Türkiye’de askeri vesayetten sivil siyaset vesayete işkence ve kaçırma, bir sindirme politikası olarak devam ediyor. AKP’nin, “İşkenceye sıfır tolerans”, “Beyaz Toros dönemi bitmiştir” söylemiyle başlayan siyaset serüveni, 19 yılın sonunda 1980-1990’ların karanlığını aratmayacak şekilde derinleşiyor. Askeri cezaevlerinden emniyet koridorlarına, gizli gözaltı merkezlerine kadar, işkence maske ve sahip değiştirerek, jenerasyondan jenerasyona iz bırakmaya devam ediyor. 47 yaşındaki Ayten Öztürk, 1990’lı yıllardan bu yana her dönemde bu işkencelere maruz bırakılmış bir sosyalist. Suriye Lazkiyeli bir ailenin ferdi olarak Antakya’da dünyaya gelen Öztürk, yıllardır pek bir şeyin değişmediğini kanıtlayan en somut örneklerden birisi. Abisi devlet tarafından infaz edilen, ablasını F Tipi cezaevlerine karşı 2000 yılında yapılan ölüm orucunda kaybeden, yengesi ise “Hayata Dönüş” katliamında diri diri yakılan Öztürk, defalarca gözaltına alındı, işkencelerden geçirildi ve tutsak edildi. 2010 yılında sürekli baskı altında tutulduğu Türkiye’den Suriye’ye geçen Öztürk, savaş koşullarının ağırlaşmasıyla 2018 yılında Lübnan Havalimanı’ndan Avrupa’ya giderken Lübnanlı yetkililer tarafından Türkiye’ye teslim edildi. Öztürk, henüz geçmişin yaralarını saramadan getirildiği Ankara’daki gizli bir gözaltı merkezinde 6 ay boyunca çeşitli işkencelere maruz bırakıldı.
3 yıllık bir tutukluluktan sonra ev hapsi kararıyla serbest bırakılan Öztürk, yaşadığı süreci ANF’ye anlattı.
‘SİYASİ İLTİCA TALEBİME RAĞMEN HUKUKSUZCA TÜRKİYE’YE TESLİM EDİLDİM’
Lübnan Havalimanı’ndan Avrupa’ya geçmek isterken bir pasaport sorunu nedeniyle gözaltına alındığını belirten Öztürk, 6 gün göçmenler bürosunda gözaltında tutulduktan sonra Lübnanlı yetkililer tarafından hukuksuzca Türkiye’ye teslim edildiğini belirtti. Gözaltı sürecinde siyasi iltica talebinde bulunmasına rağmen 13 Mart gecesi gözleri bağlanarak ve kelepçelenerek araçla tekrar Lübnan Havalimanı’na götürüldüğünü anlatan Öztürk, “Havalimanına vardığımızda, gözlerimdeki bağı ve kelepçeleri çözdüler. Özel bir girişten geçtikten sonra bu defa teslim ettikleri başka şahıslar tarafından tekrar gözlerim bağlandı, ellerim kelepçelendi, başıma çuval geçirildi ve uçağa bindirildim. Uçakta biri Türkçe konuşup, ‘Sakin bir yolculuk geçirelim Ayten’ dediğinde o zaman Türkiye’ye teslim edildiğimi anladım” dedi.
‘ÇIRILÇIPLAK BİR HÜCREYE ATTILAR’
Yaklaşık 1.5 saat süren bir yolculuğun ardından bilmediği ve göremediği bir yere indirilen Öztürk, uçaktan inerken bağırarak kaçırıldığını duyurmak istediğinde bu kez de ağzını bantladıklarını söyledi. Sonra zorla bir yere sokulduğunu anlatan Öztürk, içeri girer girmez üzerindeki elbiselerin soyulduğunu, çırılçıplak bir hücreye atıldığını ifade etti. Öztürk, “Başımdaki çuvalı ve göz bağını çıkarmadılar, sadece ellerimi çözüp getirdikleri eşyaları giymemi söylediler. Önümü görmediğim için eşyaları yoklayarak giyindim. Sonra ellerimi tekrar arkadan kelepçelediler ve kollarıma girip, bir oda olduğunu düşündüğüm bir yere götürdüler. Orada bir ses, ‘Biz seni tanıyoruz, senden bazı bilgiler istiyoruz, aslında her şeyi biliyoruz sadece onaylamanı istiyoruz. Konuşacak mısın?‘ diye sordu. Konuşmayacağımı söylediğimde, ‘Biraz düşün daha yeni geldin, dinlen’ denilerek tekrar hücreye götürüldüm” diye konuştu. Defalarca bulunduğu hücreden alınıp birkaç adım ilerideki aynı yere götürüldüğünü anlatan Öztürk, burada sesinden dolayı aynı kişi olduğunu fark ettiği bir şahıs tarafından sürekli, ‘Burası senin bildiğin hiçbir yere benzemez, burada süre yok, bize senin hakkında sonsuz yetki verildi. Arkamızda devlet var, eğer konuşmazsan buradan çıkış yok’ şeklinde konuşmalar yapıldığını söyledi.
‘GÖZ KAPAKLARIM BİRBİRİNE YAPIŞMIŞTI’
Lübnan Havalimanı’nda gözaltına alınır alınmaz açlık grevine başlayan Öztürk, Türkiye’de tutulduğu işkence merkezinde ilk etapta konuşması ve açlık grevini sonlandırması için baskı ve zorla müdahaleye maruz bırakıldığını belirtti. Bir ay boyunca başında çuvalla, elleri arkadan kelepçeli ve gözleri bağlı bir şekilde tutulduğuna dikkat çeken Öztürk, “Nefes almakta zorlanıyordum. Günde iki bardak su verdikleri için açlık grevimin 25’inci gününde fenalaştım. Bant gözlerime yapışmıştı ve ancak tıbbi müdahaleyle çıkartıldı. Göz kapaklarım da birbirine yapışmıştı. Açmak için sıvı döktüler, ışığa bakamıyordum. Revir gibi yerdi ve orada ilk defa şekerli su gibi bir şey verdiler. Daha sonraki günlerde bir bardak şekerli içecek vermeye başladılar” dedi.
AÇLIK GREVİ BAHANESİYLE İŞKENCE
İlk günlerde sadece konuşma şeklinde seyreden baskının daha sonra yerini fiziki işkenceye bıraktığını belirten Öztürk, sürekli muhatap olmak zorunda kaldığı ve r’leri telaffuz etmekte zorlanan şahsın aradan çekilmesiyle sürecin sertleştiğini söyledi. Hızla kilo vermeye başlayınca zorla müdahale edildiğini dile getiren Öztürk, kemere benzeyen lastiklerle zorla sedyeye sabitlendiğini, ayaklarının koli bandıyla bağlandığını ve zorla serum verildiğini ifade etti. İlk o zaman kadın sesi duyduğuna dikkat çeken Öztürk, “Gözlerim yine bantlıydı. Bir komisyondan bahsediyordu, ‘Komisyon gelecek, şöyle yapın’ diye sürekli talimat veriyordu” dedi. Zorla müdahale sonrası açlık grevine devam ettiğini, o zaman işkencenin başladığını belirten Öztürk, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Askıya alındım. Ellerimi duvarda bulunan halkalara kelepçelediler. Havada değildim, ayaklarım hafif yere değiyordu. Tabanca şeklindeki bir aletle vücudumun açık yerlerine elektroşok verdiler. Birisi elektroşok veriyor, bir diğeri başımı tutup yukarıya kaldırıyor, üçüncü bir kişi de şekerli bir sıvıyı veya çorbayı zorla açtığı ağzımın içine boşaltıyordu. Üstüm başım hep kirleniyordu. Ama banyo yapmayı reddediyordum. O halde yaklaşık 1 ay kaldım. Günleri hep sayıyordum. Aynı süreç içerisinde aralarla aynı işkenceyi gördüm. En az 5 kez aynı yöntemi uyguladılar. Dertleri aslında yemek yemem veya yememem değildi. Konuşmamı istiyorlardı. Ama ilk etapta açlık grevini bahane ederek işkence yapıyorlardı.
FİZİKİ İŞKENCELER
Bir süre sonra gerçek niyetlerini öğrenebilmek için az miktarda da olsa sıvı almaya karar verdim. Çünkü açlık grevinden de ölebilirdim ama öldürmemek için çok uğraştılar. Hatta ‘Hayır burada ölmeyeceksin’ diyerek açıkça da söylediler. Ben birazcık güçlenince bu defa çıplak soyma, el ve copla taciz, elektrik verme gibi fiziki işkencelere başladılar. Elektrik, elektroşoktan farklıydı. Çok daha fazla acı veriyordu. Ellerim kelepçeli bir şekilde askıdayken, el ve baş parmaklarıma bir şey bağlıyor ve bayıltana kadar elektrik veriyorlardı. Tabut gibi bir yerde uzun bir süre ayakta bekletme işkencesi de vardı. Ayaklarım aşırı şişmişti ve bu yüzden de bağlayamıyorlardı. İşbirliği yapmamı istiyor ve bunun için de her şeyi deniyorlardı. Elektrik verdiler, gözlerimi uzun süre ışığa tuttular, copla arkadan tecavüze yeltendiler. Ben çok kötüleşince bu defa su işkencesine götürdüler. Tuvalet ve banyonun olduğu bir yerde üzerime tazyikli hortum tuttular. Kafamda çuval vardı ve suyu çuvalın içine doldurup boğmaya çalıştılar. Fenalaşınca hem çuvalı hem de gözlerimdeki bandı çıkardılar. Orada ilk defa çevreyi gördüm. Bana işkence eden iki kişi vardı, sivil giyinmişlerdi ve yüzleri kar maskeliydi. Hatta birisinin maskesinin üzerinde kuru kafa resmi vardı. Daha sonra da gözlerimi açtıklarında yine kar maskeli şahıslar görmüştüm. Sadece gözleri gözüküyordu ve sanki içki veya uyuşturucu kullanmış gibi çevreleri mosmor olan gözleri yuvalarından dışarı uğramış gibiydi. Bana işkence edenler daha tecrübeli gibiydiler ve onlar sivil giyinimliydiler, daha genç olanlar daha atletik tipteydi ve siyah giyinimliydiler. Birisine Devrim diyorlardı, diğer birine Hacı. Ama hepsi kar maskeliydi. Sadece bir defa su işkencesindeyken birisi sanırım yanlışlıkla kapıyı açtı. Yüzü açıktı. Bu süreçte tek açık gördüğüm yüz onunki oldu. Kapıyı açması ve kapatması bir oldu. Uzun boyluydu, gözleri küçüktü, alnı açıktı. O yüzü gördükten sonra bu defa daha da öfkelendiler ve elektroşoku da getirip ıslak vücuduma uyguladılar. Öleceğimi düşündüm. Ama elektroşok su ile temas ettiğinde elektrik çarpması olmadı. Sadece sarsma oldu. Gördüğüm elektrik işkencesinde parmaklarım çok acıdı, hatta çürüdü. Yanık izleri ve iltihaplar oluşmuştu. Daha sonra cezaevindeyken koğuş arkadaşlarım 898 yanık izi saydı. Aradan 3 sene geçmesine rağmen hâlâ izleri var. Çıldırmış bir halde ‘Konuşacak mısın?’ diye bağırıyorlardı ve ben ‘hayır’ dedikçe daha fazla elektrik veriyorlardı. Öfkeyle verdikleri için her seferinde bayıldım. Kendime gelmemi bekleyip bu kez de cop ve elle taciz ediyorlardı. Bu durum 6 ay sürdü. İşkence odasında bir gün gözlerimi açtılar. O zaman gördüm nasıl bir yer olduğunu. Yarım bir yükselti olan bir yerdi. Bir tarafından bir büro ve Atatürk resmi, diğer tarafında ise işkence yapılan yer vardı. Bir sehpanın üzerinde cop, kırbaç, pense duruyordu. O pense ile dilimi kavramışlardı, ‘Konuşmuyorsun, hiç konuşmayasın diye tamamen keselim mi?’ diye tehdit etmişlerdi. Parmaklarıma vurmuşlardı. Kırbaçla ise ayaklarım çok şişken arkadan vuruyorlardı. Kaldırıp, oturtup copu arkadan sokmaya çalışıyorlardı. Çıplak iken bir tekerleğin içine oturtmuşlardı ve orada da cop ile tecavüze yeltendiler.
‘RESMİ BİR BİNANIN ALT KATI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM’
Daha sonra gözlerimi hücre içinde açmaya başladılar. Yaklaşık 3-5 metrekarelik bir hücreydi. Kapı dahil her tarafı halıfleks kaplıydı. Kapıya vursan duyulmuyordu, sadece üstünde parmaklık gibi bir şey vardı, o da çok yüksekteydi. Hücrede 24 saat kamera ile gözetleniyordum. Yatak yoktu. Ya uzanıyordum ya oturuyordum. Yer sertti ve o yüzden her tarafım ağrıyordu. Küçük bir havalandırma vardı. Günde belirli saatlerde sadece tuvalet ihtiyacımı karşılamam için kapıyı açıyorlardı. Başkaları da vardı bulunduğum noktada. Onların işkence seslerini duyuyordum. Resmi bir binanın alt katı olduğunu düşünüyorum çünkü üst katta belirli sürelerde ayak sesleri duyuyordum. Nasıl bir yerde bulunduğunu anlamak için, götürülüp getirilirken sürekli adımlarımı sayıyordum. Hiç merdiven çıkmıyordum. Sanırım tek katlı bir yerde tutuluyordum. Oraya getirildiğim günden itibaren günleri saymaya başladım. Her ayın kaç çektiğini biliyorum. Bir süre sonra saatleri de anlamaya başladım çünkü bir rutinleri ve kendilerine göre sözde bir disiplinleri vardı. Mesela kaç kişi olduğunu da oradan anlıyordum. 7 hücre olduğunu düşünüyorum. Çünkü 7 hücrenin kapısı açılıp, kapatılıyordu. Tutulanların hepsi erkekti, tek kadın bendim çünkü bana işkence edenler sürekli, ‘Burası kadınlara göre değil, sen buraya dayanamazsın’ diyorlardı. Ama kendi aralarında yaptıkları konuşmada da ‘Bu kadar dayananı görmedik’ dediklerini duydum.
‘YÜZÜM SİMSİYAH OLMUŞTU’
Bir keresinde yüzümü açtıklarında ayna verdiler. Aylar sonra ilk kez yüzümü gördüm. Yüzüm neredeyse simsiyah olmuştu. İşkencelerden sonuç alamadıklarında hücreye gelip dövüyorlardı. Kanlar içinde kalıyordum. O yüzden de yüzüm çok şişmişti. Fiziki işkence kesintisiz 25 gün sürdü. Önceleri, işkenceci, faşist olduklarını her defasında vurguluyordum bağırarak ama onlarla girebileceğim en ufak diyalogu bile kendilerine göre bir kazanç olarak gördükleri için bir zaman sonra artık hiç konuşmamaya karar verdim. Öyle ki bırakıldıktan sonra emniyete götürülüp ilk kez avukatımla konuştuğumda, kendi sesime ne kadar yabancılaştığımı fark ettim. Hiç kimse benim orada tutulduğumu bilmiyordu. Hatta babam o süreçte merakından vefat etmiş. Sadece Lübnan’da gözaltına alındığım ve orada 6 gün tutulduğum kayıtlarda var, sonraki süreç yok. Son 15 gün beni tedavi etmeye çalıştılar. Ne zaman tedavi etseler tekrar işkenceye başladılar. O nedenle hep ikinci aşamaya geçeceklerini düşünüyordum, çünkü her defasında bunu söyleyip duruyorlardı. Ama ne olursa olsun oradan mutlaka çıkacağımı hep düşündüm. Ya cenazem ya da kendim çıkacaktım. Ama sonuçta çıkacaktım. Sonunda yine oda olduğunu düşündüğüm yere götürüldüm. Oradaki şahıs bana, ‘Ne yaparsak yapalım konuşmayacağını tekrarla’ dedi. Ben de zaten konuşmakta güçlük çektiğim için kelimeleri yuvarlayarak söyledim. O zaman çok öfkelendiler. Sonra sürükleyerek hücreye attılar. Sonra tekrar aynı odaya götürdüler ve aynı şahıs, ‘Süren doldu. Seni adalete teslim edeceğiz’ dedi. 6 ay sonra ilk kez elbiselerimi verdiler. Ellerimi tekrar ters kelepçelediler, gözümü bant ile kapattılar ve kapıları yandan açılan bir araca bindirdiler. Bir süre sonra arabadan indirip bir araziye bıraktılar. Son ana kadar infaz edileceğimi düşündüm ama kelepçelerimi ve göz bandımı çözüp hızlıca gaza basıp gittiler. 6 ay sonra ilk kez doğal havayı soludum. Bırakıldığım yer, Ankara’nın yüksek bir yeriydi. Şehir ışıkları aşağıda gözüküyordu. Akşam saatiydi. Bırakıldıktan birkaç dakika sonra bu kez polisler geldi ve ‘Kimsin? Kimliğini göster’ diyerek beni gözaltına aldılar. Senaryo olduğu çok belliydi. Beni Ankara TEM şubeye götürdüler.”
SAHİP ÇIKMAK SUÇ, İŞKENCEYE KOVUŞTURMA YOK!
Emniyette 3 gün gözaltında kalan Öztürk, tutuklanıp Sincan F Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Kayıp olduğu dönemde yapılan açıklamaların ve sahiplenmelerin dahi suçlama konusu yapıldığına dikkat çeken Öztürk, tutuklanmadan önce çıkartıldığı savcıya maruz bırakıldığı işkenceleri anlattığını ama hiç dikkate alınmadığını belirtti. O süreçte Okmeydanı’nda bir kişinin linç edilmesi olayıyla ilgili olarak da hakkında arama kararı çıkartıldığını öğrenen Öztürk, SEGBİS yöntemiyle verdiği ifadeden sonra serbest bırakılmasına rağmen, 3 yıllık yargılama sonucunda iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldığına dikkat çekti. 10 yıldır sürdüğünü öğrendiği bu dosyadan tek bir tutuklu yargılanan olmadığını belirten Öztürk, deli raporu olan bir kişinin, ‘Kaldırımda bir kadın ve erkek gördüm’ beyanı dışında hakkında hiçbir somut delil olmamasına rağmen azmettirici olarak ceza aldığını söyledi. Bu davadan 3 yıl tutuklu kalan ve ev hapsiyle serbest bırakılan Öztürk, yaşadığı işkenceli süreç hakkında yaptığı suç duyurusunun ise sanki hiç yaşanmamış gibi, ‘kovuşturmaya yer yok’ kararıyla kapatıldığına işaret etti.
‘SEVDİKLERİMDEN GÜÇ ALDIM!’
Gizli gözaltı merkezinde 60 kilodan 40 kiloya düşen Öztürk, gördüğü ağır işkence izlerini hâlâ bedeninde taşıyor ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nda (TİHV) tedavisi sürüyor. Yaşadığı zor sürece en çok da kaybettiği yakınlarını düşünerek, onlardan güç alarak dayanabildiğini ifade eden Öztürk, “Abimi, ablamı, yengemi, yine sistem nedeniyle kaybettiğim yoldaşlarımı düşünüyordum. Onlarla kafamda sohbet ediyordum. Ama bir program dahilinde bunu yapıyordum. Okuduğum kitapları, yaptığım bazı tartışmaları tekrar tekrar kafamdan geçiriyordum. Grup Yorum marşlarını düşünüyordum, içimden onları söylüyordum. Onlar bana çok güç verdi. Kafamda sürekli üretiyordum. Uyuşturucu kullanan insanlarla ilgili ne yapılabilir, yoksul insanlar için ne yapılabilir? diye düşünüyordum. Çözüm üretmeye çalışıyordum. Öylece kendi kafamda bir dergi tasarladım. O dergide neler yer alabilir, karikatürler, yazılar, hep bunlarla kafamı meşgul ettim. Hafızamı yitirebilirdim, o yüzden sürekli kafamda kelime oyunları yapıyordum. Bir kelime söylüyordum, son harfiyle bir kelime daha türetiyordum. Ya da şehir, yazar, sanatçı gibi şeyleri de unutmamak için kafamda yarışma yapıyordum sürekli. Bazı matematik işlemleri, analizler yapıyordum. Karanlığa kendimi teslim etmemek için beynimi diri ve dinç tutmaya çalışıyordum. Bedenim oradaydı ama zihnim hep dışardaydı” diye konuştu.
Devrimci kimliğinden dolayı kendisinden intikam alındığını belirten Öztürk, “Benim nezdimde, aynı durumda olan başkalarına gözdağı verilmek istendiğini düşünüyorum” dedi. Bu tür uygulamalarla esas olarak halkın sindirilmek istendiğine işaret eden Öztürk, “Ben büyük oranda sağlığımı kaybettim ve başkalarının aynı duruma düşmesini istemiyorum. Çok öfkeliyim ve aynı işkenceler yaşanmasın diye maruz kaldıklarımı her yerde duyurup üstünün kapatılmaması için uğraşacağım. Bu aynı zamanda bir adalet, bir hukuk mücadelesidir ve yaşadığım bu işkencenin peşini hukuki anlamda bırakmayacağım. Onlar bu işkenceleri gizlemek için her yolu denediler, ben de bu işkenceleri anlatmak için her yolu deneyeceğim” diye konuştu.