CPT’nin “İmralı’da insan haklarını çiğneme durumları varsa sorumlu AİHM’dir” şeklinde izahatlar yapmasının aslında zorlandığının göstergesi olduğunu ifade eden KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “Mücadelemizle, tutumumuzla, sahiplenmeyle öyle bir kamuoyu baskısı yaratmalıyız ki AİHM’i, CPT’yi zorlayalım. Çok teşhir olurlarsa kendi varlık nedenlerini sorgulatan bir noktaya gelirse, o zaman tabii ki tutumları da farklı olur. Bu yönüyle Önderliğe yönelik kampanyayı geliştirmemiz lazım” ifadelerini kullandı.
2024 1 Mayıs’ını, bir nevi 12 Eylül'ün tümüyle bir tarafa bırakıldığı, başarısız kılındığı, bu temelde de Kürt halkının, Türkiye halkının, emekçilerin, kadınların özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükselttiği bir dönemin başlangıcı olarak ele almak gerektiğini kaydeden Karasu, “Bu temelde ben bütün Kürt halkını 1 Mayıs meydanlarını doldurmaya, Türkiye halklarıyla, emekçilerle, işçilerle, kadınlarla birlikte mücadeleyi yükseltmeye çağırıyorum” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, katıldığı Medya Haber TV programında gündemi değerlendirdi. Değerlendirmelerin tamamını paylaşıyoruz.
Önderlik üzerinde tam dokuz yıldır tam bir tecrit var. Arada bir görüşme oldu ama esas olarak tam dokuz yıldır ağır bir tecrit var. Aslında bu 25 yılda da ağır tecrit uygulandı. Bir dönem Önderlikle görüşmeler dönemi vardı. Belki müzakere gibi de oluyordu ama öyle Türk devletinin müzakere yapma gibi bir yaklaşımı zaten yoktu. Bu ortaya çıktı. Biz de o sürecin içindeydik zaten.
Önderlik üzerindeki tecrit bu düzeyde uygulanıyorsa bundan tabii ki Avrupa sorumludur. Önderlik zaten daha ilk görüşmede buradan AİHM sorumlu, Avrupa Konseyi sorumlu, CPT sorumlu demişti. Onlar bu düzeni kurdular. Bu düzen, aslında Avrupa, ABD ve Türkiye arasında oluşturulmuş bir düzendi. Çünkü Önder Apo'nun Türkiye teslimini Avrupa ve ABD gerçekleştirdi. Türkiye'nin Önder Apo'yu esir alma gibi bir çabası olmadı. Eğer Avrupa Birliği’nin tutumu olmasaydı, ABD'nin yaklaşımı olmasaydı Türkiye'nin yapacağı bir şey yoktu. Önder Apo'yu aslında Avrupa Parlamentosu üyeleri, Yunanistan Parlamentosu üyeleri çağırmıştı. Önder Apo da, acaba Avrupa'da bir siyasi çözüm bulabilir miyim yaklaşımıyla Yunanistan'a, daha sonra İtalya'ya gitti. Avrupa'ya gitmek istedi, orada kalmak istedi ama Avrupa kabul etmedi. Kendi yasalarını bile uygulamadı. Önder Apo açısından Almanya'nın yargılaması söz konusuydu, dava açmadı. Halbuki dava açması lazımdı. Önder Apo'nun siyasi mültecilik isteği de kabul edilmedi. Binlerce PKK sempatizanı, taraftarı Avrupa'da siyasi mülteci hakkı aldı. Ama Önder Apo gitti; Önder Apo'ya vermediler.
AÇIKLAMALAR CPT’NİN ZORLANDIĞINI GÖSTERİYOR
ABD zaten Önder Apo'nun esir edilmesi ve Türkiye'ye teslim edilmesinde başrol oynadı. Bunlar bir nevi Türkiye'ye, böyle bir düzen olsun dediler. Yani bu düzeni onlar istedi. Böyle bir düzen kuruldu. Bu yönüyle bu düzenden doğrudan Avrupa Birliği, ABD sorumlu. Onlar da bu tecritten, 25 yıllık İmralı’da geliştirilen politikadan sorumludurlar.
CPT açıklama yaptı, zaten Ömer Öcalan da, avukatları da gitti. CPT ondan sonra zorlandı, açıklamada bulundu. Hatta bir röportaj yaptı. Bu, aslında CPT’nin zorlandığını gösteriyor. İşte “Biz açıklayamayız. Türkiye onay verirse açıklarız” ya da “İmralı’da insan haklarını çiğneme durumları varsa sorumlu AİHM’dir” şeklinde izahatlar yapması aslında zorlandıklarını gösteriyor.
AİHM’in yaklaşımı da devletlerin çıkarına göredir. İnsan hakları, hukuk, adalet konuları, siyasi çıkarlara gelindiğinde duruyor zaten. Özellikle de Kürt sorunu söz konusu olduğunda tamamen siyasi çıkarlar devreye gidiyor. Zaten bir dönem Avrupalı bir yazar, gazeteci “Avukatsız Kürtler” diye bir kitap yazmıştı. Sahipsiz Kürtler anlamında söylemişti. Bu yönüyle burada önemli olan kamuoyu baskısını arttırmaktır. Tamam, CPT’ye karşı bir hukuk mücadelesi verilebilir ama sonuç almak için Önderliği sahiplenmeye daha da yüklenmek lazım. Önderliğe Özgürlük kampanyasını daha da yükseltmemiz gerekiyor. Bunu yaparsak sonuç alırız. Yoksa sadece çağrılarla, sadece niye yapmıyorsunuz demekle olmaz. Bu bakımdan mücadelemizle, tutumumuzla, sahiplenmeyle öyle bir kamuoyu baskısı yaratmalıyız ki AİHM’i, CPT’yi zorlayalım. Çok teşhir olurlarsa kendi varlık nedenlerini sorgulatan bir noktaya gelirse, o zaman tabii ki tutumları da farklı olur. Bu yönüyle Önderliğe yönelik kampanyayı geliştirmemiz lazım.
KADINLARIN GÜÇLÜ SAHİPLENDİĞİ BİR ÖNDERLİĞİ ZİNDANDA TUTMAK ZORDUR
Gerçekten dünyada büyük bir sahiplenme var. Çok büyük bir sahiplenme var. Önderliğe sahiplenme daha da büyüyecek. Buna inanmak ve geliştirmek lazım. Zaten kadınlar Önderliği daha da sahiplenecekler. Çünkü tüm dünya kadınları şunu görüyor. Önder Apo, düşüncesiyle, felsefesiyle, teorisiyle, yaklaşımıyla kadınların gerçek tarihini ortaya koyuyor. Mücadele duruşunu ortaya koyuyor. Kadın özgürlük çizgisini ortaya koyuyor. Erkek egemenlikli sistemi tam teşhir ediyor. Bu yönüyle kadınlar Önder Apo’yu daha da sahiplenecek. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kadınların böyle güçlü sahiplendiği bir önderlik gerçeğini gerçekten zindanda tutmak zordur. Önderlik üzerindeki baskıları, zincirleri kırmak da kadınların sahiplenmesiyle mümkündür. Kuşkusuz bütün insanlık sahipleniyor ama kadınlar daha fazla sahipleniyor ve sahiplenecek. Çünkü kadınlar tarihteki duruşlarıyla egemen olmamışlar, iktidar olmamışlar. Sömürü baskının esas gücü olmadıkları için daha vicdanlı, daha adaletli, daha hakkaniyetlidirler. Bu yönüyle de Önder Apo’ya daha fazla sahiplenecekler.
ÖNDERLİĞİ SAHİPLENME TÜM İNSANLIĞIN SORUNUDUR
Bu sahiplenme bütün insanlığı saracak. O zaman kesinlikle CPT de doğru tutum koyacak. AİHM de rolünü oynayacak ya da rolünü hatırlayacak. Ve Önder Apo da böyle bir mücadeleyle özgürleşecek.
Bu bakımdan başta Kürtler olmak üzere bütün demokrasi güçlerinin, halkların Önderliği sahiplenmesi gerekiyor. Önderliği sahiplenme sadece Kürt halkının sorunu değil, demokrasi güçlerinin sorunu, tüm insanlığın sorunu. Çünkü Önder Apo düşüncelerle tüm insanlığa hizmet eden, tüm insanlığın özgürlüğü, demokratik yaşam için çalışan, bunun için de gerçekten yaşamıyla, tutumuyla bunu fazlasıyla ortaya koyan bir önderliktir. Biz bu önderliğin daha fazla sahiplenileceğine ve özgürleştirileceğine inanıyoruz.
ŞEHİTLERİMİZ ÖN AÇICIDIRLAR
Mayıs ayı Haki Karer şahsında Şehitler Ayımızdır. Öte yandan çok önemli şehadetler de Mayıs ayında yaşanmıştır. 2 Mayıs'ta Mehmet Karasungur’un, İbrahim Bilgin’in şehadetleri var. 6 Mayıs'ta Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın idam edilmeleri var. 9 Mayıs'ta dört devrimcinin İran tarafından idam edilmesi var. 11 Mayıs'ta Şehit Mizgîn'in şehadeti var. 14 Mayıs'ta Leyla Qasim ve arkadaşlarının şehadeti var. 18 Mayıs'ta Haki Karer ve İbrahim Kaypakkaya'nın şehadeti var. 17 Mayıs'ta da Dörtlerin, Ferhat Kurtay, Eşref Aynet, Mahmut Zengin ve Necmi Öner'in şehadeti var. 27 Mayıs'ta Kasım Engin arkadaşın şehadeti var. 31 Mayıs'ta Sinan Cemgil ve arkadaşlarının şehadeti var. Bir de yakın zamanda 21 Mayıs'ta, bizim yanımızda şehit düşen Doğubayazıtlı Deniz yoldaşın şehadeti var. Bütün bu arkadaşlar şahsında bütün devrimci şehitleri minnet ve saygıyla anıyorum.
Biz şehadetlerle sürekli mücadeleyi geliştirdik. Şehadetler, şehitlerimiz mücadelenin önünü açtı. Çünkü bizim mücadelemiz çok zor koşullarda yürüyor. Çok zor koşullarda yürüdüğü için ancak fedailikle, yaşamlar ortaya konularak mücadele geliştiriliyor. Mücadelenin önündeki engeller aşılıyor. Bu yönüyle şehitlerin özgürlük mücadelesinde çok önemli yeri var. Ön açıcıdırlar. Herhangi bir savaşta yaşamını yitirenler değildir onlar. Çok sert, soykırımcı bir sömürgeciliğe karşı, Ortadoğu gibi bir alanda Kürt halkının özgürlük mücadelesini yaşamlarını ortaya koyarak geliştirdiler. Engelleri aştırdılar. Bu bakımdan Kürt halkının özgürlük mücadelesinde şehitlik geçtiğini doğru anlamak, değer vermek lazım.
PKK ŞEHİTLERLE AYAKTA KALIYOR
Şehitlerdeki o ideolojik, siyasi, ahlaki, vicdani yönleri, özgürlük tutkusunu çok iyi hatırlamamız lazım. Şehitler ayını biraz da böyle hatırlarsak şehitlere gerçekten anlam verebiliriz. Zaten şehitleri anlarsak büyük mücadele veririz. Bizim şehitlerimizi anlayan yoldaşlar, örgütsel yapımız, bir bütün olarak örgütümüz, bir bütün olarak halkımız büyük mücadele verir, her türlü engelleri aşarlar.
Dünyada görülmemiş bir şeydir bizim mücadelemiz. Başka ülkelerde de tabii fedai mücadeleler görülmüştür ama bizde mücadele sürekli böyle ayakta kalıyor. Öyle normal bir mücadele vermiyoruz. Tamamen fedailiğe dayanan bir mücadele veriyoruz. Bu fedailik de çok bilinçli. Bu yönüyle de yapılan fedakarlıklar her zaman gelişme yaratıyor. Mücadelemizin önünü açıyor. Bu yönüyle Önderlik “PKK şehitler partisidir” diyor. Çünkü PKK şehitlerle ayakta kalıyor. Şehitlerimiz olmasa, şehitlerin mücadelesi olmasa mücadelemiz gelişemezdi. Bu vesileyle tüm Mayıs şehitleri şahsında, bütün şehitlerimizi minnet ve saygıyla anıyorum.
1 MAYIS’IN TEMELİNDE İŞÇİ ÖNDERLERİNİN İDAMLARI VAR
1 Mayıs gerçekten önemli bir gündür. Herhalde bugün dünyada bütün halkların, bütün insanların kutladığı tek gündür. İnsanlığın ortak mücadele günü, ortak bayramı, ortak değerlerini taşıyan bir gün. 1 Mayıs'ın değerlendirmesini yaparken, onun içinde var olan değerlerin insanlık açısından, gelecek açısından ne ifade ettiğini çok iyi görmemiz lazım. Çünkü bütün insanlık sahipleniyor.
1 Mayıs 1899'da İkinci Enternasyonal’de bayram olarak, mücadele günü olarak kabul ediliyor. O günden beri tüm dünyada kutlanıyor. Ama başlangıcında mücadele var. 1886'da başlayan bir işçi direnişi var, 8 saat çalışma için. Sonra 1877'de olaylar büyüyor. Bu direnişler süreci sonrası 4 işçi önderi idam ediliyor. 1 Mayıs'ın temelinde böyle 4 işçi önderinin idamı var.
O günden sonra zaten işçiler 8 saatlik mesaiye kavuşuyor. Ve sömürüye, baskıya karşı mücadelenin olduğu bir gün haline geliyor. 1899'da da zaten kutlanıyor. O günden bugüne, -buna Türkiye'de dahil-, dünyada 1 Mayıs'ta büyük mücadeleler oldu, büyük bedeller ödendi. Her 1 Mayıs'ta emekçilerin kapitalist moderniteden, sömürüden, baskıdan kurtulma duyguları yükseldi. Her 1 Mayıs özgürlük, bağımsızlık tutkusunu, sömürüye karşı mücadele tutkusunu, hak, adalet, eşlik tutkusunu tutuşturan, yükselten ve böylelikle de bütün işçilerin, emekçilerin mücadelesi yanında baskıya, zulme karşı mücadele eden bütün toplumların mücadele günahına geldi. 1 Mayıs böyle bir gün.
Türkiye'de de zaten 1 Mayıslar ilk günden bugüne kadar bir mücadele ruhuyla kutlanmıştır. Türk devleti bir zamanlar Bahar Bayramı diye adlandırıyordu ama bunu kabul ettiremedi tabii. Sonunda 1 Mayıs işçilerin, emekçilerin günü oldu.
1 MAYISLAR HEP MÜCADELE GÜNÜ OLAGELDİ
Ben de Türkiye'deki 1 Mayıs 77'de 34 işçinin, emekçinin katledildiği olayların tam göbeğindeydim. Taksim heykelinin tam dibindeydik o saldırılar olduğunda. Zaten tam göbeğinde olduğumuz için orada yaralıları, ölüleri taksiye, küçük kamyonetlere koyarak hastanelere göndermiştik.
Bundan sonra yasaklandı ama buna rağmen 12 Eylül’den sonra da çeşitli biçimlerde 1 Mayıs günlerinde direniş oldu. Yine katledilenler oldu. Bu yönüyle Türkiye'de 1 Mayıslar hep böyle bir mücadele günü olarak geçti.
1 Mayısları aynı zamanda bir sosyalizm bayramı veyahut da sosyalizm günü olarak görmek gerekiyor. Kapitalizm bireyciliğine, sömürüsüne karşı sosyalizm mücadelesi, sosyalizmi gerçekleştirme mücadelesi, sosyalizm ütopyanın dillendirildiği bir gündür. 1 Mayıs'ı böyle de anlamak lazım. 125 yıldır verilen mücadeleyle gerçekten 1 Mayıs böyle bir gün haline gelmiştir. Tabii bugün de 1 Mayıslarda sosyalizmin anlayışını toplumda yaymak, derinleştirmek, bunun bilincini, bunun programını, bunun mücadelesini daha da geliştiren bir yaklaşım ile ele almak lazım.
1 MAYIS KÜRT HALKININ ORTAK MÜCADELESİNİN GELİŞTİRİLDİĞİ GÜNDÜR
1 Mayısları kapitalizme karşı demokratik sosyalizm mücadelesinin nasıl verileceği, sosyalizm nasıl gerçekleştirileceği bir gün; onun tartışıldığı, onun özleminin, onun iddiasının, onun programının, onun ideolojik-teorik çizgisinin doğru biçimde ortaya konulduğu gün olarak da görmek lazım. Bu yönüyle de 1 Mayısları sadece bir dayanışma, bir meydana gidip slogan atma değil de bir de böyle bilinci tazeleme, eksikleri giderip doğru mücadele anlayışını geliştirme olarak anlamak gerekiyor.
Biz 1 Mayıs'ı böyle anlıyoruz. Tabii bu 1 Mayıs'ı bizim açımızdan da Türkiye halklarıyla Kürt halkının ortak mücadelesinin geliştirdiği bir gün olarak da görüyoruz. Gerçekten de Türkiye'deki devrimciler, demokratlar, sosyalistler hep böyle bunun özlemi içinde oldular. Kürt halkıyla Türk halklarının ortak mücadelesini geliştirme anlayışı içinde oldular. Bu 1 Mayıs da önemli.
Türkiye'de demokrasi güçleri, emekçiler 12 Eylül faşizmiyle ezilmişti, susturulmuştu. Aslında AKP'de 12 Eylül'ün yaptıklarını tamamlamak için iktidara getirilmişti. Öyle demek lazım. Aslında 12 Eylül bu Fethullahçıları, bu siyasal İslamcıların önünü açtı. Şunun için yaptılar; siyasal İslamcılarla devleti buluşturacaklar, onlarla birlikte hem Kürt Özgürlük Hareketini, Kürt halkının mücadelesini bastırma, Kürtleri yalnızlaştırma hem de solu ezme yaklaşımıyla önünü açıldı. Tabii bizim mücadelemizle 12 Eylül belli bir sekteye uğradı. Erdoğan'la aslında onu tamamlamak istiyor. Erdoğan'ı biraz böyle görmek lazım.
Önder Apo, bunları 12 Eylül'ün liberal koşullara uydurulmuş çizgisi olarak değerlendirdi. Önder Apo'nun değerlendirmesi böyledir savunmalarında. Gerçekte zaten pratikte ortaya çıkıyor.
1 MAYIS’TA MÜCADELE DAHA YÜKSELTİLMELİ
Newroz ve 8 Mart oldu, seçimlerde halkın önemli duruşu oldu. Bu 1 Mayıs'ta mücadeleyi daha da yükseltmek gerekiyor. Artık 12 Eylül'ün o günden bugüne yarattığı baskı ortamını, baskının, sömürünün yoğunlaştırıldığı ortamı kırarak Türkiye'yi özgürlük ve demokrasi mücadelesinin geliştiği yeni bir süreç olarak ele almak gerekiyor.
Bu 1 Mayıs’ı, bir nevi 12 Eylül'ün tümüyle bir tarafa bırakıldığı, başarısız kılındığı, bu temelde de Kürt halkının, Türkiye halkının, emekçilerin, kadınların özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükselttiği bir dönem başlangıcı olarak ele almak gerekiyor. Bu temelde ben bütün Kürt halkını 1 Mayıs meydanlarını doldurmaya, Türkiye halklarıyla, emekçilerle, işçilerle, kadınlarla birlikte mücadeleyi yükseltmeye çağırıyorum.
TOPLUM DEĞERLERİNİN YERLE BİR EDİLMESİNE İSYAN ETTİ
Bence 31 Mart yerel seçimlerinin gerçekten çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Özellikle Kürt halkı tarafından, demokrasi güçleri tarafından çok doğru ele alınması gerekiyor. 31 Mart'ta gerçekten bu seçimlerle, 12 Eylül'ün liberalleştirilmiş biçiminin onun iktidara getirilmesiydi. Yeni bir Türkiye yaratılacaktı. Aslında 12 Eylül'ün amaçladığı Türkiye'yi Erdoğan yaratacaktı. Böyle değerlendirmek gerekiyor. Ama işte 22 yıl oldu. Fakat bu başarılamadı. Tabii bunu başarmak için özellikle son 9 yılda AKP ile MHP'nin ortaklığı, gerçekten Türk halklarının üzerine bir kabus gibi çöktü. Dünyada görülmemiş bir baskı düzeni kuruldu. Hem Kürt halkı hem de Türk halkları üzerinde baskı kuruldu.
AKP, MHP hikayeleri nasıl bir Türkiye yarattı? Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir politikayla Türkiye toplumunda öyle bir kutuplaşma yarattılar ki, faşist ülkeler bile bu kadar kutuplaşma yapmamıştır. Artık komşu komşuya düşman gözüyle baktı. Bir özel savaş tümüyle uygulandı, tüm topluma uygulandı.
Kısa süreli olsaydı belki toplum kaldırabilirdi. Uzun süreli öyle bir özel savaş uygulandı ki, toplum buna büyük bir tepki gösterdi. Aslında şunu söyleyebiliriz, AKP iktidarının 31 Mart'ta bu kadar gerilemesinin nedeni, toplumdaki o değerlerin isyanı aslında.
Hak, adalet, hukuk, vicdan, eşitlik; bu tür değerler toplumda var. Toplum bir nevi isyan etti. Çünkü bu değerlerin hepsi yerle bir edildi. Evet, baskı uygulandı, sömürü uygulandı. Bütün toplumun değerlerine yönelik bir saldırıydı.
Bu yönüyle tabii ki AKP-MHP faşist iktidarı kaybetti. Bu yönüyle bu kaybediş gerçekten Türkiye'de yeni bir dönem başlattı. Aslında şunu söyleyebilirim; 2023 Mayıs'taki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde de aslında benzer sonuçlar ortaya çıkardı. Orada da hileler yaptılar, oyunlar oynadılar. O günden bugüne de tabii ekonomik ve başka nedenlerle seçimden başarılı çıkmanın rahatlığıyla toplumdaki rahatsızlıkları giderecek bir şey yapmadılar.
SEÇİMLERDEKİ BAŞARIYI BİR BAŞLANGIÇ OLARAK GÖRMEK LAZIM
Biz kazandık, bize onay verildi diye de o baskıyı sürdürdüler. Aslında o zaman da seçimleri kaybetmişlerdi. Bunu böyle görmek lazım. Yoksa 10 ayda bu kadar değişme olmaz. Değişim öncesinde de var yani. Şunu söylemek istiyorum; hile yapıldı. Bu seçimlerde gerçekten Türkiye halkı önemli bir nefes aldı. Rahatladı yani. Bir de şu boyutu önemli. Neredeyse artık, AKP yenilgi uğratılamaz fikri oturtulmuştu. Özel savaşla tümden toplumu bağlamış kendine. Bu yaklaşımı kırıldı.
Abraham Lincoln'ın bir sözü var. Gerçekten güzel bir söz. İşte, bir kişiyi her zaman kandırabilirsiniz, bir grubu zaman zaman kandırabilirsiniz -Ben mealen söylüyorum- ama bir toplumu, bir halkı sürekli kandıramazsınız. Çünkü toplum, bir tarihsel olgudur.
Birey şuradan buradan etkilenir ama toplumun bütünlüğü açısından, onun hak, adalet, eşitlik duyguları açısından toplum bir noktada tepkisini ortaya koyan değerlere sahiptir. Bunu seçimde gördük. Bu bakımdan tabii ki bir seçim kazanılmıştır.
Ama bu seçimlerde her şeyin değişeceğini sanmamak gerekiyor. Bahçeli açık söyledi, “biz bu ülkeyi sandıkla kurmadık” dedi. Erdoğan da aynı kafada. Erdoğan iktidarını bırakacak bir noktada, zihniyette değil. Öyle demokrat falan değiller.
Bu bakımdan bu seçimleri bir başarı, bir başlangıç olarak görmek lazım. Ama bununla da her şeyin seçimde düzeldiğini, her şeyin düzeleceğini sanmak da yanılmak olur.
DEMOKRATİKLEŞME OLMADAN KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEZ
Bu seçimde toplumun demokrasi eğilimi ortaya çıktı. Aslında toplumdaki bütün demokratik eğilimler birleşti yani. Bu bir nevi demokratik cephenin başarısı. Öyle görmek lazım. Çok farklı kesimlerden demokrasi isteyen kesimlerin ortak tutumu oldu. Kürtlerin de tutumu böyle oldu.
Kürtler zaten kayyumlara karşıydı. Zaten orada yerel yönetimi almak istiyorlar kendi topraklarında. Kurdistan'da kendi şehirlerini kendileri yönetmek istiyorlar yerelde.
Ama Kürtler açısından temel bir sorun var. Kürtlerin temel sorunu Kürt sorununun çözümüdür. Kürt sorununun demokratik çözümüdür. Bu açıdan Kürtler, 40-50 yıllık mücadeleyle büyük bir demokrasi mücadelesi veriyorlar.
Kürtler hem Kürt halkının özgürleşme mücadelesini veriyorlar ama diğer taraftan da Türkiye'nin demokratikleşmesinin mücadelesini veriyorlar. Çünkü Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülemez.
Bu bakımdan Kürtler bu seçimde niye bu tutumu gösterdi, niye bütün demokrasi isteyenlerle birlikte hareket etti denilirse, bunun cevabı bellidir. Çünkü Kürt sorunu ancak Türkiye'nin demokratikleşmesiyle çözülebilir. Bu bakımdan Kürtler tutumlarını demokratikleşme gelişir mi gelişmez mi yaklaşımı üzerinden koyarlar. Seçim şunun bunun seçilmesi ya da partinin kazanması değil. Demokratikleşme gelişecek mi? Türkiye toplumunda demokratikleşme eğilimi yükselecek mi? Asıl sorun budur. Kürtlerin tutumu buna göre olur.
Daha önce de belirttik, birileri Kürt sorununu çözebilir diye bir şey yok. Bu Türkiye'nin gerçeğini anlamamaktır. Türk devletinin Kürt politikasını anlamamaktır. Türkiye'de bir kırılma yaşanacak mı ya da Türkiye demokratikleşecek mi? Bu soruların cevapları sorunu çözecek. Esas olarak Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorunun çözüleceğini sanmak ya da demokratik olmayan birisi gelir çözer demek, düşmanı anlamamak, Kürtleri soykırıma uğratmak isteyenleri anlamamak, Kürt gerçeğini, Kürt sorunu, Kürtler üzerindeki soykırımcı egemenliği anlamamaktır. Kürt’ü tümden yok etmek, soykırıma uğratmak istiyorlar. Temel politika bu. Bu politika ancak demokratik zihniyetle değişebilir. Demokratik zihniyete kavuşursa farklı haklarla yaşama durumu ortaya çıkabilir. Bu açıdan Kürtler niye o tercihini böyle yaptı dendiği zaman cevabı açıktır. Ancak Türkiye demokratikleşirse, Türkiye'de demokratikleşme gelişirse, tutum oyları demokratikleşmeye hizmet ediyorsa, demokratikleşme mücadelesine hizmet ediyorsa Kürtlerin tutumu bu yöndedir. Çünkü Kürtler için birinin seçilip seçilmemesi değil Türkiye'nin demokratikleşmesi doğrultusunda bir gelişme oluyor mu olmuyor mu şeklindedir tutumu.
İTTİFAKLAR OLMADAN DEMOKRASİ MÜCADELESİ GELİŞMEZ
Diğer yandan ne yapılması gerekiyor? Seçimler oldu, CHP geldi ya da şu geldi. Ondan çok beklentili olamaz. Tabii ki halkın talepleri olur. Çünkü CHP tüm demokrasi güçlerinin ortak tutumunun sonucu birinci parti oldu. O beklentiler olabilir, talepler olabilir halkın, toplumun. Ama şunu görmek lazım. Demokratikleşme mücadelesini geliştirmek gerekiyor. Ortamın zeminini böyle el almak, böyle değerlendirmek gerekiyor. Böyle olursa doğru değerlendirilmiş olur. Ortaya çıkan sonucu böyle değerlendirirsek Türkiye'nin demokratikleşmesinde gelişme sağlarız. Böyle değerlendirirsek Kürt sorununun çözümünde gelişme sağlatırız.
Tabii ki siyasi partileri de baskı altına almak lazım. Toplumun demokratikleşme taleplerini onlara yansıtmak lazım. Zaten örgütlü toplumun bir amacı da kendisini siyaset üzerinde etki sağlamak, siyaseti yönlendirmek, siyasete yön vermek. Tabii ki toplum bunu ister. Ama esas olarak Türkiye'nin gerçekliği söz konusu olduğunda Türkiye'nin demokratikleşmesi için mücadele etmek lazım. Bunun ittifaklarını kurmak lazım. Bunun mücadele yolu ve yöntemlerini geliştirmek lazım. İttifakları olmadan demokrasi mücadelesi geliştirilemez. Kürtler sadece ben Kurdistan'da kendi belediyelerimi seçeceğim diyerek de Türkiye'de demokratikleşme gelişmez. Bu bakımdan bu ortamı Türkiye'nin demokratikleşmesi için değerlendirmek gerekiyor.
WAN DİRENİŞİ DERSLERLE DOLU
Toplumun örgütlü gücü, ittifakları, mücadelesi çok şey değiştirir. Wan çok önemli derslerle dolu. Wan'da niye Abdullah Zeydan'a mazbatayı verdiler? Büyük mücadeleyle verdiler. Wan’da halk ayağa kalktı. Demokratik güçler destekledi. Bütün sosyalist güçler destekledi. Sistem içi muhalefet de Wan halkının tutumunu destekledi. İktidarın politikasını kabul etmedi. O mazbataya el koymayı kabul etmedi. Bu tabii büyük bir güç, enerji ortaya çıkardı.
Şunu bilmek gerekiyor. Eğer bu direniş olmasaydı sadece Wan değil giderek Kurdistan'da diğer belediyelerde de kayyum atanırdı. Her birine şu nedenle bu nedenle belediyeye el çektireceklerdi. Şimdi o gün mazbatanın Abdullah Zeydan'a verilmesini YSK'nın açıkladığı gün, eğer vermeseydi Amed, Elîh, Şirnex, Qers, Colemêrg, ve bütün Kürt illeri ayağa kalkacaktı. Bütün Kurdistan Wan gibi olacaktı.
MİT rapor verdi; “Eğer mazbata verilmezse birkaç saat sonra, iftardan sonra Amed başta olmak üzere bütün Kürt şehirleri ayağa kalkacak diye bir rapor verdiler. MİT merkezi Erdoğan'a bu raporu verdi. Tabii hükümet de böyle bir durumla karşılaşmamak için Erdoğan, hemen YSK Başkanı’na dedi mazbatayı Abdullah Zeydan'a verin. Zaten Erdoğan da açıklama yaptı; “bazı terör örgütleri kışkırtacaktı, önünü aldık” dedi. Yani mücadeleyle oldu.
Wan'ın mücadelesi, Şirnex’in tutumu, diğer şehirlerin tutumu etkili oldu. Aslında seçim öncesi karar almışlardı. Aynı 2019'daki gibi kayyum atayacaklardı, karar almışlardı. Ama seçimde zayıf düştüler. Muhalefet güçlendi, CHP birinci parti oldu. Daha doğrusu Türkiye toplumunun AKP, MHP'ye tepkisi oldu. Demokratikleşme eğilimi ortaya koydu. Onları zayıf düşürdü. Bu süreçte de Wan halkı ayağa kalkınca, bu Kurdistan’ı da etkileyince geri adım attılar. Bu mücadele ve ittifakların gelişmesiyle oldu.
Aslında Wan Direnişi bir doğal ittifak yarattı. Bunun görülmesi lazım. Bu çok değerli. Şimdi yapılması gereken demokrasi ittifakının geliştirilmesidir. Emek ve Özgürlük İttifakı vardı; bunu daha da genişletmek lazım.
İTTİFAKLARI GENİŞLETİP DAHA GENİŞ KESİMLERİ İÇİNE ALALIM
Şunu vurgulamak istiyorum. İttifak politikasına karşı çıkanlar, ittifaklar şöyle, ittifaklar böyle diyenler, Kürt halkının özgürlük mücadelesini zayıflatmak isteyenlerdir. Bilinçli ya da bilinçsiz. Bazıları da bilinçsiz söylüyor. İttifakların değerini bilelim ve geliştirelim. Eksikler, yanlışlıklar olabilir. İttifak içinde de çıkar, bizde de çıkabilir. Ama ittifakları geliştirelim. Daha da geniş kesimleri içine alalım.
Bu bakımdan ittifaksız sadece kendimizi örgütleyeceğiz diyerek bu olmaz. Kendimizi örgütleyerek güçlü ittifaklar yapacağız. Zaten kendimizi örgütlemezsek güçlü ittifak da yapamayız. Ama kendimizi sadece örgütlemekle de olmaz. Örgütümüzü ittifaklarla Türkiye'de geliştirmek lazım, genişletmek lazım. Buna önem vermek lazım. Bu konuda dar, yetersiz yaklaşımlar var; bunları aşmamız lazım.
Eğer Türkiye'yi demokratikleştireceksek, Kürt sorununu demokratikleşme temelinde çözeceksek, o zaman bu ittifak mücadelesine önem vermek lazım, geliştirmek lazım. İttifak politikaları çok geniş kesimlerle olur. Her konuda zaten anlaşamazsın. Her konuda anlaşacağız ittifak olacağız diye bir şey yok. Dünyanın her tarafında demokrasi ittifaklarla gelişmiştir, ittifak mücadelesi olmuştur.
Gericiliğe, faşizme, otoriter rejime karşı mücadele, ittifaklarla oluyor. Bu yönüyle bundan sonra ne yapılmalı? Örgütlüğümüzü geliştirmemiz lazım. Türkiye'de, Bakur'da örgütlüğü geliştirmek lazım. Gençliği, kadını örgütlemek lazım. Ama bunu yaparken hem Kurdistan'da hem Türkiye'de ittifakları geliştirmek lazım. Kurdistan'da da farklı kesimler var, ittifak yapmak lazım. Ama Kurdistan'daki ittifaklarımız da Türkiye'deki ittifakları önemli görmeli. Türkiye'deki ittifakları önemli görmeyen ilişkiler yanlıştır. Kurdistan'daki bütün diğer siyasi partiler Türkiye'deki demokratik güçlerle ittifakı önemli görmeli. Böyle olursa bence bu seçimleri doğru değerlendirmiş olur. Bu ortam doğru değerlendirmiş olur. Eğer ittifak mücadelesi olmazsa AKP, MHP iktidarı bu baskılara, politikalara devam eder.
AKP-MHP BASKILARLA KÜRTLERE GÖZDAĞI VERMEYE ÇALIŞIYOR
Türkiye'de hükümetler, eğer demokratik zihniyete sahip değilse, Kürt sorunu konusunda demokratik çözümü, yaklaşımı ortaya koyamazsa bu durumda Kürt halkının mücadelesine saldıracaktır. Çünkü Kürt devlet gerçeği, siyasi gerçeği Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırma üzerine kurulmuş. Anayasası da öyle, yasalar da öyle.
Mücadelenin olmadığı dönemde farklı olur, ama mücadele varsa ki şimdi var, o zaman tabii ki saldıracaklar. Biz zaten seçimden önce söyledik, seçimin sonucu ne olursa olsun saldırırlar dedik. Öyle seçimden sonra yumuşamacı olacak yaklaşımları var deniliyordu, yanlış. Yumuşama demokratik zihniyetle olur. Kürt halkına karşı yürütülen savaş bırakılacak mı? Kürt halkının demokratik örgütlenmesi, demokratik mücadelesi kabul edilecek mi? Şu anda öyle bir şey yok. Zaten daha geçen gün Adalet Bakanı dedi, şöyle yaparsanız var olursunuz. Yani Kürtlükten vazgeçeceksiniz diyor. DEM Parti’yi eleştiriyor. Niye? Çünkü Kürtlüğüne sahip çıkıyor. Kürt sorunu çözülsün diyor. Kürtlüğüne sahip çıkıyor.
Belediyelere kayyumlar atandı; ilk önce ne yaptılar? İlk önce Kürtçe kurumları, kadın kurumlarını kapattılar. Bu yönüyle zaten baskılar devam edecek. Gerekçe nedir? Bölücülüktür. Hep “vatan-millet-Sakarya”dır. Şimdi bayrak gündemleşti. Böyle bir gündem yok. 30 yıl önce Önderlik, bayrak konusunda tutumunu ortaya koydu. Bizim bayrakla mayrakla bir sorunumuz yok, dedi. Bu yönüyle sorun, bayrak sorunu değil ama Türkiye'de şovenizm kışkırtılıyor. “Vatan-millet-Sakarya. Bayrağımıza şöyle yapıldı” diyerek baskıyı arttırmak istiyorlar.
Şimdi bu baskıların yoğunlaştığı bir ortamda anayasa tartışması yapıyor. Öyle bir ortam var mı? Sen binlerce siyasetçiyi içeri atmışsın, yargıyı, mahkemeleri bir sopa olarak kullanıyorsun, baskının her türlüsünü yapıyorsun. Her gün tutuklamalar var. 7 yıldır keyfi tutukluyor. Sen 80 yaşındaki kadını niye cezaevine atıyorsun? Hasta tutsakları zindanda öldürüyor. İbreti alem için yapıyor bunu. “Bak öldürürüz” diye Kürtlere mesaj veriyor. Biz 80 yaşındaki kadını da böyle yaparız. Mücadele ederseniz cevabımız böyle olur, diyor. Böyle bir baskı ortamında anayasa tartışması yapılacak.
Anayasa niçin yapılır? Niçin isteniyor? Daha demokratik olsun diye isteniyor. 12 Eylül Anayasasının kaldırılmasını esas olarak solcular gündeme getirdi, demokratlar gündeme getirdi. Bu yönüyle yeni anayasa gündemini 40 yıldan fazladır demokratlar-solcular gündeme getiriyor. 82 Anayasasından bugüne bunu gündeme getiren Kürtlerdir. Neden? Demokratik bir anayasa olsun diye gündeme getiriyorlar. Erdoğan'ın anayasa değişsin, Bahçeli anayasa değişsin diyor. Onların dediği anayasa 12 Eylül'den daha kötü bir anayasa. Zaten anayasa uygulamıyor. İlk önce anayasayı uygulayın. Sen anayasayı uygulamıyorsun, nasıl yeni anayasa istiyorsun?
Bu yönüyle tabii ki Kürtler yeni anayasa istiyor. Bunu en fazla isteyen Kürtlerdir. Zaten bu anayasaların özelliği, Kürt soykırımını tamamlamaktır. Hatta anayasanın özü budur. Türkiye'nin tek maddelik anayasası vardır. Diğer maddelerin hepsi ona bağlıdır. O da nedir? Kürt'ü soykırıma uğratma anayasası. Onun için Kürtler tabii ki değişmesini ister ama öyle bir zihniyet ve zemin yok. Onun oluşması lazım. O demokratik ortamın oluşması lazım, herkesin düşüncelerini ortaya koyması lazım. Kürtler 3-4 kelime söylüyor, üzerine gidiliyor. Kürtçe konuşuyorlar, “bilinmeyen dil” deniyor. Kürtçe bilinmeyen dilden çıkmadan nasıl anayasa olacak? Kürtler haklarını, taleplerini demokratik temelde ortaya koymadan nasıl anayasa olacak? Bu bakımdan ilk önce tabii ki demokratik ortamın oluşması lazım.
Yoksa boş tartışmalardır. Bu yönüyle yapım sürecini de bir demokratikleşme mücadelesi olarak görmek lazım. Demokratikleşme mücadelesiyle Kürtlerin istediği bir anayasa olur.
KÖTÜ İNSANDAN İYİ SİYASETÇİ ÇIKMAZ
Özgür Özel'in Erdoğan için söylediği bir söz vardı. Ne dedi? Dedi, iyi bir siyasetçi ama kötü bir insan. Kötü insan olduğu açık yani. Kötülükle rejimi kurdu. Öncesini bırak, son 9-10 yılda yapmadığı kötülük mü kaldı? Bütün Türkiye toplumuna da her türlü kötülüğü yaptı. Özgür Özel, iyi siyasetçi dedi. İyi bir siyasetçi değil. Erdoğan bir siyasetçi değil, Erdoğan bir özel savaşçı, bir psikoloji savaşçı. Erdoğan'ı böyle görmek gerekiyor. Kötü insandan iyi siyasetçi çıkmaz.
Erdoğan için şunu söyleyebilirim. Erdoğan dindar bir adam da değil. Erdoğan'ın dini imanı yoktur çünkü vicdanı yok.
Dinlerin esas şeyi vicdandır. İlk önce vicdan olarak tarih sahnesine çıkmışlar. Vicdanlara seslenmişler, adalete seslenmişler. Erdoğan ise vicdansızdır, adaletsizdir. Bu nedenle dini imanı yoktur. Erdoğan dinsizdir. Dinlerin en temel özelliği hak, adalet, hukuk, vicdandır. Zaten bu değerleri olduğu için milyarlarca insan bu dinleri benimsemiş. Hala bu dinleri taşıyor. Erdoğan da var mı? Bu dinlerdeki vicdan özelliği var mı? Adalet özelliği var mı?
Bu yönüyle zaten Özgür Özel demişti; kötü bir insandır. İyi bir siyasetçi değildir, özel savaşçıdır. Onu bir özel savaş aracı olarak kullanacak. Özel savaşın amacı da bir; kendi iktidarını tutmadır. Bir de demokratları nasıl bastırırım, Kürt halkının özgürlük mücadelesini nasıl bastırırım; gece gündüz düşündüğü bu. Erdoğan'ın gece gündüz düşündüğü kötülüktür. 9 yıldır bunu gördük.
Erdoğan-Özel görüşmesinden ne sonuç çıkar bilemiyoruz. Mutlaka Kürt sorununu ortaya koyacak. “Türkiye'yi bölüyorlar. Türkiye düşmanıdır, şöyledir, böyledir. Bölücülüğe karşı ortak tutum koyalım, ortak mücadele edelim” diyecek. Bu zaten bir tuzaktır. Bu demokrasi düşmanlığıdır. Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı ortaklaşmak demokrasi düşmanlığıdır. Erdoğan, Özgür Özel’i demokrasi düşmanlığı içine çekecek. Ne sonuç çıkar, artık göreceğiz.
Zaten Türkiye halkları AKP-MHP'nin politikalarını reddetti, oy vermedi. Ona tutum aldı. Halkın tutumu ortada. AKP-MHP tutumu ortada. Bu halk, artık gerçekten demokratikleşme istiyor. Mevcut AKP politikalarının artık bırakılmasını istiyor, bıkmış. Tabii ki muhaliflerden de, birinci parti olandan da o politikanın devam etmesini değil de, o politikaya karşı tutum, farklı bir politika, Türkiye halkının demokratikleşme özlemini karşılayacak bir politika bekler.
EN GÜVENİLMAZ İKTİDAR AKP-MHP, EN GÜVENİLMEZ POLİTİKACI ERDOĞAN
AKP-MHP iktidarının ve Erdoğan’ın Irak’ta ve Başûrê Kurdistan’daki görüşmelerini takip ediyoruz. Sınırlı bilgiler de alıyoruz. Irak bazı konularda belli bir uzlaşma, esneme tutumu ortaya koymuş. Ama Türkiye'nin tüm dediklerini kabul etmemiş. Bunu bilmek gerekiyor. Yani o yönüyle Türkiye televizyonundan da söylendiği gibi başarı, çok önemli sonuçlar almışlar gibi bir şey yok.
Şu anda dünyada en güvenilmez politikacı Erdoğan, en güvenilmez iktidar da AKP-MHP iktidarıdır. Kim nasıl güvenecek? Suriye'yle ilişkileri vardı; ne yaptığı ortada. Suriye'de nasıl politika izledi? Suriye'nin bu noktaya gelmesinde asıl en büyük sorun o. Türkiye çeteleri saldırttı. Mısır'la ilişkileri ortada. Mısır'a karşı nasıl tutum takındı? Libya'da yaptıkları ortada.
En temel müttefikleriyle ilişkileri ortada. Bu yönüyle çok güvenilmez bir siyasetçi Erdoğan. AKP-MHP iktidarı gibi bir iktidarı bu girişimlerden çok büyük sonuç alacağı, çok stratejik, uzun vadeli sonuçlar alacağını söylemek doğru değil. Kimse güvenmiyor. Irak da güvenmiyor.
AKP-MHP rejimi, kalkınma yoluyla aslında yayılma politikasını meşrulaştırmak istiyor. Türkiye biraz fırsat buldu mu, zayıf buldu mu gidip işgal eder. El koyar ve çıkmaz. Bunu Iraklılar biliyor. Araplar bunu çok iyi öğrendi. Herkes öğrendi Erdoğan’ın siyasetini. Rusya kullanıyor ama Rusya da biliyor AKP-MHP iktidarının ne olduğunu. Bu açıdan biz çok fazla sonuç aldığını düşünmüyoruz. Ama bazı uzlaşmalar yapmışlar, teröre karşı ortak mücadele, bazı ekonomik konularda anlaşma gibi. Fakat pratik nasıl olacak? Pratikte de Irak öyle her dediğini yapacak bir durumda değil.
Irak Başbakanı Sudani hükümetinde Türkiye ile ilişki kurma eğilimi olsa da, diğer siyasi partilerin hepsi Türkiye'ye karşı. Çoğunluk karşı. Ben Sudani’nin Türkiye'ye güvendiğine inanmıyorum. Bu yönde de fazla sonuç aldıklarını söylememek lazım ama dikkatli tedbirli olmak lazım. Irak böyle bir şey yaparsa zaten ilk önce kendisi kaybedecek. Türk devleti ile kurulan bu ilişkinin kendisine pahalı olduğunu görecek. Ama çok ciddi bir sonuç alacağını, yani bu belirtilen bize karşı mücadele, ekonomik anlaşmaların çok sonuç verileceğini sanmıyoruz.
KDP SALDIRIRSA CEVABINI ALIR
Tabii Türk devleti saldırıyor, saldırmaya devam ediyor. Daha da saldıracak. Medya Savunma Alanlarına saldırıyor. Xakurkê’ye saldırıyor hatta ilerde Garê’ye bir saldırma ihtimalleri var. Belli saldırılar sürecek ama buna karşı direniş de sürecek. Bunu bilelim.
Öyle Erdoğan ben gireceğim deyip gireceğini sanmamalı. Öyle kolay değil. Konuşmak gibi kolay değil. Söz konusu savaş olunca bir de fedailer karşılarında olunca amaçlarına ulaşmaları kolay değil.
KDP'yi kullanıyorlar. KDP bazı yerlerde ilerlemek istemiş. Buna karşı konur. KDP bunu yapamaz. KDP bunu bilsin. Böyle yaparsa ilerleme yaparsa KDP bizi açıktan kendisiyle savaşın içine çekiyor. Gerilla sabrediyor. Gerilla dikkatli davranıyor ama öyle KDP bir yere girerse kesinlikle cevabını alır. Bunu bilmeli. Bir sınır noktası vardır. KDP bunu zorluyor. Zorlarsa tabii ki cevap da alır. Nitekim gerilla cevabı vermiştir, verir de. Biz yaparız ederiz, gerilla da hiç sesini çıkarmaz dememeli yani. Cevabını alır. O zaman sonuçlarına da katlanır.
ÖZGÜR BASINA YAPILAN SALDIRILAR AÇIK FAŞİST BİR SALDIRIDIR
AKP-MHP faşizminin Kürt halkının soykırımını gerçekleştirmek için saldırılar ağırlaşırken Avrupa'da Kürtlere yönelik saldırılar arttı. Televizyonlara yapılan saldırıları çok değerlendirmeye gerek yok. Açık faşist bir saldırı. Bunu faşistler yapar. Bu, sanki NATO içindeki bir kesimin yaptığı bir iş. Brüksel, NATO'nun merkezi. Fransa böyle mi istemiş? Adalet Bakanı bunun hesabını vermeli. Eski Adalet Bakanı da bunu söyledi. Bu kadar çıkarcı hareket etmek, insanlıktan çıkmaktır. Bu yönüyle teşhir oldular. Sonuç almaları mümkün değil. Basın devam eder.
Zaten açıklamalarını yaptılar. Bu baskın, baskının yöntemi, biçimi karşısında bütün Avrupa düşünmelidir. Ne yaptıklarını görmelidirler. Bu açıktan açığa Türk Devleti'nin Kürt soykırımına ortak olmaktır. O sadece bir basını, televizyonu basmak değildir. Kürt soykırımına ortak olmaktır. Türk Devleti'nin soykırım politikasını desteklemektir. Bu duruma düşmüşlerdir. Bu duruma düşen bir yönetim ve arkasındakiler ayakta kalamaz. Avrupa toplumu da onları kabul etmez. Şiddetle kınıyoruz. Basıncılar mücadele eder. Bir sonuç alamazlar.