İngiltere Savunma Bakanı John Healey, 14 Kasım tarihinde Ankara’ya geldi ve Yaşar Güler ile birlikte ortağı olduğu TUSAŞ’ı ziyaret etti. NATO’nun yeni Genel Sekreteri Mark Rutte ise, 25 Kasım’da Ankara’ya geldi ve o da TUSAŞ’ı ziyaret yeri olarak belirledi.
İsrail’in iç istihbarat teşkilatı Shin Bet’in başkanı Ronen Bar, 18 Kasım günü MİT Başkanı İbrahim Kalın ile gizli bir görüşme yaptı.
Kanımca bu trafik, bize bazı ipuçları ile birlikte yaşanan gelişmelerin kodlarını vermek için oldukça yeterli olabilir.
Bütün bu gelişmelerin ışığında Kürtler ve dostları, dünyanın dört bir yanında PKK’nin 46’ncı yılını büyük bir coşku ve heyecanla bayram havasında kutlarken, İngiltere’nin başkenti Londra’da 27 Kasım sabaha karşı saat 03.00 civarı Kürt yurtseverlerinin evleri, iş yerleri ve yıllardır İngiliz yasalarına göre faaliyet yürüten kurumları polis baskınına uğruyor ve bu uygulama halen devam ederken gözaltına alınan yurtseverler içeride, Kürtler ve dostları da dışarıda direnişlerini sürdürüyor.
Diğer ilginç ve stratejik öneme sahip olay ise, İdlib merkezli terör örgütü olan Heyet Tahrir Şam (HTŞ), nam-ı diğer Suriye El-Kaidesi olan El Nusra ya da Cebhed-ul Nusra örgütü Muhammed Colani'nin liderliğinde, görüntüde Halep şehrine karşı başlattıkları ani saldırı ve peşi sıra Suriye zemininde yaşanan yeni ve kritik durumdur.
Hepimizin bildiği gibi ‘siyasal ve fundamental İslam’, bir İngiliz yaratımıdır. Sovyetlere karşı ‘Siyasal İslam’ tandanslı Yeşil Kuşak Projesi temelinde Afganistan, TC ve Pakistan merkezli oluşturulan El Kaide, istihbarat örgütleri tarafından yetiştirilirken, Sovyetlerin dağılmasından sonra bu hareketler yeni adlar ve biçimler alarak halen varlıklarını etkili bir biçimde sürdürmektedirler. İşte HTŞ, bu sürecin son aşamasında İhvan-ı Müslim çizgisinin radikal unsuru olarak Suriye’nin İdlib bölgesinde Türk devletinin himayesinde ve gözetiminde kendisini adeta küçük bir İslami emirlik olarak örgütlemiş ve geliştirmiştir. İdlib ve mücavir alanlar, TC’nin eliyle adeta küçük bir Afganistan’a dönüşmüş bulunmaktadır. Türk devleti bu grupların yanı sıra Efrîn, Ezaz, Bab, Cerablus, Serêkaniyê ve Girê Spî alanlarını işgal ederek, buraya kendi denetiminde terörist unsurlardan oluşan sözde “Özgür Suriye Ordusu-ÖSO” adında bir oluşumla Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne karşı amansız bir soykırım savaşına girişmiştir. Hem TC kendisi hem de bu terörist gruplar eliyle 2018 yılından bu yana sürekli bir soykırım saldırısı geliştirmekte ve tüm yaşam alanlarını ortadan kaldırmak için her türlü savaş teknolojisini sınırsızca kullanmaktadır.
TC’nin tam da Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne yönelik kapsamlı bir soykırım saldırısı hazırlıklarını yürüttüğü bir dönemde, 27 Kasım günü HTŞ, Halep’e kapsamlı bir saldırıda bulunuyor ve aynı anda ÖSO grupları da Şehba-Tıl Rifat hattına saldırıyorlar. HTŞ, Esad ordusunun direnmeden Halep’i teslim etmesinin ardından Hama ve Humus şehirlerine yönelirken, TC icazetli terör grupları olan ÖSO çeteleri Şehba, Şêx Meqsûd, Eşrefiye ve Minbic alanlarına acımasızca saldırılar başlatmıştır. Bu saldırılar sıradan ve lokal saldırılar olarak ele alınıp değerlendirilemez. Suriye ile Rojava, Kürtlerin kırmızı çizgisidir ve her halükarda korunup sahiplenilmeli ve ne bedel gerekiyorsa ödenmelidir. Bu yanıyla başlayan süreç, tıpkı 2010 yılında Tunus’ta başlayan ‘Arap Baharı’ kadar hayati ve önemlidir. HTŞ’nin hamlesi oldukça stratejiktir ve burada amaç, Esad yönetimini tasfiye etmek olsa da esasta Kuzey ve Doğu Suriye-Rojava Özerk Yönetimi’ni tasfiye etmek ve Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak hedefi vardır ve bu kesinlikle TC’nin faşist AKP-MHP iktidarı tarafından planlanıp yürütülmektedir.
Kuşkusuz hem İran, Rusya ve ortakları hem de ABD, AB ve ortakları bu süreci hem kendi çıkarları için ele alacak ve pozisyon belirleyecekler hem de terör grupları bu süreci DAİŞ’in yarım bıraktığı hedeflerini tamamlamak için kullanacaklardır. Nasıl ki DAİŞ savaşı ve süreci Rojava merkezli halkların lehine büyük bir devrime dönüşmüş ise, şimdi de aynı durum çok daha büyük bir devrime ve kazanıma vesile olabilir. Lakin durum ciddi ve tehlike büyüktür. Eğer doğru tutum ve etkili bir direniş sergilenmez ise çok büyük bedeller ile kazanılan devrim değerleri TC’nin faşizan saldırıları karşısında yitip gidebilir.
Bu değerlerin korunup kollanması, kuşkusuz Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin temel ve öncelikli görevidir. Ama bu, tüm Kurdistan’ın ve özellikle Avrupa’da yaşayan halkımızın en öncelikli görevidir. Başta Kürdistan gençliği olmak üzere her parçada halkımız akın akın Rojava direnişine katılmalı ve rolünü oynamalıdır.
Oynanan oyun öyle basit ve sıradan bir oyun değildir. 9 Ekim 1998’de Önder Abdullah Öcalan Suriye zemininden bir komplo ile çıkarılarak hareket ve halk olarak tasfiye edilmek istendi. Önder Abdullah Öcalan ve Kürt halkı bu komploya karşı büyük ve tarihi Rojava Devrimi ile halkların baharını yaratarak yanıt oldu. Şimdi ise Önder Abdullah Öcalan’ın paradigması temelinde yaratılan devrim ve değerleri, Demokratik Özyönetim Sistemi komplocular tarafından tasfiye edilmek istenirken, bununla yarım kalmış ve akamete uğramış Kürt soykırımı tamamlanmak istenmektedir. Buna karşı her Kürt bireyi ve dostları bu soykırım sürecine karşı seferlik ruhuyla sürece aktif katılım sağlamalıdır.
Rojava’yı savunmak Kürdistan’ı savunmaktır!
Rojavayı savunmak kadın özgürlüğünü savunmaktır!
Rojavayı savunmak insanlığı savunmaktır!