GÖRÜNTÜLÜ

Kürt halkının mücadelesine adanmış bir aile

Nusaybinli Arap Oğraş ailesinin, 90lı yıllar boyunca devlet tarafından Kürt halkına yaşatılan acı ve zulmün her biçimini içinde barındıran hikayesini aile üyesi Necat Oğraş anlattı.

Kürt halkının yanında mücadele ettiği için, Kürdistan’da devletin 90’lı yıllar boyunca uyguladığı, infaz, tutuklama, gözaltı, işkence, sürgün; devletin ne kadar kirli savaş yöntemi varsa, tamamına maruz bırakılan Arap halkından Oğraş ailesi, zulme karşı direnişini kararlılıkla sürdürüyor. 

Oğraş, ailesi Nusaybin’de 90 yılında yaşanan serhildan ile birlikte Kürt özgürlük mücadelesi ile tanışır. Ailede ilk olarak Sibel, özgürlük mücadelesi ile ilişki kurar ve çalışmalarda yer alır. Daha sonra da diğer kardeşler Serdar ve Nihat gençlik eylemlerinde yer almaya başlar. Kardeşlerden Serdar, 1995 yılında Üniversite öğrencisi olduğu sırada gözaltına alınarak Nusaybin’e getirilir ve öğretmen olan babasının gözleri önün de infaz edilir. Ardından Nihat, 1996 yılında Nihat, üniversite öğrencisi iken tutuklanır ve 18 yıl ceza alır. Aile henüz infaz ve tutuklamaların acısını yaşarken yeni bir acı ile yüz yüze kalır. Aile de Kürt halkının mücadelesinde ilk olarak yer alan Sibel,(Beritan) Nusaybin’de 1997 yılında bir evde yaşanan çatışmada yaşamını yitirir. Bu tarihten sonra aile için bu kez de sürgün hayatı başlar. Öğretmen olan baba Sabri Oğraş ve ailenin öğretmen olan diğer üyesi Necat Oğraş, Nusaybin’den Anadolu kentlerine sürgün edilir. Son olarak ta anne Sultan Oğraş, barış annesi olarak yürüttüğü barış mücadelesinden ötürü aldığı hapis cezalarından ötürü yurtdışına çıkmak zorunda kalı ve Sultan anne için de sürgün hayatı başlar. 

“Ailemiz Kürdistan’daki savaşın tüm melanetini yaşadı” diyen Necat Oğraş ile Kürdistan’da devlet zulmünün adeta bir özeti olan ailesinin acı, zulüm ve buna karşı direniş ile örülmüş hikayesini konuştuk. 

Öncelikle ailenizi tanıtır mısınız?

Biz aslen Midyat’ın Kinderiv köyüne bağlıyız. Araplık içerisinde Mihellemi olarak tanımlanan kesime mensup Arap bir aileyiz. Aile Nusaybin’e çok uzun yıllar önce yerleşen bir aile. Ben ve kardeşlerim Nusaybin’de dünyaya geldik. Kürtlerle olan ilişkimiz komşuluk düzeyinde idi, iyi ilişkilerimiz vardı. Ancak Kürtlere “bulaşma” konusunda o günlerde Araplar arasında yaygın olan Kürtlere yakın olmak tehlikeli veya devleti karşısına almak biçiminde ki yaklaşımın dışında değildik. Biz de Kürtlere bulaşmamaya çalışıyorduk, 

AİLE 90 SERHİLDANI İLE BİRLİKTE MÜCADELEYİ TANIYOR

Ailenizin özgürlük mücadelesi ile tanışma hikayesi nasıl başladı 

Aile, aslında aile içerisinde ilk olarak Sibel, 1990 yılında PKK komutanlarından Heval Kamuran, Kamuran Dündar’ın cenazesinde ortaya çıkan serhildan ile birlikte mücadele ile tanıştı. Zaten heval Kamuran’ın cenaze töreni ile başlayan serhildan Kürt özgürlük hareketinin de ilk kitleselleşmesi ve halk ile buluşmasını temsil ediyordu. Nihayetinde Araplar hep devletin tarafında oldular, devletin sadık tebaası olarak hareket ettiler. Bu nedenle devlet Arapların özellikle Mardin bölgesinde Arapların mücadeleye ilgi duymasını, yakınlaşmasını engelleyecek ciddi mekanizmalar oluşturdu. Böyle bir ortam ve realite içerisinde aile de ilk olarak Kürt halkının özgürlük mücadelesine ilgi duyan ve çalışmaya başlayan kişi Sibel oldu. 90’larda Sosyalist Partinin öncülük ettiği açlık grevi eylemleri vardı, Sibel o günlerde Nusaybin’de de yapılan bu açlık grevine katıldı.

SİBEL İLK EYLEMİ YAPIYOR

Aile bu durumu nasıl karşıladı?

-Bu durum tabi ki aile de infiale yol açtı. O dönemin ruh hali içerisinde aile Sibel’in bu çıkışını bir utanç vesilesi de saydı. Arap bir ailenin çocuğu gidip Kürtlerle açlık grevine katılacak, bu olacak iş değil !. Serdar, bu süreçte Sibel’in arkasında durdu, ablasının yaptığı eylemi aileye karşı savunarak aileye karşı bir tavır içerisinde oldu. Sibel bu tarihten sonra mücadele içerisinde aktif rol almaya başladı. Tabi bu çalışmaları daha çok gizli şekilde yürüttüğü için biz şehadetinden sonra Sibel’in aslında düşündüğümüzden daha fazla mücadelede olduğunu ve organik bağlar geliştirdiğini öğrendik. 

Bu süreçte Serdar ve Nihat, daha çok Nusaybin’de gelişen gençlik eylemleri ve Sibel’in açlık grevi eyleminin de etkisi ile mücadeleye yüzünü dönmeye başlıyor. Nusaybin’de var olan eylemlere kendilerini katarak da mücadeleye ilk aktif eylemsel girişlerini yapıyorlar. Serdar bu süreçte, 1993 yılında evimizin elli metre ilerisinde bir arkadaşı ile birlikte hizbulkontra çetelerinin saldırısına uğradı. Bu saldırı da Serdar’ın arkadaşı göğsünden yaralandı, Serdar arkadaşı ile birlikte evimizin bahçesine kendisini atarak saldırıdan kurtulmayı başardı.

Arkadaşına ne oldu, yaşayabildi mi? 

Evet, arkadaşı bu saldırıdan sonra zor şartlarda tedavi oldu. Ancak bu dönemde zaten Hizbullah’ın tamamlayamadığı infazları devlet tamamlıyordu, biz de bu nedenle Serdar’ın Nusaybin’den ayrılmasına karar verdik. 

ÜNİVERSİTEDE AKTİF MÜCADELEYE KATILIYOR

Bundan sonra ne oldu?

Serdar’ı 1993 yılında, öğretmen olarak görev yaptığım Sivas Divriği ilçesine götürdüm. Lise’yi orada bitirecekti. Serdar, bana “Okumak istemiyorum, devletin okullarında okumanın hiçbir faydası yok, kendimi farklı bir alan da ifade etmek istiyorum” dedi. Bir yıl benim yanımda kaldı, ardından Üniversiteyi kazandı. 

Hangi Üniversite?

Trakya Üniversitesi İşletme Bölümünü kazandı. O süreçte onun bir büyüğü Nihat da aynı üniversite de okuyordu.

Üniversite sürecinde neler yaşandı? 

Serdar bu dönemde saflara katılım kararı alıyor ve Sibel ile paylaşıyor, ancak Sibel, henüz erken olduğunu düşünerek gitmesini ertelemesini istiyor. Serdar, bunu üzerine okulda ki çalışmalara girişiyor. Trakya Üniversitesinde ki YCK (Yekitiya Civanen Kürdistan) örgütlenmesine öncülük ediyor. Serdar, bu süreçte Brusk, kod adını kullanıyor. 

İNFAZ İÇİN EVE GETİRİLİYOR

Serdar’ın katledilme süreci nasıl gelişiyor?

Serdar, Üniversite çalışmalarında çalışmalarında yer aldığı süreçte, 1995 yılında Nusaybin’de iki asker öldürülüyor. Devlet güçleri bu askerlerin ölümünden Serdar’ı sorumlu tutarak Serdar ile ilgili yakalama süreci başlatıyorlar. Serdar bunu öğrendikten sonra okuldan ayrılarak saflara katılmak üzere Ceylanpınar’a geçiyor. Ceylanpınar’da katılım yapmaya hazırlandığı sırada bir ihbar sonucu eve yapılan polis baskını ile gözaltına alınıyor. Gözaltında yoğun işkencelerin ardından -kaç gün gözaltında kaldığını bilmiyoruz tabi ki- Nusaybin’e getiriliyor. Serdar, suçlamaları kabul etmiyor.1995 yılı 4 Temmuz gecesi saat 1:00 sularında Nusaybin’de evimizin bulunduğu Çağ Çağ caddesinin iki tarafı kapatılıyor. Bir özel tim ordusu ile Serdar eve getiriliyor. 

Bu sırada siz neredesiniz? 

Ben evde yoktum, zorunlu askerlik yapmak üzere Kıbrıs’ta bulunuyordum. 

SERDAR’IN BABASI İLE SON BAKIŞMASI…

Daha sonra neler yaşanıyor?

Serdar eve getirildikten sonra, babamı çağırıyorlar, bir kenara çekiyorlar. Avlunu içerisinde eski mutfak olarak kullanılan bölüme bir özel tüm girerek, babama ait aracın hidrolik yağını eline alarak “Bombayı buldum” diye sesleniyor. Babam da aracın hidrolik yağı olduğunu söylüyor. Bunun üzerine babama hakaret ediliyor, Serdar’da araya girerek “Babamın bu konu ile ilgisi yok” diyor. Serdar’a bu sırada özel timlerden biri dipçik ile vurarak yere seriyor. Serdar, babamın ayaklarının dibine kapaklanıyor, bu sırada babam ile göz göze geliyorlar, babam anlatıyor o anı ve babam ile Serdar’ın son bakışması oluyor. Ardından Serdar ile babamı dışarı çıkartıyorlar.

Serdar bir çıkmaz sokağa doğru götürülüyor, babamı da sokağın karşısında bir evde duvara yaslıyorlar. Bu arada telsiz konuşmaları başlıyor, telsizde ki ses “Bombaları bulduk” diyor, telsizden gelen sesin ardından, bir özel tim “Kaçıyor” diye bağırmaya başlıyor ve bu sırada korkunç bir tarama başlıyor. Panzerlerden, zırhlı araçlardan ateş açılıyor, ortaya küçük çaplı bir savaş manzarası çıkartılıyor. Amaç bu çatışma-savaş süsü ile Serdar’ı katletmek, henüz 19 yaşında bir gencin katledilmesi için kusursuz bir mizansen sergileniyor. 

“SERDAR, BABAMIN GÖZLERİNİN ÖNÜNDE VURULUYOR”

Baban bu sırada ne yapıyor, olup biteni görebiliyor mu?

Babam bu sırada Serdar’ın vurulduğunu görüyor, Serdar’ı duvara yaslıyorlar, yakın mesafeden ateş ederek katlediyorlar, Serdar yerde kıvranırken de başına bir el ateş açarak katlediyorlar.

Telsizden bir ses “Daha gebermedi mi?” diye soruyor, “Daha gebermediyse hemen gebertin” diyor. Bu sırada özel timlerden biri tabancasını çıkartarak Serdar’ın sol kaşının üzerine bir kurşun daha sıkıyor ve infaz ediyor. Babam bu olayın tanığı, herşey gözlerinin önünde olup bitiyor, şu anda bunu anlatamıyor, biz de babamın bize aktardıklarından biliyoruz. 

“ASKER OĞLUNU DA İNFAZ EDERİZ”

Serdar infaz edildikten sonra kardeşiniz ve babanız gözaltına mı alınıyor? 

İnfaz orada tamamlanıyor. Babam hemen gözaltına alınıp götürülüyor, daha sonra eve tekrar baskın yaparak bu defa da Sibel’i alıyorlar ve yoğun işkenceden geçiriyorlar. Tehdit ediyorlar, babamı da o dönemde benim askerde infaz edilme ile tehdit ediyorlar. Tek bir ifade yada hukuki girişimde bulunursa beni askerde öldüreceklerini babama söyleyip bu şekilde susmasını istiyorlar. 

Serdar’ın ardından Sibel, ne yapıyor? 

Serdar’ın infaz edilmesi ardından Sibel, katılım yapmaya ve intikam almaya karar veriyor. Ancak ben askerde olduğum için benim gelmemi bekliyor. Nihat ile birlikte katılma kararı alıyorlar aslında ama ben gelmeden gitmeleri halinde ailenin kaldıramayacağını düşünerek bekliyorlar. 

Siz nasıl öğrendiniz, neler hissettiniz?

Ben askerliğimi bitirip Nusaybin’e geldim, babam beni Nusaybin otogarında karşıladı, babam bıyık bırakmıştı. Babamı en son ilkokul üçüncü sınıfta okurken bıyıklı görmüştüm, babam bıyık bırakmış ve beni çok soğuk karşıladı. Eve vardık, evde derin bir sessizlik vardı, çoraplarımı çıkarmak için eğildiğim sırada gözüm Serdar’ın duvara asılmış büyük boy bir fotoğrafına ilişti. Biz de ölenlerin bu şekilde fotoğrafları asılır. “Serdar nerede” diye sorunca da kardeşim Nihat, özel timler tarafından katledildiğini söyledi. O an da yaşadığım acıyı tariflemek zor, o sızıyı halen içimde taşıyorum. Ardından Nihat ve Sibel’i de yanıma alarak mezarına gittim. 

Aileye yönelik baskılar Serdar’ın ardından devam ediyor mu?

Serdar’ın katledilmesinden sonra da ailemize yönelik baskı ve işkenceler devam etti. Nihat, bu defa 3 Mayıs 1996 da Trakya YCK sorumlusu olduğu gerekçesiyle tutuklandı ve 18 yıl ceza aldı. Nihat herhangi bir demokratik eyleme katıldığı için tutuklanmıştı, 3 ay sonra bırakılır diye beklerken, 18 yıl ceza verilmiş. Ailemize özel bir baskı uygulaması olduğunu biliyorduk. 

“SİBEL’İN KATLEDİLDİĞİ ÇATIŞMAYI DİNLEDİM”

Sibel, katılım yapma kararını hayata geçiriyor mu? 

Sibel’de bu tarihten sonra artık saflara katılım kararını hayata geçirmek için çalışıyor. Ancak şehirde yürüttüğü çalışmalardan dolayı bir süre daha beklemesi isteniyor. Sibel, son olarak 1997 yılı sonlarında çıkış kararını gerçekleştirmek için bağlı bulunduğu birimi ikna ediyor. 6 Kasım 1997 günü Sibel ve iki arkadaşı bir evde bulunuyor. Sibel, sabah artık yola çıkacak, saflara katılım kararını gerçekleştirecek. Bulundukları ev kuşatılıyor. Çatışma başladı, ben o sırada evdeydim, korkunç silah sesleri geliyor. Sibel ve arkadaşları olduğunu biliyorum, iki buçuk saat boyunca çatışmayı dinlemek zorunda kaldım. Sabah 4:00 sularında çatışma bitti ve 15 dakika sonra telefon çaldı. Arayan polis, emniyete çağırdı, babamı da yanıma alarak emniyete gittik. Babama burada Sibel’i kaybettiğimizi söyledim, Sibel ile birlikte Çirav diye bir arkadaş da şehit düşmüştü. Babama sakin olmasını söyledim. Babamı aldılar, beni de nezarethaneye koydular.

“İKİ KARDEŞİMİN DE CENAZESİNE KATILAMADIM”

Siz cenaze defnedilirken orada olamadınız mı? 

Ben cenazeye katılamadım, burada gözaltına alındım. Bu benim içn ayrı bir travmadır, iki kardeşimi kaybettim ve cenazelerine katılamadım, son bir kez dokunamadım. Bu savaşta yakınlarını yitirenlerin yaşadığı bu zincirleme travmalara rağmen halen ağız dolusu gülebiliyoruz ve halen bu çocukların anısını yaşatma konusunda kararlılığımız dün neyse bugün de aynı şekilde devam ediyor. Bundan sonra da devam edecek.

ÖLÜM, TUTUKLAMA, İŞKENCELERDEN SONRA SÜRGÜNLER BAŞLAR

Bu dönemden sonra babanız ile birlikte yaşadığınız sürgünü anlatır mısınız?

Sibel’in şehadeti ardından bu defa da yıl sonuna doğru ben iler babam öğretmen olarak görev yaptığımız Nusaybin’den sürgün edildik. Babam Uşak bende Niğde’ye sürgün edildik. Babam sürgün hayatını kaldıramadığı için emekliye ayrılarak yeniden Nusaybin’e döndü. Ben de uzun bir sürgün hayatı yaşadım. 

Son olarak anneniz Sultan Oğraş, sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldı…

Annem kardeşlerimin katledilmesi ve tutuklanması ardından aktif olarak siyasi mücadele içerisinde yer aldı. HADEP ve sonrasında kurulan Kürt siyasi parti ve hareketlerinde yer aldı. En son Barış Anneleri İnisiyatifi içerisinde bulunuyordu. Annem bu süreçlerde bir çok kez gözaltı ve tutuklamalar yaşadı. Annem hakkında davalar açıldı ve hakkında toplam 15 yıl hapis cezası verildi. Bu ceza ile birlikte annemin de sürgünlüğü başladı, 2012 yılında cezalardan dolayı annem yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Şu anda annemin sürgün hayatı devam ediyor.

“MÜCADELEMİZİ SÜRDÜRECEĞİZ”

Son bir mesajınız var mı?

Ailemiz ile birlikte bu mücadelede yer aldığımız için gururluyuz, Kürt halkının ve Türkiye halklarının ortak mücadelesinde yer almak herkesin sorunluluğu ve biz de bu sorumluluğu yerine getirmeye çalıştık. Bundan sonra da bu sorumluluğun gereği ne olursa olsun yerine getirmeye devam edeceğiz.