Türkiye ve Suriye’deki denklem
Tarihçi Ali Köylüce, Türkiye ve Ortadoğu’daki denklemde yaşanacak değişimleri tarihsel arka planıyla değerlendirdi.
Tarihçi Ali Köylüce, Türkiye ve Ortadoğu’daki denklemde yaşanacak değişimleri tarihsel arka planıyla değerlendirdi.
Tarihçi ve Yazar Ali Köylüce, Ortadoğu’da ve Türkiye’de eski düzene dayalı politikaların geleceğinin tartışıldığı bir dönemde, değişen dünya düzeni karşısında mevcut baskı politikalarının sürdürülebilirliğinin sorgulandığını belirtti. Köylüce, önümüzdeki dönemde atılacak adımların sadece Türkiye’nin değil, bütün bölgenin geleceğini şekillendireceğine dikkat çekti.
ULUS DEVLET PARADİGMASI VE ORTADOĞU
Türkiye ve Ortadoğu’daki Suriye denkleminde yaşanacak değişimleri tarihsel arka planıyla ele alan Ali Köylüce şu değerlendirmeyi yaptı:
“Son yüzyılın ulus-devlet modeli, ırkçılık derecesinde ulus milliyetçiliğine dayalı, üniter ve merkeziyetçi bir yapıyı esas almıştır. Tek tip etnisiteye dayanan halk kimliğini esas alırken, aynı zamanda tek tip din eksenli bir inancı da benimsemiş, böylece geriye kalan tüm etnik ve inanca dayalı kimlikleri reddederek, bu kimlikleri eritip asimile etmek amacıyla soykırım, katliam, zor ve şiddeti meşrulaştıran politikalar izlemiştir.
Bu modelin 1900’lı yılların başında Fransa ile başlayıp Almanya, İtalya ve İspanya ile devam ettiği, daha sonra ise Türkiye, Irak, Suriye ve benzeri Ortadoğu ülkelerine taşındığı görülmektedir. Nazi Almanyası, Mussolini İtalyası ve Franko İspanyası, bu politikaların en sert biçimde uygulandığı devletler arasında yer almış ve bu yaklaşımlar, iki dünya savaşının merkezlerini oluşturmuştur.
TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASI VE KÜRTLER
Bu modeli örnek alan ve milli burjuvazi eksenli seküler bir yaklaşım benimseyen Türkiye, Arap- Baas milliyetçiliğine dayanan Irak ve Suriye ile Pers-Fars milliyetçiliğini temel alan İran, içlerinde barındırdıkları diğer etnik ve inanca dayalı topluluklara yönelik fiziki ve kültürel soykırımlar uygulayarak günümüze kadar büyük insan hakları ihlallerine sebep olmuştur.
Bu politikalar sonucunda Anadolu, Mezopotamya ve Ortadoğu’da Ermeniler, Süryaniler, Êzîdiler gibi birçok halk grubu demografik olarak yok edilmiştir. Şu an dahi tüm katliam, sürgün ve kültürel soykırım politikalarına rağmen varlık mücadelesi veren ve milyonlarla ifade edilen bir nüfusa sahip olan Kürtler ile Aleviler, bu merkeziyetçi ve üniter ulus devlet paradigması karşısında direnmeye devam etmektedir.
Dünyanın sosyo ekonomik ve politik sistemleri değişmesine rağmen, Ortadoğu’daki devletlerin tekçi ve ırkçı üniter devlet modelinde ısrar etmesi dikkat çekmektedir. Irak ve Suriye’de Baas rejimlerinin çöküşüyle yeni arayışlar sürerken, Türkiye ise 1930’lü yıllardan kalma milliyetçi ve üniter ulus paradigmasında ısrar etmektedir. Bu ısrar, 1960’lı yıllardan itibaren dünyada değişen toplumsal sistemlerden kaynaklı olarak, bastırılan halklar, inanç grupları ve sınıfların muhalefetini engellemek amacıyla askeri darbeler ve baskı politikalarıyla devam etmiştir. Bu süreç, demokratik zemini yok etmiş, ekonomik kaynakları heba etmiş ve sistemin militarist, paramilliter ve çeteleşmiş bir yapıya evrilmesine yol açmıştır.
‘TÜRKİYE’DEKİ KÜRTLERİ DE ETKİLEYEBİLECEK BİR DİNAMİK OLUŞUYOR’
Bölgeye yayılan savaş, Irak Kürtlerinin federal statüye kavuşmasıyla yeni bir boyuta taşınmış, şimdi ise Suriye Kürtleri benzer bir statüye yaklaşmıştır. Bu durum, Türkiye’deki Kürtleri de etkileyebilecek bir dinamik oluşturmaktadır. Ulusal sorunlar, artık uluslararası bir boyuta ulaşmış, bölgelerdeki çıkar sahibi güçlerin ilgisini daha da artırmıştır.
Böylesi bir ortamda Devlet Bahçeli’nin ‘Abdullah Öcalan gelsin, DEM Parti grubunda konuşsun, savaşın bittiğini ve silahları bıraktıklarını açıklasın ve umut hakkından faydalansın’ çıkışı, devlet aklının bu sürece dair bir refleks geliştirdiğini göstermektedir.
Ekim 2024’ten itibaren öne çıkan çeşitli gelişmeler, bu sürecin giderek şekillendiğini göstermektedir. Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapılırken, Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasıyla birlikte HTŞ ve ÖSO gibi paramiliter cihatçı gruplar eliyle Kürtler, Aleviler, Süryaniler ve diğer halklara yönelik saldırılar yoğunlaşmaktadır.
Türkiye’nin bölgedeki çatışmalarda kullandığı aktörler, şiddet dalgasının arttığını göstermektedir. HTŞ liderinin Türkiye ziyareti ve sonrasında Suriye’deki Alevilere yönelik saldırıların artması, bölgedeki dengelerin hassasiyetini gözler önüne sermektedir.
Böylesi bir bekleyiş içerisinde Abdullah Öcalan’ın yapacağı açıklama, Türkiye ve Suriye’deki bu çok bilinmeyenli denklemin çözümünde belirleyici olabilir mi? Bir gerçek var ki, yeni yüzyılda hiçbir şey eski yüzyıl gibi olmayacak!”