Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 25 yıldır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutuluyor ve kendisinden 41 aydır hiçbir haber alınamıyor. Tüm girişimlere rağmen, çeşitli disiplin gerekçeleri öne sürülerek aile ve avukat görüşü yasağı uygulanıyor. Kürt halkı, tecrit politikasını dünyanın dört bir yanında eylem ve etkinliklerle protesto ediyor. Siyasi partiler ile hukuk ve insan hakları kurumları, birçok defa Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin hukuksuz olduğuna dikkat çekerek kaldırılması gerektiğini vurguluyor.
DEM Parti Muş Milletvekili Sümeyye Boz, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uzun süredir devam eden mutlak tecride dair ANF’ye değerlendirmelerde bulundu.
Sümeyye Boz, “Sayın Öcalan üzerinde mutlak bir tecrit uygulanıyor. Ve her söz aldığımızda değindiğimiz mesele de bu. Çeyrek asırdır Sayın Öcalan üzerinde mutlak bir tecrit var; beş yıldır aile ve avukatlarıyla görüş yapamıyor, üç yıldır da mutlak bir iletişimsizlik hali mevcut. Konunun sadece hukuki bir yönü olmadığını açıkça ve defaatle belirtiyoruz. Ancak, hukuki boyutuyla bile düşünsek, çok ciddi bir ihlalin söz konusu olduğunu, umut hakkı gerçekliğinin yok sayıldığını da aktarmak gerekiyor. Meselenin bir de ahlaki boyutu var; çünkü bu boyut özellikle Kürt halkı için çok önem arz ediyor. Milyonların ‘irademdir’ dediği, milyonların kendine Önder olarak kabul ettiği Sayın Öcalan’a yönelik yapılan her muamele, Kürt sorunuyla ve Kürt halkına dair yapılan her şeyle doğrudan bağlantılıdır.” dedi.
ÇÖZÜMSÜZLÜK HALKLARIN ÇIKARINA DEĞİL
Kürt sorununu çözümsüz bırakan ve bu çözümsüzlüğü sürdürmekte ısrar eden bir zihniyetle karşı karşıya olduklarını belirten Sümeyye Boz, “Bu çözümsüzlükte ısrar eden aklın, çözümsüzlüğü sürdürme sebebi halkların çıkarına değil. Eğer bir çıkardan bahsedilecekse, bu kendi çıkarlarıdır, kendi koltuklarıdır. Çünkü burada halkın çıkarlarını dikkate almış olsalardı, halkın içerisinde bulunduğu bu çoklu krizi derinleştirmek yerine çözüme dair bir adım atmış olurlardı. Yönlerini 2013 yılındaki müzakerelere çevirirlerdi. Ancak görüyor ve biliyoruz ki Sayın Öcalan üzerinde başlatılan ve devam ettirilen bu tecritle asıl amaçlanan, kendi iktidarını devam ettirebilmek için halkların birlikte yaşam umudunu yok saymak ve savaşa hizmet etmektir” diye ifade etti.
KÜRT HALKININ BİR VARLIK MÜCADELESİ VAR
Sümeyye Boz, "Kürt halkının bir varlık mücadelesi, varoluş mücadelesi var," diyerek şöyle devam etti: “Ancak, bu var olma mücadelesinin karşısında yüzyıllardır devam eden inkâr ve imha politikaları sürdürülüyor. Bu varoluş mücadelesinin içerisinde bir barış eli, barış isteğini, barış sözünü yükseltmek var. Ne var ki iktidar buna savaşla karşılık veriyor, çatışmayı derinleştirmeye çalışıyor. Fakat, görüyor ve biliyoruz ki savaştan herhangi bir fayda olmayacağı açık. Bu nedenle halkların yürüttüğü bu onurlu barışla birlikte sürdürülen varoluş mücadelesine müzakereyle karşılık vermek gerekiyor. İmralı Cezaevi’nden başlayarak bütün cezaevlerine yayılan ve hatta ülkeyi, toplumu çok ciddi bir etki altına alan tecrit politikasına yönümüzü çevirdiğimizde, toplumu birçok boyutuyla etkilediğini görüyoruz. Sosyolojik, ekonomik, ekolojik, siyasi birçok boyutuyla bunu söylemek mümkün. Sosyolojik olarak söylüyoruz çünkü farklı kültürlerin ve halkların bir aradalığı bir şekilde bu politikalarla yok ediliyor ya da farklı halklar arasında kutuplaşmalar yaratılıyor ve çatışmalar, farklılıklar derinleştiriliyor. Bu farklı kutupların birbiriyle olan ilişkisi de ne yazık ki barışçıl bir yöntemle gerçekleşmiyor. Kimi zaman pogrom denemelerine kadar varıyor. Kültüre, dile ve tarihe dek varan saldırılar yapılıyor. Son dönemde halay çeken gençlerin işkence ile gözaltına alınması, belediyeler tarafından yapılan Kürtçe trafik uyarılarının milliyetçi söylemlerle silinmesi, düğünlerin basılması, düğünlerde çalacak şarkıların listelerine müdahale edilmesi ve sarı-kırmızı-yeşil mendilleri sallayanların keza aynı şekilde muamele görmesi en güncel örneklerdir.”
TECRİDİN EKONOMİK VE EKOLOJİK BOYUTU
Tecridin ekonomik ve ekolojik boyutuna da değinen Sümeyye Boz, “Bu halkın cebinden çıkan bütçenin savaş aygıtlarına, savaş uçaklarına, mermilere, füzelere dönüşerek savaşa hizmet ettiğini görüyoruz. Kaldı ki, halkın sofrasından, kursağından çalınıp savaş yatırılan her şey yoksulun evine tabut olarak geri dönüyor. Bakın, trilyonlarca lira sadece savaşa ayrılmış durumda. Ne için peki? Miadını doldurmuş, artık ömrünü tüketmiş bir ulus devlet sisteminin devamı için. Ama bilinmesi gereken şöyle bir mevzu var; imparatorluklar nasıl sona erdiyse, onların çağı nasıl kapandıysa, ulus devletin de zamanı geçti, ulus devlet de sona erecektir. Çünkü Orta Doğu toplulukları tekçi bir gömlek giymeye uygun değil. Sıcak bir şekilde sürdürülen savaş politikalarının yanı sıra, Kürdistan'da, Kürt halkına yönelik özel bir savaş politikası yürütülüyor ve bu politika, insanları yerinden etmeye, doğayla bağlarını koparmaya ve köylerinden, yurtlarından göç etmelerine neden olan koşullar yaratıyor. Bunu da kale kollar yapmak için ormanların talan edilmesiyle Cudi, Şenyayla, Geliye Godernê örneklerinde görüyoruz. Kaldı ki burada bile yine ikili bir politika var. Cilo Sat Gölleri Festivali’nde olanlar oldukça aleni; onlar girebilir, onlar halay çekebilir, propaganda için Kürtçe konuşabilir, mendil sallayabilir ama coğrafyanın asıl sahibi Kürtlerin bizzat kendisi bunu yapamaz. Güvenlik gerekçe gösterilerek yasaklara tabi tutulan yerel halk bunun dışında tutuluyor. Bununla beraber bilinçli yakılan ormanlar da cabası” diye belirtti.
TECRİT, TÜRKİYE’DEKİ BÜTÜN HALKLARI ETKİLİYOR
Sümeyye Boz, tecrit koşullarının her geçen gün daha da ağırlaştığına dikkat çekerek, “Konu Sayın Öcalan ve Kürtler olduğunda, Kürt halkının iradesi, varlık mücadelesi, statü meselesi, özgürlük, kültür ve kimlik mücadelesi söz konusu olduğunda, gözünü ve kulağını kapatan bir yaklaşım sergileniyor. Bu tecrit rejimi Kürt sorunundan bağımsız değil. Öte yandan Filistin'de devam eden süreçle Kürt halkının taleplerinin de birbirine çok benzediğini görüyoruz. Bu konuda eleştirilerimizi, fikirlerimizi öne sürdüğümüzde, bu ikiyüzlü politikaları ifade ettiğimizde çok rahatsız oluyorlar. Ve bunun alt metninde ciddi bir Kürt düşmanlığı olduğunu da düşünüyorum. Bu yüzden de İsrail-Filistin Savaşı aynı zamanda iktidarın ikiyüzlülüğünü de bize gösterirken, diğer siyasi partilerin tutumu hakkında da bir fikir veriyor haliyle. Bu yüzden bu ikili tutumu açıkça ortaya koyduğumuzda rahatsızlık veriyoruz ancak, rahatsızlık vermeye devam edeceğimizi de belirtmek istiyorum. Bir yandan bir halkın taleplerine hak verirken, bir halkın barış isteğini onaylarken hatta garantör role soyunurken, bir halkın kendi kendini yönetme hakkını savunan bir tutum varken, sivil halka yönelik saldırıları kınayıp savaş suçu olarak tanımlarken, soykırıma eşdeğer tutarken, öte yandan bizzat kendi uyguladığı bir inkâr ve imha politikası, sınır içi sınır dışı askeri müdahaleler, tecrit rejimi ile bunun derinleştirilmesi çalışması var. Haliyle bu ikiyüzlülük dile getirildiğinde, elbette rahatsızlık verir. Çünkü diğer siyasi partiler de bu ikiyüzlülüğün bir parçası. Filistin halkının haklarını tanırken, Kürt halkının haklarını görmeyen, duymayan, dile getirmeyen tüm parti ve oluşumlar da bunun parçasıdır. Bu tecrit rejiminin sona erdirilmesi için sadece siyasilerin değil, aslında topyekûn bir halkın buna karşı koyması gerekiyor. Konuşmanın bir boyutunda da değinmiştim; tecrit rejiminin sadece bir kesimi hedef almadığını, aslında tüm toplumu, Türkiye’de yaşayan bütün halkları hedef aldığını ifade etmiştim. Bu anlamıyla da sadece siyasilere düşen bir görev yok, bütün halklara düşen görevler var” diye vurguladı.
ABDULLAH ÖCALAN’LA DİYALOG KAPILARI AÇILMALI
Tecridin son bulması adına bütün halkların topyekûn bir mücadele halinde olması gerektiğini söyleyen Sümeyye Boz, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Tecrit rejimine karşı çıkmanın, bunu kabul etmemenin ülkenin sosyal, toplumsal, ekonomik, ekolojik ve siyasi açıdan birçok anlamda akıbetine olumlu yönde etki edeceğini anlamak ve anlatmak gerekiyor. Siyasiler boyutuyla ilgili de şunu belirtmek lazım: Uluslararası bütün alanlarda tecrit rejimine karşı duyulan memnuniyetsizliği, rahatsızlığı, halkın içerisine sürüklendiği çoklu krizin faturasının halka kesildiğini, uluslararası anlamda da tecrit rejiminin kabul edilmemesinin önemli olduğunu, Türkiye’ye bu anlamda bir yaptırım uygulanması gerektiğini anlatmaları gerekiyor. Diplomasi ilişkilerinde tecrit rejiminin devam etmemesi gerektiği konusunda Türkiye’ye bir yaptırım sağlayacak mekanizmaları devreye sokmak gerekiyor. Tecrit rejimi son bulana ve Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sağlanana kadar da bu sürecin güven ve istikrarla sürdürülmesi gerekiyor. 2013 yılındaki müzakere döneminin, çözüm sürecinin ülkede yarattığı atmosfer hatırlanarak ve hatırlatılarak yeniden diyalog kapılarının aralanması gerekiyor.”