Tülay Hatimoğulları, iktidarı adım atmaya çağırdı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Önder Apo’nun mesajlarını selamlayarak, iktidarın bir an önce güven verici adımlar atması gerektiğini söyledi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti), Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları’ kapsamında İstanbul'da DEM Parti Sancaktepe ilçe binasında halk toplantısı düzenledi. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları'nın da katıldığı toplantıya, halk yoğun ilgi gösterdi.

 Tülay Hatimoğulları, Cemal Metin Avcı tarafından katledilen Pınar Gültekin’e değinerek, “Pınar Gültekin, Cemal Metin Avcı tarafından diri diri yakılarak katledildi. Kadın cinayetlerine kurban giden yüzlerce ve binlerce kadından biri. Ama Yargıtay ağırlaştırılmış müebbet cezası alan katilin cezasını bozma gerekçesi olarak canlı canlı yakılarak öldürmenin canavarca bir hisle işlenmediğini gerekçe göstererek bu kararı bozmak üzere itirazda bulundu. Biz de buradan bir kez daha diyoruz ki Pınar Gültekin ve onun gibi katledilen ve hatta her gün katledilen kadınlar erkekler tarafından kadın cinayetlerine kurban edilen kadınlar asla yalnız değildir. Yargının bu şekilde taraf tutması cezasızlık sistemiyle kadın cinayetlerinin önünü açan bir yöntemi izlemesini biz kadınlar kabul etmiyoruz. Kadın yaşamın her alanında vardır ve biz DEM Parti olarak Türkiye’deki kadın hareketi ve Kürt kadın hareketiyle beraber bütün dünyaya mal edilen ‘Jin Jîyan Azadî’ şiarıyla mücadelemize devam edeceğiz” dedi.

Parti olarak yapacakları toplantılarla Önder Apo’nun mesajlarını tartışacaklarını ifade eden Tülay Hatimoğulları, 3’üncü dünya savaşının etkilerinin 2’nci dünya savaşının etkilerinden çok daha yıkıcı olacağını söyledi. Tülay Hatimoğulları, şu ifadelere yer verdi: “Dünya iki büyük savaşı geride bıraktı şimdi ise 3’üncü dünya savaşıyla karşı karşıyayız. Geçen iki dünya savaşında dünya ölçeğinde kapitalist sistemin sermaye düzenin yaşadığı krizin aynısını küresel düzen bir kez daha yaşamaktadır. Geçtiğimiz 2 dünya savaşında yaşanan paylaşım savaşı emperyalist güçlerin şimdi yine bu dönemde özellikle Ortadoğu Afrika ve Kafkasya merkezli devam eden savaşlarda bizler bunlara bir kez daha tanıklık etmekteyiz. Altını çokça çizdiğimiz önemli bir konu, bugün 3’üncü dünya savaşı ile karşı karşıya kaldığımız bir dönemde savaşlar ve insan ölümleri dünyadaki yıkımlar geçtiğimiz iki cihan savaşından daha ağır bedeller ödetir bizlere. Çünkü bütün dünyada ileri düzeyde silahlanmanın yaşandığı bütün dünyada neredeyse nükleer silahlara sahip olunmaya çalışan bir dönemde yeryüzü yok olma ile karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle biz sadece barış hareketini Türkiye ya da Ortadoğu nezdinde değil uluslararası emperyalist bir büyük barış hareketini örgütlemeye ihtiyacımız olan bir dönemden geçiyoruz.

Bizler bu büyük ölçekli dünya ölçeğinde özellikle Ortadoğu’da son bir yıldır yaşanan sürece baktığımızda bir yandan İsrail, Filistin savaşı öte yandan Lübnan’a Yemen'e kadar çeşitli saldırılar, Irak’ta denklemin yeniden kurulmaya çalışması İran’ın savaşa çekilmeye çalışılması ve en nihayetinde Suriye’de yaşanan rejim değişikliği ile birlikte ortaya çıkan yeni bir tablo var. Bu tablonun içinde Ortadoğu’nun büyük bir savaş içerisinde olduğunu söylersek abartı olmaz. Bütün bunlar devam ederken Rusya ile Ukrayna savaşının da devam ettiğini hatırlatmak isterim. Böyle bir dönemde coğrafyanın yakın sınırlarını değerlendirdiğimizde Suriye’deki gelişmeler bizim önemle üstünde durmamız gereken değişimler ve gelişmelerdir. Suriye’de Şam yönetimi HTŞ dediğimiz örgüt ele geçirdi ve HTŞ’den şu anda beklenen pozisyonda ilerlemenin kaydedilmediğini görüyoruz. Bir değişimden beklenen pozisyona bir adım atılmadığını görüyoruz.

ROJAVA’YA SALDIRILARI DURDURUN’

Bizler yaşanan rejim değişikliğinde daha ilk anda yaptığımız açıklamada Türkiye’nin durması gereken yeri şöyle ifade etmiştik. Demokratik bir Suriye’nin inşa edilmesi gerekir. Suriye’de yaşayan bütün farklı halkların ve inançların ortak bir temsiliyetle, ortak bir yönetimin oluşturulması ve bu ortaklığın demokratik bir Anayasa ile taçlandırılması gerektiğini ifade ettik. Türkiye’nin durması gereken yerin neo Osmanlıcı, yayılmacı, Kürt düşmanı bir politika değil, tam tersine demokratik bir Suriye'nin inşa edilmesi konusunda adım atması ve dış siyasetini buna göre belirlemesi gerektiğinin altını çizdik. Geldiğimiz noktada gördüğümüz SMO ismiyle teşkil ettikleri çeteler tarafından saldırılara devam ediliyor. Tişrin barajında bir yandan barış nöbeti tutulurken, halkın barışçıl direnişi orta iken öte yandan oraların İHA ve SİHA’larla vurulduğunu ve sivil insanların katledildiğine ne yazık ki tanıklık ediyoruz. Bu saldırılar hala devam ediyor. Bizler çağrımızı her fırsatta yeniliyoruz. Adı ne olursa olsun bu çetevari örgütlenmeler üzerinden Suriye’de yaşayan Kürt halkına, Rojava halkına yönelik saldırılar bir an önce son bulmalıdır.

Sayın Öcalan yapılan görüşmelerde bahsettiğimiz konularda detaylı değerlendirmeler yapmış. Şunu bilmenizi isterim ki Sayın Öcalan Suriye'de Ortadoğu'daki gelişmelerin ve küresel güçlerin buradaki paylaşım savaşları, bunun halklara yansıması, bunun karşılığında halkların ortak iradesi ile oluşturulması gereken demokratik yönetimleri en ince ayrıntısına kadar çalışmış, en ince ayrıntısına kadar bu konuda proje üretmiş ve önerilerini bu konuda sunmaktadır. Değerli arkadaşlar, elbette sınırları içinde yaşadığımız ülkemiz. Türkiye’de yine Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmemiş olmasının ağır bedellerini sadece Kürt halkı değil, Türk halkı, Araplar, Ermeniler, Lazlar, Çerkesler ezcümle bu ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançlar olarak hep beraber bizler bunun bedelini ağır ödüyoruz. Çünkü demokratikleşmenin önündeki en temel engel Kürt yöntemlerle çözülmemesidir. Bunun yansımalarını her alanda görüyoruz. Mevcut rejimin bu dönemde bütün özgürlükleri sert saldırılar gerçekleştirdiğini görüyoruz. Hapishaneler siyasi tutsaklarla dolmuş taşmış durumda. Hasta tutsakların ısrarlarla cezaevlerinde tutulması yapılacak en büyük işkencelerden biridir. Bir yandan barışın sözü edilirken öte yanda belediyelerimize kayyım atanması devam edilmesi bizlerin kabul edecek bir şey değildir. Daha geçtiğimiz günlerde Akdeniz Belediyesi’ne akabinde Siirt Belediyemize kayyım atandı. İstanbul’da Esenyurt’a kayyım atandı. İBB başkanını iki de bir ifadeye çağırıyorlar. Bu ve bunun gibi muhalif yerel yönetimlere dönük onlarca çalıştırmamak üzere, kiminin parasını keserek, kimisinin belediyesine hacizler koyarak, kimini adliye koridorlarında ifade vermeye çalışarak bir biçimi ile engellendiğini hepimiz yaşıyoruz ve biliyoruz.  

ABDULLAH ÖCALAN ÖZGÜR OLMALI’

Bizler bu koşullar içinde elbette Sayın Öcalan’ın görüşmede ifade ettiği gibi. ‘Kürt sorunun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesinin yolu Türkiye’nin demokratik bir dönüş yaşamasıyla doğrudan bağlantılıdır’ diyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi için her türlü adımın atılması gerektiği ile ilgili mesajlarını bize iletmiş durumda. Detaylarıyla konuşacağımız bu görüşmelerin içeriğinden biraz bahsetmek istiyorum. Sayın Öcalan çözüme dair ‘Ben yoğun bir çalışma yürütmek istiyorum diyor. Ben zaten tecritte olduğum halde yoğun bir şekilde bu çalışmaları devam ettiriyorum ama benim barış için daha çok çalışabilmenin yolu benim üzerimdeki tecridin kalkması ve çalışma koşullarının oluşturulmasıdır’ demiş. Biz buradan bütün dünya duyacak şekilde yüksek sesle haykırıyoruz. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit bu görüşmelerle evet biraz aralandı ama tamamen ortadan kalkmamıştır. Sayın Öcalan’ın barış için çalışabilmesi için fiziki koşullarının sağlık koşullarının her türlü koşulun rahatça birçok heyetin gidip gelebileceği koşulların sağlanması elzemdir. Çünkü onun da belirttiği gibi Türkiye belirttiğimiz bu bölgesel gelişmeler içerisinde Türkiye’nin halkların barışı ve geleceği için barış dışında bir seçeneğinin olmadığını bu görüşmelerde kalın bir şekilde altını çizmiştir.

İKTİDARA ÇAĞRI

Bizler bu süreci yürütürken bu sürecin adına barış süreci, çözüm süreci demediğimizi hepiniz biliyorsunuz. Bu sürecin adını koyamadık. Bu gelişmeler ile birlikte bizlerin üzerinde estirilmek istenen çeşitli olayların varlıkların olduğunu biliyoruz. En önemlisi kullandıkları dil. Ana akım medyanın dilini kabul etmek mümkün değildir. Başta Sayın Öcalan olmak üzere bu süreci yürütenlere dair bir siyasi itibar suikastına yöneldiklerini görebiliyoruz. Aynı zamanda özel harp yöntemi olarak kitlede beklenti yaratmak moralsiz yaratmak ya da moralleri en yükseğe çıkarıp birden yere çakmak gibi riskler yaşıyoruz. Dolayısıyla bu manipülasyona psikolojik harbe karşı güçlü ve moralimizin en güçlü olacağı şekilde durmamız gereken bir dönem. Bizler bu toplantıları gerçekleştirerek üstünde önemli durmak istediğimiz noktalardan biri şudur: Evet, bazı görüşmeler var ve bu görüşmelerin nereye evrilebileceğine dair henüz yeterince bir fikrimiz yok. Bir plan ve program konusunda yeterince bir fikrimiz yok. Bugün Sayın Öcalan ben hazırım diyor, biz DEM Parti olarak bu süreci yürütmeye hazırız. Bir müzakere ve diyalog partisi olarak hazırız diyoruz. Ama şu ana kadar daha hükümetten icra makamı olan yürütmeden ortaya çıkan bir plan ifade ettikleri bir çözüm programı yok. Attıkları bir somut adım yok. O nedenle biz buradan çağrımızı yineliyoruz. Güven arttırıcı güven verici adımlar atılmalıdır. 

SALDIRILARA TEPKİ

Biz bunları söyledikçe kayyum atarsanız, güven arttırıcı adım atmak yerine barışa olan umudu darbelemiş olursunuz. Bunu iktidar mutlaka bu sözümüze kulak vermeli ve bu sözümüzün ne anlama geldiğini anlamalıdır. Biz dün Esenyurt'ta mitingimizi gerçekleştirirken insanların o duygusunu hepimiz hissettik. Biz barış istiyoruz, bedel ödedik çoğumuz hapishanelerde kaldı yakınlarımız hapishanelerde. Birçok yoldaşımız ağır bedel ödüyor. Annelerin gözyaşı dinmedi, değer ailelerinin gözyaşı dinmedi. Onlar diyor ki ‘bizler gerçekten barışı canı gönülden istiyoruz. Ama asla boynumuzu eğdiren değil asla bizlere evet barış var deyip daha sonra hayır barış yok diyecek ‘kandırma ve kandırılma’ hikayesine hiç kimse gelmelidir’ diyor. Biz aynı şekilde Türkiye’deki bütün demokrasi güçleriyle parlamentoda temsili bulunan siyasi partilerle de görüşmeler yaptık. Herkesin şöyle bir kaygısı var. Acaba bu süreç başarıya ulaşır mı? Bizler DEM Parti olarak bu sürecin başarıya ulaşması için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ama aynı zamanda bu yetmez iktidar ve devletten de somut adımların atılması gerekiyor. O nedenle güven artırıcı adımların atılması gerektiğini ısrarla belirtiyoruz. Bu konuda da hiç tereddütümüz olmasın. Biz sonuç ne olursa olsun barış için çalışmaya devam edeceğiz. 

Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında yaptığımız bu halk toplantılarında barışı oturup evde ya da partisinde bekleyen değil, tam tersi barışın gelmesi için daha çok çalışmak üzere yolu koyulmanın vaktidir, demek için bu toplantıları yapıyoruz. Bu toplantılar da birbirimiz bilgilendireceğiz, görüş alışverişinde bulunacağız. Buradan esas çıkaracağımız sonuç şudur: Bizler bu süreçte asla rehavete kapılmayacağız, asla yerimizde oturup bekleyen pozisyonda olmayacağız. Halk olarak barışın toplumsallaşması için her evde iş yerinde Türk’ü Kürt’ü bu ülkede yaşayan farklı halkların ve inançların muhalefeti ile beraber herkesin sahiplenmesi sağlamak için dün bir çalışıyorsak bugün beş çalışmamız gereken bir dönemden geçiyoruz.

Sizden en büyük ricamız, yerel örgütlerimiz bulunduğu ilçelerde bütün yöre derneklerini, kurumları, hiç bir görüş ayrımın yapmaksızın hepsini tek tek ziyaret edip barışı konuşup onları bu konuda bilgilendirmek. İkincisi mahalle mahalle halk toplantıları yapmak ve barışı anlatmak. Kitle mobilizasyonunu barış için seferber etmek.

Demokratik Türkiye ve demokratik bir cumhuriyeti inşa etmek için bugün yola koyulmadık. On yıllardır bizler Türkiye topraklarında mücadelemizi sürdürüyoruz. Yüz yıllık mücadele tarihine sahibiniz, hem Türkiye'de demokrasi güçleri, sosyalistleri devrimcileri hem de bu ülkenin yurtseverleri olarak on yıllardır ağır bedeller ödeyerek bugünlere geldik. Bu sürecin içinde varsa  bir kandırma, bu süreci nasıl göğüsleyeceğimize tarihsel birikim ve deneyimlerimize dayanak bir birimize güvenelim. Bizler bu konuda kesinlikle halkımızın faydasına yapacağımız şeyi yapacağınıza dair birbirimize sonsuz güven duymalıyız. Bu süreci barışla taçlandırmak için çok deneyime ve birikime sahibiz. Bu kendi özgücümüz ve örgütlüğümüz ile olacağına da asla unutmamalıyız. Bugün bu gelişmeler oluyorsa bilin ki siz değerli halkımızın verdiğimi örgütlü mücadelenin ürünüdür bu sonuçlar. Dolayısıyla kendimize güveneceğiz, bu güveni büyütmek için daha çok örgütlenecek ve mücadele edeceğiz. Barışı mutlaka bu topraklarda tesis edeceğiz. Akan kan artık dursun, barışı inşa edelim. Anadolu ve Mezopotamya topraklarında farklılıklarımızla her birimiz kendi dilinde inancıyla özgürce yaşayabildiği bir coğrafyayı mutlaka demokrasi ve barışla taçlandıracağımız inancımla hepinize saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.”