Jiyan’dan Jînda’ya…

Ele avuca sığmayan yüreğinde topladığı sevgiyi büyüterek böldü, bölüştü. Yaşamın önünde saygı ile eğilene par eyledi. Kendisini, yoldaşını, yolunu, yaşamını bu emekle yarattı. Adı gibi oldu; yaşam oldu, yaşam verdi.

Ey gözlerinde ışık yayan güzellik!
Tarifi var mıdır suretinin?
Sen ki yaşam doğuran kutsalımdın benim
Kime emanet ettin şimdi kendini?
Anan, daha bir anlam bulsun diye bu devran,
‘Jiyan’ diye seslendi ilk bakışlarına.
Kendini senin bakışlarında geşt û güzar eyledi
Önce badem gözlerinden öptü,
belki de bu yüzden senin o leb-i derya gözlerinde büyüdük…
Sonra saçlarını okşadı.
Leylayî bir renge büründü saçların
ve bizleri gecede gizlenen aydınlığa yol aldırdı.
Şimdi kirpiklerim birbirine her dokunuşunda
seninle yol almaktayım.
Ömrümün en güzide anlarının mihengiydi seninle olduğum demler…
Damarlardan süzülen bağ değildi,
can û canan bağımız.
Sen ruhumu aydınlatan cananımdın…
….
Jînda, göçüp giden ilk güzellik değildi; sanırım son da olmayacak. Yüreğimde düğümlenen sözcükleri onun için sıralamak, dile getirmek güç… Hiçbir kelam onun hakkını vermeyecek, dile gelen hiçbir sözcük anlamını bulmayacak ama onun bende/bizde bıraktığı izleri dile getirmek, anlatmak da bir borç…

Günlerdir kendimi ikna etmeye çalışıyorum, gittiğine inandırmaya. Oysa ‘gidenlerin, gittiğine’ ikna olmamalıymış insan. Gülüşleriyle, sözleriyle, dokunuşlarıyla, yarattıkları ve bize emanet ettikleriyle hep var olduklarına, hep yanımızda, en derinlerimizde olduklarına ikna olmak; onların fiziksel ölçülere, normlara, kanunlara gelmeyen bir dünya yaratarak gittiklerini anlamak ve o dünyaya sıkı sıkı sarılmak gerekirmiş. En azından ben öyle yapmaya çalışıyorum şimdi. Kendi kendime, ‘bak o başardı. Bu yaşanılmaz hale gelen dünyada başka bir dünya yarattı. İnançla, aşkla… onu da bize emanet bıraktı’ diyorum.

Ellerime ilk dokunduğu anları hatırlıyorum. O küçücük ellerini avuçlarımın içine sımsıkı sardığı anları. Üç, belki de dört yaşlarındaydı. O anda bağlandı sevgi bağımız. Yıllar geçti ayrı düştük; mekan ayırdı, zaman ayırdı ama biz daha da buluştuk, daha da yakınlaştık.
Büyüdü cananım, büyüdü ablamın badem gözlüsü…

Daha küçük bir çocukken eline, eteğine topladığı düşlerini avuçlarında bırakıp yoluna devam etmedi. Büyümeye inat daha sarıldı düşlerine. Sevgiyi düşledi, aşk ile büyülenmiş bir dünyayı düşledi, ‘insanım’ diye gezinen ve ‘insan’ olmaktan nasibini almamışların içinde ‘insan’ olabilmeyi düşledi. Başkalarının serüvenlerine yol almaktansa, kendi düşlerinin serüvencisi olmayı istedi ve öyle koyuldu yola…

Yol uzun…
Yol çetrefilli…
ve çoğu zaman engebeli…
Aldırmadı, yürüdü.
Sırtında, içinde sevgi ağırlığında bir yük.
Sırtında, kirden arınmış bir düş…

Azmin arzusu öyle bir sarmıştı ki benliğini, ne örülen duvarlar ne çizilen sınırlar durdurabildi onu.  Yol aldı, yola adandı. Onun için ulaşılması gereken bir menzilin arşınlanan tozu dumanı değildi yol; o yol ile varmaya değil var olmaya meyledenlerdendi.
Ele avuca sığmayan yüreğinde topladığı sevgiyi büyüterek böldü, bölüştü. Yaşamın önünde saygı ile eğilene par eyledi. Bir pare ekmeği onlarca parçaya bölüp bir lokmayla yetinen, tamaha yüz çeviren, aşka yüzünü dönenlerden oldu. Mezopotamya topraklarının bereketli yaylarından emeğin kokusunu benliğine çekip emekle yoğruldu. Kendisini, yoldaşını, yolunu, yaşamını bu emekle yarattı. Adı gibi oldu; yaşam oldu, yaşam verdi.
Cenge tutuştu dağ doruklarında, sarıya çalan ovalarda. Boyun eğmedi kimseye; haksız ise birileri ya da kendisi, kendine bile ‘eyvallah’ demedi. Cûdî’nin, Botan’ın Nizar’a bahşettiği yiğitliği, bu erdemleri ile harmanlayıp Tanrıça güzelliğini yiğitliği ile taçlandırdı.

Ey gönlümün güzidesi,
erken değil miydi gidişin?
Neydi bu acelen, bu telaşın, bu kuş gibi çırpınışın,
bu cihana sığmayışın neydi?
Daha gökyüzüne salacağın kahkahaların,
güneşin sıcaklığında damıttığın umutların,
yağmurun sularında arındırdığın sevdaların
orada durur öylece…
Ellerimin arasında sana dair bir sıcaklık,
tıpkı ellerimi tuttuğun ilk gün gibi.
Hiç büyümedin ki…
Hala ana sütü kokusu teninde,
Hala senin kokun annenin ellerinde…
Ve güzlerimizin üzerine sinerken
buğulu bir perde,
gözlerinin güzelliğinde
yeniden gülümseriz biz.
Tıpkı senin yaşama gülümsemen gibi...

*YJA Star gerillası Jiyan Konur (Jînda Cûdî), 12 Haziran 2022 günü Van’da işgalci Türk devletinin gerçekleştirdiği hava saldırıları ve yaşanan çatışmalar kahramanca bir direnişin ardından yoldaşları Canan Özdemir (Canda Welat) ve Şaban Yorgun (Êrîş Rizgar Kato) ile birlikte şehit düştü.