HDP’li Sezai Temelli, Kılıçdaroğlu’nun demokrasi güçlerinin adayı konumuna gelmesine göre bir yol haritası izleyeceklerini söyledi. Temelli, şunun altını çizdi: “Bu çark çalıştığı sürece zulüm vardır, yoksulluk vardır, açlık vardır, savaş vardır, ölüm vardır. Demokrasi güçleri gereken yanıtı bu seçim sürecinde üretmeli.”
HDP Wan Milletvekili Sezai Temelli, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Bir aday krizi yaşandı Millet İttifakı'nda, tabii Türkiye'nin genel siyasetini de etkileyen bir durum söz konusuydu. HDP olarak siz bu krizi nasıl okuyorsunuz?
Yaşananlardan anlıyoruz ki; Millet İttifakı hep bir krizin etrafında dolanmış. Uzun zamandır sürdürdükleri görüşmelerde diğer bütün her şeyde mutabakat sağlamalarına rağmen aday meselesini gündem yapmamaları, krizin etrafında dolaştıklarını gösteriyor. Tam da erteleye erteleye 2 Mart'a kadar geldiler. 2 Mart'ta da aslında kriz bir bütün çıplaklığıyla açığa çıktı. Uzun süredir biliniyordu adaylık konusunda iki eğilimin olduğu. Bir tarafta Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığı, diğer tarafta da Akşener'in ‘kazanan aday’ iddiası söz konusuydu. Kazanan aday olarak da Akşener, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ı işaret ediyordu. Her iki belediye başkanının da CHP’li olması, defalarca bu konuda aslında bazen olumlu ama çoğunlukla da genel başkanlarını desteklediklerini söyleyen açıklamalar yapmalarına rağmen. 2 Mart günü yaşanan kriz, tam da belirlenme aşamasında yaşandı ve bana kalırsa siyasi saiklere çok da uygun değildi. Bu krizi, sadece aday tartışmasına indirgemek de meseleyi yeterince izah etmiyor diye düşünüyorum.
Neden?
Eğer sadece aday meselesine odaklı gelişen bir kriz olsaydı çok daha öncesinde, son 72 saatte ortaya çıkan formüle benzer yollar üretilebilirdi. Görebildiğimiz kadarıyla henüz kamuoyuna açıklanmayan, izah edilmeyen, açıklanma olasılığının da pek mümkün görmediğim belli gelişmelerin olduğu da bir gerçeklik. Bu gelişmelerin izaha muhtaç olduğunu özellikle belirtmek istiyorum. Kamuoyunun bunu bilmeye hakkı var, çünkü Cumhurbaşkanı seçecek. Türkiye'nin belki de önümüzdeki dönem iktidarını şekillenmesi adına insanlar oy kullanacak. Dolayısıyla yaşananların kamuoyuna izah edilmesi gerekiyor. Tabii HDP kamuoyuna da izah edilmesi gerekiyor. Öyle tahmin ediyoruz ki Akşener'in partimize olan yaklaşımı, bu tür kriz ortamlarında mutlaka bir şekliyle bir faktör, bir unsur olarak masada yerini almıştır.
Bakın, Türkiye gerçekten bir 20 yıl kaybetti. Türkiye demokrasiye dair ne varsa birçok şeyden uzaklaştı. Türkiye 20 yıl boyunca çok ciddi mağduriyetler yaşadı. Bu mağduriyetlerin en büyük kısmı da Kürt halkının payına düştü; savaş, şiddet birçok olumsuzluğu, yoksunluğu fazlasıyla Kürt halkı yaşadı. HDP sürekli suçlandı, başta eski eşbaşkanlarımız olmak üzere birçok HDP'li arkadaşımız cezaevinde. Birçok arkadaşımız yerinden yurdundan oldu, sürgünde yaşıyor.
Kürt meselesinin çözümsüzlüğe mahkûm eden bir iktidarın ülkede nasıl büyük kötülükler yarattığını ve deprem vesilesiyle de bunun ne denli büyük bir soruna dönüştüğünü hep beraber gördük. Kaynaklar savaşa değil, barışa ve buradan kentlerin yeniden yaşam alanı olması için ayrılsaydı bambaşka olacaktı. Kürt halkıyla birlikte ortak vatanda, demokratik cumhuriyet yolunda adımlar atılabilseydi, masa devrilmeseydi ve Sayın Öcalan tecritte mutlak iletişimsizliğe mahkûm edilmeseydi, bugün belki bambaşka bir ülkede yaşıyor olacaktık. Belki de bu tartışmalar söz konusu bile olmayacaktı. Dolayısıyla kamuoyu böyle bir izahı bekliyor.
İYİ Parti’nin uzun süredir HDP'yi yok sayma politikası yürüttüğü biliniyor. Gelinen süreçte bu politika sizce devam edecek mi, izah dediğiniz şeyler içinde bunun da olma ihtimali var mı?
Hala bir muallaklık var ama bir tarafıyla da 2 Mart akşamı masa dağıldığında kamuoyunda ortaya çıkan tepkiler, refleksler HDP'ye karşı çıkmadı. Tam tersi bu meselenin HDP'yle çözülebileceğine dair bir kamuoyu oluştu ve dolayısıyla da Akşener'in masaya dönerken artık ajandasında, Kürt meselesinin çözümü, HDP'yle müzakereye ayak dirememek gibi yeni başlıkların eklendiğini düşünüyorum açıkçası. Çünkü oluşan kamuoyu özellikle HDP'ye karşı değil, İYİ Parti'ye, onun beslendiği zihniyete, bugün iktidarın içinde dillendirilen görüşlerin İYİ Parti'ce savunulmasına karşı oluştu. Dolayısıyla bu masanın bugünden sonra HDP'nin demokratikleşme mücadelesine, demokrasi konusunda ortaya koymuş olduğu tavra sırtını dönebileceğini düşünmüyorum. Şu bir gerçeklik ki; İYİ Parti gerçekten kurulduğu günden beri Kürt halkına, HDP'ye bu anlamda ulusalcı, milliyetçi hatta zaman zaman MHP'yi aratmayacak ırkçı söylemleriyle karşı bir tavır aldı. Bunlar tabii ki hafızamızda. Bugünden sonra İYİ Parti olarak eski tavırlarını sürdürürler mi, o 6’lı Masa’nın kendi iç meselesidir. O meseleyi kendi içlerinden konuşup halledecekler diye düşünüyorum.
Eşbaşkanlarınız adaylık meselesinin yeniden ele alınacağını söyledi. Aslında HDP’nin yok sayılmaması da bu konuşmalar içindeydi. Kılıçdaroğlu’nu Genel Merkeze beklediklerini de ifade ettiler. Tüm bunlar ışığında HDP aday meselesine nasıl bir tavır alacak?
2018’de bizim cumhurbaşkanı adayımız Selahattin Demirtaş cezaevinde tutsak olduğu için tabii ki kampanyasını sürdüremedi. Dolayısıyla ancak mektup ve sosyal medya yoluyla AKP'nin başındaki Erdoğan hariç tüm adaylara ulaştı. Bunlar siyasi nezaket ve teamüllerle gelişen şeyler. Kılıçdaroğlu da mutlaka ziyarete gelecektir. Bizim bir adayımız söz konusu olursa o da muhalefetin adaylarını mutlaka ziyarete gidecektir. Bu beklenen ve olması gereken bir mesele. Sonuçta hepimiz için öncelikli mesele bugünkü tek adam rejiminden kurtulmak ve Türkiye'yi demokratikleştirmek. Türkiye'yi demokratikleşme konusunda asgari müştereklerde bir buluşma ikliminin olduğunu görüyoruz. Bunun ortak yolunun müzakerelerden geçtiğine inanıyoruz. Dolayısıyla bu görüşmeler belli bir zemine müzakere başlıklarını da taşıyabilir.
Nedir bu müzakere konusu?
Türkiye'nin hukuk devleti olması, yaşanan bunca adaletsizliğe son verilmesi, yeniden ve hızla demokratikleşmeyi sağlayacak başlıkları müzakere etmek. Yoksa bizim herhangi bir beklentimiz ya da pazarlıklarımız söz konusu değil. Biz bunu çok net şekilde uzun süredir açıkladık. Hatta tutum belgesi, bu anlamıyla zaten bir buçuk yıldır kamuoyuna deklare edilmiş durumda. İlk biz açıkladık bu konudaki beklentimizin ne olduğunu.
Tabii depremden önce Cumhurbaşkanı adayımızı açıklayacaktık. Maalesef çok büyük bir deprem oldu ve çok büyük acılar yaşadık. Böyle bir ortamda adayı açıklamak yerine önceliğimiz tabii ki afet bölgesine koşmaktı. Devletin olmadığı bir yerde ancak dayanışmayla insanlara bir nebze olsun yardım söz konusu olabilirdi. Bizim de önceliğimiz bu oldu, bunu gerçekleştirdik. Şimdi tabii bütün bu süreci yaşarken deprem, siyaseti de fazlasıyla etkiledi. Bugünden sonra da etkilemeye devam edecek. Hatta yeni oluşacak iktidarın yegâne gündemi belki de bu olacak. Biz Türkiye halklarının ortak çıkarı uğruna yeniden süreci değerlendireceğimizi söyledik. Kurullarımız bu değerlendirmeleri yapıyor. Emek ve Özgürlük İttifakı çerçevesinde de bu değerlendirmeler yeniden yapılacak. Tabii gelişmeler ışığında belki bir aday çıkartacağız, belki de demokrasi güçlerinin ortak adayını destekleyeceğiz.
Demokrasi güçlerinin adayından kastınız Kılıçdaroğlu mu?
6’lı Masa’nın adayı, demokrasi güçlerinin ortak adayı olabiliyorsa o zaman bu da bizim değerlendirmelerimiz açısından önemli bir belirleyici olur. Yok, olamayacaksa biz de o zaman demokrasi güçlerinin, Türkiye halklarının, Kürt halkının beklentilerine yanıt verebilecek bir adayla yolumuza gidebiliriz. En başından beri bu kadar net bir şekilde dile getirdik. Yoksa tabii ki Kılıçdaroğlu’nu tebrik ediyor ve başarılar diliyoruz.
Seçim çalışmaları elbette resmi olarak başlamadı ama örneğin Amedspor -Bursa Spor maçındaki ırkçılığın ve Kürt düşmanlığının yeniden Türkiye’nin önüne getirileceği, daha doğrusu bunun kızıştırılacağına şahit olduk. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Bursaspor'u tebrik etti, yapılanlara sahip çıktı ve o gözaltına alınanlar da zaten serbest bırakıldı. Seçim sathına girilirken iktidarın bu saldırıları devam ettireceğini düşünüyor musunuz?
Biz yüz yıllık bir devlet geleneğinin karşımızda olduğunu biliyoruz. Yüz yıllık bu devlet geleneği; biatçı bir aklın, dolayısıyla zaman zaman örtülü, zaman zaman açık faşizmin, OHAL'lerin, sıkıyönetimlerin, cuntaların tarihinden gelir. Karşımızdaki devletin kimyasını en iyi bilenler HDP'liler, faşizmle mücadele eden demokrasi güçleridir. Devlet kendi var ettiği, inşa ettiği o statükoyu savunmaya devam ediyor. Bazen bir statta, bazen bir sokakta bazen de bir grup konuşmasında, elindeki tüm aparatlarıyla bunu korumak için çabalıyor. Örgütlü toplumun mücadelesi ve direnişlerle bunun sürdürülemez olduğu gerçeği de ortaya çıkmış durumda.
Seçim sürecinde buna benzer vakalar yaşanabilir ama hepsi de düşecektir. Çünkü artık herkes için bıçak kemiğe dayandı. Böyle bir iktidara, sisteme, düzene tahammül kalmadı. İnsanların ortak bir mücadeleyle bu zihniyetten kurtulmasına doğru inanılmaz bir umut da var. Tabii ki işimiz kolay değil. Bu düzeneği sökmek, bu çarka çomak sokmak çok çok önemli. Bu çark çalıştığı sürece zulüm vardır, yoksulluk vardır, açlık vardır, savaş vardır, ölüm vardır.
Demokrasi güçleri gereken yanıtı bu seçim sürecinde üretmeli. Şunu da hemen belirtmek gerekiyor ki; seçim sürecinde ortaya çıkacak müzakereleri, dayanışmaları ve birlikte mücadeleyi seçimden sonra başka bir Türkiye'nin inşasına da evriltmek zorundayız. Yoksa sadece bir seçim atmosferiyle sınırlı kalır ise esas iklim değişmemiş olur. Bu da hem Türkiye hem de Ortadoğu açısından büyük sorunlara neden olabilir.