Nazım yoldaş derviş şalını giymiş ışıklı yolun güzel habercisiydi

Nazım yoldaş tüm gülüşlerin toplamıdır. Hakikatin dile gelişidir. Derviş şalını giymiş, ışıklı yolun güzel habercisidir. Asası kamerası ve kalemidir. Sonsuz bir inanç ve aşkla örülüdür yolu. Yırtık ayakkabılarla hayata gülümseyendir Nazım…

ÖZGÜR BASIN ŞEHİTİ NAZIM

“Yüreğimin bir parçasını gömdüğümü hissettim, çünkü giden her arkadaş,

Yüreğimden küçücük bir parça olarak kopuyor,

Bir de birlikte çalıştığın arkadaş olunca

Bu biraz daha farklı oluyor.

Bir arkadaş olarak borcumuz çok fazladır.

Halkın içerisinden borçlu olarak

Gideceğimizden korkuyoruz.”

(Seyid Evran)

Herkes, onların etrafı şimdi yıldızlarla örüldüğünde, bedeninden bir parça koptuğu ve hayatında derin boşluklar oluştuğu hissini yaşıyor. Herkes, sizinle hayatın zaman tünelinde anılar çemberi oluşturmuş. Herkesin bir gideni oldunuz, bir de gönderdikleri… Arkanızda izinizden gidecek cesur ve bu halkın özgürlük değerlerine bağlı kalacak gazeteciler bıraktınız. Onlar da sizin gibi Apê Musa’nın, Gurbetteli Ersözlerin ardıllarıdır. Sizin gözlerinizde saklıyız. Anılarımızın daimi misafirisiniz. Yaptığınız işin değerini anlayarak yükleneceğiz çalışmalarımıza.

Güneş ülkesi Kurdistan halkının umudu olmuştunuz. Çekilen acı, hüzün, sevinç, başarı ve zafer bakışı, objektifinizde ve kadrajınızda görülmüştü. Herkes gördü. Herkes gıptayla seyretti. Herkes hayran kaldı gazeteciliğinize. Önce toplumsal bir eylem ve etkinlikte boynunuzda fotoğraf makinesi, çantanızda kalem ve defter ile başladınız gazeteciliğe. Bu yetmezdi tabi. Sonra çıtayı yükseltmek ve hedefi büyütmekti gayeniz. En zorlu ve en girilmez denilen çatışmaların olduğu yerlerde ve direniş alanlarında belirmeniz gerekiyordu.

Halkın savunucu gücü olan fedai savaşçıların direnişini yansıtan ses oldunuz. Onlarla birlikte kaldınız, birlikte yemek yediniz, birlikte cephede ilerlediniz.  Kadrajınız, en poz vermez denilen bir simaya ‘diz çöktürürdü’ ve ne yapıp edip o kareyi aldınız savaşçılardan. Daima hakikate dönüktü yönünüz ve duygu dünyanızda her zaman özgür basın şehitlerine layık olma kutsiyetini taşıdınız. Bilincindeydiniz, çünkü özgür basın geleneği bunu öngörüyordu.

DÜŞMAN HAKİKATİNİZDEN KORKTU

Özgür basın geleneğinin direnişçi gazetecileri Nazım Daştan ve Cihan Bilgin arkadaşlar, Tişrin Barajı direnişini takip ederken faşist Türk devleti tarafından yapılan SİHA saldırısı sonucu edildiler. Faşizm korktu sizden. Hakikatinizden korktu. Faşizmin temel karakteridir, nerede hakikat varsa, ondan korkup, bertaraf etmek ister. Hakikati düşman olarak görüyor. Saatlerce, günlerce, uykusuz kalarak, onların kara propaganda argümanlarını çürüttünüz. Biz buradayız dediniz. Özel savaş aygıtının yalanlarla bezenmiş kurumlarının yüzüne bir şamar vurdunuz. Onların kirli, kötü yüzlerini açığa çıkardığınız için, direnişin gerçek olanını ve estetiğini yansıttığınız için, Rojava Devrimi’ne emek verdiğiniz ve devrimi geliştirdiğiniz için katlettiler sizi.

Onları tanıyan, onlarla birlikte yol arkadaşlığı yapmış herkesin, onlarla geçirdiği çok değerli zamanları ve anıları vardır. Herkesin size dair bir sözü, bir cümlesi, bir anısı ve paylaşımları vardır. Benim de var. Nazım yoldaşa bir sözüm var. 12 yıllık saf, çıkarsız, temiz, naif yürekli, kimseyi incitmeyen ve direnişle dolu arkadaşlığının hatırı var bende. Yazmalısın diye çok baskı kurdular. Ben de düşündüm. Yazmalıyım aşkını, tutkunu! Yazmalıyım, yüreği güzel olan herkesle daimi yol arkadaşlığını! Yazmalıyım, hakikatin izinden gittiğini! Ve yazmalıyım ağız dolu gülüşünü, güzel yüzünü! Yaşama sevincini herkese aşılayan duruşunu! Herkes için örülen umudun özgür basınında, yılmaz bir nefer olduğunu! Şair der ya; “Senden bana yol kesen bir uçurum dehşeti değil ayrılık. Bir mecra ve kaynak ilişkisi.”

Ölümsüzlüktür senden geriye kalan, ayrılık değildir ki. Yürüdüğümüz yollarda, adımladığımız her bir karışta yüreğimiz birbirine kaynaktır. Belki şimdilik mekanlar bizi buluşturmaz ama yürekler her zaman buluşturacaktır. Sen yaşadıklarını, gördüklerini tarihe not düşürdün. Bu bir görevdi. Bir bağlılıktı. Bu kendi vicdanının sesini duymaktı. Tarihin sayfalarına nakşettin kendini. Nazım, bir yol arkadaşıdır. Tüm gülüşlerin ve gülümsemelerin toplamıdır. Hakikatin dile gelişidir. Derviş şalını giymiş, ışıklı yolun güzel habercisidir. Asası kamerası ve kalemidir. Sonsuz bir inanç ve aşkla örülüdür yolu. Hisseden ve hissettirendir. Düşünen ve düşündürendir. Yüreklere su serpendir. Yırtık ayakkabılarla hayata gülümseyen ve karamsar olmayandır. Medyalı halkın kadim çocuğudur. Bize düşen her zaman anmak ve açtığı yolu sonuna kadar yürümektir.

FAŞİZMİN KİRLİ YÜZÜNÜ HERKESE DUYURMAYA ÇALIŞTI

Nazım Heval, Kürtlerin diriliş bayramının olduğu ayda, 1992 yılının Ağustos ayında gözlerini açar dünyaya. İsyanın büyüdüğü kentte, Sema Yüce’nin memleketi olan Ağrı’da doğup, büyür. Lise eğitimini burada tamamladıktan sonra 2011 yılında üniversite sınavını kazanıp, Antep Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Radyo, Sinema ve Televizyon bölümünü okur. Okuduğu süre zarfında aynı zamanda Kürt kimliği ve Kürt davasını yakından takip eder. Üniversite yıllarında bir Kürt genci olarak çoğu kez eylem ve etkinliklere katılır. Birçok defa da okuldan atılmakla tehdit edilir. Ama o bu duruma aldırış etmez, en çok da faşizmin kirli yüzünü ve bu halkın özsel kimliğini herkese duyurmakla meşgul idi. Bundan dolayı “Bu halkın özgürlük değeri her zaman yaşatılmalı” diyerek, 2012 yılında Kürt medyasıyla tanışır. Zaten daha önce gazeteciliği okumuş, bu alana dönük büyük bir merakı da vardı.

Bir süre hem üniversitede okur, hem Dicle Haber Ajansı’nda (DİHA) muhabir olarak gazetecilik faaliyetlerini yürütür. Bu dönemde ben de Dicle Haber Ajansı’nda gazetecilik faaliyetlerini yürütüyordum. Ben Amed’teydim. Nazım ise Antep’te. Ayda 1 kez bir araya gelirdik. O da toplantılara denk gelirdi. Çoğu defa Amed’e gelirdi. Birkaç gün kalırdı, tekrardan görev yerine giderdi. İlk günlerde çok tanımıyordum. Bölgelerden gündem aktarımları alıyordum. Batman, Mardin, Cizre, Urfa derken Nazım’ın bulunduğu alan Antep’ten de gündeme ilişkin bilgiler topluyordum. Sesi çok içten ve samimi geliyordu. O güne kadar hep telefonda konuşuyorduk. 1 ay sonra toplantıya geldiğinde merak etmiştim. Nazım heval kimdir diye herkese soruyordum. Daha sonra arkadaşı gördüğümde güler yüzlü, bir sığınak gibi herkesi koruyan tebessüm noktaları ve gözlerinde yoldaş sıcaklığı beliren ışık ile gülen heval Nazım’ı gördüm.

Uzun uzadıya sohbet ettik. Aynı komünde kaldık. O gün onun yoldaşlığını, arkadaşlığını ve dostluğunu derinden hissettim. İçten ve samimiyet doluydu yaklaşımı. Nazım’ı böyle tanıdım. Sonraki süreçlerde ise, 2013 yılının ilk aylarında kısa bir süre için Amed’e gelmişti. Yaklaşık 3-4 ay Amed’te kalmıştı. Birlikte çalışıyorduk. Birlikte haberlere çıkıyorduk. Özellikle eylemlerin olduğu her yere birlikte giderdik. Bir keresinde Bağlar ilçesi Yunus Emre Mahallesi’nde YDG-H gençliğinin eylemi vardı. Bu eylemi takip etmek için kendimi önermiştim. Eylemi takip etmek için kameramı, çantamı hazırladım tam bürodan çıkacakken, heval Nazım seslendi; “Dur ben de geleceğim” dedi. Eyleme tek başına gidecektim. Çünkü diğer arkadaşlar farklı gündemlerin haberlerini yapıyorlardı. Bir tek Nazım heval kalmıştı ajansta. Onun “Heval dur ben de geleceğim” demesinde birçok anlam vardı. Amaç beni tek başına göndermemekti.

‘AĞACIN GÖLGESİ YİĞİTLERİ BARINDIRIR’

Beraber çıktık, Yunus Emre Mahallesi’ne kadar geldik. Mahallenin girişinde 4 genç etrafımızı sardı. Gençlerden bir tanesi “KCK Asayiş, kimliklerinizi gösterin” dedi. Ben de onlara, “Biz basınız. Eylemi takip etmeye geldik” deyince, diğer bir genç “Tamam ben bu abeyi taniyem bu abe basıncıdır. Hep eylemlere gelir” dedi. Ben geçtim geçmesine ama gençler Nazım’a kafayı fena takmıştı. “Heval Nazım arkadaşımdır. Birlikte takip edeceğiz eylemi” dedim. Gençlerden bir tanesi Nazım’ı göz ucuyla baştan aşağıya kadar süzüyordu. Bir tanesi de ona “Ne bileyim, tipi özel hareket polisine benziyor” deyince hem Nazım, hem de ben gülmekten koptuk.

O gün çok gülmüştük. Hatta bu durumu ajansta skeç konusu bile yapmıştık. Buna benzer birçok anı biriktirmiştik. 2014 yılından sonra yollarımız farklı yerlerde kesişiyordu. Araya yıllar ve uzun zamanlar girdi, görüşemedik. Sonra tutuklandığını öğrendim. Tahliye olduğunu, zindan kapısındaki açıklamasını televizyondan izlemiştim. Şöyle diyordu; “Biz Apê Musa’nın generalleriyiz. Sahalarda haberlerimizi yapmaya devam edeceğiz. Kalemimizi gerçekleri yazmak için kullanacağız. Kadrajlarımıza daha fazla halk mücadelesinin karesini alacağız.” Söylediğini yapan yaptığını söyleyen olmuştu.

2019’un son aylarında Rojava’da, biricik devrimimizin gerçekleştiği yerde tesadüfü karşılaşmıştık. Ben de yeni gelmiştim Rojava’ya. Uzun yılların birikmiş hasreti ve özlemiyle sarıldık birbirimize. Nazım sarıldığında bağrına basardı uzun süre. Sımsıkıydı sarılmaları. En çok bu dikkatimi çekerdi. Onda özlem duyguları hiç hafiflemezdi ve zayıflamazdı. Rojava’daydık artık. Tüm dünyanın gözü kulağı olan yerdeydik. Mesleğimize devam ediyorduk. Bir defasında sığındığı ağacın gölgesinde oturmuştuk. İki kolunu dizlerinin üzerine bıraktı. “Biliyorsun heval Özgür, ağacın gölgesi yiğitleri barındırır” dedi birden. Bende “Doğrudur heval, hem de bir süvari ordunun yiğitlerini barındırır” demiştim.

CESUR VE KORKUSUZDU NAZIM

Sonra gayri ihtiyari yüzünü güneşe döndü. “Güneşe akın” dedi birden. Ben de ona baktım, benim de eşlik etmemi bekliyordu. Gülümseyerek, “Güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın. Toprak kokuyor bakır sakallarımız. Neşemiz sıcak, kan kadar sıcak. Ölenler dövüşerek öldüler, güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya. Akın var akın, güneşe akın” diye birlikte şiiri okuduk. Güneş, ışığını gölgemizin dışında her yere vurmuştu. Görkemliydi, yakıcıydı bir de. Nazım doğanın çekiciliğinden iç geçirdi ve soluk aldı. Sonra toprağa baktık. Nazım’ın ayakkabılarının ucunda karıncalar durmadan oraya buraya koşturup, çalışıyorlardı. Bir an karıncaları izlemeye başladı. Düşündü, düş kurdu ve karıncaların bu çalışkanlığını emeğin ve birliğin mutlak başarısı olarak gören bir söz söyledi; “Karıncalar tıpkı özgürlük hareketinin nice devrimcileri gibidirler” dedi.  

Sonra anlatırdı. Geride bıraktığı zorlu yaşamı anlatıyordu. Sitemlerini, bilenmiş öfkelerini, eleştirilerini bir de eksikliklerini anlatırdı. Anlatırken hep dinlerdim onu. Onun sözlerinin ve anlatacaklarının karşısındaki duruşum, hem monolog, hem de diyalog idi. Ama daha dinlerdim. Çünkü dolu dolu yaşamıştı her şeyi. Rojava, Nazım’ı çok başka tanıdı. Hiçbir engeli tanımadı. Hep ileriydi yürüyüşleri, cesur, korkusuz ve ne yaptığını iyi bilen bir şekildeydi… Kobanê’de DAİŞ çeteleri ile Türk askerlerinin tokalaşmasını ve sohbetlerini kayda aldığı anı anlatmıştı. Taybet Ana’yı anlatıyordu, 7 gün boyunca cenazesinin sokakta kaldığı görüntülerini çekmişti. Kısa dönem kaldığı zindan süreçlerini anlatırdı. Şengal’i anlatırdı. Direnişi anlatıyordu. Devrimcileri, militanları, savaşçıları ve komutanları anlatıyordu. Yaralandığı dönemleri anlatıyordu.

Bizzat canlı hafızası olduğu Şengal’i, Kobanê’yi, Êfrîn’i, Serêkaniyê’yi, Girê Spî’yi ve Rakka’yı anlatıyordu. Düşmanı ve düşmanın yaptığı insanlık suçlarını belgelediğini anlatıyordu. Yanı başında şehit düşen arkadaşlarını anlatıyordu. O anlattıkça ciltlere sığmayacak kadar çok şey yaşadığını anladım. Bunu nasıl belgelemeliyim diyordum kendime. Tarihin canlı belgecisiydi Nazım… Özgürlük ve hakikatteydi gözü, yürüdü, arayışları için yürüdü. İdealleri uğruna yürüdü ve buldu kendisini. Ulusal ve toplumsal gerçekliğini buldu.

BİZE DÜŞEN SİZE LAYIK OLMAKTIR

Yaşamı hissettiren yoldaşım. Çarmıhı sırtlamıştın direnişin sürdüğü Tişrin Barajı cephesinde. Her savaşçı seninle fotoğraf çeker ve senin coşkulu gülüşünü yüreğinde hissederdi. Seninle birlikte şahit olacaklardı eylemlerine. Seninle şahit olacaktı düşmanın saldırılarına. Yıldızlara erişmeden birkaç saat önceki sözlerin hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak. “Ölüm ile yaşam arasında bir çizgideyiz. Belki yaralanırız, belki katlediliriz fakat en azından buradaki direnişi ve hakikati herkese duyurduğumuz için kendimizi şanslı ve mutlu hissediyoruz. Bizim geleneğimiz böyledir işte” demiştin…

Hissetmiştin sanki başına bir şey geleceğini. Başardın yoldaşım, seni oraya götüren şey cesarettir. Uğruna canını verenlerin ardılı olduğunu herkese gösterdin. Herkesin üzerinde bir etki bıraktın. Bastığın patikalar, geçtiğin sular, aştığın tepeler, girdiğin savaş tünelleri, seni unutmaz ki. Senin rehberlerin hep seni dile getirecekler. Kameranı yerde bırakmayacağız. Benim gibi binlerce basın faaliyeti yürüten arkadaşlara büyük bir birikim, değer ve miras bıraktın.

Seni ve Cihan’ı unutmayacak Dicle Haber Ajansı, Mezopotamya Haber Ajansı, ANHA, ANF, Ronahi Tv, Medya Haber, Stêrk tv, Nefel ile Pel Production, JINHA, JIN News çalışanları. Bize düşen, size doğru ve hakikatli layık olmaktır.

Uğurlar olsun yoldaşım… Yıldızlar örsün etrafını…