Sergelê direniş alanına doğru yolculuk
Orada direniş, orada bomba sesleri ve orada yaşamın gerçeği. Ve böylelikle ilk yolculuk başlıyor, Sergelê Direniş Alanı’na doğru...
Orada direniş, orada bomba sesleri ve orada yaşamın gerçeği. Ve böylelikle ilk yolculuk başlıyor, Sergelê Direniş Alanı’na doğru...
Dağların ardında, ötelerde varacağımız yerin rotasına baka baka ilerliyoruz. Orada direniş, orada bomba sesleri ve orada yaşamın gerçeği. Ve böylelikle ilk yolculuk başlıyor, Sergelê Direniş Alanı’na doğru.
Dağlara sonbaharın geldiğini hatırlatıyor esen rüzgâr. Her şey geride kalıyordu; ağaçlar, yürüdüğümüz patika, ayağımızın altından kayan toprak, yorulup dokunduğumuz kayalıklar, yuvasından çıkmak üzere hazırlanan ve yuvanın kapısında bekleyen karıncalar, ağaçların kalan yeşil yapraklarında saklanıp dal dal gezen sincap, bulutlar ve daha birçok şey... Yol ve yolun getirdikleriydi işte.
Belimize kadar uzanan, sararan çimlerin içinden geçerken, mor çiçeklerin dikenleri batıyordu ellerimize. Hayatın gerçek yüzü gibiydi. Yanımdan duran iki kurye gerilla, arkalarında kalan bana ve kendi önlerine baka baka ilerliyorduk. Minbiçli bir Arap gerilla, çok az bildiği Kürtçesiyle sürekli arkasına bakıp, "Başi heval (iyi misin)?" diyerek, gülümsüyordu. "Tüm yolculuklarda insan kendisini yürüyor," demişti eski bir gerilla, başka bir yolculuktan.
Kalbimin ritimlerini saymaktan geri tutuyorum kendimi, nefes nefese kalışıma aldırmadan kuşların arada bir gelen sesine, arazinin kendi sessizliğine, arada hafif hafif yağan yağmura, kokusuna, tadına dalıyorum. Yolda, yolun tadına varmadığınızda yol daha da uzar gider. En öndeki genç kurye, soluklanmamız için biraz duralım deyince, çoktandır bu cümleyi duymayı bekliyormuşum gibi kendimi hemen bir ağacın altına atıverdim.
Birkaç yaş ağaç kesilmişti. KDP’nin örgütlediği bazı köylüler, para alarak gelip gerilla alanlarına yakın bölgelerde yaş ağaçları da kesiyor ve arazide ya dağıtıyorlar ya da satmak için şehre götürüyorlardı. Üçümüz de ağaçlara bakakalıyoruz. O an içimizden ne geçtiğini eminim az çok tahmin ediyorduk. Berû (meşe) ağaçları, tabii Behdînanlılar’ın diliyle berrwî ağaçlarını kesmişler. Ve tüm berûleri... E, tabii öğrendik dağlarda gerilla ile yürümeyi. O ara fırsattan istifade, Arap gerillaya dönüp sohbet etmeye başladım; kimden aldın soyadını diyorum, "Kemal Pir'den," diyor.
- Tanıyor musun Kemal Pir’ i?
“Görmeye gerek yok ki, arkadaşlar anlatınca etkilendim. İsmi bile yeterdi etkilenmem için,” dedi.
O kadar az Kürtçesiyle ne kadar da güzel ifade ediyordu. Demek ki duygunun iyi ifade edilişi gerçekten dil ile ilgili değildi sadece. Dinlenmek dediğim de iki dakikayı geçmeyen bir süre zarfıydı. Traktör sesi geliyordu kulağıma. Etrafta kimseler yoktu, biraz ilerledikten sonra gittikçe ses yakınlaştı ve traktörün üstünde Güneyli iki genç, birçok kuru odunu traktör kasasına koymuş, traktör de gitmekte zorlanıyordu yolda.
Tabii, yol o kadar girintili, çıkıntılıydı ki, zorlanmaması, hele bir de o ağırlıkla zorlanmaması mümkün değildi. Yanımıza yaklaşmadan durduk ve bir ağacın önünde traktörün geçmesini bekledik. Traktör yakınlaşınca durdular. Ve konuşmaya başlayınca, ben de merak ettiğim soruları sormaya başlayabilirim diyecektim ki, genç gerilla benden daha atik çıkıp başladı sorulara:
-“Kim kesti bu yaş ağaçları, biliyor musunuz?”
Köylüler, gerillanın doğaya, ağaçlara olan hassasiyetini çok iyi biliyorlar. Daha önce de şahit oldum; genelde gerilla direkt soru sorunca, köylülerin bazılarında hafif bir korku oluşurdu. Ama bu iki gençte hiç korku belirtisi yoktu; tam aksine, sade ve soğukkanlılardı.
- “Biz kuru odun topluyoruz, ağaç kesmiyoruz hele yaş ağaç hiç kesmiyoruz. Sizin doğaya ve ağaçlara olan hassasiyetinizi biliyoruz. Üstelik burası bizim de doğamız, buralar bizim de dağlarımız, bizim de toprağımız.”
Deyip, devam etmeden sustu. Ama içten söyledikleri belli oluyordu. Traktörün şoförü, elimdeki kalem ve kâğıda bakınca korkmadığını belli etmemek için gülümsüyordu. Göz göze geldiğimiz an sorularımı sormaya başladım:
- Rahat gidip gelebiliyor musunuz bağ ve bahçelerinize, arazilerinize?
- “Valla genelde biliyorsunuz izin vermiyorlar.” Behdinî Kürtçesiyle bastıra bastıra, “Tu fahm dıke jı xwe” deyip, devam etti.
- “KDP izin vermiyor. Buralara gelebilmemiz için ölmeyi göz almamız ve bunun sorumluluğunu da üstlenmemiz lazım. Yakıt da almamıza izin vermiyorlar. Ne mazot ne de benzin alamıyoruz. Yakıtları gerillaya götüreceğimizi sanıyorlar. Biraz fazla yakıt alsan, hemen asayiş bizi uyarıyor. Bizim köy bu konuda kavgalıdır KDP ile. Şikâyet ediyorlar bizi, biz yakıt alınca.
- Bu civarlarda köy yok ki?
- “Köyümüz …. Uzaktadır o yüzden traktörle geldik.”
Yolun devamında biz ve alıç ağacı(guhîj) hikayesi başlıyor. Gerillanın en sevdiği meyvelerinden biri; en sevdiği sürpriz meyvelerden. Ne zaman karşına çıkacağı belli olmaz. Genç kurye, ağacın altına gidip bir sürü toplayıp, hemen koşarak yanımıza geldi ve avuçlarımıza yememiz için guhîj bıraktı. Kuryeler, gerilla içerisinde sürprizi en sevenlerdir; yolun ne zaman biteceğini, yolda karşımıza nelerin çıkacağını, nerde duracağımızı bir tek onlar bilir. Tabii bu, onları biraz gizemli de yapıyor. Alıçları yiye yiye yürümeye devam ediyoruz. Dağların ardında, ötelerde varacağımız yerin rotasına baka baka ilerliyoruz. Orada direniş, orada bomba sesleri ve orada yaşamın gerçeği. Ve böylelikle ilk yolculuk başlıyor, Sergelê Direniş Alanı’na doğru.