Yazılı bir açıklama yapan KBDH Genel Konseyi, “8 Mart vesilesiyle emek ve beden sömürüsüne, kadın düşmanı politikalara, işgale, yoksulluğa, faşizme ve kapitalizme karşı ayağa kalkmaya” çağırdı.
KBDH’nin açıklaması şöyle:
“167 yıl önce kapitalizmin kanlı sömürü çarkı işliyordu yine tüm hızıyla. Bu kanlı sömürü çarkına karşı koymak için New York’taki dokuma işçisi kadınlar önemli bir direniş başlattılar ve çalışma koşullarını protesto etmek için greve gittiler. Kadın işçilerin direnişini kırmak için fabrika ablukaya alınarak, işçiler fabrikaya kilitlendi ve içeride çıkan yangında 129 kadın işçi hunharca katledildi. Ve asıl fırtına bundan sonra koptu, işaret fişeğini New Yorklu kadın işçiler çaktı ama bıraktıkları miras çetin mücadeleler içerisinden geçerek bugünlere ulaştı. 8 Mart'ın yaratıcıları olan kadın işçileri ve onlardan devraldıkları bayrağı bugünlere dek ulaştırarak ölümsüzleşen tüm mücadeleci kadınları saygıyla anıyor, bugün dünyanın dört bir tarafını isyan dalgasıyla sarsan tüm kadınları 8 Mart'ın coşkusuyla selamlıyoruz.
Yeni bir 8 Mart' ı karşıladığımız şu günlerde, içerisinde yaşadığımız dünya birçok gelişmeye sahne olmaktadır. Emperyalist kapitalist sistemde yaşanmakta olan kriz derinleştikçe buna paralel emperyalistler arası çelişki ve çatışmalar da giderek şiddetlenmektedir. Emperyalist bloklar arası süren rekabet ve çelişkilerin şiddetlenmesi aynı zamanda birçok coğrafyada savaş, işgal, göç ve yoksullaşmayı beraberinde getirmektedir. Filistin ve Rojava halkları tüm dünyanın gözleri önünde soykırım saldırılarına uğramakta, ırkçılık ve faşizm korkunç boyutlarda tırmanmakta, emperyalist politikalar sonucu yerlerini terk etmek zorunda kalan mültecilere göç yolları mezar olmakta, işçi-emekçilerin en temel hakları her geçen gün daha fazla budanmakta, küçük bir azınlık emekçilerin sırtından servetine servet katarken bu azınlığın dışında kalan geniş halk yığınları açlık ve yoksulluk sınırında bir yaşama mahkum bırakılmaktadır. Kısacası dünyanın egemenleri ile ezilen-sömürülen halkları arasındaki sınıf çelişkileri derinleşmekte, ezen ile ezilenler arasındaki nihai kavga ufukta görünmektedir.
Kadınlar ise tüm bu yaşananların en ağır sonuçlarıyla yüz yüze kalarak erkek egemen kapitalist sistemle büyük bir hesaplaşmanın içerisinde buluyorlar kendilerini. Büyük bedeller ödeyerek kazanmış oldukları haklar, erkek egemen devletlerin hedefi durumundadır.
Süreç birçok ülkede faşizmin yükselişe geçmesiyle de birlikte, kadınları toplumsal cinsiyet rollerine hapseden politikaların geliştirildiği bir duruma evrilmiştir. Erkek-devlet şiddetinin, kürtaj yasaklarının, emek ve beden sömürüsünün, kazanılmış hak gaspının ve kadın kırımının her geçen gün ağırlaştığı bir tabloyla karşı karşıya kadınlar. Özcesi kadın düşmanı politikalar tüm dünyada giderek şiddetlenmektedir. Tabii bu tablonun yalnızca bir tarafı, tablonun diğer tarafında ise hapsedilmek istendikleri bu yaşama isyan eden kadınların mücadeleleri var. Ve kadınların erkek egemen sisteme karşı yükselttikleri bu isyan, sürecin kadınlar lehine değişmesini sağlayacak yegane yol olma özelliğini taşımaya devam etmektedir. Rojhilat Kürdistan ve İran'dan Afganistan' a, Rojava' dan Filistin' e, İsviçre' den Arjantin' e kadınlar ayakta, isyanda, direnişte oldular.
Türkiye-Kuzey Kürdistanlı kadınlar da 8 Mart' ı dünyanın birçok yerinde yaşananların benzeri bir tabloyla karşılıyorlar. Hatta Türkiye-Kuzey Kürdistan' da yaşanan ekonomik-siyasi kriz ve faşist iktidarın uyguladığı saldırı furyasından, kadınlar ve kadın hareketleri payına düşeni fazlasıyla almaktadır. Faşist iktidar işçi-emekçilere, kadınlara, ezilen cinsel kimliklere, Kürt ulusuna, ezilen inançlara, gençlere, siyasi tutsaklara, devrimci harekete, doğasını savunanlara yani tüm topluma karşı kapsamlı bir savaş konseptiyle yönelmektedir. Kendinden olmayan herkesi düşman ilan eden, karşısında konumlanan her hareketi bekasına tehdit olarak gören faşist iktidar; ayakta kalabilmek için en ufak bir toplumsal hareketlenmeyi, baskı ve şiddetle bastırmaya çalışmaktadır.
Tüm toplum üzerinde uygulanan faşist kuşatma, kadınlar üzerinde daha özel biçimleriyle sürdürülmektedir. Cinsiyetçi politikalar, erkek egemen faşist iktidar tarafından, sistematik biçimde yaşama geçirilmektedir. Aileyi güçlendirecek, kadınları eve hapsedecek politikalarla kadınlara, aile dışında bir yaşam alanı bırakmamak, medeni yasayı değiştirmek, boşanmayı zorlaştırmak, nafaka hakkını gasp etmek; yani kadınların evsel köleliğini derinleştirmek amaçlanmaktadır. Erkek-devlet şiddeti, giderek olağanlaştırılmakta ve yaşamın her alanında yaygınlaşmaktadır. İktidarın tüm kurumlarıyla bizzat teşviki ve uygulanan cezasızlık politikasıyla kadın katliamları, kadın kırımına dönüşmüş durumdadır. Öyle ki 24 saat içerisinde 8 kadının katledilmesi dahi sıradan bir olaymış gibi yansıtılmakta; bir isyan gerekçesi olacak bu kadın kırımı, ufak tepkilerle geçiştirilmektedir. Erkek failler, iyi hal indirimleriyle dışarıda serbest dolaşır ve yeni katliamlar gerçekleştirirken, öz savunmasını gerçekleştiren kadınlar ise ağır cezalara mahkum edilmektedirler.
Ucuz iş gücü olarak görülen kadın emeğinin sömürüsü derinleşmekte, kadın işçi ve emekçiler esnek, güvencesiz, sağlıksız çalışma koşullarına mahkum bırakılmakta, mobbinge uğramakta, sendikal hakları için mücadele eden kadın işçiler Argobay'da olduğu gibi işlerinden atılmakta, kriz koşullarında ilk işten çıkartılanlar olmaktadırlar. Derinleşen yoksulluğu ve zamları en fazla kadınlar hissetmekte-yaşamakta, krizin faturasının en ağırı kadınlara kesilmektedir. Evden esnek ve kuralsız çalışma biçimindeki sömürü yaygınlaşmaktadır. Mülteci kadınlar bu sömürü cenderesinin kat kat fazlasını yaşamakla birlikte bir de ırkçı saldırıların hedefi durumunda kalmaktadırlar. Hapsedildikleri umutsuzluk ve geleceksizlik girdabında, özgürlük mücadelesi ile buluşturamadığımız her genç kadın; ya itaat edip kendi yaşamından vazgeçmekte ya da çıkış adına intiharı tek seçenek olarak görmektedir.
Faşist iktidar bir bütün olarak devrimci tutsaklara dönük işkence ve tecrit saldırısını ağırlaştırmaktadır. Hasta tutsakların tedavisini engelleme, infaz yakma, sürgün sevkler zindanlardaki devrimci tutsakların karşı karşıya kaldığı faşist saldırılardır. Faşist devlet; kadın tutsakları ise tüm bunların yanı sıra çıplak arama, taciz gibi temsil ettiği sınıfın karakterine uygun saldırılarla iki kat daha ağır tutsaklık koşullarında tutmaktadır.
Faşist iktidar, Kürt ulusuna karşı sürdürülen soykırım savaşında, direnişçi Kürt kadınları ve öncülerini özel olarak hedeflemekte; 21. yüzyılın ilk kadın devrimini – aynı zamanda dünya kadınlarına umut ve direnç olan Rojava Devrimini- boğmayı amaçlamakta; Rojava' da soykırım ve işgal saldırganlığını tırmandırmaktadır.
Ezilen cinsel kimlikler; faşist iktidar tarafından hedef gösterilerek, nefret söylemlerine uğramaktadır. Yaşam hakları yok sayılmakta, politik hareketleri ve örgütleri baskı altına alınarak tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.
Kadınlara yönelik tüm bu saldırıların esas sebebinin ise yükselen kadın mücadelesiyle doğrudan bağlantısı olduğu açıktır. Toplumsal cinsiyet rollerine karşı itiraz eden, kazanımları için sokakta olan, şiddete ve kadın kırımına karşı isyan eden, susmayan, itaat etmeyen kadınlar ve kadın hareketi, erkek egemen faşist iktidar için büyük bir tehdittir. Yine baskı ve saldırıların diğer bir amacı ise faşist iktidarın toplumu, erkek egemen yapıyı güçlendirecek ve kadını toplumsal cinsiyet rolleri içine hapsedecek şekilde, kendi dünya tasavvuru doğrultusunda dönüştürmesidir.
Kadın düşmanı politikalar karşısında geri atmayan, aksine mücadeleyi her alanda büyük bir ısrarla sürdüren, sokakta olan, barikatları yıkan kadın hareketi, diğer tüm toplumsal mücadeleler için de umut olmuştur. Kadın hareketinin bu tavrı ve duruşu erkek egemen devletin büyük korkusu olma özelliği taşımıştır.
Bugün yakalanan bu mücadele düzeyini ileri taşımak ve erkek egemen kapitalist sisteme karşı daha güçlü bir mücadele pratiği ortaya koymak biz kadınlar açısından elzemdir. Bunun yolu ise birleşik kadın hareketini geliştirerek, militan ve örgütlü mücadeleyi büyütmekten; faşizme karşı gelişen diğer tüm toplumsal mücadelelerle birleşerek, bu mücadelelerin öznesi olmaktan ve devrim mücadelesini geliştirmekten geçmektedir. Çünkü erkek egemen faşist düzene darbeler vurup, onu gerileterek yıkımını sağlamak; kadınların kurtuluşunun yolunu açabilmek her alanda yürütülecek olan mücadelelerin ortaklaştırılmasını ve silahlı-silahsız, legal-illegal, fiili meşru tüm mücadele biçimlerini kullanmayı gerektirmektedir. Bugün geldiğimiz noktada, erkek egemenliğine ve faşizme karşı mücadeleyi birleştirmeksizin, ne kazanılmış hak ve mevzileri koruyabilir ne de yeni mevziler kazanabiliriz. Daha örgütlü, daha kitlesel ve birleşik bir kadın hareketini inşa etmeli, yaşamın her alanında kadınların öz savunmasını örgütlemeliyiz. Kadınların birleşik devrim hareketi olarak önümüzdeki dönemde mücadeleyi bu doğrultuda yükseltecek, özgürlüğümüz için savaşı her alanda büyüteceğiz.
Erkek egemen faşist iktidarın, saldırılarını giderek yoğunlaştıracağı ve siyasi hedeflerini yaşama geçirmek için adımlarını hızlandıracağı çok açıktır. Bu nedenle, bu yıl ki 8 Mart' ı her zamankinden daha güçlü karşılamamız gerekmektedir. 8 Mart'ın tarihsel anlamını güncelle buluşturarak, kadın hareketinin ileriye sıçrayışına başlangıç yapmayı başarmalı, her güne 8 Mart'ın ruhu ve coşkusuyla yaklaşmalıyız.
8 Mart'ın Türkiye ve Kuzey Kürdistanlı kadınlar açısından ayrıca ve özel bir önemi daha var ki, o da hareketimiz KBDH'ın 8 Mart 2017 tarihinde kuruluşunu ilan etmesidir. Geçen 7 yıllık süre zarfında tüm eksikliklere, yetersizliklere ve düşman saldırılarına rağmen, erkek egemen faşist düzene karşı önemli bir mücadele pratiği ve eylemsellik ortaya koyduk. KBDH olarak sürecin nasıl karşılanması gerektiği noktasında yol açıcı olma çabası içerisinde olduk. 8. mücadele yılımızda, geçmiş mücadele deneyimlerimizden de öğrenerek, daha güçlü bir mücadele düzeyi açığa çıkaracak, kadınların birleşik devrim mücadelesini daha da yükseltip, kadın devrimine yürüyeceğiz.
KBDH olarak, işçi-emekçi kadınlar başta olmak üzere, tüm kadınları ve ezilen cinsel kimlikleri; 8 Mart vesilesiyle emek ve beden sömürüsüne, kadın düşmanı politikalara, işgale, yoksulluğa, faşizme ve kapitalizme karşı ayağa kalkmaya çağırıyoruz. Bilmeliyiz ki, bizi kurtaracak olan, erkek egemen faşist iktidardan hesap sormak için milis ve gerilla saflarına katılarak yükselteceğimiz militan ve örgütlü mücadele hattı, savaş çizgisidir. Bilmeliyiz ki, gerçek kurtuluşumuzun yolu, erkek egemen kapitalist düzeni yıkmaktan; sınıfsız, sömürüsüz ve cins ayrımsız bir dünyaya doğru yürümekten geçiyor. Bu kavga bizim; en ön safta mevzilenecek, özgürlük savaşını yükselteceğiz!”