Kod adı Enfal ya da Çöktürme-2

"Hani Rabbin meleklere, 'Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kafirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne..."

‘VURUN BOYUNLARININ ÜSTÜNE’- ‘TAŞ ÜSTÜNDE TAŞ, BAŞ ÜSTÜNDE BAŞ BIRAKMAYIN’
"Hani Rabbin meleklere, 'Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat verin. Ben kafirlerin kalplerine korku salacağım. Şimdi vurun boyunlarının üstüne. Vurun, onların bütün parmaklarına' diye vahiy ediyordu." Enfal Suresi, Ayet 12 (Türk Diyanet İşl. Başk. çevirisi)

Yukarıda geçen Kuran’ın 8. Suresi olan Enfal suresi operasyona kod isim olarak seçilirken, 12. Ayette vahiy edilen hüküm ise Kürtlere soykırım olarak uygulanacaktı. İlgili hüküm, tıpkı Enfal’de olduğu gibi günümüzde de rehine ve savaş tutsaklarının ‘kafalarını kesme’ uygulamaları için DAİŞ gibi çeteler tarafından ‘dayanak’ olarak kabul ediliyor. 

ENFAL VE ÇÖKTÜRME AYNI ZİHNİYETİN ÜRÜNÜ 

Alternatif bir okuma ise, ayette geçen ‘boyun vurma’ tabirinin ‘baş eğdirme’ anlamında olduğudur ki, bu yorum bağlamında ise dikkat çeken uygulama, Türk devletinin Kürtlere karşı günümüzde uyguladığı soykırım politikasına, ‘’diz çöktürme/çökertme’’ adını vermesidir. 

Bu konuda hem zihniyet hem de uygulama açısından çarpıcı benzerlikler var. Örneğin ilgili ayette, mürtetlerden (dinden çıkanlar) bahsedilirken; geçmiş dönemde Saddam’ın, günümüzde de yine sözüm ona Müslüman olduğu iddiasında olan DAİŞ’in ve Erdoğan AKP’sinin bu hükmü, büyük çoğunluğu Müslüman olan bir topluluğa uygulamasıdır.

Saddam Hüseyin rejimi Enfal öncesinde Kürtleri ‘mürtet’ ilan ederken, Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çökertme soykırım planı öncesine denk gelen seçim mitinglerinde, meydanlarda ‘’bunlar Zerdüşt’tür’’ demesi, bu bağlamda şaşırtıcı olmasa gerek.

Konu, çok sayıda benzerlik taşıması bakımından hayli çarpıcı. Örneğin Enfal, ‘yeniden fethetme’ anlamına gelirken, AKP de aynı söylemi kullanıyor. 

YENİ BİR ENFAL TOPLANTISI: 30 EKİM 2014 MGK’SI 

Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk defa başkanlık ettiği ve Cumhuriyet tarihinin en uzun süren (10 saat 20 dakika) Milli Güvenlik Kurulu toplantısının (30 Ekim 2014) aslında Kuzey Kürdistan için bir Enfal toplantısı olarak tanımlamak için çok sayıda veri var elimizde. 

Toplantıda alınan kararlar doğrultusunda tezgahlanan çöktürme/çökertme planının detayları ise idari ve mülki amirliklere yönelik çıkarılan genelgelerle ve verilen talimatlarla ortaya çıkmaya başlayacaktı. Sonrasında yaşanan gelişmeler ise yeni bir Kürt Enfal’in planlandığını ve uygulandığını doğrulayacaktı. 

Saddam’ın ‘’Enfal’’i ile Erdoğan’ın ‘’Çöktürme’’ planının benzer yönlerinden birisi de katliamlara başlamadan önce Kürt silahlı güçlerinin ve Kürt yurtseverliğinin etkinliğinin olduğu bölgelerin ‘yasak bölge’ ilan edilmesi ve yerleşim yerlerinin yakılıp yıkılması! 

Aynı şekilde Enfal döneminde yasak bölgelerde çıkarılamayan Kürtler ‘terörist’ ilan edilerek vatandaşlıktan çıkarılmış ve bombalanarak katledilmişlerdi. Türk devleti de ilan ettiği askeri bölgelerdeki sivilleri ‘terörist’ sayıyor, öldürülen çocukları bile sivil olarak görmüyor. On binlerce kişinin yaşadığı ilçelerde ‘evlerinizi terk etmezseniz bombalayacağız’ tehditleri savuruyor. Vatandaşlıktan çıkarmanın anayasal hazırlıklarını yapıyor. 

AKP KİMYASAL ALİ’NİN DİREKTİFLERİNİ UYGULUYOR 

Ali Hasan El-Mecid’in, 20 Haziran 1987 tarihinde 1. , 2. ve 5. Kolordu Komutanlıkları, Emniyet Müdürlüğü ve diğer bazı sivil ve askeri kuruluşlara gönderdiği direktif ile AKP hükümetinin Kürdistan’daki işgalci ordu komutanlarına, valilere, emniyet müdürlerine, kaymakamlara verdiği talimatlar birebir örtüşüyor. 

Benzer şekilde Erdoğan’ın ‘’taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak’’ söylemi ile El Mecid’in ‘’Kürdistan’da yıkılmadık tek bir Kürt evi kalmayacak’’ söylemi birebir örtüşüyor. Örtüşen sadece söylemler de değil, uygulamalar, direktifler ve planlar da tıpa tıp aynı. 

Kimyasal Ali’nin yasak bölge uygulaması (1. Madde), yasak bölgelerde askerin istediği gibi ateş açma serbestisi (2. Madde), bu bölgelere ekonomik ambargonun uygulanması (3. Madde), uçak-top-tank-helikopter kısacası her türlü silahın kullanılması yetkisi(4. Madde), yasağa uymayanların infaz edilmesi (5. Madde), keyfi göz altılar (6. Madde) ve ele geçirilen değerli eşyaların-silah dahil- ele geçirenlere ganimet olarak kalması (7. Madde) olduğu gibi AKP tarafından uygulanıyor. 

Ayrıca her iki faşist plan kapsamında; hiç bir savaş hukukunda ve insan ahlakında yeri olmayan, dinen de uygun olmayan bir şekilde insan cenazelerinin yerlerde bırakılması, şehitliklerin bombalanması, kimyasal kullanılması gibi uygulamalar da direnişçilerin moralini ve direncini düşürmeye yönelik psikolojik savaş uygulamaları olarak kullanılıyor. 

BAAS rejimi Kürtleri topluca katlederek çukurlara doldururken, Türk devleti de aynı şekilde bodrumları toplu mezarlara dönüştürdü, şehirlerde kimsayal etkisi olan gazlar kullandı. 

AKP BAAS’IN DEMOGRAFİK PLANLARINI ESAS ALIYOR

Enfal’de onlarca yerleşke yerle bir edilirken, bugün Türk devleti, Cizre, Silopi, Sur, Gever, Nusaybin, Kızıltepe gibi yüzbinlerce Kürdün yaşadığı alanlarda aynı yöntemi uyguluyor.

Enfal’den sonra BAAS rejimi Kürdistan’da demografik yapıyla oynamıştı, bugün de Türk devleti 7 ilçe için aldığı kamulaştırma kararı ve zorunlu göç uygulamalarıyla, Kürt toplumsallığının güçlü olduğu merkezleri dağıtma ve Kürdistan’a Suriyeli Arapları yerleştirme planları yapıyor. 

NEOFAŞİST AKP VE ÜÇ MAYMUNU OYNAYANLAR 

AKP’nin çökertme planının Enfal ile olan çarpıcı benzerliklerinden biri de uluslararası güçlerin Kürdistan’da uygulanan vahşete karşı sessiz kalması. 20 yüzyılda dört parça Kürdistan’da soykırım politikalarına maruz kalan Kürtlerin 1988’de Güney Kürdistan’da maruz kaldığı Enfal, ilk Kürt soykırım davası olarak tarihe geçti. Ancak Enfal operasyonu ve Halepçe Soykırımı zamanında BAAS rejimi ve diktatör Saddam Hüseyin’e hiç bir devlet veya uluslararası güç (AB-BM-NATO-La Haye) tepki göstermedi, Saddam iktidarının sona erdiği 2003’e kadar da benzer biçimde Saddam’ın işlediği insanlık suçlarını kınayan olmadı.

Uluslararası hukuk ve siyaset kurumları (AB-BM-AİHM-Cenevre sözleşmesi-La Haye) devletleri referans alarak devletsiz toplumları savunmasız bırakan, katliamlarla/soykırımlarla yüz yüze getiren ulus devlet tandanslı hukuk ve siyaset anlayışı, batı normlarının hukuksuzluk ve adaletsizlik üzerine inşa edilmiş olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. 

Halepçe’deki trajedilerin bir benzeri Kuzey Kürdistan kentlerinde yaşanırken, bebeklerin cenazeleri buzdolaplarında saklanmak zorunda bırakılırken, öldürülen Taybet Ana’nın cenazesi günlerce sokak ortasında kalırken, katledilen genç kadınların bedenleri çıplak teşhir edilirken; Enfal döneminde İran ile var olan çelişkilerinden kaynaklı olarak BAAS’ın uyguladığı vahşete göz yuman batı dünyası, bugün de Türk devletinin mülteci şantajına boyun eğiyor, uyguladığı faşizmi görmezden geliyor. Güney Kürdistan hükümeti ise Türk devletiyle var olan ekonomik ve siyasi ortaklığının bozulmaması pahasına Kürt soykırımına sessizliğiyle arka çıkıyor. 

AKP’nin DAİŞ ve BAAS’çı sosa bulayarak vahşetin en beteri biçiminde uyguladığı Neofaşist saldırılara karşı üç maymunları oynayan batı dünyası kadar(belki de daha fazla) Güney Kürdistan hükümeti gibi işbirlikçi güçler yani katliamcılar ve katliama sessiz kalarak onay verenler, ortak olanlar; Kürtlerin ve insanlığın gözünde, yüreğinde, vicdanında mahkum olmaktan kurtulamayacaklardır. 

Başta AKP iktidarı ve Kürt katili Erdoğan ve ortakları olmak üzere jenositte rol oynayan kişiler ve güçler, tıpkı Hitler ve Saddam Hüseyin gibi, insanlığa karşı işledikleri suçlarla tarihin kara bir lekesi ve insanlığın yüz karaları olarak anılacaklardır.