Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik sürdürülen ağırlaştırılmış tecride artık tahammüllerinin kalmadığını belirten KCK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Zilar Stêrk, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’nun (AKBK) Aralık başında yapacağı toplantıyı önemsediklerini söyledi.
Türkiye’nin İmralı’dan başlayarak Türkiye’nin tamamına yayılan tecrit sistemi nedeniyle ciddi siyasal, ekonomik, toplumsal kriz yaşandığına dikkat çeken Stêrk, tüm bu sorunların çözüm anahtarının İmralı’da olduğunu söyledi.
Zilar Stêrk, hiçbir şekilde egemenlikli sisteme boyun eğmeyen kadınların örgütlü mücadelesinin erkek egemenlikli sistemin ideolojisinde gedik açtığını belirtti.
Kadın mücadelesinin sadece bir haklar mücadelesi değil özgürlükler mücadelesi olduğunun da altını çizen Stêrk, kadın mücadelesinin özgürlük boyutunun daha da geliştirilip derinleştirilmesi için hem yerel hem evrensel çapta örgütlülüklerini büyütmeleri gerektiğini kaydetti ve bunun için evrensel ilkeleri sıraladı.
PKK’nin giderek dünyaya yayılan bir özgürlük umudu olduğunu söyleyen Stêrk, PKK’nin Kürt toplumunda ve kişiliğinde yarattığı değişimleri de değerlendirdi.
Medya Haber'in KCK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Zilar Stêrk ile yaptığı söyleşinin tamamı şöyle:
15 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan uluslararası bir komplo ile Türkiye devletine teslim edildi. O günden bu yana hem Kürt halkı hem de dostları özgürlüğü için sürekli eylemlilik halinde oldu. Bugün bütün demokrat yazar, aydın ve sanatçılarla birlikte özgürlük düşüncesinin savunanların hepsi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep ediyor. Ama bütün bunlara karşı Avrupa Konseyi (AK) sessizliğini koruyor. Siz Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecride karşı AK’nin sessizliğini ve tavırsızlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başta Önder Apo’yu ve İmralı’da yürütmekte olduğu direnişi selamlıyorum. Önder Apo üzerinde büyük bir tecrit uygulanıyor. Bu tecride karşı halkımızın ve hareketimizin yürütmekte olduğu mücadele de ülkenin her tarafında büyüyerek devam ediyor. Avrupa’da, Rojava’da, Şengal’de, Bakur’da özgürlüğü için halkımızın ortaya koyduğu tavır ve tutum bellidir, Önderliğimizi sahiplenme düzeyi bellidir. Çünkü şu anda İmralı’da tutulmakta olan sadece Önderliğimizi değil, Önderliğimiz şahsında Kürt halk iradesi esaret altında tutuluyor. Kürt halk iradesi mutlak tecrit altında tutuluyor. Halkımız bunu kabul etmiyor. Hareket olarak da bunu kabul etmiyoruz. Buna karşı artık ne bizim ne de halkımızın tahammülü kalmamış. Bir halkın önderini 23 yıldan beri esaret koşullarında tutuyorsanız, o halkın buna tahammül edecek gücü kalmaz. Bu anlamıyla halkımız hem merkezi düzeyde hem yerel düzeylerde geliştirdiği birçok eylem ve etkinlikleriyle Önderliğini sahipleniyor. Bunu muhatapların görmesi gerekiyor.
Bunun muhatabı kimdir? Bunun muhatabı uluslararası insan hakları örgütleridir. Son olarak Türkiye’deki hukuk çevreleri ile insan hakları çevrelerinin yaptığı başvuru sonucunda AKBK’nin ay sonunda, Aralık başında yapacağı toplantıda Önder Apo’nun bu durumunu ele alacağı söyleniyor. Yapacağı toplantıda Önder Apo’nun durumunu ele almasını önemsiyoruz. Çünkü şimdiye kadar büyük bir sessizlik vardı. Gündemine bile almama durumu söz konusuydu. Gündemine almaya karar vermiş olmasını da bir gelişme olarak görmemiz mümkündür. Fakat gündemine almış olması, olumlu bir tavra tutuma gideceği anlamına gelmiyor. Oradan çıkacak olan sonucu önemseyeceğiz. Bu konuda Kürtlerin büyük beklentileri olduğunu AK bilmelidir. Neden Kürtlerin Avrupa’dan beklentisi var. Çünkü AK’ye üye ülkelerin, uluslararası komploda büyük bir rolü oldu. Dolayısıyla halk olarak da harekete olarak da Avrupa ülkelerinin uluslararası komploda oynamış olduğu rolü geri çekmesine dönük beklentimiz var. Avrupa ülkelerine karşı ne hareketimiz ne de halkımız Kürtler herhangi bir suç işlemiştir. Kürtlerin Avrupa ülkelerine vermiş olduğu herhangi bir zarar söz konusu değildir. Kürt halkı Türkiye’de yürütülmekte olan soykırım siyasetine karşı mücadele veriyor ve direniyor. Bunun Avrupa ülkelerine herhangi bir zararı yoktur. Tam tersine insan hakları, demokrasi ve özgürlükler çerçevesinde bir mücadele yürütüyor ve mücadelesini sahipleniyor. Bu mücadeleye önderlik eden de Önder Apo’dur. Bu yüzden halkımız Önder Apo’yu sahipleniyor, bir an önce Önder Apo’nun esaret koşullarının kaldırılmasını ve fiziki özgürlük koşullarına kavuşmasını istiyor, bunu talep ediyor. Bu talebi ilgili muhatap bir kurum olarak AKBK’nin üzerine tartışma yürüteceği gündemde, artık var olan sessizliğini bozmasını ve olumlu bir yaklaşıma gitmesini bekliyoruz. Madem AK’ye bağlı olan AİHM, bunun bir ihlal olduğuna hükmettiyse, bunun kararını verdiyse, o zaman ilgili Bakanlar Komitesi’nin, mahkemenin bu kararını göz önünde bulundurması, bu kararı dikkate alması gerekiyor ve Türkiye’den bunun hesabını sorması gerekiyor. Türkiye’nin 2014’ten beri bu kadar kayıtsız kalmasını görmezden geldi, buna karşı sessiz kaldı. Bu sessizliğini kınıyoruz. Bundan sonra en azından Türk devleti hakkında gerekli işlemleri yapması gerekiyor. Bu yönlü Kürtler lehine olumlu bir yaklaşıma gitmesi gerektiğini belirtiyoruz, değerlendiriyoruz.
KRİZİN SEBEBİ İMRALI’DAN BAŞLAYAN TECRİT
Bir başka açıdan İmralı’da yürütülmekte olan tecrit sistemi, Türkiye’de yaşanmakta olan siyasal krizin, ekonomik krizin, toplumsal krizin de temel bir nedeni oluyor. Şu anda dolar 11 binin üzerine fırlamış durumda. Türk devleti şu anda ciddi bir siyasal iktidar kriziyle yüz yüze. Toplumsal kriz diz boyu. İnsanlar açlıktan intihar eder bir duruma gelmiş. Bütün bunların sebebi nedir? Bütün bunların sebebi İmralı’dan başlayan tecrit sistemidir. Bu tecrit, Türkiye’nin toplumsal açıdan ortaya çıkan bütün sorunlarını ilgilendiriyor. Adeta bir zincirin halkaları gibi birbirini besleyen sorunlar oluyor. Bunlar ve yaşanmakta olan bu sorunların çözüm anahtarının İmralı’da olduğunu bir kez daha belirtmekte fayda görüyoruz.
Bu anlamıyla Türkiye’deki siyasi iktidar çok haksız uygulamalar geliştiriyor. Geliştirdiği mutlak tecrit ve izolasyon süreci, yürütülmekte olan savaşın en temel sebeplerinin başında geliyor. Bu savaş ve şiddet ortamının çözüm bulması da İmralı kapılarının açılmasına bağlıdır. Önder Apo üzerindeki mutlak tecridin kaldırılmasına bağlıdır.
İmralı tecridi ve Kürt sorununun çözümü birbiriyle bağlantılı iki konu olmaktadır. Dolayısıyla İmralı tecridini kaldırmadan Kürt sorununun çözümünün tartışmaya girmesi, yürütülmekte olan savaş ve şiddetin durdurulması da çok imkan dahiline girmiyor. Dolayısıyla Kürt sorunun çözümü etrafında tartışma yürüten çevrelerin de İmralı’da yürütülmekte olan mutlak tecrit sisteminin kaldırılması gerektiğini de artık görmesi gerekmektedir.
Nitekim bu gerçeği görenler zaten bunun karşısında duruyorlar. Kürt halkı bu gerçeği görüyor. Türkiye’deki çeşitli demokratik kesimler de bu gerçeği giderek görmeye başladılar. Muhalefette bu konuda giderek bir canlanma giderek gelişiyor. Fakat Türkiye’deki resmi muhalefet de bu gerçeği tam olarak görmüyor. Biraz ucundan dokunur gibi oluyor. Kürt sorunu etrafında bazı tartışmalar geliştirmeye başladı. Ancak Kürt sorununun Önder Apo üzerindeki mutlak tecrit uygulamasıyla bağını görmemek konusundaki ısrarlı yaklaşımlarını hala sürdürüyor. Bu anlamıyla hem iktidar cephesinin hem muhalefet cephesinin İmralı’daki mutlak tecrit sistemini kaldırmadan Türkiye’de yaşanmakta olan krizli sorunların çözüm bulmayacağına kendisini ikna etmesi gerekiyor. Bundan başka çareleri de yoktur.
Bakur halkımızın da şu anda AKP-MHP faşist hükümetinin uyguladığı bütün baskı ve şiddete rağmen yüreğinin İmralı’da attığını ve Bakur halkımızın da Önder Apo ile yatıp kalktığını çok iyi biliyoruz. Önder Apo’nun Kürt halkı ile var olan sevgi ve bağlılık düzeyinin Bakur halkımız için de geçerli olduğunu biliyoruz. Bunu en çok da faşist hükümet biliyor; faşist Erdoğan ve Bahçeli biliyor. Bu açıdan halkımızın önderliğine olan bağlılığını ortaya koymasına bile izin vermiyor. Bu konuda bu faşizan uygulamaları delen, bunda bir gedik açan Barış Analarının eylem ve etkinliklerini selamlıyorum. En son İstanbul’da Barış Anaları bir yürüyüş, bir basın açıklaması yaptılar. Yine Kürdistan’daki Barış Anaları Silopi’de savaşa ve şiddete dur demek için sınıra yürüdüler. Fakat yine çete hükümetinin faşist hükümetin polis saldırısına uğradılar. Bu anlamda anaların duruşunu ve mücadelelerini selamlıyorum. Analarımızın öncülüğünde yürütülen bu mücadeleyi Bakur’daki halkımız pratikte de desteklemelidir. Çeşitli eylem ve etkinliklerini yükseltmelidir. Evet, faşist hükümetin uyguladığı bir şiddet düzey var, ancak faşist hükümetin ömrünün sonuna geldiğini de herkesin görmesi gerekiyor. Bundan güç ve cesaret alması gerekiyor ve aldığı bu güç ve cesaretle sesini ve pratik tutumunu giderek daha da fazla yükseltmesi gerekiyor. Önder Apo’yu sahiplenme düzeyini, Önder Apo’ya sevgi ve bağlılığını yine yürütülmekte olan mutlak tecridin haksızlığını ortaya koymaktan çekinmemesi gerekiyor. Faşist hükümet hükmünü artık tamamladı. Yürütülen tartışmalardan yola çıkarak bile buna kanaat getirmelidir ve tavrını, tutumunu daha cesaretle ortaya koymalıdır. AK de, ülkenin her tarafında yürütülmekte olan halkımızın Önder Apo’yu sahiplenme düzeyini, Önder Apo’nun özgürlüğü taleplerini görmelidir. Yürütülmekte olan bu haksız hukuksuz uygulama karşısında var olan sessizliğini bozarak, Kürtlerin beklentileri temelinde Kürtlerin lehine, Önder Apo’nun özgürlüğü lehine, hukukun ve adaletin yerini bulması yönünde gerekli olumlu tavrı ve kararı alması gerektiğini ve beklentilerimizin bu yönlü olduğunu bir daha ifade etmek istiyorum.
Devlet eksenli verili sistemler kadına yaşam hakkı tanımadı. Buna karşı kadınlar ayrı yerlerde de olsa direniş ve örgütlülük içerisinde oldu. 25 Kasım vesilesiyle şunu sormak istiyoruz. Toplum, yani kadın üzerinde uygulanan şiddete karşı kadınlar nasıl bir örgütlülük içerisinde oldular?
25 Kasım vesilesiyle Dominik Cumhuriyeti’nde tıpkı bugün Türkiye’de yürütülmekte olan diktatöryal rejim gibi faşizan Erdoğan rejimi gibi otuz yıla varan faşist bir rejim hüküm sürdü. Buna karşı kadınların çok önemli bir mücadelesi vardı. Bu mücadele, giderek Mirabel kardeşlerin özgürlük tavrı çerçevesinde somutluk kazandı. Ben Mirabel kardeşler şahsında kadınların dünya nezdinde son iki yüz-üç yüz yıllık örgütlü mücadelelerini selamlıyorum. Açığa çıkardıkları bu özgürlük ve demokrasi ruhundan bizler de besleniyoruz. Kendimiz açısından tarihi bir miras olarak görüyoruz ve onların bayrağını gururla onurla taşımayı sürdürüyoruz Kürt özgürlük hareketi olarak.
Tabii kadın mücadelesi sadece örgütlü mücadele tarihi ile sınırlı değildir. Kadının yeterince örgütlü olmadığı süreçlerde de kadınlar hiçbir zaman erkek egemen sistemine karşı, erkeğin şiddetine karşı boyun eğmedi. Her zaman bireysel çapta da olsa karşı bir direnç içerisinde oldular. Hiçbir kadın egemenliği böyle hop diye kabul etmedi. Buna karşı çok ciddi bir tarihsel mücadele var. Ancak son iki yüz yıllık mücadele tarihleri biraz daha örgütlü bir mücadele oluyor. Bu örgütlü mücadelenin sonucu olarak kadınlar, bugüne kadar dünya çapında bazı haklar elde ettiler. Bazı siyasal haklar, eğitim alanındaki bazı hakları, bazı sosyal ve siyasal hakları, bazı toplumsal hakları elde etmeyi başardılar. Ancak giderek kadın mücadelesinin sadece bir haklar mücadelesinden ibaret olmadığı da daha açık ortaya çıkmış bulunuyor. Bu anlamıyla kadın mücadelesi sadece bir haklar mücadelesi değil, bir haklar ve özgürlükler mücadelesidir. Kadın mücadelesinin özgürlük boyutunu da giderek daha fazla geliştirmek ve derinleştirmek gerekiyor. Bunu geliştirmek ve derinleştirmek de kadınların hem evrensel çapta hem de yerel çapta giderek örgütlülüklerini büyütmelerine bağlıdır. Bu konuda temel faktörleri, gün vesilesi ile ortaya koyabiliriz.
ÖRGÜTLENMENİN EVRENSEL İLKELERİ
Nedir bunlar? Birincisi, evrensel ve yerel çapta örgütlülüklerini büyütmeleridir. Yani örgütlü kadınla hiçbir egemenlikli sistem baş edemez. Ancak örgütlü olmayan tek başına tek tek bireyler olarak kadınlar mücadele etmeye kalkarsa, ya da bu çerçevede yürütülen mücadelelerin çok sonuç alıcı olmadığı yeterince ortaya çıkmıştır. Örgütlülükten mücadele doğar. Örgütlülükten irade doğar. Örgütlülükten güç doğar kudret doğar. Bu anlamıyla kadınların var olan örgütlülüklerini bulundukları her yerde yerel ve evrensel düzeyde geliştirmesi gerekiyor. Her ülkede oluşmuş kadın örgütlülükleri var. Bunları küçük küçük kadın mücadele adacıkları olarak tanımlayabiliriz. Bunlar giderek dünya çapında geliştirdikleri kongre, konferans, çalıştay, kurultaylarla bir araya geliyorlar, kadın gücünü büyük bir sinerjiye dönüştürmenin çabalarını son yıllarda geliştirmeye başladılar. Bu büyük bir gelişmedir ve dünya siyaseti üzerinde de etkileyici bir rol oynuyor.
İkincisi, kadın hak ve özgürlük mücadelesi yürüten çevrelerin mücadelede sürekliliği esas alması gerekiyor. Mücadelede süreklilik nedir? Bir zincirin halkaları biçiminde kadın özgürlük mücadelesini bütünlüklü bir perspektiften, bütünlüklü bir çerçeveden ele almak gerekiyor. Yani her bir kadının hak ve özgürlük sahibi olması, evrensel düzeyde bütün kadınların hak ve özgürlüklerini elde etmesine bağlıdır. Ama evrensel çaptaki kadının hak ve özgürlük elde etmesi de tek tek bireysel düzeydeki kadınların özgürlük düzeyi kazanmasına bağlıdır. Bu konuda kadın mücadelelerinin, tikel ve evrensel bağını çok iyi kurması gerekiyor. Bu da son yıllarda giderek gelişmeye başladı. Mesela Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimi, Rojava Devriminde Kürt kadın duruşu, kadının özgürlük duruşu, dünya kadın özgürlük mücadelesine ilham kaynağı oldu. Bölgesel düzeyde de evrensel düzeyde de. Bugün yine Afganlı kadınların durumu, dünya kadınlarının ve bölgedeki kadınların durumunu birebir etkileyen bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla mücadelede kesintisizliği bir ilke olarak dünya kadın hareketinin esas alması gerekir.
Üçüncü bir ilke olarak, kadınların kendi savunma güçlerini geliştirmesini ortaya koyabiliriz, bu gün vesilesiyle. Yani kadınlar varlık olarak, üzerlerinde yürütülmekte olan haksızlık ve şiddet uygulamalarına karşı mutlaka kendilerini savunma gücünü geliştirmeleri gerekiyor. Kendini savunmak da örgütlülükten geçiyor. Mücadelede süreklilikten ve fiziksel olarak da kendini savunabileceği mekanizmaları geliştirmekten geçiyor. Bunlar özsavunma kapsamında da değerlendirilebilir. Bu konuda Kürt kadınlarının yürüttüğü çeşitli kampanyalar da oluyor. Bunlardan faydalanılabilir. Dünya kadınlarının faydalanabileceği birçok yön vardır. Bu anlamıyla savunma refleksini hem geliştirmesi hem de örgütlemesi gerekiyor. Bunun mekanizmalarını oturup tartışması ve geliştirmesi gerekiyor. Yine kadına karşı şiddet uygulayan erkeği ve erkeğin tekelci kurumlarını kadınlar yargılayabilmelidir. Erkeğin egemen kurumlarından hesap sorma mekanizmalarını da geliştirebilmelidir. Yani kadın özgürlük mekanizmalarını kurması gerekir.
Bir diğeri de, yani dördüncüsü ise, kendi özgür düşünce alanını daha fazla geliştirmesi gerekiyor. Yani son iki yüz yıllık kadın özgürlük mücadelesi dünya çapında büyük bir düşünce gücünü ortaya çıkardı. Buna öncülük eden, önder kadın kişilikleri de ortaya çıktı. Ben bu öncü ve önder kadın kişiliklerini Olympe de Gouges , Clara Zetkinler, Roza Luxemburglar, Sakine Cansızlar, Zeynep Kınacılar ve Gülnaz Karataşlar şahsında bir kez daha selamlıyorum. Bu öncü ve önder kadınlar, büyük kazanımlar ve büyük bir özgürlük mirası açığa çıkardılar kadınların haklar ve özgürlükler mücadelesi yolunda. Bunu daha örgütlü ve daha güçlü kılmak gerekiyor. Bu konuda önemli bir düşünce düzeyi ortaya çıktı fakat daha da derinleştirmek gerekiyor. Kadınların düşünce alanında elde ettikleri kazanımlarını, daha doğrusu ortaya çıkardığı düşünce düzeylerini daha da derinleştirmeleri gerekiyor. Bu alanda büyük bir gelişme kaydetmiş durumdalar. Son iki yüz yıllık mücadele süreci içerisinde hem batıda hem doğuda hem de Kürdistan merkezli yürütülmekte olan kadın özgürlük mücadelesi büyük bir düşünce düzeyi ortaya çıkardı. Bu tabii dünya kadın mücadelesine ışık tutuyor. Tüm kadınların ister kamusal alanda olsun ister siyasal mücadele yürütsün, ister toplumsal mücadele içerisinde olsun, ister kadın mücadelesinin örgütlü yapıları içinde yer alsın, isterse kendi evinde ev emekçisi olarak yaşamını sürdürüyor olsun, bütün kadınların hayatını aydınlatan düzeyde kadın özgürlük düşünceleri ortaya çıkmış durumdadır. Bu alanda da kadınların teorik düşünsel entelektüel yönünü, ideolojik paradigmasal yönünü daha da derinleştirmesi gerekiyor. Çünkü kadınlar olarak karşımızda dev gibi bir egemen erkek zihniyeti duruyor. Büyük bir derin bir erkeğin tahakkümcü aklı ve fikriyatı duruyor ve bu son derece örgütlüdür. Bir paradigmadır, bir ideolojidir. Kadına karşı yürütülmekte olan şiddetle mücadeleyi tartışıyoruz. Şiddet, bir erkek tekelidir. Erkeğin ideolojik tekelidir. Erkeğin ideolojik şiddet tekeline karşı kadınların da kendi paradigmasını oluşturması gerekiyor. Erkek egemenlikli paradigmaya karşı kadınların da bir özgürlük paradigması geliştirmesi gerekiyor. Buna rahatlıkla kadın paradigması diyebiliriz. Kadın paradigmasında ne vardır? Demokrasi vardır, ekolojik fikriyat vardır, haklar ve özgürlükler vardır. Halkların ve toplumların özgür düşünce ve özgür yaşam duruşu vardır.
Afganistan’dan geri çekilen Amerika orada demokratik bir sistem oluşturamadı. Orada yaşayan kadınların yüz yüze kaldıkları Taliban uygulamaları Afganistan ve Ortadoğu’daki kadın örgütlülüğünü nasıl etkiler?
Bilindiği üzere, son yirmi yıldır ABD Afganistan’daydı. Orada demokratik bir yönetim ve sistem geliştirmesi bekleniyordu. Bu iddiayla oradaydı. Sözde Afganistan’daki gerici yapılara karşı mücadele yürütüyordu. Sözde orada toplumsal huzur ve güven yaratacaktı. Fakat ABD orada büyük çok ciddi bir yenilgi yaşadı. Tabii ABD’nin oradaki yenilgisi kapitalist modernitenin yaşamış olduğu krizle bağlantılı bir süreç olarak gelişiyor. Orda bir yenilgi mi yaşadı yoksa ABD oradan çekilerek yeni bir bölge stratejisi mi geliştirmeye çalıştı, bunu mu amaç ediniyor, bu başka bir tartışma konusudur. Ama net olan bir şey var ki, ABD’nin mevcut yönetiminin Afganistan’dan bu çekilme kararını almış olması ve Afganistan halkını Taliban gibi gerici bir rejimle yüz yüze bırakması ABD yönetiminin sahte demokrasiciliğini ortaya koyuyor. Sözde demokrat parti yönetimidir ama demokrasi anlayışının son derece burjuva demokrasisi çerçevesinde olduğu, kapitalist burjuva sisteminin ortaya çıkardığı demokrasi sınırlarının ötesine bir adım bile geçmediğini bir daha görmüş olduk. Yani Biden’ın yardımcısını kadın yapmış olması, hazine bakanını kadın yapmış olması, seçim sürecinde kadın hakları ve demokrasiciliğini epeyce propaganda etmiş olması çok demokratik olduğu anlamına gelmiyor. Yönetime geldikten sonra kadınlar hakkında yürüteceği politikaların nasıl olacağını, mevcut durumda Afganistan’daki halkı ve kadınları yüz üstü bırakmasına bakarak anlayabiliriz. Tam bir demokrasi sahtekarlığı ortaya çıktı.
AFGAN KADINLARIN DURUMU HİÇBİR GÜCE DAYANMAMAMIZ GEREKTİĞİNİ ORTAYA KOYDU
Şu anda Afganistan’daki kadınlar çok kötü bir durum içerisindedirler. Taliban yönetimi gerici ve yobaz bir yönetimdir. Amerika’nın gücünü de arkasına aldı. Kadınlara yeniden çarşaf giydirdi. Kadınları eve hapsetti. Kadınların eğitim haklarını ellerinden aldı. Yani kadınların elde ettiği kazanımlarını bir çırpıda yerle bir etti. Afganlı kadınların son yıllarda yürüttüğü mücadeleyi biliyoruz. Mücadele ile elde ettikleri tüm kazanımlarını bir çırpıda yerle bir etti. Yeniden eve kapandı, yeniden erkeğin malı mülkü konumuna geldi. Kadının eğitim görme hakkını bile elinden aldı. Son derece, anti demokratik, son derece faşizan, son derece otokratik bir rejimle baş başa bıraktı. Ortadoğulu kadınlar da bunu kaygı ve endişeyle izliyorlar. Bizler de Kürt kadın hareketi olarak Afganistan’daki gelişmeleri kaygı ve endişeyle izliyoruz. Büyük bir haksızlığa uğradı oradaki kadınlar. Oradaki toplum ve halkla beraber büyük bir haksızlığa uğradılar. Yüz üstü bırakıldılar. Tabii bu hem mücadeleci güçler açısından hem de kadınlar açısından şöyle bir gerçeği de ortaya çıkardı. Hiçbir zaman Amerika’ya ve hiçbir uluslararası güce dayanmamak gerektiğini bir kez daha ortaya koydu. Bütün devrimci mücadeleci güçler bu sonuçtan bu dersi çıkarmalıdır. Bunu da bir köşeye koyalım.
Şimdi Afganistan’daki kadınların içine girdiği bu durum Ortadoğulu kadınlarda da bir kaygıya, endişeye yol açtı. Aynı zamanda DAİŞ, El Kaide, El Nusra gibi sünni gerici yapıları da cesaretlendirdi. Yani şu anda Taliban’ın geliştirdiği gerici yobaz diktatöryal uygulamaları diğer Ortadoğulu Arap ülkelerin de kendisine esas alacağı gibi bir kaygı ve endişe var. İran’dan tutalım, bazı Arap ülkelerine kadar bundan cesaret alıp, kadınların yıllara yayılmış mücadelesi sonucu elde edilen bazı haklarının yeniden ellerinden alınma sürecine girmiş bulunuyoruz.
Mesela bunun en çıplak örneği Türkiye’de açığa çıktı. Erdoğan’ın yıllar önce imzalamış olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’yi geri çekmesinin temel nedeni budur. Erdoğan, Biden hükümetinin Afganistan’dan çekileceğini gördü, bunun öngörüsü üzerinden İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Bunu görmek gerekiyor. Bundan aldığı cesaretle çekildi. Belki diyeceksiniz ABD, Afganistan’dan çekilmeden önce Türkiye sözleşmeden çekildi; fakat faşist rejimin çekilme sürecini başlatma işinden, ABD’nin geliştireceği siyasal hamlelerden bilgisi vardı, öngörüsü vardı. Yani birbirlerini biliyorlar, birbirlerinin yürüteceği siyasetten haberdar oluyorlar. Buradan aldığı cesaretle, Türkiye’yi sözleşmeden çıkardı.
İstanbul Sözleşmesi, bizim dört dörtlük gördüğümüz bir sözleşme değildir doğrusunu söylemek gerekirse. Son derece sistem içi ve liberal bulduğumuz yönleri çoktur ama kadınlar üzerinde yürütülmekte olan şiddete, haksızlık, adaletsizliklere ve kadının ikinci cins konumuna karşı bazı hakları da elde etmesine ortam ve olanak sunuyordu. Bu açıdan biz de İstanbul Sözleşmesi’ni belli boyutlarıyla destekliyorduk. Yetersiz buluyorduk ama destekliyorduk. Bu anlamıyla diyebilirim ki, Afganistan’daki gelişmeler bütün Ortadoğu’yu etkiliyor. Ortadoğu’daki kadının durumunu da etkiliyor. Biden hükümeti bu pratiğiyle, özgür kadın mücadelesini geriye çeken bir rol oynamıştır. Bunu Amerikalı kadınlar da görmelidir, Avrupalı kadınlar da, Ortadoğulu kadınlar da. Devrimci hareketler de görmelidir. Bu sadece kadın mücadelesi açısından geçerli değildir, bu halkların devrimci mücadelesini geriye çekmesiyle de alakalı bir durumdur. Bu açıdan çok bel bağlamamak gerekiyor.
Biz Afganlı kadınların mücadelesini destekliyoruz. Gerçekten çok zor koşullar altında bulunuyorlar. Bu zor koşullar altında da seslerini örgütlemeye çalışıyorlar bir duruş örgütlemeye çalışıyorlar, bir duruş ortaya çıkarmaya çalışıyorlar, çünkü Afganlı kadınlar özgürlüğü tatmış kadınlardır. Hak sahibi olmuş kadınlardı ve birdenbire haklarını, özgürlüklerini yitirmekle yüz yüze kaldılar. Biz onların mücadelesinin arkasında durduğumuzu, onların yanında durduğumuzu, onlarla dayanışma duygusunu paylaştığımızı gün vesilesiyle belirtmek istiyorum. Yine mücadelelerini selamladığımı bir kez daha belirtmek istiyorum.
27 Kasım Kürt halkının diriliş bayramıdır. Ortadoğu ve dünyayı da etkileyen bu mücadele, dirilişle birlikte Kürdistan halkında ve Kürt kadınında ne tür gelişmelere yol açtı. 43 yıllık mücadele nasıl bir kişilik açığa çıkardı? Bununla bağlantılı olarak yaşanan bu gelişmeler ve değişimler Medya Savunma Alanları’nda nasıl yansımasını buluyor?
Partimizin 43. kuruluş yıl dönümünü başta Önder Apo’ya, Kürt halkına ve tüm partili yoldaşlara kutluyorum. Bütün halklara da kutluyorum. Çünkü PKK, gerçekten halkların özgürlük umudu oldu. PKK doğduğu günden günümüze kadar yürütmüş olduğu, geliştirmiş olduğu, arkasında bırakmış olduğu 43 yıllık mücadele tarihi boyunca hem Kürt halkının hem de Ortadoğulu halkların ve giderek dünyaya yayılan bir özgürlük umudu olduğunu, bir kurtuluş umudu olduğunu belirtebilirim. Bu anlamıyla tüm halklara da yeniden kutluyorum.
PKK’NİN ÖZGÜRLÜK TEZİ ERKEK İDEOLOJİSİNE DARBE VURDU
43 yıllık tarihi boyunca çok önemli gelişmelere damgasını vurdu PKK mücadelesi. Her şeyden önce yok oluşla yüz yüze kalmış Kürtleri ve Kürtlüğü yeniden var etti. Kürt’ün yeniden var oluşunun adıdır PKK. PKK, bir halksal var oluştur. Halksal var oluş mücadelesi yürüttü. Bu anlamıyla halk olarak, ulus olarak, Kürt’ü ve Kürtlüğü yeniden var etti. Kürt’te, Kürt’ün kafasında ulusal bilinci yarattı. Bu anlamıyla kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla gerçekten bütün Kürtlerin yüreğine, gönlüne taht kurdu. PKK ve Kürt halkı arasında kopmaz bir sevgi ve bağlılık var. Kopmaz bir sevgi ve aşk ilişkisi var. Bu anlamıyla PKK’lilik sadece partinin kadro ve militanlarıyla ilgili bir durum değildir. PKK, bir halk gerçekliğine dönüşmüştür. Bir halkın var oluş süreci olmuştur. Bu anlamıyla çok büyük gelişmeler de ortaya çıkardı. Sosyal, siyasal, toplumsal, askeri her açıdan çok büyük gelişmelere damgasını vurdu. PKK’nin ortaya çıkardığı en nitelikli gelişme ise kadın özgürlük gelişmesi oldu. Kürdistan’da gerçekten PKK öncesi kadın özgürlüğünden söz etmek mümkün değildi. Kürt toplumunun mahkum bırakıldığı toplumsal koşullar büyük bir gericilik düzeyini ortaya çıkarmıştı. Son derece feodal, kapalı, cinsiyetçi bir toplum gerçekliği vardı. PKK’nin çıkışıyla beraber, kadın özgürlüğü konusunda da büyük bir bilinçlenme ve büyük bir aydınlanma düzeyi ortaya çıktı. Önder Apo öncülüğünde kadın özgürlük tezleri büyük bir ilgiyle karşılandı. Önder Apo bu konuda büyük bir emek harcadı. Büyük bir çaba ile Kürt kadınını kölelik sınırları içerisinden çıkardı ve özgürlük bilinci sahibi kıldı. Bu konuda çok ciddi tezler ortaya attı. Kadın Kurtuluş İdeolojisi’nin mimarıdır Önder Apo. Yine erkeği öldürme, erkeği dönüştürme teorisini ortaya çıkardı. Bu çerçevede Kürt kadınını çok büyük bir örgütlülük düzeyine kavuşturdu. Bu anlamıyla Önder Apo Önderliğindeki PKK hareketi, kadın özgürlüğü konusunda çok büyük gelişmelere damgasını vurdu. Dünya kadın özgürlük mücadelesine de bu konuda ışık tuttu. Büyük bir aydınlanmaya yol açtı.
Diyebiliriz ki; PKK’nin, Önder Apo’nun geliştirdiği özgürlük tezleri, egemen erkeğin şiddetine, ideolojisine büyük bir darbe vurdu. Önder Apo’nun özgürlük tezleri erkek tekelini, erkeğin şiddet tekelini param parça etti, yerle bir etti. Bunu tüm dünyanın görmesi gerekiyor. Bunu tüm dünya kadınlarının görmesi, bilmesi ve tanımaya çalışması gerekiyor. Yine kadın kurtuluş ideolojisi temelinde aydınlanan Kürt kadını, bugün dev gibi bir hareket gerçeğini ortaya çıkardı. Dünya kadınlarına da öncülük etme rolünü ve misyonunu önüne koymuş durumdadır. Bu anlamıyla çok büyük bir mücadele dinamiği haline gelmiştir. Diyebiliriz ki, Kürt kadınların yürütmüş olduğu özgürlük mücadelesi ve ortaya çıkardığı özgürlük hareketi, 21 yüzyılın kadın yüzyılı olmasında önemli bir rol sahibi oldu. Tabii Kürt kadınının özgürlük mücadelesi nerede mayalandı, PKK ortamında, PKK’nin ortaya çıkardığı mücadele zemininde mayalandı, örgütlendi ve kendi hareket ideolojisini kendi mücadele iradesini açığa çıkardı. Bu anlamıyla PKK’nin kadın özgürlük yürüyüşüne çok büyük katkıları olmuştur.
Diğer açıdan PKK mücadelesi, PKK hareketi Kürdistan’da Kürt kişiliğinde çok büyük değişim ve dönüşümler ortaya çıkardı. Dibe vurmuş bir geri kişilikten, dibe vurmuş köle kişilikten özgür bir kişilik yarattı. Önder Apo’nun büyük emek ve mücadelesi sonucu ortaya çıkarılmış gelişmeler olarak yaşandı. Bu anlamıyla bütün bunlar PKK saflarında yaşandı. PKK saflarında, Önder Apo’nun akademi zemininde, Önder Apo’nun özgürlük okulunda yürütülen eğitimler sonucunda, gerçekten açığa çıkardığı büyük bir zihinsel aydınlanma düzeyi ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu zihinsel, ruhsal aydınlanma sonucu yeni ve özgür Kürt kişiliği doğdu. Bu yeni ve özgürleşmiş Kürt kişiliği, PKK saflarında PKK militanlığı, PKK kadroluğu olarak vuku buldu. Aynı zamanda Kürdistan’da da Kürt toplumu içinde de Kürt yurtseverliği olarak ortaya çıktı. Bu gün Kürt militanlığı ve Kürt yurtseverliği üzerinden bu mücadele yürüyor. PKK aynı zamanda bir şehitler partisidir. Yirmi binin üzerinde bir şehitler ordusu vardır aynı zamanda bu şehitler ordusu içerisinde yüzlerce yurtsever şehidimiz de vardır. Ben, bu kuruluş yıl dönümü vesilesiyle tüm devrim şehitlerini Haki Karer ve Sakine Cansız yoldaşlar şahsında bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum. Anıları önünde saygı ile eğiliyorum. Şehitlerimizin izinde, şehitlerimizin çizdiği yolda her zamankinden daha kararlı ve daha büyük bir iddia ile bu günden sonra da yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Bu anlamıyla şehitlerin bize devrettiği bayrağı mutlaka zaferle taçlandırmanın, taçlandıracağımızın sözünü bir kez daha tüm yoldaşlarım adına tekrardan yineliyorum.
GERİLLANIN BUGÜNKÜ DİRENİŞİ TARİHİDİR
PKK aynı zamanda Kürt halkının bir kazanımı olarak askeri alanda da çok büyük kazanımlar ortaya çıkardı. Komutan Agît ve Zîlan öncülüğünde çok büyük bir gerilla ordusunu geliştirdi. 15 Ağustos 1984’ten bu yana çok büyük bir gerilla mücadelesi yürütülüyor, ciddi bir silahlı mücadele yürütülüyor. Sömürgeci, soykırımcı TC devletinin soykırım siyaseti ve imha saldırılarına karşı çok ciddi bir askeri mücadele, savunma mücadelesi de geliştirildi. Büyük bir gerilla mücadelesi yürütüldü. Gelinen aşamada bu soykırım saldırıları zaten güncel olarak da devam ediyor. En son 23 Nisan’dan bu yana çok büyük bir imha saldırısı, imha ve işgal saldırısı geliştirildi. 23 Nisan’dan bugüne kadar Halk Savunma Merkezi Karargah komutanlığımız en son altı aylık bilançoyu da açıklamıştı. O bilançoya bakıldığında da bu işgal saldırısının hangi şiddette yürütüldüğünü görmek mümkündür. Tüm şiddetiyle devam ediyor ve her gün giderek daha da şiddetleniyor. Bu vesileyle sizler aracılığıyla şu anda bu işgal saldırıları karşısında mevzilerde dağların mevzilerinde, dağların başında mücadele yürütmekte olan gerilla gücümüzü, tüm yoldaşları, tüm partili yoldaşları candan selamlıyorum. Parti bayramlarını kutluyorum. Selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Gerçekten ortaya çıkardıkları direniş çok tarihidir. Tüm insanlık adına, gerilla şu anda Kürdistan dağlarında medya savunma alanlarında bütün dünya insanlığı adına savaşıyor, dünya insanlığı adına direniyor. Kürdistan gerillası, insanlığın umududur. İnsanlığın onurunu taşıyor, insanlığın onurunu kurtarıyor. İnsanlık onuru adına direniyor ve mücadelesini büyütüyor. Zaten bu inanç olmasa, gerillada bu bilinç ve bu inanç, bu kararlılık olmasaydı bu işgalci gücün geliştirdiği saldırının şiddetti karşısında ayakta kalması mümkün olmayacaktı. Gerillayı ayakta tutan, taşıdığı inanç ve kararlılığıdır. Önder Apo’nun İmralı’daki direnişinden aldığı güçtür. Aynı zamanda insanlığın ortaya çıkardığı demokratik ve özgürlükçü kazanımlar adına savaştığının bilincidir. Budur gerillaya direnç veren, budur gerillaya güç veren.
TC ordusu gerçekten çok aymaz bir biçimde saldırılarını sürdürüyor. Yani AKP-MHP faşist hükümeti içerde sıkıştıkça, içerde dibe vurdukça gerillanın başında çok sınırsızca bir şiddet kaynağı olarak kullanıyor. Şiddetli saldırıya dönüştürüyor. Düşmanca bir saldırı yürütüyor. Zehirli, kimyasal gazlarla saldırıyor. Son süreçte biraz gündem yapılmaya çalışıldı, fakat biz bunu yetersiz buluyoruz. Bu kadar inanç ve kararlılıkla bütün insanlık adına direnen gerillanın, kimyasal ve zehirli gazlar karşısındaki direnişini daha da büyütmesi için buna karşı savunmasını büyütebilmesi için halkımızın, toplumumuzun dostlarıyla beraber mücadelesini daha da büyütmesi gerekiyor. Bu konuda uluslarası kurumların, uluslarası muhatapların görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Bunu görmezden gelemezler. Bu konuda 27 Kasım’da Avrupa’da, Avrupa’daki halkımız dostlarıyla beraber büyük bir miting de yapacaklar. Büyük bir eylem ve etkinlik geliştirecekler. Ben bu vesileyle, sizlerin de aracılığıyla Avrupa’daki halkımızın yapacağı bu eyleme bu mitinge bütün halkımızın katılmasına dönük bir çağırıda bulunmak istiyorum.
‘TERÖR LİSTESİ’NDE YER ALMASI DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇARPITMASIDIR
PKK’nin kuruluş yıl dönümü vesilesiyle belirtmek istediğim bir diğer konu ise PKK’nin hala terör listesinde yer alıyor olmasıdır. PKK’nin 43 yıllık mücadele tarihi boyunca çok büyük gelişmeler ortaya çıkardığını vurguladık. Büyük bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi ortaya çıkardı. Diyebiliriz ki aslında Ortadoğu‘nun en temel demokrasi ve özgürlük dinamiğidir PKK hareketi. Bu anlamda hem siyasal hem sosyal hem kültürel anlamda çok büyük bir toplumsal dönüşüme de yol açtı. Kürt toplumunda ve giderek Ortadoğu toplumunda büyük bir demokratizasyon hareketi olarak gelişti. Kadın özgürlük mücadelesini geliştirdi. Büyük bir gençlik mücadelesini ortaya çıkardı. Böylesi bir demokrasi ve özgürlük hareketinin, hala Avrupa’nın ve Amerika’nın terör listelerinde yer alıyor olması, dünyanın en büyük haksızlığı, en büyük hukuksuzluğu ve en büyük çarpıtmasıdır.
Bu gün vesilesiyle PKK’nin Avrupa ve Amerika’nın terör listelerinden çıkarılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bunun en büyük göstergesi yani PKK’nin bir terör örgütü olmadığının onlarca göstergesi vardır. Bu göstergelerin başında da kadın özgürlüğüne açmış olduğu alandır. Kadın özgürlüğüne, demokrasiye, insan haklarına, insan hakları mücadelesine, ekolojik felsefeye bu kadar alan açmış bu kadar yer vermiş bir hareketin terör listesinde yer alması ve bir terör örgütü olması mümkün değildir. Dolayısıyla bu, günümüz egemen dünyasının, günümüz kapitalist sisteminin en büyük çarpıtmasıdır. Bu çarpıtmaya artık bir son vermek gerekiyor. Bu anlamıyla halkımızın bu konuda da geliştirdiği bir mücadele var. Geliştirdiği bir kampanya var, bir imza kampanyası var. Bu imza kampanyasına da ben, tüm Kürtlerin katılmasına dönük çağırı yapmak istiyorum. Bütün Kürtler gerçekten PKK’nin terör listesinden çıkarılmasına dönük mücadelesini büyütmesi gerekiyor. Bu yönlü yürütülen eylem ve etkinliklere katılımını büyütmesi gerekiyor. Bu konuda kendine güvenmelidir. Kürt halkı ve dostları bu konuda kendine güvenmelidir. Biz kendimize güveniyoruz. Bizim, çok haklı bir mücadele yürüttüğümüz konusunda kendimize güvenimiz sonsuzdur. Dolayısıyla bütün Kürtler ve Kürtlerin dostları da bu konuda kendine güvenmeli, cesaretini büyütmeli, dostların verdiği destekle nitekim gün be gün büyüyerek ilerliyor. Şimdiye kadar batı insanı, batı toplumu, batı halkları aynı zamanda aslında demokrasi mücadelesi yürüten bazı çevreler de Kürt hareketini yeterince takip edemiyorlardı. Kürtleri yeterince Kürtlerden dinlemiyorlardı. Şimdi giderek Kürt özgürlük mücadelesi dünyanın gündemine girdi, biraz daha tanınmaya başlandı. Özellikle de Rojava’daki mücadeleyle de beraber, biraz daha tanınmaya başladı. Dolayısıyla Rojava hareketine, Rojava devrimine yansımasını buldu. Bizzat PKK gerillası, Kobanê sürecinde yer aldı. Şengal sürecinde Êzidî soykırımı döneminde halkı kurtarmaya dönük yer aldı, buna öncülük etti. Dolayısıyla dünya halkları, dünya demokratik güçleri de giderek PKK’nin nasıl bir özgürlük mücadelesi yürüttüğünü görmeye başladılar. Dolayısıyla PKK üzerindeki terör damgasının çok haksız bir niteleme olduğunu gördüler ve bu anlamıyla giderek PKK üzerindeki bu terör nitelemesi tartışmaya girmiş durumdadır. Biz bu konuda yürütülmekte olan tartışmaları ve terör listesinden çıkarılmasına dönük yapılan başvuruları çok anlamlı, çok değerli buluyoruz. Tüm halkımızın da buna dönük eylem ve etkinliğini ve desteğini büyütmesi gerektiğini belirtiyoruz.