundayız. Hepimiz bunu sormak zorundayız. Niye? Çünkü devletin bütün çürümüşlüğü, bizlerin orada yürüttüğümüz çalışmalarla halkın gözlerinin önüne daha çıplak bir şekilde serilecek, bundan korkuyorlar. Dayanışmanın nasıl can kurtardığını, insanların hayatlarını korumak için nasıl önemli olduğunu, bu kurumlar ve pek çok başka kurum göstereceği için kendi iktidarlarının kötülüğünün apaçık ortaya çıkmasından korkuyorlar. O nedenle en iyi bildikleri yola başvuruyorlar, kayyım, sansür, yasak, tehdit, hakaret yöntemlerine başvuruyorlar. Dün RTÜK’ün Tele1 için verdiği ceza yarından itibaren uygulamaya konulacak. Neden? Gerçekler öğrenilmesin diye. Bunun vebali ağır. Hesabı da verilecek. Her türlü karartmasının, her türlü engellemenin hesabı sorulacak.
'YARDIMLAR NEREDE?'
Birçok gerekçe sıralıyorlar kendilerine, efendim çürük binalar kendi iktidarlarından önceymiş. Peki, 21 yıldır iktidardasınız, bunlar için ne yaptınız? Bu binaların düzeltilmesi için hangi faaliyeti yürüttünüz? Hiçbir şey yapmadınız! Tam tersine imar aflarıyla bütün çürük binaların yasallaşmasını sağladınız. Ülke kaynakları, deprem vergisi nereye harcandı? Bunca yıldır toplanan 45 milyar lira olarak tahmin edilen bu vergiler nereye harcandı? Nereye harcandığını biliyoruz, kendilerinin siyasetleriyle, kötücül planlarıyla varlıklarını sürdürmek için harcandı. Halk için, insanlar için harcanmadı. Bir de televizyonlarda utanmazca bağış şovları yapıyorlar. Peki bu arsız şovla toplanan yardımlar nerede? Nereye gitti? Bunca gündür, bir haftadır, bu yardımlar ne kadar ve nereye harcandı? Tek tek açıklamak zorundasınız. Artçı depremlerin olacağı biliniyor, herkes feryat figan çadır istiyor. Çadırı bile göndermediniz.
'ÇADIR İHTİYACI KARŞILANMADI'
İlk depremden 15 gün sonra dün Hatay merkezli yeni bir deprem oldu, yine can kayıplar yaşandı. Sebep, insanların çadır bulamadıkları için hasarlı binalara girmek zorunda kalmalarıdır. Şimdi bu depremden sonra, depremzedelerin çadır ihtiyacı karşılansaydı, kimse canını riske atıp, o hasarlı binalara girmezdi. Bir hafta önce şovla toplanan o yardımlar çadıra harcansaydı, dün hayatlarımızın bir kısmını kaybetmeyecektik. Bunun sorumlusu da iktidardır. Bakan Murat Kurum’un ilk depremden sonra 11 Şubat'ta söyledikleri aynen şunlar; ‘tespiti yapılan binalarda vatandaşlarımızın hasarsız ve az hasarlı binalarda oturmasında bir sakınca olmadığını ifade etmek isterim.’ Bir gerçek daha var. Az ve orta hasarlı olduğu raporu verilen binalarda oturanlara herhangi bir yardım yapılmıyor. Onlar herhangi bir yardımdan yararlanma hakkına sahip olmuyor. Ne yapsın? İnsanlarımız ne yapsın? Çadır göndermiyorsunuz, gönderilen çadırları engelliyorsunuz, az ve orta hasarlı binalara girebilirsiniz diyorsunuz ki o raporlar alelacele hazırlanmış bunları da biliyoruz, insanlarımız mecburen o binalara giriyor, sonrasında deprem olacağı biliniyor, depremde insanlarımız kalıyor canlarımız gidiyor.
Bu iktidar bilime düşmandır. Depremle ilgili bilimsel çalışmaları, rant politikalarının önünde engel olarak gördükleri için dikkate almıyorlar. Bilime düşmanlıklarının bir somut örneği de depremzedelerin barınma sorununu çözmek için üniversitelerde eğitime ara verme kararıdır. Depremin faturasını üniversitelere öğrencilere çıkarıyorlar, öğrencilere, hocalara, çalışanlara çıkarıyorlar neden çünkü niyetleri beli. Eğitim süreci devam etmesin, öğrenciler bir araya gelmesin, sorgulamasın, dayanışma oluşmasın istiyorlar.
Bütün bu felaket ve rezaletten dolayı tek bir kişi bile istifa etmedi, en üstten en alt kademeye iktidarın hiçbir yetkilisi sorumluluk üstlenmiyor, herkes görevinin başında pişkince açıklama yapıyor bir de utanmazca tehditler savunuyorlar. Bu tehditleriniz vız gelir vız!
FIRSATÇILIĞA TEPKİ
Depremle ve depremzedelerle ilgili atılması gereken çok acil adımlar var. Her konuda açıklamalarımızı yapıyoruz, raporlarımızı kamuoyunun bilgisine sunuyoruz. Ama burada çok özet acil tedbirler listesi sıralayacağım. Bölgede, çadır battaniye, soba, yiyecek, giyecek ilaç ve hijyen malzemesi ihtiyacı devam ediyor. Bu ihtiyaçların acilen karşılanması için seferber olalım, dayanışmayı bir an bile aksatmayalım, devleti ve iktidarı, kamu kaynaklarını bunlar için kullanmaya zorlayalım, o paralar onların malı değil, o paralar halkın ürettiği değerlerdendir, o değerlerin bir ürünüdür. Onları halk için kullanacaksınız. Başka ilçelere göç eden depremzedeler barınma sorunuyla karşı karşıya. Barınma sorununu çözmenin asıl yükümlüsü bu iktidardır, devlettir. Topluma da çağrı yapmak istiyoruz, bu iktidarın yozlaştırdığı bu düzenin bir parçası olmayın, kira artırımına gidenler, fahiş bir şekilde kira arttıranlar, sizler bu vicdansızlığa ortak olmayın, eğer tarihe ve çocuklarınızın kalbine bir parça temiz girmek istiyorsanız fırsatçılığa ortak olmayın. Dayanışmaya ortak olun. Kira arttırım meselesinin de altını çizelim. Depremzedelere yüreğimizi açalım, barınma sorununu kökten çözmek, bu iktidarın görevidir. Dayanışma burada da rol üstlenmeli. Yüreğimizi depremzedelere açalım, yüreğimiz evlerimiz olsun. Depremzedeler kira yardımları elbette hemen başlatılmalıdır, kamu kurumları ve tesisleri depremzedelere açılmalıdır. Bizlerde depremzedelere evimizi açalım, dayanışmaya katılalım. Bu kötülüklere, çürümüşlüğe ve yolsuzluğa hayır diyelim hep birlikte. Depremzedelerin öncelikli istihdamı konusunda mutlaka bir politika oluşturulmalı. Yeni istihdam alanları mutlaka yaratılmalı, depremzedeler kayıtsız şartsız işsizlik ödeneğinden yararlandırılmalı, kendilerine kısa çalışma ödeneği verilmeli. Kadın, çocuk ve engelli depremzedeler yönelik özel ve öncelikli bir politika oluşturulmalı. Özellikle tüm ailesini kaybetmiş çocuklara dair ciddi iddialar kamuoyunda dolaşıyor. Bu çocukların durumuna dair Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı derhal, tüm soru işaretlerini, kuşkuları ortadan kaldıracak bir açıklama yapmalı ve buna dair şeffaf bir eylem planı oluşturmalıdır. Deprem bölgesinde bulunan yurttaşların vergi, banka, elektrik, su, gaz dahil bütün borçları derhal silinmeli. Bankaların kredi faizleri gibi kar amaçlı faaliyetleri yıkım bölgelerinde durdurulmalıdır.
'HERKESİN HAYATINI TEKRAR KURMASINA DESTEK OLUNMALI'
Yıkımdan etkilenen herkese yeniden hayatlarını kurana kadar destek sunulmalı. Bir Afet Bakanlığı derhal kurulmalı, gerekli yasal mevzuat ve bilimsel çerçevede hazırlanıp, Meclise gelmeli ve yasalaşmalıdır. Bu konuda bir kanun teklifi hazırladık ve Meclise sunduk, bunun derhal kanunlaşmasını istiyoruz. Mecliste afetle ilgili daimi bir ihtisas komisyonu kurulması gerekiyor. Meclis grubumuz acil durumlar ve afet komisyonu kurulması için kanun teklifi verdi. Bu teklif hızla kanunlaşmalı ve komisyon derhal kurulup çalışmaya başlamalı. Yıllardır talep edilen, fay hattı yasası derhal çıkarılmalıdır. Fay zonları üzerine yapılaşma derhal durdurulmalıdır. Biz fay hattı ile ilgili kanun teklifimizi de dün sunduk. Bu da derhal Meclis gündemine alınmalı ve hızla yasallaşmalıdır. Ağır cezalar içeren denetim kanunlar meclise gelmeli ve sıkı bir denetim mekanizması kurulmalıdır. Yapı denetimi meslek odalarına yeniden devredilmelidir. Riskli bölgeler ve kentler acilen afet bölgesi ilan edilmelidir. İmar affı kapsamına giren bütün kaçak yapıların envanteri çıkarılmalı ve gerekli deprem risklerine göre gerekli çalışmalar derhal başlatılmalıdır. Bilim insanlarımız sürekli uyarıyor. Bingöl, Elazığ, Diyarbakır Lice, Muş Varto, Dersim Ovacık, Hakkari, Erzincan deprem riskiyle her an karşı karşıyadır. Ve tabii İstanbul. Bunlar için acil eylem planı ve kamusal eylem planları derhal hazırlanmalıdır. Buradan tüm parti örgütlerimize, halkımıza, STK’lara, tüm yurttaşlara ve gönüllülere acil çağrı yapıyoruz deprem ve afet Türkiye’nin acil gündemi ve birincil gündemidir.
'BU İKTİDAR GİDECEK'
Yapmamız gereken bu acileyet uygun, öz örgütlüğümüzü inşa etmemiz, büyütmemiz ve bunu büyük bir toplumsal dayanışmaya dönüştürmemiz gerekiyor. Toplumsal kurtuluşumuz toplumsal örgütlülükle ve dayanışmayla mümkündür. On binlerce insanın canı gitti, milyonlarca insanın geçmişi yok oldu, geleceği elinden alındı. Bu ülkenin bir gün bile bu iktidar ile yürümeye tahammülü yok. Pişkin, sorumsuz, halkı zerre düşünmeyen bu iktidar gidecek, gitmeli, bu iktidarı göndermeliyiz. Bu sadece siyasi değil bu aynı zamanda insani ve tarihi bir görevdir, bir sorumluluktur. Kendi yurttaşların canını hiçe sayan, sadece kendi bekasını düşünen böyle bir iktidarı dünya üzerinde görmeniz zordur, işte bu yüzden gidecekler, gitmelidir, hep birlikte göndermeliyiz. Bu çürük bu bozuk düzende insan yaşamı kentsel yaşam güvende değildir. Asıl afet ve felaket yerin altında değil, yerin üstündedir. Felaketi yaratan yerin üstündeki zihniyettir. Asrın felaketi ise rant talan sömürü ve savaş sistemidir. Bu sistem tepeden tırnağa kökten değişmelidir. Fay hatları üzerindeki bu ülkeyi değiştiremeyiz ama bu yozlaşmış, bu çürük bu talancı düzeni değiştirebiliriz ve mutlaka değiştireceğiz.
Bu süreçte bizlerin sivil toplumun demokratik kurumların, gönüllerin yerel yönetimlerin, emek örgütlerinin, tek tek bireylerin anında organize olması, koordinasyon oluşturması tarihsel bir deneyimi de ortaya çıkardı. Şimdi bu büyük dayanışmayı büyük bir siyasal toplumsal güce dönüştürme zamanıdır. Tutunacağımız güç dayanışmanın büyüklüğüdür, örgütlülüktür. Dayanışma hem iyileştirici onarıcı, yaraları iyileştirici güce sahiptir, hem de yeniden inşa etmek için gerekli gücü sağlar. Bu güçle, umutla, enerjiyle yaşamımız güvence altına alacağımız, kentlerimizi, yaşam alanlarımızı, mekanlarımızı güvenli hale getirebileceğimiz, denetlenebilir, anında insanların hizmetinde koordine olan, şeffaf yeni bir düzeni ve sistemi birlikte inşa edeceğiz.
DÜNYA ANADİL GÜNÜ
Bugün aynı zamanda 21 Şubat Dünya Anadil Günü’dür, başta Kürtçe olmak üzere, bütün anadillerin üzerindeki yasakçı uygulamalar uygulamalarla yüzleşmenin günüdür. Depremde de gördük acılarımız, ağıtlarımız, feryatlarımız bütün anadillerde haykırıldı, yardım çığlıkları anadillerinde yapılmadı, yardım çağrılarımız da anadillerde yapıldı, ortak çalışmalarımızda anadillerimizin ruhu üzerine kuruldu. Ortak geleceği ve büyük dayanışmayı anadillerinin özgürlüğünün bütün yurttaşların eşitliği bütün inançların eşitliği üzerine kurabiliriz. Yaralarımızı böyle sarabilir geleceğimizi böyle kurabiliriz. AFAD başta olmak üzere arama kurtarma çalışmalarında Kürtçe ve diğer anadillerin dışlanması asla kabul edilemez insani değildir vicdansızlıktır. Enkaz altında kalan ve Türkçe bilmediğim için yardım gelmez diye Arapça konuşmaktan da korktum diyen bir Suriyeli göçmenin dramı yıllarca unutulmayacaktır. Siz bu dilleri yok sayarsanız, feryatları nasıl duyacaksınız. Bir an önce bu yasakçı tekçi anlayıştan vazgeçilmeli ve anadillerde kamusal hizmet olarak sağlanması acilen Türkiye’nin önünde gündem olarak durmalı ve gereği yapılmalıdır.
'BU DÜZENİ BİRLİKTE DEĞİŞTİRECEĞİZ'
Tüm demokrasi güçlerine tüm muhalefet partilerine tüm vicdanlı bireylere iyi insanlara çağrı yapıyorum; bu düzeni birlikte değiştireceğiz, bu iktidarı göndereceğiz, bu ülkeyi hep birlikte yeniden kuracağız, yeni yaşamı da hep birlikte kuracağız. Kimsenin bu sorumluluktan, bu tarihsel görevden kaçma hakkı ve lüksü yoktur. Güçlerimizi birleştirelim, hayatımızı yeniden kuralım. Ülkeyi yeniden inşa edelim, yeni bir ülke, yeni bir düzen, yeni bir yaşamı hep birlikte yaratalım. Halk bizden bunu bekliyor, tarih bizden bunu bekliyor, vicdanlarımız bizden bunu bekliyor. Acılarımız büyük kayıplarımız ağır tekrar bütün acılı insanlarımıza başsağlığı, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Başaracağız. Bu dayanışma ile yaralarımızı sardığımız gibi, bu düzeni de değiştireceğiz. Yeni yaşamı da birlikte kuracağız. Yol uzun, şartlar ağır ama sorumluluk büyük o nedenle yapacağız. Bu deprem dönemindeki dayanışma bizim umut kaynağımız olsun. Ölenlere rahmetle önlerinde saygıyla eğilerek bütün acılı insanlarımızı buradan saygıyla selamlayarak konuşmamı bitiriyorum.”