ANALİZ

Soykırıma karşı direniş ve açlık grevi

'Eylemcilerin talebi ne denli insani ise, böylesi bir eyleme neden olan güçlerin tutumu da o denli alçakça ve insanlık dışıdır. Tecridin sorumlusu sadece TC değildir, aynı zamanda Avrupa Konseyi’dir.'

5 Eylül’de Amed’de başlatılan açlık grevi hem amacı hem de yöntemi itibariyle son derece insani bir eylem biçimi oluyor. Süresiz ve dönüşümsüz bu açlık grevine katılanların tek bir talebi var: On yedi ayı aşkın bir süredir kendisinden haber alınamayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın durumu hakkında net bilgi almak; bunun için kardeşleri ve avukatlarıyla görüşmesinin yolunu açmak. Açlık grevine katılanların bileşimi de bir hayli çarpıcıdır. Toplumun her kesiminden katılım söz konusu. Her eylemcinin bir temsil düzeyi var. Bu açıdan da tüm Kürt halkı Önder APO’dan haber almak için açlık grevi yatmıştır denilebilir.

Eylemcilerin talebi ne denli insani ise, böylesi bir eyleme neden olan güçlerin tutumu da o denli alçakça ve insanlık dışıdır. Siyasi konumu ne olursa olsun, bir tutsağın kendi ailesi ve avukatları ile görüşmesi için eylemde bulunmak, özünde sansasyonel bir olaydır. Başka bir deyişle olağan bir eylem sayılamaz. Çünkü uluslararası ve ulusal hukukta bir tutsağın kendi ailesi ve avukatlarıyla görüşmesi bir hak olarak öngörülür. Bu hakkın gasp edilemeyeceği ve keyfi tutumlarla engellenemeyeceği söylenir. Bu somut olayda ise, bunun tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Hem faşist AKP devleti hem de üyesi olduğu Avrupa Konseyi hukukun ırzına geçmiştir. Tecridin sorumlusu sadece TC değildir, aynı zamanda Avrupa Konseyi’dir.

Önder Öcalan’ı bir uluslararası komployla tutsak alıp süreklilik arz eden bir tecritle özdeş olan İmralı sisteminde yaşamaya mahkum eden güçler ABD ile birlikte AB ülkeleridir. İmralı sistemi bu güçlerce kurgulanmış ve uygulamaya konulmuş bir sistemdir. Özünde Kürt soykırımının faşist AKP eliyle sonuca götürülmesini öngörmektedir. ABD ve AB, bölgede kendisine biçtikleri misyona uygun davranması koşuluyla AKP’nin Kürt kıyımına onay vermişlerdir. Bu anlamda İmralı sistemi bir soykırım sistemidir. Dayatılan bu aşağılık sistem altında Önder Öcalan’ın yok sayılması, tamı tamına Kürtlerin yok sayılması demektir.

Dahası var. AKP ve tek şefi Erdoğan da bu güçlerin nesebi gayri sahih çocuğudur. Onlar tarafından ve üstelik Önder Öcalan’ın İmralı’ya konulmasından hemen sonra iktidara getirilmiştir. Bu güçlerin Önder Öcalan’a karşı düzenledikleri komplonun amacı barış kapısına kilit vurmak ve Kürtleri vahşi bir soykırımın hedefi yapmak olmuştur. Onlar açısından ‘çözüm’, özgür yaşamak isteyen Kürtlerin köküne kibrit suyu ekmek ve geriye kalan Kürt müsveddelerini Gladio tarzı yapıların emrine sokmaktır. Günlük gelişmelerden bu aşağılık planın nasıl hayata geçirildiğini izlemek hiç de zor olmasa gerekir. Çekirdek kadrosu ile KDP Gladio’nun Kürtler içindeki uzantısıdır ve NATO’nun emrindedir. Komplonun temel bir amacının da kendisine kadim Kürt ağacını içten kemiren kurt rolü biçilen bu oluşumun önünü açmak olmuştur. Sistemin bu süreçte çeşitli güçleri hizaya getirmekte kullanacağı bir ‘Kürt sopası’na ihtiyacı vardır. KDP bu ihtiyaca en uygun karşılığı vermek isteyen bir ihanet yapılanmasıdır ve özgürlükçü Kürtlerle savaş halindedir.

Özetle söylemek gerekirse, ABD ve AB, Önder Öcalan üzerindeki tecritten birinci derecede sorumlu olan aktörler durumundadır. Bu yüzden Amed’de “Ne çözümü, çözüm mözüm yok” diyen Binali Yıldırım’ın en çok da bu güçleri sevindirdiğini iyi bilmek gerekir. Onlar daha nice yıllara yayılacak bir Türk-Kürt çatışması istemekte ve bunun gereklerine uygun hareket etmektedir. Önder Öcalan’ın konumu barışçıl demokratik çözüm konumudur; sadece ulusal değil, bölgesel çözüm konumudur. Bu nedenle çözüm yok demek, İmralı yok demekle özdeştir. Çözümsüzlük üzerine temellendirilmiş bir politika inkar ve imha politikasıdır. Bu politikanın öncelikle çözüm alternatifini bertaraf etmeye çalışması kaçınılmazdır. Tehlike tam da buradadır ve Önder Öcalan’ın can güvenliği ve sağlığı konusundaki endişeleri zirveye çıkarmaktadır.

Binali Yıldırım’ın Amed’de yaptığı konuşma, tehditler savurmanın da ötesinde, Kürtlere yapılmış en ağır hakaretlerle doludur. Çözüm yok demek ve arkasından ekonomik açılımlardan söz etmek, Kürtleri otlayacak yeşil çayır arayan hayvanlarla bir tutmaktır. Geçmiş Kürt direnişleri döneminde de Kürtlerin böylesi hakaretler ve aşağılanmalara tabi tutulduklarını iyi biliyoruz. Biraz merakı olan biri hem de resmi belgelerde bu tür değerlendirmeleri rahatlıkla görebilir. Irkçı Türk sömürgecilerinin gözünde ‘hayatın anlamını bir avuç darı ile karnını doyurmakta gören’ varlıklardır; ‘uygarlıktan nasibini almamış vahşiler’dir. Kürdistan denilen coğrafyada ‘medeni adam yavrusu yetişmez.’ Türklük böylelerinin kökünü kurutacak güçtedir. Muti olma yeteneği gösterenlerin karınlar doyurulmalı ve birer binek hayvanı gibi Türklüğün hizmetinde kullanılmalıdır. Türk dışındaki herkesin bir tek hakkı vardır: Türklüğe hizmet etmek!

Efendisinden aşağıda kalmamak için özenle şiddet yüklü kelimeler seçen bu sığır sığlığındaki adamın sözleri normal insan diline çevrildiğinde Kürtlere söylediği şudur: Öcalan’ı yok sayın, kimlik ve özgürlük sahibi olmayı bir yana bırakın. Bunlar karnınızı doyurmaz. Kürtlükten, hele özgür Kürtlükten söz eden herkesin yeri ya mezarlık ya da zindandır. PKK ile doğrudan ya da dolaylı ilişkide olmak, mezarlığı ya da zindanı tercih etmektir. Özgürlük isteyen Kürt bizim için bir kanser hücresinden farksızdır ve nerede olursa olsun kesilip atılacaktır. Siz en iyisi oturduğunuz yerde durun ve sadece midenizi düşünün!

Evet, biraz onur sahibi bir Kürt insanının Yıldırım’ın sözlerinden çıkaracağı sonuç budur. Onur sahibi olmak biraz da bu tür hakaretler ve aşağılanmalara karşı tutumla kendisini dışa vurur. Amed’deki açlık grevi bu konuda iyi bir başlangıç niteliğindedir. Özellikle toplum açısından böyledir. Önder Öcalan’ın Kürt toplumundan koparılması, Kürtlerin beyinsiz bırakılmasıdır; başka bir deyişle yaşamı midesini doyurmak ve üremekten ibaret bir varlık derekesine düşürülmüş, bu çerçevede aklıyla değil güdüleriyle hareket eden bir ‘Kürt’ tipinin ortaya çıkarılmasıdır. Özgürlük Hareketi bu ‘Kürt’ tipini mezara gömmüş olabilir. Ancak AKP yine de hortlatmak istediği bu tipi imdadına çağırıyor. Bizim buna cevabımız özgür Kürt’ün bu toprakların temel kişiliği haline geldiğini eylemimizle Erdoğan ve uşaklarına göstermek olmalıdır.