‘Ya özgürlük ya soykırım ikilemine mahkûm olamayız’

Kürt halkının karşı karşıya kaldığı soykırım ve yalnızlığın Filistin halkına yapılan soykırımın da ötesinde olduğunu belirten Hêlîn Ümit, “O yüzden özgürlük mücadelemizi dünyaya daha yüksek sesle taşırma, örgütlenmemizi geliştirme görevimiz vardır” dedi.

Yaklaşan Kürt ulusal bayramı Newroz’un 52’nci Önderlik Newroz’u olduğunu da hatırlatan PKK Merkez Komitesi Üyesi Hêlîn Ümit, “Öyle olmalı ki, Kürtlerin sesi bu Newroz’da bir kez daha tüm dünyayı etkilemeyi ve yeniden hayran bırakmalı.”

PKK Merkez Komitesi Üyesi Hêlîn Ümit, katıldığı Medya Haber TV’de dünya ve Kurdistan gündeminde olan birçok konuyu değerlendirdi.

Söyleşinin tamamını yayınlıyoruz:

“Öncelikle tarihi İmralı direnişini selamlıyorum. Kurdistan Özgür Kadın Partisi PAJK adına Önder Apo'nun 8 Mart gününü kutluyorum. Gerçekten başta Kürt kadınları olmak üzere tüm kadınlara çıkarsız, sağlam, sevgi dolu yoldaşlık yapmayı biz Önder Apo’da gördük bir örnek olarak. O anlamıyla 8 Mart açısından kutlamayı en fazla hak eden aslında Önder Apo oluyor. 

Önderlik üzerine kurulan İmralı soykırım sistemi devam ediyor. Her geçen gün bir küresel önderlik düzeyine ulaşan bir önderlik gerçeğiyle karşı karşıyayız. Aslında Önder Apo gerçekliği anlaşıldıkça dünya halkları açısından, kadınlar açısından, dünya gençliği açısından daha fazla sahiplenilen bir önder haline dönüşüyor. İyi bir gözlemci bu değişim ve dönüşümü çok somut olarak gözlemleyebilir. Latin Amerika'dan Asya'ya, Ortadoğu'nun çeşitli köşelerinden Amerika'ya, her yerde gözlemleyebilir. Gerçekten Önder Apo'nun dünya görüşü, paradigması, onun temsil ettiği demokratik modernite gerçekliğiyle tanışan her yer dönüşüyor. Çok mistik bir hava yüklemek istemiyorum ama Önder Apo'nun böyle dönüştüren sihirli bir gücü vardır. Önder Apo'ya dönük tecrit ve soykırım sistemi de işte bu gerçekliğe karşı uygulanıyor.

Somut olarak İmralı soykırım sistemi Kürt halkına dönük bir soykırım gerçekliğinin bir parçası olarak kuruldu, uluslararası bir komployla kuruldu. Bunu hep değerlendiriyoruz, hep değerlendireceğiz. Fakat Uluslararası Komplo ve buna dayalı olarak Kurdistan'daki soykırımın İmralı soykırım gibi bir gerçekliğe dayandırılmasına karşı Önderlik büyük bir küresel çıkış yaptı. Büyük bir özgürlük çıkışı yaptı. Şimdi ne kadar bu soykırım sistemiyle Önder Apo'yu yalnızlaştırmak, tecride almak, o anlamıyla onu tek bırakmak, yani anlamından düşürmek çabası olsa da bu sağlanamıyor. Dikkat edin; bu konuda uluslararası güçlerin, komplocu güçlerin, Türk egemen sınıfının eli ayağına dolaşmış durumdadır. Ne kadar Önder Apo'yu yalnızlaştırmak isterlerse istesinler, bu konuda aldıkları mesafe çok azdır. Bunu başaramıyorlar. Tam tersine Kürt toplumu içerisinde Önder Apo'yu bir önder olarak sahiplenme, uluslararası alanda da halklar önderi olarak açığa çıkmasının önüne geçemiyorlar. 

Mücadele bu minvalde devam ediyor. Tekrar şunu vurgulamak istiyorum ki Önder Apo bir birey değil. Önder Apo'nun temsil ettiği bir gerçeklik var, bir halk gerçekliği var. Ondan da öte demokratik komünal dünyanın değerlerini temsil ediyor. Bu nedenle böyle bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bunun Önder Apo'nun yoldaşları ve dostlar tarafından daha yüksek sesle dile getirilmesi lazım. Çünkü günümüzdeki dünya böyle dar çıkar dünyası. Politika da dar çıkarlar üzerine yapılıyor. Bundan çıkmanın yolu, aslında bizim ahlaki politik toplum dediğimiz, ilk gününden günümüze kadar insanlığın biriktirdiği değerleri özgür bir dünyayı inşa etme temelinde ele alma gerçekliği oluyor. İşte Önder Apo bunu temsil ediyor. 

TÜRKİYE’DEKİ SAVAŞ BİR İÇ SAVAŞTIR

Türk soykırımcılığı buna karşı bir savaş içerisindedir. Uluslararası alanda böyle bir gelişme var, böyle bir mücadele yürüyor. Kurdistan ve Türkiye açısından da soykırım sistemine dayalı kurulan Türk egemen sınıfı, AKP- MHP başta olmak üzere faşizm zihniyeti aslında bu sisteme dayalı olarak sonuç almak istedi. Halen de bu konudaki ısrarları devam ediyor. 

Daha iyi anlaşılsın diye şöyle tanımlayalım. Soykırım sistemi bir savaş sistemi. Yani İmralı soykırım sistemiyle bir savaş dayatılıyor. Yani bir savaş gerçekliği vardır. Dikkat edin; Türk devleti, bu soykırım sistemini, İmralı gerçekliğini ayakta tutmaya çalışırken hep şunu söyledi. Biz çok ciddi tehlike altındayız, dedi. Bekaa problemimiz var, dedi. Bir varlık sorunumuz var, dedi. Yani sen sanırsın ki böyle Türkiye'nin dört tarafından ordular yığılmış sınıra, Türkiye böyle bir işgal saldırısı altındadır. Böyle bir hava yarattılar. Evet, dünyada savaşlar var, değil mi? Ukrayna, Rusya savaşı var, şu anda Filistin'de Hamas'la İsrail arasında bir savaş var. Farklı mekanlarda da var. Peki Türkiye'deki savaş nasıl bir savaş? Türkiye'de dışarıdan yöneltilen bir tehdit var mı? Kesinlikle yok. Türkiye'deki savaş bir iç savaş. Yani Türk devletinin kendi vatandaşlarına, kendi Kürt vatandaşlarına yönelik yürüttüğü bir savaş var. Ve bu savaş soykırım savaşı, çok çeşitli yöntemlerle yürütülen bir savaş. Bunun çok iyi idrak edilmesi lazım. Eğer biz mesela Önder Apo'nun İmralı soykırım sistemi içerisindeki direnişini, duruşunu anlamak istiyorsak bu gerçekliği çok iyi anlamamız lazım. Türk devletinin 1920'lerde Türk ulus devletinin kuruluş sürecinde Kürtlerle içine girdiği uzlaşmayı bozarak bir komplo cumhuriyeti kurması ve 1925'ten başlayarak Kürt halkına soykırımı dayatmasına karşı açığa çıkan bir demokratik ulus önderliğinden bahsediyoruz. Önder Apo böyle bir önderlik. Peki ona karşı yöneltilen savaşı nasıl tanımlıyoruz? Böyle bir iç savaş, Kürt halkının varlık ve özgürlüğünü ortadan kaldırmaya çalışan, bunu çeşitli yöntemlerle yapan, yapabildiği kadar fiziki kırım, yapamadıklarını da daha çok bir beyaz kırım dediğimiz, yani asimilasyon ve eritme politikalarıyla sürdürmek istiyor. İmralı'daki direniş işte bu soykırım gerçekliğine karşı direniştir ve 26’ncı yılında bu direniş bütün görkemiyle Kurdistan toplumunu etkiliyor.

TÜRK ÖZEL SAVAŞ SİSTEMİ TESLİM ALAMAMIŞTIR

Önderlik eskiden bize şöyle söylüyordu. Bize derken halka, kadınlara… “Çok güçsüz bırakılmışsınız. O zaman güçlenmeyi öğrenin. Çok güçsüz bırakılmışsanız ben Kürt halkı adına, özgürlük adına araştırdım, çabaladım, örgütlü güç biriktirdim. Bu gücü özgürlük için kullanın” diyordu. Yani “bana yaslanın, benden güç alın” diyordu. “Ben böyle bir gerçekliği temsil ediyorum” diyordu. Başta Kürt halkı olmak üzere kendi farkına varan kadınlar açısından da bunu söyleyebilirim. Önderlik gerçekliğine dayanarak, onun direnişine bakarak, onun direnişinden tarihi sonuçlar çıkartarak direniyorlar. Mesela bugün Bakurê Kurdistan'da, hemen hemen her yerde, zindanlarda direniş devam ediyor. İmralı'daki direniş gerçekliğiyle uyumlu olmak, onunla birlikte yürümek, İmralı'da önder, esaret altında tutulan Önder Apo'ya yoldaş olmak için zindandaki yoldaşlar böyle bir direniş gerçekliği içerisine girdiler.

Bir sürü aslında hak ihlali var, biliyorsunuz. Hemen hemen her cezaevinde arkadaşlarımızın en temel yaşam hakları bile ihlal edildi. Ama arkadaşlar söz konusu Önder Apo direnişine katılmak olduğunda en fedai tarzda fedai duruş sergiliyor. Yine İmralı direnişine dayalı olarak toplumumuzun en direngen kesimi olan kadınlar, analar, Kürt anaları; Kürt toplumsallığını yaratan, koruyan, günümüze kadar taşıyan, diliyle, kültürüyle analar direniyor tabii ki. Birçok merkezde açlık grevleri var. Bu çok önemli. Gençlik direniyor. Gençlik özel savaşın saldırılarına karşı da direniyor. Kürt gençliği teslim alınamamıştır. Bunca özel savaşa rağmen Türk özel savaş sistemi teslim alamamıştır. 

Farkındaysanız Rojava hiç durmuyor. Sürekli bir gerçekliği haykırıyor. Bütün çalışmalarını ve bütün eylemlerini Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü sağlamak için, önderliği için yapıyor. Gerçekten dünyada böyle başka bir önderlik de böyle bir halk gerçekliği de yoktur. Ne hiçbir önder Önder Apo gerçekliği gibidir ne de hiçbir halk Kürt halkı gibi böyle fedakar ve kendi gerçekliğine bağlıdır.
Güney Afrika’daki soykırım sistemiyle Kurdistan'da Kürt halkına dönük soykırım sistemi arasında çok ciddi farklar var. O yüzden biz şöyle tanımlıyoruz. Tabii Önderliğimiz şöyle işaret etti: Yahudi toplumu kendi başlarına getirilen soykırım için biricik kavramını kullandı. Fakat esas olarak öyle değil, dedi. Yani bu tarz katliamlar, soykırımlar tarih içerisinde birçok toplumsal kesim üzerinde uygulanmış. Asıl biricik olan Kürt halkının karşı karşıya kaldığı soykırım gerçekliği. Gerçekten farkına varan için dehşete düşüren bir gerçeklik vardır. O anlamıyla ben Kürt halkını, özellikle gençleri, genç kızları, genç kadınları, Önder Apo gerçekliğini daha iyi anlamaya çağırıyorum. 
Önder diyoruz. Gönülden bir bağlılığımız var bu konuda. Tüm özel savaş saldırılarına rağmen Türk devleti istediği sonuçları alamamıştır. Vefalı her Kürt’ün yüreğinde ve ağzında Önderlik bir dua gibidir yani. Yani o öyledir. Fakat bizim önderlik gerçekliğini doğru anlamamız ve doğru sahiplenmemiz için daha fazla üzerinde yoğunlaşmamız lazım. 

Önderlik kurumu ayrı bir şeydir. Mesela başkan olabilirsiniz, bir yerde yönetici olabilirsiniz, iktidar sahibi olabilirsiniz. Mesela bazıları kendilerine zorla başkan dedirtti değil mi? Başkan Erdoğan dediler. Toplumda öyle bir şey yok. Ama Önderlik kurumu böyle bir şey değildir. Mesela bizim mücadele tarihimizde, Önderlik kurumunun gelişmesinde böyle bir karar alınmış da Önder Apo'ya önderlik denilmiş gibi bir şey yoktur. PKK Genel Sekreteri iken halkın, Önder Apo'nun çabalarını, çalışmalarını, ondaki cevheri, ondaki fedakarlığı ve sahiplenmeyi görerek aslında halk öyle ifade etti ve günümüze kadar da artık böyle geldi. O anlamıyla önderlik kurumunun da ne olduğunu doğru anlamak lazım.

365 GÜNÜN HER GÜNÜNÜ 8 MART RUHUYLA GEÇİRMEK ÖNEMLİ

Ben bir kez daha tüm emekçi kadınların 8 Mart’ını kutluyorum. Tabii 8 Mart bir mücadele günü. Yani tarihçesini biliyoruz. 8 Mart'ı kutlamak, 8 Mart'ı eylemlerle karşılamak, 8 Mart'ta kadınların bir araya gelmesini sağlamak, bir hafıza, bir bellek oluşturmak için çok önemli. O anlamıyla kadın hareketi olarak, PAJK olarak biz de 8 Mart'ı hep önemsedik. Yani 8 Mart'ı bir mücadele gününe daha fazla nasıl dönüştürebiliriz? Kendi rengimizi nasıl kılabiliriz? O anlamıyla Kürt kadınının temsil ettiği, yani kadın kurtuluş ideolojisini dünya kadınlarına nasıl yayabiliriz, 8 Mart'ı buna nasıl vesile kılabiliriz?  Bu tartışmalarımız hep oldu ve hassasiyetle yaklaştık.

Gün geçtikçe aslında 8 Mart ve 8 Mart bilinci ile açığa çıkan bir dünya kadın hareketliliği var. Bu 8 Mart'ta da çarpıcı bir şekilde ortaya çıktı. PAJK olarak biz de hep şunu tartıştık. Uygarlık sisteminin böyle bazı değerleri bir güne sıkıştırarak, bir alana sıkıştırarak kontrol etme politikası var. Bir halk diyelim; mesela Ermeni halkını örnek veriyorum. Ermeni halkı aslında Ortadoğu'nun en kadim halkı değil mi? Hemen hemen Ortadoğu coğrafyasının birçok yerinde Ermeni halkının yaşam mekanları var. Yurtları var. Ama ne yaptı? Götürdü, bir yere sıkıştırdı. Bir Ermeni yurdu yaratarak bütün Ermenileri orada teslim aldı. Şimdi Kürtlere ne yapmak istiyor? Benzer şekilde işte Başûr’da bir şey sağlayıp, Bakurê Kurdistan'daki Kürtleri de aslında oraya bağlayarak teslim almak istiyor. Bunu kadın gerçekliğine vurduğumuzda aslında 365 günün her günü aşağılama, her günü erkek egemenliğinin saldırıları, taciz, tecavüz ve şiddetle karşı karşıya kalan kadınları bir güne sıkıştırarak böyle şey yapmaya çalışıyor. Mesela sınıfsal olarak da farklılıklar vardır. Egemen sınıflar daha çok böyle partiler, kutlamalar, yemekler, pikniklerle karşılıyor. Oysa bu bir mücadele günü. Bugün de kadınlar cayır cayır yakıldı. Bunun bilinciyle aslında 365 günün her gününü 8 Mart ruhuyla geçirmek önemli oluyor. 

Bu 8 Mart'ta nasıl yansıdı? Şöyle söyleyebilirim; bir dip dalga var. Bir dip dalga yine yoğunlaşıyor. Zaten yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği, ağırlıkta kadın hareketlerinin yoğunluğuyla geçti. Kesintiye uğradı belki, sürekli geçmedi ama hiç de birbirinden kopmadı. Bunun en son halkası neydi? İran'daki Jîna Emînî'nin katledilmesiyle birlikte gelişen Jin jiyan azadî devrimiydi. Bir zirve yaptı. Fakat onun öncesinde hatırlarsanız Latin Amerika'da, Şili'de kadınların sessiz eylemleri vardı. Böyle bir şey var 21'inci yüzyılda. Biz aslında kadın özgürlüğüne daha fazla yoğunlaşan bir kadın gerçekliğiyle girdik. Şu anda da bu 8 Mart eylem özellikleriyle, özellikle Latin Amerika'da, mesela Meksika'da kadınlar gerçekten çok hem kitlesel, hem coşkulu hem de çok kararlı eylemsellikler geliştirdiler. Yine Avrupa'da, Fransa'da bunu gözlemledik. Arjantin'de, ağırlıkla Latin Amerika'da böyle daha radikal bir damar var, o açığa çıkıyor. Fakat Latin Amerika'da, Afrika'da, Avrupa'da kadın hareketliliği var. Ortadoğu'da Kürt kadınının, yani bizim hareketimizin temsil ettiği bir kadın hareketliliği damgasını vurdu. Biz bizzat kendi rengimizle kutluyoruz. Mesela bazı yerlerde geniş mitingler olurken biz de yani Ortadoğu'da, Bakurê Kurdistan'da, Rojava, Kurdistan'da hatta daha çok böyle kutlamalar şeklinde kadınların bir araya gelerek kendilerinin farkına daha fazla vardıkları güne dönüştü. Ben tüm kadınları bu anlamıyla tekrar selamlıyorum. 

KADIN HAREKETLERİ EGEMEN ZİHNİYETTEN KOPUŞU YAŞIYOR
Artık geriye dönülmez bir noktaya gelinmiştir. Mesela artık geçmiş dönemin ideolojileri ile kadınlar sömürülemez. Yani bu dinci ideolojiler olabilir, bu mitolojik inançlar olabilir, bu modernist paradigmanın oluşturduğu, kapitalizmin dayandığı liberal ideolojiler olabilir. Artık kadınlar bununla aldatılmaz noktaya gelmiştir. Çok ciddi bir bilinçlenme var. Bunu çok önemli görüyorum. Mesela Şili’deki eylemlerde de görmüştük biz bunu. İran'daki eylemler ve bunun dünyaya yansımasında da gördük. Dikkat edin, toplumsal hareketlerin birçoğu sistem içerisinde çözüm arıyor. Diyelim ki emek hareketlerinin çoğu aslında ücret arttırma değil, daha fazla hak talep etme, iktidardan pay alma, iktidarda yer edinme şeklinde taleplerle sokaklara iniyor, mücadele ediyor. Fakat kadın hareketleri erkek egemen zihniyetten bir kopuşu yaşıyor. Önemli olan bu. Yani açığa çıkan gerçeklik nedir, sonuç nedir; o önemli. Buna dayalı olarak genel kadın hareketlerinde şöyle bir sorunumuz var bizim. Biz sürekli yetiştiremiyoruz ve kalıcı örgütler kuramıyoruz. Bu durumu kıran biziz. Kurdistan Özgür Kadın Hareketinin durumu bunun dışındadır. Bu konuda tabii Önderliğimizin emeği, çabası ve aslında bize yönelik her erkek egemenlik saldırı karşısında başta kendisinin durması, yani bir kadın yoldaşı olması gibi bir avantajımız var. Fakat dünya kadınlar açısından böyle bir sorun var. Kesintili bir şey var. Yani onun aşılması lazım. 

Ve üçüncü olarak da şunu da söylemek istiyorum. Bir kez daha bu 8 Mart'ta birlikte anlaşıldı. Dünyada hep şu tartışılıyor; işte sağcı rejimlerin öne çıktığı, başat olduğu alanlar var. Arjantin'de şimdi çok abuk sabuk tipler iktidara geldi. Cinsiyetçiliği ve faşizmi çok açık, böyle propaganda eden garip tipler. Yani ben insan bile diyemiyorum. Çünkü savundukları şeyler insanlık değerlerine ters. Bu eğilimin bu kadar açık hale gelmesi kapitalizmin de yaşadığı krizi gösteriyor. Mesela şimdiye kadar kapitalizm daha örtülü ve kendisine meşruiyet alanları yaratarak yürümek zorunda kalıyordu. Fakat gelinen noktada çok açıktır. Ahlaki çürüme, değerlerden kopma, toplumsal değerlerden kopma durumu var. Şimdi böyle bir gerçekliğe karşı gerçek komünal değerlerin, toplumcu değerlerin, sosyalist değerlerin kadın hareketi, kadın eylemsellikleri çerçevesinde geliştiğini görüyoruz. Şöyle diyebilirim; iki dünya karşı karşıya geliyor. Bu da Önderliğimizin yaptığı kadın çözümlemelerinin ne kadar isabetli ve tarihsel gerçekliğe, toplumsal doğaya uygun olduğunu bir kez daha gösteriyor. 8 Mart'ta biz bir daha bunları gördük, heyecanlandık. Özellikle genç kadınların katılımları güzeldi, coşkuluydu. Eylem bilinçlendirir, eylemci olmak lazım.

YAJK DENEYİMİ EFSANEVİ BİR SÜREÇ GİBİDİR

Önder Apo'nun üç büyük çalışmam dediği çalışmaları doğru kavramak lazım. Çünkü aslında bunlar birbirinden kopuk değiller. Birbirinden ayrı imiş gibi ele almak biraz bizi yanıltabilir. Bunlardan bir tanesi özgür insan ve zafer militanının yaratılmasıydı. İkinci çalışması, savaşın halk gerçekliğini açığa çıkarmak, halkı kendi öz çıkarları çerçevesinde savaşan bir güç haline getirmek. Üçüncü çalışma da özgür kadını geliştirme çabasıydı. Aslında başta ifade ettiğimiz her iki çalışmanın gelişmesi, özgür kadın çalışmasının gelişmesine bağlı olduğu açığa çıktı. Önder Apo bunun bir günde farkına varmadı. İlgilenenler okuyabilirler. Önder Apo'nun nasıl bir gelişim seyri izlediğini, kendi kişiliğinde yaşadığı mücadeleyi, ondan çıkarttığı sonuçları nasıl toplumsal ulaştırdığını...

Şöyle bir gerçeklik var. Mesela Önder Apo'nun da başta bu kadar bilinci yok, bu kadar farkında değil. Fakat özgür kadın çalışmalarının içerisine girdikçe, yani kadın özgürlüğü geçtikçe kadının bilinçlendiği, kadının kendi farkına vardığı alanlarda açığa çıktı ki, savaş zafer çizgisinde yürüyor. Erkek daha özgürlüğe daha yakın duruyor, daha iyi savaşıyor. O da özgürleşiyor. Yani özgür kadının merkezinde olduğu toplumsal çalışmalarda toplumun gururla kadınları sahiplendiğini, kadın önderliğini kabul ettiğini, kadınla birlikte savaşı, kendi mücadele, kendi değerlerini daha fazla sahiplendiğini ve mücadele ettiğini gördü Önder Apo. 

80'lerdeki Önder Apo'nun kadın çalışmaları ile 90’lardaki çalışmaları arasında fark var. 90’lardaki çalışmalarla 2000'lerdeki çalışmalar arasında da fark var. Dönemleri var. Özellikle reel sosyalizmin yıkılışı, Sovyet sosyalizmin genel olarak dünyada gerilemesi ve yıkılışı ile birlikte Önder Apo’da şöyle bir arayış oldu. Sosyalizmi nasıl yenilmez kılacağız, nasıl gerçekten gerçek bir toplumsal sistem olarak uygulayacağız? İşte bunun cevabı aranırken cevap özgür kadın gerçekliğinin geliştirilmesi olarak görüldü ve bu temelde de 96'dan 2000'e kadar, yani İmralı esaretine kadar Önder Apo, kadın öncülüğünü daha fazla geliştirme temelinde çalışmalar yürüttü. Bu temelde kadın kurtuluş ideolojisi oluşturuldu. Ondan önce de bizim, yani hareketimiz içerisinde kadın birliği vardı. YAJK (Yekîtiya Jinên Azadiya Kurdistan) vardı mesela. YAJK deneyimi, en az parti deneyimi kadar çok etkili oldu. Kurdistan'da YAJK deneyimi böyle bir efsanevi bir süreç gibidir. Yani YAJK’la tanışan kadınlar yeniden var oldular. O dönem hazırlanan bir kitap da vardı. Önderlik ismini koymuştu: “Yaratılış günleri.” Kendini yeniden özgürlük temelinde yarattı. Kadınların dönemiydi yani. Ona dayalı olarak şimdi kadın partimiz var. Şimdi sadece dar anlamda militanların kendisini yarattığı değil, toplumu yarattığı, topluma öncülük ettiği bir toplumsal sistemin yaratıldığı, yani çekirdeğinde özgür kadının olduğu bir demokratik uluslaşma süreci. Ben Önderliğin söylemini böyle ele alıyorum.

ÖNDERLİK JİNEOLOJİ İLE YARIM KALAN PROJESİNİ TAMAMLIYOR

Önderlik yarım kalan çalışmasını nasıl tamamladı, herkes ona bakıyor. Ama hiç unutmuyorum; “Özgürlük Sosyolojisi” geldiği zaman Önderlik kadın arkadaşlara dedi ki; “Size bir hediyem var, size bir sürprizim var” dedi. Özgürlük Sosyolojisi geldi. Sosyoloji nasıl özgürlüğe dayalı bir sosyal bilimin inşası ve bunun da merkezine jineoloji çalışmalarının oturtulması, ondan daha büyük bir açılım, kadına verilecek daha büyük bir destek, bir güç kaynağı olabilir mi? O anlamıyla şu anda Önderlik, özgürlük sosyolojisi ile jineolojiyi kadın çalışmalarının merkezine koyarak o yarım kalan projesini de tamamlıyor.

Eminim ki şu anda Önder Apo ile irtibatımız olsa, görüşme imkanımız olsa, kadın özgürlüğü için kadınların ufkunu açacak çok daha yeni sürprizleri, fikirleri vardır. Önderlik her zaman kadında heyecan yaratmayı biliyor. Yenilikler yaratmayı biliyor. Mesela biz bir kadın grubuyuz. Önderliğin merdivenden çıkıp yanımıza gelişini heyecanla bekliyorduk. Niye? Çünkü bize sunduğu bir yenilik, bir şey vardı. Yani hep bir yenilik, hep yeni bir başlangıç, hep başka bir yerden bakma. Şimdi bunu kurumsallaştırmaya ve belli bir çerçeveye oturtarak yürütmeye çalışıyoruz. 

BAŞÛR TOPLUMU KATLİAMLARLA NE KADAR YÜZLEŞİRSE O KADAR İRADELİ OLUR

Öncelikle 1988 yılında gerçekleşen Halepçe Katliamı, 1996 yılında gerçekleşen Gazi Katliamı, 2004 yılında gerçekleşen katliamı, kayıplarını saygıyla anıyorum. Gerçekten bugün vesilesiyle ne söylenebilir diye düşündüm. Yani ne yazık ki Ortadoğu coğrafyası direnişler kadar bu tarz katliamlarla da dolu. Kürt toplumu da, Kürt halkı da karşı karşıya kaldığı özellikle son yüzyıl açısından bunu söyleyebilirim. Dikkat ederseniz bu ifade ettiklerimiz son yüzyıl içerisinde gerçekleşen katliamlar oluyor, soykırım saldırıları oluyor özellikle. Yani Halepçe katliamının yarattığı etki halen üzerimizdedir. 

Başûr toplumu Halepçe Katliamını ne kadar çözerse ve “o katliamın amacı neydi, ne yaratılmak istendi?” sorularıyla yüzleşirse o kadar iradeli olabilir. Fakat bu gerçeklikten ne kadar kaçarsa, bu katliamın sahipleri ile ne kadar yüzleşmezse o kadar kendisi olmaktan çıkar. Saddam gerçekliği bu katliamı yaptı işte. Qamişlo'da Esad Baas rejimi yaptı. Gazi katliamını Alevi ve Kürtlere karşı Türk ulus devleti yaptı. Ama toplamda bunların müsebbibi kimdir? Kim bu sistemi oluşturmuş? Bu sistemin esas sahibi kimdir? Kürt toplumu o yüzden bununla yüzleşmek zorunda. Kürt toplumu bu nedenle kapitalist modernite ile uzlaşmaz. Bu nedenle onun içerisinde kendisine yer bulamaz, yer alamaz. Bu nedenle kendi özgürlük sistemini kurmak zorunda. Başka yolu yok. 

Soykırıma alıştırılmak gerçekten kötü bir şey. Aslında günlük olarak katliamlar, soykırım saldırılarıyla karşı karşıyayız. Soykırım, günlük yaşamımızın içerisinde kullandığımız bir kavram. Gerçekten biz bu kavramın ne kadar ciddiyeti içindeyiz, ne kadar ağırlığındayız? Bu anlamda Önder Apo’dan örnek vermek istiyorum. Önder Apo ilk bilinçlenme dönemlerini anlatırken, 1970'ler Türkiye'sinde Kurdistan gerçekliği için bir tanım arıyor. Yaşanan nedir? Savunmalarında bunları çok açmış Önderlik. İşte diyor, o zaman Kürtler adına hareket edenler neredeyse kendi kendini tartışır hale gelmiş. Var mıyız, yok muyuz? Bir varlık için, varlığı olan bir gerçeklik için bunu tartışmak çok büyük bir düşme konusuydu, diyor. Düşünün; siz o noktaya getirilmişseniz, yani bir halk olarak, bir toplum olarak… Yani o zamanın koyu faşizminde Kürtler adına hiçbir şey bırakılmamış aslında. Mezar sessizliği mi, mezara gömme mi diyelim. Üzeri betonlanmış yani. Ne kitaplarda geçiyor ne yayınlarda. Şimdiki gibi değil. Şimdi, evet “Kürt kardeşlerim” diye başlıyorlar konuşmaya ama o zaman yok. O zaman Önderlik şunu söyledi. “Benim değerli arkadaşım Haki arkadaşla birlikteydik. Sömürgecilik kavramını kullandım. Onun kulağına gizlice dedim ki, Kurdistan sömürgedir. Ve elimdeki çay bardağı elimden düştü” dedi. Bununla neyi anlatmak istiyor Önderlik? Bu kavramın, bu tanımlamanın ne kadar ciddi bir şey olduğunu, Kürt halkının sömürge olmasının ne kadar ağır olduğunu anlatıyor Önder Apo.

YA ÖZGÜRLÜK YA ÖZGÜRLÜK, YA VARLIK YA VARLIK!

Önder Apo, “benzeri ikinci bir anı İmralı'da yaşadım” dedi. Bunu da Kürtlere dönük saldırıların soykırım sistemi olduğunu tanımlarken yaşadığını söyledi. Çünkü bu çok ağır bir tanımlama. Soykırımla yaşamak, insanlıktan düşmek demektir. O yüzden ya soykırım, ya özgürlük bir ikilem olamaz. Biz böyle bir ikileme mahkum olamayız. Bizim için ya özgürlük ya özgürlük. Başka alternatifimiz yoktur. Ya varlık ya varlık. Bu katliam günlerine vereceğimiz cevap hafızamızı canlı tutmaktır. Böyle kaba anlamda intikamdan bahsetmiyorum. Hesap sormak bu. Bu katliamları gerçekleştirenler ve gerçekleştirmeye devam edenlerden hesap sormak. 
Mesela şu anda Gazze'de Filistin halkına yönelik gerçekten bir soykırım var. Yani bir saldırı var, soykırım saldırısı yürütülüyor. Filistin halkının haklı bir mücadelesi var. O anlamıyla elbette onun yanında durmak lazım. Fakat Kürt halkı için hiçbir ses çıkarmayan, tek bir taş atmayan, her türlü gericiliği arkasına alarak Kürtlerin üzerine yürüyen dünyaya karşı sesini çıkarmamak kabul edilemez. Kürt halkının karşı karşıya kaldığı soykırım ve yalnızlık başka bir şey. O yüzden Önder Apo dedi ki, “Halkım kadar yalnızım.” Evet, biz şimdi mücadelemizle bunu kırıyoruz. Bakın Kürt halkının artık dostları var dünyada. Halklar daha iyi tanıyor. Kurdistan'da bir katliamın, bir faşist rejimin, Kürt halkını imha eden, geçirmek isteyen bir dünya düzeninin olduğunun herkes daha fazla farkına varıyor. Fakat yetersizdir. Halkımızın kendi mücadelesini daha fazla yürütmesi lazım. Başkaları gelip bunu yapmaz. Başkaları gelip Kürt halkının varlık ve özgürlük kavgasını yürütemez. O yüzden dilimiz döndüğü kadar, sesimiz yettiği kadar, gücümüzün erdiği kadar, her yerde varlık ve özgürlük mücadelemizi dünyaya daha fazla, daha yüksek sesle taşırma, dostlarımızı arttırma, örgütlenmemizi geliştirme görevimiz vardır. 

HBDH’NİN TARİHSEL BİR TEMELİ VAR

Türkiye ve Kurdistan halklarının birleşik mücadelesini ifade eden Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin kuruluşunu kutluyorum. Bu çok önemli bir gelişme tabii. 2016'da kuruldu, şimdiye kadar da aslında Türkiye ve Kurdistan'daki gündemi önemli oranda belirleyen bir çalışmanın içerisinde oldu. O anlamıyla Halkların Birleşik Devrim Hareketi HBDH'yi doğru anlama görevleri ile karşı karşıyayız. Hem Kürt toplumu hem de Türkiye toplumu açısından Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin kuruluşunda 12 Mart'ın seçilmesinin bir anlamı var. Rastgele belirlenen bir gün değil. Biliyorsunuz, 12 Mart 1972'de Türkiye'de darbe oldu. Bu darbe, esas olarak aslında Türkiye Devrimci Hareketinin tasfiye edilmesi temelinde gelişti ve bu darbeye dayalı olarak Türkiye'deki devrim önderleri katledildi. İşte Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Mahir Çayan ve arkadaşları, İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları böyle faşist bir darbe sonucunda katledildi. 

Önder Apo'nun bir önderlik çıkışa hazırlanmasında 1970 Türkiye siyasi ortamı, yaşanan gelişmeler, gençlik hareketinin durumu, gençlik hareketinin başta Deniz Gezmiş olmak üzere Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam sehpasında Kürt halkının varlığını, özgürlüğünü dile getirmeleri, ortak mücadeleye çağrı yapmaları, yine Mahir Çayan'ın Kurdistan tezleri, İbrahim Kaypakkaya'nın gerilla mücadelesini Kurdistan'dan başlatması gibi etkenler aslında Önder Apo'nun oluşturduğu grupta yoğunlaşmaları da çok önemli bir yer edindi. Önder Apo’nun kendisi de şöyle ifade ediyor: “Onlar benim halkımı, halkımın adını cesurca böyle ifade ederlerken, ben yerimde duramadım. Onların arkadaşı olmalıydım. O yüzden ilk devrimcileşme dönemlerinde kendisini Mahir Çayan sempatizanı olarak da tanımlıyor Önder Apo. Niye bunu söylüyorum? Halkların Birleşik Devrim Hareketi'nin böyle bir tarihsel kökü var, tarihsel temeli var. PKK açısından böyle bir gerçekliği temsil ediyor. O yüzden de biz Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni kendi stratejik ittifakımız olarak görüyoruz ve içinde gururla yer alıyoruz.

KURDISTAN DEVRİMİ TÜRKİYE DEVRİMİYLE BİRLİKTE GELİŞECEK

Türkiye sol hareketlerinin yıllar içerisinde yaşadığı zorlanmalar, daralmalar, bunun yarattığı nasıl bölünmeler, parçalanmalar bunlar bahane edilerek bir anti propaganda yapılıyor. Deniliyor ki “ne gerek var?” PKK büyük bir hareket, neden böyle? Fakat işin gerçeği şu. Türkiye'de Kurdistan devrimi Türkiye devrimiyle birlikte gelişecek. Kurdistan devrimi, Türkiye devrimi olmadan gerçekleşecek bir gerçeklik değil. O yüzden de Türkiye sahasındaki halklara, işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere mücadeleyi taşımak, onların ihtiyaçları ve gereklilikleri temelinde mücadele yürütmek kesinlikle HBDH'nin temel yaklaşımı oluyor. 

Şimdiye kadar birlikte önemli bir birikim açığa çıkardık. Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nde yer alan örgüt ve partilerle doğru bir yoldaşlık kurduk. Sadece böyle çeşitli nedenlerle, çeşitli ihtiyaçlarla yan yana gelen yapılar değil de gerçekten kapitalist modernist saldırılara karşı, Türk ulus devletinin saldırılarına karşı, tüm gericiliğe karşı yoldaşça mücadele etmeyi öğrendik. Ve birlikte yürümeyi zafere kadar sürdüreceğiz. Bu kararlılığımız var. Kendi mücadele tarihimizde farklı deneyimler de var. Mesela 1982'de Önderliğin faşizme karşı birleşik cephe deneyimi var. 

Bizi Türkiye toplumundan, bölge halklarından korumaya, koparmaya çalışan çok ciddi ideolojik saldırılar var. O anlamıyla aslında Kürt halkını yalnızlaştırmak isteyen, tasfiye etmek isteyen bir eğilim var. Buna karşı HBDH de Türkiye'deki temel ittifak alanımız oluyor. Türkiye halklarıyla birlikte özgürlük ve demokrasi mücadelesini, demokratik devrim mücadelesini birlikte yürüttüğümüz güçler oluyorlar.

HBDH EYLEMCİ BİR GÜÇTÜR

Bize bu dayatmayı yapan örgüt ve kurumların hiçbiri de aktif mücadele eden yapılar değil. Onlar çoğunlukla mücadele değil de sistemle nasıl uzlaşırız, işte Kürtler adına bazı değerler açığa çıkmış, bunları nasıl pazarlar da üzerinde yaşarız arayışında oluyorlar. Genelde mücadele etmek isteyenler yan yanadır HBDH'de. Mücadele etmek isteyenler yan yana duruyor. Mücadele etmek istemeyip bahane arayanlar ise bunun dışındadır. 

Halkların Birleşik Devrim Hareketi kurulduktan sonra Türk devleti panikledi. Türk devleti bu ittifakta yani bu harekette yer alan örgütlerin hemen hemen hepsine saldırıda bulundu, bulunuyor, operasyon yapıyor. Niye? Çünkü onlar mücadele ediyor, onlardan korkuyor. Türkiye'de bir sürü Kürt ve kendisine Türkiye solu diyen yapı var. Ama bakın, isimleri geçmiyor hiçbir yerde. Demek ki Halkların Birleşik Devrim Hareketi doğru yerdedir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi doğru bir programa sahiptir. Bu temelde de kuruluşundan günümüze kadar aralıksız eylem yapıyor. Eylemci bir güçtür. Yani çok konuşmayı değil, çok eylem yapmayı gündemine alan bir yapıdır Halkların Birleşik Devrim Hareketi. Bu temelde de başta Türkiye metropolleri olmak üzere hemen her yerde faşist güce, işgalci güce karşı eylemler yaptılar. Medya Savunma Alanlarında mevzilendiler, mücadele ettiler. Rojava Devrimi’nde DAİŞ'e karşı mücadelede saf tuttular. Kürt halkının yanında oldular, şehit verdiler ve o şehitleri de minnetle, sevgiyle anıyorum. Yani demek istediğim şu ki, Kürt ve Türk halkının gerçek birlikteliği aslında tepede bir çekirdek olarak düşünürseniz orada gerçekleşiyor.

SAVAŞTA ISRAR VAR 
Gündemimiz esas olarak savaştır. Bunu her programda söylüyoruz, bir daha söyleyeceğiz. Esas olarak siyaseti de, ekonomik ilişkileri de, sosyal ilişkileri de, kültürel durumu da belirleyen, yürüttüğümüz özgürlük mücadelesi, özgürlük savaşı oluyor. O anlamıyla bunun da en yoğunlaştığı alan Medya Aavunma Alanlarıdır. Savaş sadece Medya Savunma Alanlarında değil, her yerdedir. Fakat böylesine bir öncü savaş orada yoğunlaşıyor.

Sonbahara girişle birlikte Türk ordusunu hezimete uğratan birçok devrimci operasyon gerçekleşti. Ben bir kez daha sizin aracılığınızla tüm arkadaşları selamlıyorum. Operasyonda yer alan arkadaşları selamlıyorum. Operasyondaki şehitlerimizi saygıyla anıyorum. Dikkat ederseniz, bu operasyonlardan sonra Türk medyasının da, Türk siyasetinin de dengesi sarsıldı, ciddi bir şaşkınlığa uğradılar. Onlara göre işte bu “pençe kilit operasyonu” dedikleri, Medya Savunma Alanlarının önemli bir kısmına dönük yürüttükleri işgal saldırıları önemli bir sonuca ulaşmıştı. Kürt gerillasını sıkıştırdıklarını düşünüyorlardı. Ama işte o sıkıştırdığını sandıkları yoldaşlar, çok büyük bir bilinçle, iradeyle, kararlılıkla, cesaretle Türk ordusunu yerle bir etti. Hemen koşa koşa geldiler Irak'a, koşa koşa gittiler Amerika'ya. Şu anda bir ayakları Irak'ta, biri Amerika'da. Neyin peşindeler? Yeni, daha kapsamlı operasyon yapmak istiyorlar. Şimdiye kadar dünya egemenlerinin verdiği destek yetmedi. Biraz daha destek istiyorlar. Ellerindeki silahlar yetmedi, biraz daha silah istiyorlar. Akılsızlık bu kadar olur diyeceğim. Bunları hep yaptılar. Sonuç ortadadır. Şimdi Türk medyası yeni manşetler atmış, operasyonların anası geliyor diye. Operasyonların anası geliyor, babası geliyor. Ne demek istiyorum? Bakın savaşta ısrar var. Fakat ciddi bir yenilgi de aldılar. Aslında psikolojik üstünlük bize geçti. Aslında psikolojik üstünlük hep gerilladaydı. Fakat son yıllarda böyle büyük eylemler yapma sorunu oldu. Ama eylemler hiç bitmedi gerillada. Bilançoları bakalım, aslında diğer yıllarda da suikast eylemleri, sabotaj eylemleri, baskın eylemleri hep oldu. Gerilla, medya, savunma alanlarında işgalcilere her zaman darbe vurdu. Fakat bu yıl büyük operasyonlar oldu, Türk devletinin toplu kayıpları oldu. Diyelim arkadaşlar, otuz tane asker öldürdü, onlar üç olarak verdiler. Fakat vermek zorunda kaldılar. Sayı fazlaydı, elimizde görüntüler vardı. Bu durum psikolojik kırılmaya yol açtı.

KDP DÜNYADAKİ HİÇBİR HAİN GÜCE BENZEMİYOR

Şimdi bunu toparlamak için yeni operasyonlar yapmak istiyorlar. Bu temelde böyle bir arayış vardır. Özellikle Metîna hattında düşmanın güç kaydırdığı, KDP'nin bu konuda bir rol oynadığı, Iraklı güçleri buna dahil etme çabasında oldukları yönünde bilgiler alıyoruz. Fakat anlaşılan şöyle bir durum var. Gerçekten Barzani ailesinin bu alçaklığı olmasa, bu hain duruşları olmasa, Türk ordusu bu kadar içlere gelemez, bu kadar meşrulaşamaz Kurdistan'daki işgal harekatı. Bu kadar kendi soyuna düşman olunur mu? Dünyada hemen hemen her ulusal mücadelede özgürlük güçleri, direniş güçlerinin yanında böyle kıytırık, iğrenç, işbirlikçi kesimler de çıkmış. Sınıfsal olarak çıkmış, bilmem ne olarak çıkmış ama hiçbiri bunlara benzemiyor. Bu kadar dünyanın gözünün içine baka baka, bu kadar utanmazca… Gerçekten kavram bulamıyorum. Bu gençler senin ulusun, senin halkın. Bunu nasıl anlatıyorlar gerçekten? Eğer PKK'nin direnişi olmasaydı, sen bugün durduğun yerde durabilir miydin? Bu kadar vicdansızlık olabilir mi? 

Eğer gelişecek ise önümüzdeki günlerde böyle bir operasyon, Türk devletine destek veren KDP ve şürekası ve onun çevresindeki işbirlikçi hain kesimler olmadan olamaz. Bunun ne kadar olacağına bakacağız. KDP açıktan girmeye cesaret edemiyor. Çünkü o zaman Kürt halkı açısından hiçbir söz kuramaz. 

Neçirvan Barzani'yi Antalya'ya götürdüler. Bir Türk gibi karşılandı, bir Türk gibi konuştu. Bölgesel hükümetin bayrağı gibi şeylere eskiden önem veriyorlardı. Şimdi artık tümden teslim alınmış bir devlet memuru gibidir. Türk medyasını dikkatli izleyen herkes işte KDP'ye nasıl yaklaşıldığını, YNK’ye nasıl yaklaşıldığını, Kürtlere özünde nasıl yaklaşıldığını görüyor. Ancak diyor ki Türk ulus devleti, benim uşağım olursan sana yaşam hakkı tanıyabiliriz. O da zaman içerisinde Türkleşirsen... Dikkat edin, AKP içerisinde de sözde Kürtler var. Kürtlük kimlikleri var mı ortada? Var mı Kürt kimliğiyle hareket eden? Türk modernitesine, Türk uluslaşma adına ne kadar uyumlu hale gelirse o kadar kabul görür. Bu şu anda Başûr açısından da geçerli. Bu anlamıyla Türkiye’nin Misak-ı Milli hayallerine hizmet ediyor. Bu güçler Özgür Kurdistan, Demokratik Kurdistan idealine ve hedefine de düşmanlık etmeyi sürdürüyorlar.

HALKIMIZ SEÇİMLERDE DAHA DUYARLI OLMALI

Yerel seçimlerin gündemi de oradaki durum da savaştan bağımsız değil. Evet bir seçim gündemi var ama dikkat ederseniz Kurdistan'da uygulanan, savaş politikalarıdır. Türk devleti, Kürt halkının iradesini kırmak, teslim almak isteyen politikalarında ısrar ediyor. Buna karşı da bir Kürt halkı seçimi bir direniş biçimine dönüştürüyor. 

Kürt toplumunun bu direnci, birkaç yerde belediyemiz olsun da bazı imkanlar bize verilsin biçiminde değil. Böyle imkanlar peşinde koşan bir halk değil Kürt halkı. Hayır, kendisine dönük savaşın farkında. Hemen hemen her gün iradesini kırmak için çok çeşitli özel savaş saldırıları yürütülüyor. Gözaltılar, tutuklamalar var. Fırsat bulduğunda katliamlar var. Buna karşı bu seçimlerde tutum belirlemiş. 

Kürt halkı devrimci bir halk. Savaşan halk gerçekliğini Önder Apo yarattı. Bu bir şekliyle kendisini böyle yansıtıyor anlamıyla. Kıyasıya bir seçim olacak. Çok rahat geçeceğini düşünmüyorum. Çok fazla oyun olacağını düşünüyorum çünkü. Aldığımız bilgiler de var bu konuda. Mesela farkın az olduğu yerlerde Türk devleti, AKP; yani devlet partisi olarak devletin bütün imkanları arkasına alarak çok ciddi kaydırmalar yapıyor ve buna karşı halkımız daha duyarlılık yaratmalı, örgüt demeli. Metropollerde yaşayan Kürtler gidip yerlerinde oy kullanmalılar. 

Türkiye açısından da egemen siyaset, Kürtleri araçsallaştırmak istiyor. Ona dikkat etmek lazım. Kürt halkının kendi iradesini her yerde örgütlü kılması, çıkarı neyse ona göre hareket etmesi lazım. Yani Kürt toplumu kendi ulusal çıkarları temelinde hareket edebilmeli. Çünkü buna ihtiyacı var. Tüm iradesi elinden alınıyor. Kürt halkı bir bahar toplumu, Newroz toplumu. Ben bunun seçimlere de bu temelde yansıyacağını düşünüyorum.

52’NCİ ÖNDERLİK NEWROZU

Kürtler açısından uzun bir geçmişi var Newroz direniş bayramının. Fakat yakın tarih açısından da 52’nci Önderlik Newroz’u oluyor. Önderlik bir Newroz günü böyle bir çalışmayı, Kürtlerin özgürlük ve varlık mücadelesini başlattı. Buna dayanarak da Kürt halkı Newrozlaşan bir halk oldu. Yani aslında Newroz, bir bayramdan öte Kürt halkının kendi varlığını ve özgürlüğünü ortaya koyduğu, ateşle sınandığı, kararlı yaşadığı güne dönüştü. Bu temelde de tüm Ortadoğu halklarına mal etti. Fakat Kürt orjinli bir Newroz, yani yeni gün.

Ben şunu söyleyebilirim. Bu yıl Newroz'da başta Kürt halkı olmak üzere özgürlüğe ve demokrasiye tutkulu herkesin Newroz bilinciyle yenilenmesini ve büyük bir coşkuyla faşizme karşı mücadelesini yükseltmesini söyleyebilirim. Bu temelde herkesi etkin, yaygın, her alanda Newroz kutlamalarına katılmaya çağırıyorum. Yani öyle olmalı ki, Kürtlerin sesi bu Newroz’da bir kez daha tüm dünyayı etkilemeyi ve yeniden hayran bırakmalı.