İktidara muhalefet yapamayan baro yönetimi olmaz

Avukatlığın yönetenlere karşı yönetilenleri temsil eden bir meslek olduğunu hatırlatan Avukat Sezin Uçar, İstanbul Barosu seçimlerinde Özgürlükçü Demokrat Avukatlar grubunun başkan adayı.

İstanbul Barosu seçimleri Ekim 2020’de Kovid-19 salgını nedeniyle ertelenmişti. Bu durum Avukatlar Yasası’na aykırı bulunsa da seçim yapılmadı. Son olarak İçişleri Bakanlığı genelgesi çerçevesinde İstanbul ve Ankara baroları genel kurallarının ekim ayına kaldığı açıklandı. 16-17 Ekim’de gerçekleşmesi beklenen İstanbul Barosu seçimleri için Özgür Demokrat Avukatlar (ÖDAV) adayı olarak Avukat Sezin Uçar aday gösterildi. Uçar ile İstanbul Barosu’na dair değerlendirmelerini ve kendi perspektiflerini konuştuk.

Özgürlükçü Demokrat Avukatlar (ÖDAV) İstanbul Barosu seçilmelerine nasıl bir perspektif ile giriyor?

İstanbul Barosu’ndaki mevcut anlayışın, şu an içinde bulunduğumuz ve yönetildiğimiz tek adam diktatörlüğünün başka bir versiyonu olduğunu düşünüyoruz. Barolarda ağırlıklı olarak ulusalcı, statükocu ve militarist, aynı zamanda erkek egemen bir akıl hakim. O nedenle biz demokrat, özgürlükçü, cins ayrımsız ve de eşitlikçi bir baro istiyoruz. Çünkü avukatlık mesleğinin hak, özgürlük mücadelesindeki pozisyonu, baroları da herhangi bir meslek odası, yani sadece mesul olduğu kişilerin özlük haklarını korumakla yükümlü herhangi bir yer olmaktan öteye geçiriyor. Aynı zamanda barolar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır. Bu da avukatın kamusal bir faaliyet ve iş, yani yargılama mekanizmasının önemli süjeleri olması gerçekliğinden hareket ederek belirleniyor. Ama mevcut baroların özgürlükçü ve eşitlikçi perspektiften uzak olduğunu düşünüyoruz. Böyle olduğu için de bugün içinde bulunduğumuz ve yönetildiğimiz diktatöryal rejime karşı anlamlı bir mücadelede yürütmekten uzak yapılar.

Ayrıca mevcut yapıların bugün yaşadığı hiçbir soruna da anlamlı bir çözüm vaadi içerisinde olabileceğini düşünmüyoruz. Çünkü iktidar ve yönetenler karşısında böyle bir pozisyonu yok. Örneğin, içinde bulunduğumuz neoliberal politikalar ya da emperyalist küreselleşme koşulları avukatlık mesleğini son derece dönüştürdü ve bu meslek artık esas olarak “işçi avukatlık” olarak yapılıyor. Ama barolar, özelde de en çok üyesi olması bakımından İstanbul Barosu, bu soruna herhangi bir çözüm bulmuyor.

Nedir bu işçi avukatlık?

Normalde avukatlık serbest yapılan bir meslek. Uzun yıllar da böyle yürütüldü. Aynı zamanda kamuda bir kuruma bağlı, orayı temsilen ya da dediğim gibi serbest olarak icra edilir. Örneğin gelen işi reddetme hakkı buradan gelir. Avukat serbest çalıştığı için müvekkile ya da yargıya ve yönetenlere karşı bağımsızdır. Fakat bu işçi avukatlık son dönem çok fazla yaygınlaştı. İstanbul Barosu’nun neredeyse dörtte üçünü oluşturan avukatlar, bir işveren tarafından sömürülüyor. Meslektaşı olan bir avukatın yanında para ile emeğini satan konumda birçoğu. Bu, elbette içinde yaşadığımız neo-liberalizm ve küresel emperyalizmin birçok mesleği dönüştürmesinin örneklerinden sadece biri.

Peki, mevcut yönetimiyle İstanbul Barosu bu durumu nasıl ele alıyor?

İstanbul Barosu buna dair bir çözüm üretmediği gibi, örneğin işçi avukat tanımını da yapmıyor ve “bağlı avukat” diyor. Sanki işçilik ve avukatlık yan yana gelemezmiş gibi bir gerçekliğin de üzerini örtmeye çalışan bir çabası var. Oysa avukatlar işçilik yapıyor, kendi meslektaşları tarafından sömürülüyor. Çünkü farklı sınıflara mensuplar: Biri işçi, diğeri işveren.

Öte yandan politik olarak İstanbul Barosu yönetiminin tekçi, milliyetçi ve şoven olması da bugün bizim açımızdan büyük sorun teşkil ediyor. Örneğin Ermeni Soykırımı ile ilgili anlamlı temelde bir yüzleşmesi yok İstanbul Barosu'nun. Kaldı ki bu coğrafyada yaşamış en büyük soykırımlardan bir tanesi olduğu için bunu söylüyorum. Suriye'ye yönelik sınır ötesi operasyonlarda, insan hakları temelinde dahi bir açıklama yapmıyor, herhangi bir karşı koyuş içerisinde bile değil. Yine Kürt kentlerinde evler bombalanıyor, insanlar katlediliyor ama barolar, mevcut devlet söylemlerinin dışına çıkmıyor.

Barolar, özleri itibarıyla buna karşı olmak zorunda. Çünkü avukatlık, yönetenlere karşı yönetilenlerin temsil edildiği bir meslek. Bu yüzden resmi bir kurum gibi hareket etmesine gerek yok. Zaten içinden geçtiğimiz altı yıllık süreçte pek çok kurum Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı ve bir faşist diktatörlük koşulları içerisinde yönetiliyoruz. Baronun bunun karşıda bir pozisyon almasını bekliyoruz.

Başlarken cins eşitlikçi bir perspektiften bahsettiniz. Bunu biraz açarsak, var olan yapılar ne durumda ve sizler nasıl bir alternatif sunuyorsunuz?

Özgürlükçü Demokrat Avukatlar olarak biz, aynı zamanda cins eşitlikçi bir perspektifle besleniyoruz ve kadın özgürlük mücadelesinin tüm kazanımlarını bünyemizde barındırıyoruz. Pek çok baronun başkanı erkek, İstanbul Barosu'nu hiçbir zaman bir kadın başkan yönetmemiş. Bizler bugüne kadar ya kadın adayları destekledik ya da eşbaşkanlık sistemiyle baro yönetimine aday olduk. Kurumlarımızda yüzde 50 kadının eşit temsiliyet ilkesini esas aldık. Bunun dışında ikinci bir kadın programımız da var. Ortadoğu'dan Latin Amerika'ya kadınlar yaşamın bu kadar öznesi iken ve hak kazanmışken İstanbul Barosu'nun kendini bu dinamik koşullara göre değiştirmemesini de o statükoculuğuna bağlıyoruz.

Son olarak hem mesleğe yönelik saldırılar karşısında hem de iktidarın barolara bakışı açısından sizler nasıl bir mücadele çerçevesi çiziyorsunuz?

Mevcut İstanbul Barosu'nun yeterince mücadele etmediğini düşünüyoruz. Bunu geçtiğimiz son bir yıl içerisinde de gördük. Süleyman Soylu'nun genelgeleri ile İstanbul Barosu seçimleri defalarca ertelendi. Haliyle Türkiye Barolar Birliği'nin en çok delegasyon sahibi İstanbul Barosu'nun yönetimi fazladan bir yıl başkanlık yapmış oluyor. Buna karşı etkili bir muhalefet geliştirilmemiş olması, bizim en temel eleştirilerimizden biri. Şöyle bir şey var; kendi hakkımızı savunamazsak yurttaşların hakkını da savunamayız. Barolar yasasının değiştirilmesi üzerine yapılacak olan, fakat yasaklanan Ankara mitingi döneminde de bunu söyledik. Mevcut iktidarla ciddi ve etkili bir muhalefet yapılmaksızın bir baro yönetimi olmayacağını düşünüyoruz. Bizim temel perspektifimiz bu. Özgürlükçü, eşitlikçi bir tutum alırken bunu meslektaşlarımız arasında da ayrım yapmaksızın uygulayacağız. Örneğin, Asrın Hukuk Bürosu’na uygulanan KCK yargılamalarında İstanbul Barosu son derece ayrımcı bir tutum izliyor.

Bizler hem avukatlık mesleğine olan saldırılar karşısında ayrımsız bir şekilde dururken hem de bu mesleğin itibarını yeniden kazanması için de mücadele edeceğiz.