Üç Zeynep’in mirasıyla yürüyor
PAJK Üyesi Zeynep Kızılırmak, dağlara varma sürecini belirleyen üç kişiyi öğretmenleri olarak kabul ederek, isimlerini taşıyor; Jiyan (Zeynep Erdem), Zîlan (Zeynep Kınacı) ve Zeynep (Gurbetelli Ersöz).
PAJK Üyesi Zeynep Kızılırmak, dağlara varma sürecini belirleyen üç kişiyi öğretmenleri olarak kabul ederek, isimlerini taşıyor; Jiyan (Zeynep Erdem), Zîlan (Zeynep Kınacı) ve Zeynep (Gurbetelli Ersöz).
Gerillada her arkadaşın, bir diğerinin silahını ve ismini kaldırdığını; bunu şehitleri ölümsüzleştiren bir gelenek olduğunu belirten PAJK Üyesi Zeynep Kızılırmak, insana hem çok ağır bir sorumluluk yüklediğini hem de büyük bir onur verdiğini söyledi. Üç Zeynep’in ismini taşıyan Zeynep Kızılırmak, şunun altını çizdi: “Her gerilla ismi başlı başına bir hikayedir. Arkasında bir miras, tarih, devrim kesiti var; hem öğretmenin hem de komutanındır. Aslında sen o oluyorsun, o sen oluyor.”
PKK’de ardıl olmak bir gelenektir. Bir Agit gider bin gelir, bir Mazlum gider bin gelir, bir Bêrîtan gider bin gelir ve bir Zîlan (Zeynep Kınacı) gider bin gelir, gelenek devam eder. Bu geleneği sürdüren PAJK üyesi Zeynep Kızılırmak, o isme ulaşma serüvenini anlattı.
İsim seçiminize gelmeden önce şunu sormak istiyorum; nerede ve nasıl bir ailede doğup büyüdünüz?
Sivaslıyım. Daha çok Malatya’ya yakın Güneybatı kültürünün hakim olduğu bir bölge. Ailem Kürt Alevi ama Kürtlüğünü erken yitirmiş. Anne tarafı Malatya Akçadağ’dan, baba tarafı ise 1938 soykırımından sonra Dersim’den gelmiş. Biz bunu uzun süre bilmeden yaşadık. Güneybatı’da beyaz asimilasyon çok yoğun. O yüzden herkesin ailesinde sırlar vardır. Her ailede sırlar olduğu bilinir ama anlatılmaz, özellikle de çocuklara anlatılmaz. Gizli gizli, siyahlar bağlayıp ağlayan neneler vardır her birimizin ailesinde. Senin bilmediğin bir dilde bir şeyler söyler. Sen bilirsin ki orada mistik bir şey var ama bu konuda bir şey yapmaz sadece bir parçan olarak görürsün. Mistik bir anne, mistik bir babaanne diye bakarsın. Onun dışında bir kültür aktarımı yok. O yüzden kimliği çok erken kaybedilmiştir.
Bölgede gerçekleştirilen beyaz asimilasyonun “Kürtlük mü, Alevilik mi?” dayatmasına karşı inanç, yani Alevilik seçilmiş. Böylece etnik kimlik kaybolmuş. O yüzden bize, ‘Kürt müsün? Türk müsün?’ diye sorduklarında ‘Aleviyiz’ derdik. Anne ve babamıza sorduğumuzda ‘Aleviyiz’ derlerdi.
Aslında o biraz da kendini koruma biçimidir. İnsan önderliği okudukça daha iyi anlıyor. Aslında ‘Aleviyim’ derken Kürt olduğunu söylemek istiyor ama onu diyemediği için de sırlarla kendi içine çekilme durumu var. O bölgede her ailede sırlar vardır. Evin içinde başka, dışarıda başkasındır. Evin içinde de büyükler başka, sen başkasındır. Aileye dair hep bilmediğin bir şeyler vardır ve sen öyle yürürsün.
Bu sırları en çok taşıyanlar kadınlardı sanırım. Ailenizdeki kadınların hayatınızdaki yeri nedir?
Çocukluğumdan itibaren kadınların benim yaşamımdaki yeri çok belirgindir. Hep kadınları kendime model almışımdır. Yanında büyüdüğüm nenem Xanê, sırların kadınıydı ve benim için de bir modeldi. Her ot kendi kökeni üzerinde yeşerir belirlemesi vardır. Yani Xanê olmasaydı belki PKK ile buluşamayabilirdim. Onun sırları, sandığında sakladığı siyah yazması, kanlı elbiseler vardı ve hikayesini hiç öğrenemedim. Hep siyah kofi takardı, siyah yazması ve kanlı elbiseler de hep sandığındaydı. Xanê, o sırlarla toplumsal ahlak ölçüleriyle bizi büyüttü. Ondan kaynaklı kadınlar benim gelecek modelimdi. Sonradan Xanê’den kopup şehre geldim, ki bu benim için çok zorlayıcı oldu. İlk kırılmalarımdan bir tanesidir. Benim için korunaklı sevildiğim ve kendimi güvende hissettiğim bir yerdi onun yanı. Şehirde kendimi hiç o kadar güvende hissetmedim. Büyüyene kadar hep bir boşluk ve güvensizlik vardı.
Şehirdeki hayatınız, içinde büyüdüğünüz, sizi etkileyen ortam nasıldı?
Şehirde yoksul Alevilerin yoğunlukta olduğu bir gecekondu ağırlıklı mahallede büyüdüm. Solcu ablalar ve ağabeylerin içinde büyüdük. Dolayısıyla daha sonraki rol modeller de arayış da bu yönlü oldu. Gençlik yıllarımda sol hareket içinde kaldım bir süre. Gençliğin verdiği heyecanla yönelme vardı ama çevrede gördüklerin ve yaşadıkların yeterli gelmiyor, hep bir şeyler yarım kalıyor. Birisi gidiyor ve mücadele ediyordu. Ortada bir adaletsizlik vardı. Bir adaletsizlik var, o adaletsizliğe karşı hep birileri gidiyor bir yere kadar mücadele ediyor, bir süreden sonra dönüp evine geliyor. Hep böyle, aileler de öyle alıştırılmış. İşte gençtir gitsin birkaç yıl kalsın, sonra geri gelsin. Çetin Altan’a ait olduğu söyleyen “20’sinde solcu olmayanın namusundan 40’ından sonra solcu kalanın aklından şüphe ederim” sözü çok kullanılır. Özellikle 80’lerden sonra solun içinde o çürüme, yozlaşma, küçük burjuva eğilimlerinin gelişmesi böyle bir anlayış geliştirdi. Haksızlık da yapmamak gerekir, çünkü bir kültür oluşturuyordu; yoldaşına ihanet etmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, dayanışma içinde olacaksın. Bu yaklaşımlar hep o dönemde öğretildi. Mahalledeki ablalar, ağabeyler bu ahlaki kültürü de veriyordu. Elbette bir yere kadar gidiyordu, bir yerden sonra mücadele edilmiyordu. Bir süre sol mücadele içinde kaldıktan sonra artık bu yetmemeye başladı. Onlar gibi olmayacağım, diyorsun. Madem ben devrimciyim, bu işi sonuna kadar götürmeliyim, diyerek kendini motive ediyorsun.
Solcu bir Alevi kadından PKK’li Kürt Alevi Zeynep olmaya karar verme sürecini anlatır mısınız?
Bizim mahallede solcular vardı ama PKK yoktu. Lisede bulunduğum dönem, 90’larla beraber köylerden şehirlere göçlerin başladığı dönemdi. Lisede bir arkadaşımız vardı, ondan Lice’nin yakıldığını duydum. “Lice nerede, neresi oluyor” diye sorgulamaya, sormaya başladım. Sen klasik edebiyatı okuyorsun, Rus yerleşim yerlerini biliyorsun ama kendi ülkende kendi toprağında Lice’de olup biteni bilmiyorsun. Sormaya başladım. Kendimden çok utanmıştım; nasıl Lice’yi ve yaşananları bilmiyorum diye. Hani kendimi doğuştan solcu ve sosyalist görüyorum ya… Ben de ‘sosyalistim, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı var. O zaman Kürtlerin de kendi kaderlerini tayin etme hakları olmalıdır’ diyordum, yani bir enternasyonalist gibi ifade ediyordum. Kürdistan’a yaşananlara ilgi o zaman başladı.
Özgür Gündem gazetesini almaya başladım. Gazetenin yayın yönetmeni Gurbetelli Ersöz’dü. İsmi ilginç geldiğinden biraz incelemiştim. Bilinçlenme anlamında Gündem gazetesiyle başladım demek yerinde olacaktır. Gazeteden günlük gelişmeleri takip ediyordum. Yazılar ve haberler çok öğreticiydi. Benim Xanê’den sonra ikinci öğretmenim Gurbetelli arkadaş oldu.
Üniversiteye gireceğim yıl, Heval Zîlan’ın eylemi oldu. Büyük bir sarsıntı yarattı. İlkin Türk televizyonlarından duydum. ‘Bir insan, bir kadın neden bunu yapar, bir insanı bunu yapmaya götüren nedir, nasıl bir iradedir?’ sorularıyla sorgulama gelişti.
Birinci sarsıntım Lice idi, onu bana Gurbetelli arkadaş öğretti, Lice’nin neresi olduğunu kendisi farkında olmadan. İkincisi de Heval Zîlan’ın büyük sarsıntı yaratan eylemiydi. Artık ondan önce söylediğim her şey boş geliyordu. Ondan sonra arayışım, artık arkadaşları aramaya geçti. Türkiye solundan ayrılmıştım. Ben gidiyor arkadaşların yanına oturuyorum, onlar da bu niye geldi yanımıza oturdu, diyordu. Genelde onlar gidip örgütlüyor ama bu sefer ben gidip onları buluyorum, soruyorum. Acemice sorular soruyordum.
Gençlik çalışmalarına dahil oldum, bazen HADEP’e gidip geliyorduk. Heval Zîlan’ın yengesi İstanbul’da oturuyor, dediler. Heval Zîlan’ı sormak için onların evine gittim. Ziyaret adına gittim ama benim asıl niyetim başkaydı. Merak ediyordum ve aslında Zîlan’ı anlamak istiyordum. En son telefon görüşmesi yaptığı yengesiydi, sürekli onun evine gidip geliyordum. Fotoğraflarını gösteriyor, anlatıyor. İşte bazı şeyler dile gelmez sadece onu hissedersin, yaşarsın. Nasıl dile getirileceğini bilmiyoruz, ifade etmekte eksik kalıyoruz.
Ben gençlik çalışmalarını sürdürürken bizim alanda bir arkadaş vardı. Gerilladan gelmiş bir arkadaştı, cephe çalışmaları yürütüyordu, nereli olduğumu sordu. Sivaslı olduğumu öğrenince ‘Sen Heval Jiyan’ı tanıyor musun?’ diye sordu. Tanımadığımı söyledim. ‘O da Sivaslıydı Zeynep Erdem’ dedi. Heval Jiyan ile tanışmam öyle oldu. Daha sonra Heval Jiyan’ın Ertuş kampında şehit düştüğünü öğrendim. Ondan sonra Heval Jiyan nasıl biridir, kimdir, nasıl bir arkadaştır diye merak ettim, araştırmaya başladım.
Zeynep adını ne zaman aldınız?
Katılma kararı aldığımda, dağa adımımı attığım anda adım Zeynep olacak diye kendime söz vermiştim. Önüne neyi hedef koyarsan ona göre isim alırsın. Bir sözleşmeydi benimki. Üç devrimci kadın, bizim önümüzü açan Heval Jiyan’ın evdeki ismi Zeynep Erdem, Heval Zîlan’ın evdeki adı Zeynep ve Gurbetelli arkadaşın dağdaki ismi Zeynep. Bu üçü de benim öğretmenim. Dağa adım attığım gün adım Zeynep oldu.
Layık olabiliyor muyuz olamıyor muyuz, o konuda insan kendini çok sorguluyor. İsmim her çağrıldığında ne kadar layık olabiliyorum diye soruyorum. İnsan kendini bu konuda sürekli sorguluyor. Her sendelediğinde komutanların ellerinden tutuyor ve seni kaldırıyor. Aslında bütün şehitler bizim komutanımızdır, yol gösterenimizdir.
Kürt kadın mücadelesinin üç öncü kadınını kendinize rehber olarak almışsınız. Bunun ağırlığı var ama mutlaka güç de alıyorsunuz, değil mi?
Bir defa üçünü aynı anda rüyamda gördüm. Rüyamda uzun bir dere vardı. Derenin bir tarafında ben duruyordum, ormanlık bir yer ve arkamda birçok insan var. Heval Zeynep, Heval Zîlan ve Heval Jiyan. Ben suyun bir tarafındayım; sivilim ve ölesiye bağırıyorum. Sesimi onlara duyurmaya çalışıyorum; işte ben buradayım beni de alın, diye. Sanki kaybolmuşum. Bir türlü sesimi duyuramıyorum. Sonra yerden bir taş alıyorum ve onlara doğru fırlatıyorum ki beni görsünler. O taşı görüyorlar ve bana dönüyorlar, beni görüyorlar. Daha sonra bana bir ip atıyorlar. Beni almak için bana ip attılar ve ben uyandım…
Ondan sonra bu zorluk, bana zorluk gibi gelmez, çünkü bana ipi attılar, beni kurtardılar, dedim. Elinden böyle tuttuklarını hissediyorsun. Bu arkadaşlarla tanışana kadar nenem öyleydi benim için. Ben her zorlandığımda nenem kurtarırdı ama komutanlarımla tanıştıktan sonra nenem rüyama gelmedi. Heval Jiyan, Zeynep ve Heval Zîlan zorlandığımda mutlaka biri böyle elimden tutuyor. Eğer yanlış yapmışsam sanki böyle yakamdan tutup sarsıyorlar beni.
Onların ismini almak da ağır bir sorumluluk. Bazen layık olamama durumunun ağırlığı da çöküyor insana. Bazen isimleri alıyoruz ama onlar o kadar büyük bir gerçeklik ki o üç devrimcinin hayatına bak, o kadar büyük devrimci kadınlar, o kadar büyük komutanlar ki; yaptıkları, yaşadıkları hepsi birer çizgidir. O ismi taşıdığın anda ne kadar layık olabiliyorsun, insan ondan da biraz çekiniyor anlatmaya.
PKK’de ardıl olmak, ismini yaşatmak çok önemli. Siz de bunu tatbik edenlerden biri olarak bu kültürü nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında ölümsüzleştiren bir kültürdür. Layık olunduğu oranda ölümsüzleştirendir. Heval Zîlan, “Büyük bir yaşamın ve büyük bir iddianın sahibi olmak istiyorum” diyor ya, var olmak, geleceğe kalmak, bir çizgi olmak. Yaşadığın o hakikati nesillere bırakmak. Bu sadece gerillayla sınırlı olan bir şey değil. Gerillada her arkadaş bir diğerinin silahını kaldırır, ismini kaldırır. Bu şehitleri ölümsüzleştiren bir gelenektir. İnsana hem çok ağır bir sorumluluk yüklüyor hem de büyük bir onur veriyor. Yanlış yapacağın zaman iki kere düşünmek zorundasın. Kolay ve ucuz yaklaşamazsın. Bu Kürt toplumunda da zaten böyledir.
Her gerilla ismi başlı başına bir hikayedir. Arkasında bir miras, tarih, devrimin kesiti var; hem öğretmenin hem de komutanındır. Aslında sen o oluyorsun, o sen oluyor.