‘Yeni bir saldırı çözümsüzlüğü sürdürmektir’

Gazeteci-yazar Yusuf Karadaş, olası bir yeni Türk işgal saldırısının, 40 yıllık savaşı şiddetlendirmek, dolayısıyla çözümsüzlüğü sürdürmek anlamına geleceğini söyledi.

YUSUF KARADAŞ

Gazeteci-yazar Yusuf Karadaş, Türkiye’nin Başûrê Kurdistan’a ABD’nin kendisine araladığı kapıdan gireceğini ve Irak Hükümeti’nin de belli oranda Türkiye ile anlaştığını savundu. Karadaş, “Halbuki sorun içeridedir, çözümü de demokratik yöntemlerle mümkündür” dedi. 

Evrensel gazetesi yazarı Yusuf Karadaş, olası yeni işgal saldırısı ve Türk devletinin destek arayışlarıyla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı. 

Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ABD temaslarından sonra Güney Kurdistan’a yeni bir işgal saldırısı yapılacağı artık çok net konuşuluyor. Bunun diğerlerinden farkı ne olacak, tablo nedir?

Türkiye, 2019’dan bu yana Pençe-Kilit adı altında ardı sıra yapılan operasyonlar var. Türkiye’nin de orada 40’a yakın üssü bulunuyor. Geçtiğimiz yılın sonlarında ve bu yılın başlarında PKK ile yaşanan çatışmalarda 20 civarında askerin yaşamını yitirmesi yeni bir tartışma başlatmıştı. Pençe-Kilit operasyonları adı altında yapılan operasyonlar ve belli alanların işgal altında tutulması -tıpkı Rojava'ya benzer bir biçimde- Kürtlerin sınır ötesindeki varlığını sınırlamak üzere bir müdahaleyle bağlantılı. Öbür taraftan da Türkiye’nin bölgedeki yayılmacı emelleri ya da Irak'ta bir yanıyla İran'la rekabet ve şimdi son zamanlarda yenilerde tartışma konusu yapılan “kalkınma yolu” yani yeni ticaret ve enerji yolları mücadelesi de var işin içinde. Tüm bunlar bu tablonun bir parçası. 

Türkiye aslında bu emellerle bu operasyonlarını ilk kez yapmıyor. Belli bir süredir bunlar bir biçimde devam ediyordu zaten. Arka planında ABD'nin Türkiye'nin bu girişimlerine tabiri caizse bir göz kırpması var. İkinci ve bunun bir devamı olarak da Irak Hükümeti'nin Türkiye'nin bu konudaki girişimleriyle ilgili belli bir uzlaşma arayışı içinde olması. Yani onların arasında bir uzlaşma arayışının gündeme gelmesi, yoksa Türkiye'nin bu konudaki emelleri, müdahaleleri ve operasyonları yeni değil. Yeni operasyonun özgünlüğü ya da yeniliğinin temel motivasyonu, Irak Hükümeti ile iş birliği halinde olabileceği, bu yönüyle de PKK'nin bulunduğu bölgeden çıkartılmasının sağlanabileceği beklentisi üzerinden kuruluyor.

Daha önceki operasyonlara dair hepimizin bildiği bir şey var, o da Irak Hükümeti her defasında Türkiye'nin bu operasyonlarını kınıyordu. Burada iki temel noktaya işaret etmek istiyorum;

* Birinci olarak Evrensel’de de yazarken ABD'nin bu konuda Türkiye’ye kapı aralaması olarak tarif etmiştim durumu. Irak'ta araladığı kapının ne kadar açılacağı, burada Türkiye'nin ne kadar hareket alanı sağlanacağı operasyon bakımından iki temel soru olarak duruyor karşımızda. Bununla bağlantılı olarak da Irak Hükümeti ile bu konuda hangi düzeyde bir iş birliği gelişecek? ABD'nin yanı sıra Irak’ta İran'ın da bir etkisi var. Haşdi Şabi gibi milis güçleri büyük oranda İran siyaseti eksenli bir duruş ortaya koyuyor. Yani Irak siyaseti üzerinde belli düzeyde bir İran etkisi var. Dolayısıyla burada İran'ın da buna ne kadar izin verebileceği, kendisi karşısında ya da bununla ne kadar uzlaşabileceği meselesi de bu sorunun diğer bir boyutu. Geçtiğimiz aylarda Reisi ile Erdoğan, Ankara'da görüşmüşlerdi. Oradan anladığım kadarıyla istenilen bir sonuca ulaşılamamıştı. Türkiye'de özellikle iktidara yakın medya organlarının İran ilgili yayınlarına baktığımızda da burada aslında İran'la beklenen düzeyde bir uzlaşımın olmadığını ortaya koyuyor. Burada böyle bir engel, yani İran'ın pozisyonu da söz konusu.

Geçmişte Türkiye, Suriye sahasında Rusya ve ABD arasındaki çelişkilerden yararlanıyordu. Burada da İran ile ABD arasındaki çelişkilerden yararlanma imkânı var mı? 

Burada asıl olarak yeni olanın ABD'nin Türkiye'ye açtığı alan olduğunu düşünüyorum o bölgede. İran, Irak içinde Türkiye'nin daha etkin bir pozisyona gelmesinde, belli düzeylerde kendisine yarar şeyler görürse elbette bir iş birliği yapabilir ama bugünkü koşullarda İran için bu, çok istenilecek ya da öne çıkacak bir politika olarak gözükmüyor. Türkiye'nin oradaki pozisyonun artmasını istemek aslında “İran'ın dengelenmesi” meselesinde gündeme geliyor. Zaten Türkiye'deki Erdoğan iktidarında bu meseleye bu kadar istekli hale getiren şey özellikle ABD'nin yakın zamanda Irak'tan ve Suriye'den askeri güçlerini çekeceği tartışmasıydı. Bu trafiği bu kadar hızlandıran şeylerden biri buydu. ABD, Irak ve Suriye'deki askeri varlığını bir biçimde çekecek ama çok büyük bir askeri varlık değil. Sanki ABD bölgedeki emellerinden, politikasından vazgeçiyor, çekiliyor gibi bir algıya yol açıyor. Böyle bir durumdan bahsetmiyoruz, onun altını çizeyim. Orada kendisi için külfetli gelen bir askeri varlığın yerine tabiri caizse bölgesel iş birliği yaptığı güçleri konuşlandırarak kendisi için daha rahat bir pozisyon yaratmaya çalışıyor ve burada “İran'ı dengeleme” meselesi gündeme geliyor. Aslında ABD, daha önce bu konuda Suudi Arabistan'a daha fazla rol biçmeye çalışıyordu. Suudi Arabistan'la İran arasında Irak merkezli görüşmeler de yapıldı. Türkiye ile ABD arasında o dönem ilişkiler istenen düzeyde değildi. İran'ı dengeleme rolü bakımından Erdoğan iktidarı zaten buna istekli ve ABD ile de belli bir düzeyde anlaşmış gibi gözüküyor. Bunu çok kesin tamamlanmış bir ilişki ya da senaryo olarak belki söylememek lazım ama bu konuda böyle bir tablo da ortaya çıkıyor. Türkiye'nin Kerkük'teki valinin kim olacağı meselesinden Süleymaniye'de Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne karşı ortaya koyduğu politikaya kadar burada “ileriden bir rol” üstlenmeye çalıştığını söylemek mümkün. Bu daha ileriden rol üstlenmeyi de söylediğim gibi ABD'nin açtığı alan üzerinden yapmaya çalışıyor gibi gözüküyor ve burada da temel hedeflerden biri bu alanda İran'ın dengelenmesi. 

Bana sorarsanız ABD'nin önceliği Türkiye'nin Orta Doğu'da bu kadar etkin olmasından çok Türkiye’yi bu iş birliğiyle aynı zamanda Karadeniz'de NATO'yla Rusya arasındaki egemenlik mücadelesinde daha ileriden tutum almaya zorlamak. Bu bakımından da buradaki ilişkileri kullanmaya çalışıyor bir yandan. Kürt sorunu ya da bölgedeki politikası, ABD'nin aynı zamanda bölgedeki diğer gelişmelerle bağlantılı sadece olaylar sınırlı değil. Yani Karadeniz ve Kafkasya'daki egemenlik mücadelesiyle de bağlantılı boyutları var buradaki iş birliğinin.

ABD’nin daha önce Suudi Arabistan'a görev biçerken bugün Türkiye'ye dönmesinin sebeplerinden biri İsveç ve Finlandiya NATO onayları mı?

Tabii. Bu ilişkilerde Türkiye'nin rol üstlenmesi meselesi aslında ABD'nin önüne koyduğu ev ödevlerini ne kadar yaptığına bağlı. ABD için Türkiye bir süredir problemli bir müttefik olarak duruyordu. Özellikle İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğinin onaylanması bu konuda önemli adımlardan biri oldu. Buna Ukrayna savaşındaki tutumu da ekleyebiliriz. Türkiye, Kırım ve SİHA’lar konusunda Ukrayna ile aynı tutumda. Öte yandan Türkiye’nin Rusya ile belli düzeyde ilişkileri olsa da Ukrayna ile de belli bir diplomasiyi sürüyor. Bu durum, ABD ve Batı’yı tam olmasa da - Rusya ile ilgili kısmı bakımından olmasa da Ukrayna ile ilgili kısmı bakımından- memnun eden bir şey.

Bu saldırıyla birlikte Türkiye gerçekten orada bir güç olabilir mi?

Türkiye'nin buradaki varlığı hangi düzeyde etkili olabilirden ziyade şu çok açık, Erdoğan iktidarı sadece Irak için değil, Suriye için de Libya için de bölgede uzun zamandır, bir bölgesel güç olma çabasında. Dünyada, özellikle Ukrayna Savaşı'nın da ortaya çıkardığı, emperyalist güçler arasındaki yeni dengelerde, bölgede daha etkin pozisyon üstlenme ve bu daha etkin pozisyonunu Türkiye burjuvazisinin pazar ve egemenlik alanlarını genişletme biçiminde ortaya koymaya çalışıyor, böyle bir politika yürütmeye çalışıyor. Bu ne kadar mümkün olacak? Yani tek yönlü cevabı verilebilecek bir mesele değil.

Neden?

Çünkü bu bahsettiğimiz bölgedeki İran'ın tutumu, Rusya ve Çin'in Ortadoğu'da artan etkisi -ki Arabistan'a, Mısır'a kadar bu ülkelerle belli ilişkileri var- tek yönlü bakarak bir sonuca varabileceğimiz bir tablo ortaya koymuyor. Bu güçlerin pozisyonu da aynı zamanda bu bakımdan önemli. Bunu Filistin sorununda da gördük. Filistin sorununu bölgesel bir sürü dengeyi yeniden tartışma konusu yaptı, Yemen’deki Husilerden Babülmendep’teki ticaret yollarına kadar bir sürü bölgesel gelişmeyi tetikleyici bir rol oynadığı gibi bir tablo var. Bu sadece Irak'la sınırlı bir mesele de değil. Bölgenin aslında bu bahsettiğimiz egemenlik mücadelesine bağlı olarak yeniden dizaynı süreci var. Türkiye, bu süreçte düne oranla ABD ve NATO eksenine bir adım daha yaklaşmış durumda. Zaten NATO üyesi bir devlet ama bölgede ABD ile belli sorunları olan bir müttefikken giderek bunları çözme arayış içinde bir tutum ortaya koyuyor. ABD'ye yeni roller üstlenmeye hazır olduğu mesajını veriyor. Fidan'ın ABD ziyareti bunun önemli adımlarından biriydi. ABD ile askeri anlamda iş birliğinin sürdürülmesi konusunda toplantıların yapılması konusunda kararlar alındı. İkili sorunların çözülmesi yönünde bir süreç işletileceği ifade ediliyor. Hatta önümüzdeki yaz aylarında NATO'nun ABD'de yapacağı zirvede Erdoğan'ın bu sürece kadar bu sorunları çözmesi ya da ABD ile yeni bir dönemin ilişkilerini kurmak üzere, bu görüşmenin bir hareket noktası haline getirmesi gibi çeşitli senaryolardan da bahsediliyor.

Burada Hakan Fidan’ın YNK'ye karşı söylediklerini de vurgulamak gerekiyor. YNK ile mücadele adı altında YNK’nin Türkiye için bir güvenlik tehdidi haline geldiği açıklaması vardı, Dışişleri Bakanı Fidan'ın. Bu açıklamada iki temel şey var;

* Birincisi bildiğimiz gibi nasıl ki KDP Türkiye'deki iktidarla çok yakın bir iş birliği halindeyse YNK de bunun karşıtında -tarihsel ilişkiler bakımından da- İran'la böyle bir bağlılık ilişkisi içinde bulunuyor. YNK'nin vaziyeti bakımından bir süreden beri KDP ile YNK arasındaki ayrımın da bir sonucu olarak YNK ile PKK arasında da belli bir yakınlaşma olduğunu biliyoruz. YNK, PKK'ye de belli bir hareket alanı sağlıyordu. Hatta bu bağlamda en son PKK'nin yeni müjde verileceği açıklaması yapıldığında bu müjdenin, YNK ile PKK'nin Irak’taki güçlerinin birleşmesi, yani ulusal birlik yönünde bir adım olabileceği beklentisi de söz konusuydu. Fidan'ın YNK'ye yönelik uyarısı ve tehdidi asıl olarak buradaki ilişkiye dair. YNK’nin oradaki pozisyonu Türkiye'nin o bahsettiğimiz bölgede “güç olabilir mi?” sorusu önündeki engellerden biri. Buradaki ilişkiler, yani PKK'ye belli hareket alanı sağladığı oranda, Türkiye'deki iktidarın bu hedefine varmasına da engelleyici bir rol oynamış olacak.

Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan müjdesinde bir füze savunma sistemini işaret etti. Savaşın dengelerinin nasıl olacağını ileride göreceğiz elbette ama bu savaşın bugün Türkiye içine yansıyan yönü ne olacaktır?

Bugünkü tabloda şu açık; PKK sorunun kaynağı değil. PKK, askeri anlamda bir güç ama baktığımızda burada kendi ulusal, demokratik istemleri ve özgürlük mücadelesi etrafında birleşmiş milyonlarca insanın olduğu bir tablo var karşımızda. Sorunun asıl muhatabı Kürt halkı var. Halk ulusal talepleri etrafında örgütlenmiş, bunları dillendiriyor. Kürt ulusunun ulusal istemlerini ortadan kaldırmak yüzyıldır mümkün olmadı. Bu sorunun demokratik, barışçıl çözümü yönde adım atılmadığı müddetçe hangi tarafın askeri üstünlüğü sağlandığı olmayacaktır mesele. PKK'nin de bugün Türkiye'yi askeri anlamda toplam bir şekilde yenilgiye uğratması şu an mümkün olmadığına göre mesele burada askeri güçler ötesinde, bu sorunun çözümü. Bunun kaynağının doğru tespit edilmesi, Kürt ulusunun demokratik istemlerinin karşılanması, bu yönlü bir demokratik çözümün zemini olacak barışın yolunun açılmasıdır burada asıl olan. Ötesini istediğimiz kadar tartışalım. Türkiye, PKK'yi Kandil'den çıkartır mı, çıkartmaz mı? Bunlar tabii ki askeri anlamda çeşitli teknik yönleri olan meseleler. Daha ayrıntılı tartışılabilecek meseleler ama esas köken bu değil. 2019'dan beri o bölgede yapılan operasyonlar var, kurulan onlarca üs var ama PKK ortadan kalkmış değil. Çünkü sorunun kendisi ortadan kalkmış değil. PKK bu sorunun sonuçlarından biri, bugün muhataplarından biri aynı zamanda.

Bu şiddet sarmalının ne Türk halkına ne Kürt halkına bir faydası olmadığını düşünüyorum ben bu yönüyle. Daha fazla savaşı, bugün Kürt halkı da istemiyor. Türk halkı bakımından şovenizm belli düzeylerde etkili olsa da savaşın Türk halkının lehine olmadığı açık. Orada kurulan üsler Türk halkı için kurulmuyor. Türk burjuvazisinin o ticaret yollarındaki egemenliği ya da oradaki pazarlıklarda pozisyon kazanılması için kuruluyor. Buradan Türk halkının kazandığı bir şey de söz konusu değil. Egemen sınıfın çıkarları temelinde yürüyen bir siyaset var. Erdoğan iktidarı bunu sanki bütün milletin çıkarınaymış gibi bunları ortaya koyuyor ama bu savaş Türkiye'de yaşayan halklara kaybettirmeye devam ediyor. Bir savaşın daha şiddetlenmesinin de Türkiye'de yaşayan halklara bir şey kazandırmayacağı ortada. Bu doğru bir yol değil. Doğru olan yol, Newroz’un da ortaya koyduğudur. Halk demokratik bir şekilde orada taleplerini ifade etti. Bu demokratik taleplerin demokratik yollarla müzakere edilmesi ve çözümün de bu zeminde bulunması gerekiyor. 40 yıldır devam eden bir savaşın şiddetlenmesi, çözümsüzlüğü sürdürmekten başka bir yola yol açmaz.

Türkiye'nin Irak'ta, Suriye'de daha geniş alanlara müdahale etmek, 40-30 kilometrelik alanlardan bahsetmesi, Şengal’e de girelim, Suriye’de de şuraya girelim gibi söylemleri, Türkiye'yi daha geniş alanlarda sorunla muhatap hale getirmekten, sorunu derinleştirmekten ve sorunu kullanmak isteyecek güçlerin artmasından başka bir sonuca yol açmıyor. Sorun içeridedir, çözümü demokratik yöntemlerle mümkündür. Bu politika Türkiye'yi bölgede bu söylediğim gerici emellerle bir sürü çelişkinin içine sürüklemektedir, çatışmanın içine sürüklemektedir. Türkiye halklarının da buradan kazanacağı bir şey yok. İktidar, bunu tabii ki kendi istikbal meselesi haline getirmiş durumda. Kendisi ve egemen sınıfın, tekellerin çıkarları temelinde.