Tecride karşı konferans: İmralı'da yasa yok, olağanüstü koşullar var

Tecride karşı düzenlenen konferansta yapılan konuşmalarda, "İmralı, haberleşmenin ve iletişimin tümden kalktığı bir mekan. Olağanüstü koşullar vardır, denetimden muaftır, yasalar bu mekanda anlamsızlaştırılmıştır" dedi.

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği'nin (ÖHD), İstanbul’da bulunan Taksim Elit World Otel’de 'Tecrit Siyasetine Karşı Barış ve Özgürlük Mücadelesi' başlıklı konferansı devam ediyor. Açılış konuşmalarının ardından konferans, 'Baskı ve Direniş Alanları Olarak Hapishane ve Tecrit Mekanları/Uluslararası Deneyimler' başlığıyla Avukat Sezin Uçar moderatörlüğünde başladı.

İlk sözü 'Bask Deneyimi ve Hapishaneler' başlığıyla Urko Alrtza Azurtza aldı. Azurtza, “BASK’taki siyasi hareketin avukatı olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Dayanışma çok önemli. Burada bulunmaktan onur duyuyorum” dedi.

İSPANYA ÖRNEĞİ

İspanya hükümetinin de tecrit uygulamalarının olduğunu ve siyasi mahpusları izole etmeye çalıştığını söyleyen Azurtza, hükümetin tutsakları birbirinden ve ailelerinden ayırmak için özel stratejiler geliştirdiğini söyledi. Azurtza, “Mahpuslar birbirlerini göremiyordu, iletişim kuramıyorlardı, ziyaretçileri bakımından kısıtlamaya gidildi. Buradaki strateji şuydu: Her bir mahpusu tek tek analiz edip onlara uygun politikalar hayata geçirmekti. Cezaevindeki kolektif yaşamı önlemeye dönüktü” diye konuştu.
Azutrza, avukatlar olarak hükümetin bu politikalarına karşı izledikleri yolu da aktararak, “Hükümetin stratejisine karşı siyasi mahpusların cezaevindeki kolektif yaşam ve mücadeleyi örgütlemesini sağladık. Dayanışmanın büyümesini sağlamaya çalıştık. Hekimlerin, katkısı oldu, gazetecilerle iletişime geçtik. Ailelerinin desteğini almak için de çabalar sarf ettik. Dışarıda dayanışmanın, içeride mahpusların kolektif bir şekilde direnme ve bir arada durmasını, kolektif hareket etmelerini sağladık. Ve İspanya hükümetin bu politikası çöktü. Bu bizim için bir zaferdi. Ama büyük bedeller ödeyerek elde edilen bir zaferdi” diye belirti.
Azurtza, 2000’li yıllarda hükümetin infaz rejiminde farklı bir politika izlediğini belirterek, tutsakların cezaevinde kalma sürelerini uzatan bir kanun çıkardığını ifade etti. Azurtza, tutsakların tahliye edilmelerinin önüne geçilmek istendiğini belirterek, şöyle devam etti: “Daha sonra hükümet barış sürecinin çökmesini istedi. BASK siyasi hareketini durdurmak için barış sürecinin işlememesi için cezaevindeki baskıları devam ettirdi. Sonraki barış sürecinde bazı siyasi mahpuslar tahliye edildi ve bunların bazıları hala BASK ülkesinde duruyor. Cezaevleri mücadelemizin bir parçası ve buraya yaklaşım bu şekilde olmalı. Kürdistan dahil her yerde bu mücadelenin devam ettiğini biliyoruz. Sizinle dayanışıyoruz.”

'İMRALI'DA TECRİT HİÇ BİTMEDİ'

Daha sonra Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatı Faik Özgür Erol, 'İmralı Sistemi' başlığıyla bir sunum yaptı. Erol, müvekkili Abdullah Öcalan’ı en son 18 Temmuz 2011 tarihinde ziyaret edebildiğini kaydetti. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevleri sonucu 2019 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla 5 görüşme yapabildiğini hatırlatan Erol, müvekkillerinden en son 2021 yılının Mart ayı olduğunu vurguladı.

İmralı’da hiçbir zaman aile ve avukat görüşleriyle tecridin ortadan kaldırılmadığının altını çizen Erol, “Tecrit her zaman vardı. Avukatların gittiği dönemde ailesi ile görüştürülmezdi. Aile ve avukat görüşleri hiçbir zaman düzenli yapılamadı. İmralı’da her zaman bir tek kanlılık vardı. Bu tek kanlılık özenle her zaman korunmuştur” dedi.

'İMRALI'DA YASA YOK, OLAĞANÜSTÜ KOŞULLAR VAR'

İmralı sisteminin ayrıntılarına dikkat çeken Erol, şöyle devam etti: “İmralı, haberleşmenin ve iletişimin tümden kalktığı bir mekan. Olağanüstü koşullar vardır, denetimden muaftır, yasalar bu mekanda anlamsızlaştırılmıştır, asimetrik bir örgütlenmeye tabidir, gerçek sorumluların ya da onların bir üstünün kolay kolay tespit edemeyiz, belirsizlik ve öngörülmezlik üzerine işler. Sürekli olarak bir belirsizlik ve öngöremezlik içinde tutmak isterler.”
Erol, sözlerini şöyle sürdürdü: “Son 25 yılda İmralı’ya benzer alanların çokça inşa edildiğine tanıklık ettik. Bunlardan biri Guantanomu’dur. İmralı, tam olarak yeni bir hukuk, hatta yeni bir siyasi rejimin başlangıcıdır. Bir yönetme biçimini uygulaya uygulaya yaptılar, İmralı’da derinleştirdiler. İmralı’daki uygulamalar bütün cezaevlerine yayıldı. Tecridin bu derce yoğunlaştırılmış halinin sonuçlarını yeterince konuşuyoruz. Sebeplerini de konuşmak lazım. Biz tecrit derken, tecridin neden uygulandığını gözden kaçırıyoruz. Tecridin temel sebebi, uygulandığı yerin ve kişinin direnme kapasitedir. Esas olan onun önünü kesmeye çalıştığı direnme kapasitesidir. Tecridin uygulandığı Öcalan gerçeğini konuşmak gerekir. Sayın Öcalan mutlak tecridi, siyasi ve hukukun seçeneklerin ortadan kaldırılması olarak değerlendirir. Bu da Kürt sorununun çözümü ile ilgilidir. Kürt sorununun çözümü,  siyasi ve hukuki yolunu ifade eder. Kürtlerin zihninde bu gerçeklik bu şekilde oturduğunu herkesin görmesi ve kabul etmesi gerekiyor. Sayın Öcalan, Kürt sorununun siyasi ve hukuki çözümünün dışında bir yol düşünmedi. Bunun üzerine düşündü, ciddi bir külliyat oluşturdu.”
“Bu coğrafyada birbirimizi boğazlamadan nasıl yaşayabilir” sorusuyla devam eden Erol, şunları dile getirdi: “Bunun üzerine bu kadar derinleşmiş, en somut tezlere sahip kişi Sayın Öcalan’dır. Bu etki ve gücü de işte buradan geliyor. İmralı tecridinin Kürt sorununun çözümünde şiddetle paralellik göstermesi bundan dolayıdır. Tecridin sürdüğü dönemde hükümetin veya bölgesel güçlerin herhangi bir olumlu adımı, herhangi bir hukuki girişimi var mı? Tecridin ortadan kaldırılması Kürt sorununu çözümünün kabulüdür. Kurdistan gerçekliğinde Öcalan etkisini ortaya koymanın zamanıdır. Bir arada yaşanabilirliğe yaptığı vurguyla, Sayın Öcalan bu açıdan bir fırsattır. Kürtlerin inatla bu seçeneği güçlendirme vurgusunun sebebi de budur.”

MANDELA VE ABDULLAH ÖCALAN

Daha sonra Mandela’nın avukatı Kisten Govender “Mandela ve Güney Afrika Deneyimi” başlığıyla bir sunum yaptı.
Mandela ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan arasındaki benzerliklere değinen Kisten Govender, “Bilindiği üzere Kürt halkına yönelik baskıların ardından Kurdistan özgürlük hareketi öncülüğünde silahlı mücadele başladı ve örgütlendiler. Ve bunun devamında baskıcı rejimler tarafından adalet mücadelesine girenleri ‘terörist’ olarak adlandırıldı. Afrika’da ise Apartheid rejimine karşı çıkanlar o dönemlerde komünist olarak adlandırılıyordu. Bu kararlar nihayetinde silahlı mücadeleye gitmeyi kaçınılmaz kılardı ki Mandela da tıpkı Abdullah Öcalan gibi 1949 yılında silahlı mücadeleyi başlattı. Bunun devamında 1952 yılında tutuklandığında önce birkaç ay cezaevinde tutuldu ve ilk olarak avukatlık yapmaktan alıkonulup yazıları yasaklandı. Dolayısıyla herhangi bir çalışması karakola götürülmesine yol açtı.  Kendisi ancak mahkemenin kurallarına karşı çıkıp vatana ihanet etmekle suçlandı. Mandela da bunlara karşı çıkınca yer altına çekilip gerilla olmayı seçti” dedi.

 Kisten Govender, “Burada bulunduğumuz süreçte birçok şey öğrendik. Amed’de olsun, burada annelerle görüşmeler olsun yaptığımız görüşmelerde bilgiler edindik” diye konuştu.

 Afrika halkının lideri Nelson Mandela ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bir araya gelememesinin halklar açısından büyük bir kayıp olduğunu sözlerine ekleyen Kisten  Govender, şunları ifade etti: “Mandela Abdullah Öcalan ile görüşmeyi çok istiyordu. Öcalan’da Mandela ile görüşmek istiyordu ama Kenya’da Kenya ve MOSSAD şeytani güçleri tarafından yakalanıp tutsak alındı. Mandela eğer Abdullah Öcalan ile bir araya gelmiş olsaydı Kürt halkının mücadelesi Mandela’nın alanına daha çok girerdi. Afrika halkı için düşündüklerini Kürt halkı için de düşünürdü. Çünkü Mandela halkların özgürlüğü için çok kafa yoran bir liderdi. Bunun için pişmanlık duyuyoruz. Şimdi dikkate almamız gereken konular hakkında birkaç şey söylemek isterim. Tarih her zaman şunu göstermiştir ki; herhangi bir hükümet ya da rejim halkların meşru taleplerine karşı baskı uyguladığında o ülke çöker. Burada da diktatöryal bir rejim var ve bu nedenle insanlar yaşamını yitiriyor. Ama bunun baskı uygulayanlar açısından da sorunlar yarattığını biliyoruz. Adaletsiz rejimler değişmek zorunda ve bu değişimler ancak ve ancak mücadele ile mümkün olabilir. Yaşamların yitirildiği mücadeleler baskıcı rejimlerin göstergesidir. Halklar açısından düşmanlık yaratarak toplukları parçalamayı amaçlıyor.”

 Konferans ikinci oturumla devam edecek.