Kobanê Musul gibi olmadı, sonuna kadar direndi

Kobanê direnişini izleyen gazeteci Xezne Nebî, “İki seçenek vardı; ya Kobanê, Musul gibi olacaktı ya da sonuna kadar direniş yaşanacaktı. Tabii Kürtler, sonuna kadar savaşarak direnmeyi tercih etti” dedi.

Kobanê direnişine savaş muhabiri olarak katılan Xezne Nebî, bir savaşçı mevzisini nasıl koruyorsa bir savaş muhabirinin de hakikatin sesini tüm çıplaklığıyla duyurmaktan sorumlu olduğunu belirterek, şunun altını çizdi: “Kobanê’de olan herkes Kobanê onunmuş gibi oradan oraya koşuyordu, elinden ne geliyorsa yapmak istiyordu, çünkü Kobanê’de bir Kurdistan, bir ulus, bir dava vardı. Direnişte payımın olduğu kadar direnişe borçluyum da.”


Kobanê direnişini dört ay boyunca anı anına yakından takip eden gazeteci Xezne Nebî, direnişin izlerini, savaş muhabirleri aracılığıyla hakikatin sesinin nasıl yayıldığını ve bunun sonucunda 1 Kasım Dünya Kobanê Günü ve 2 Kasım Dünya Rojava Günü’nün ilanını ANF’ye anlattı.

Kobanê’de elde edilecek zaferin hem Kürtler hem de DAİŞ çetesi açısından önemli olduğunu belirten Xezne Nebî, “Eğer DAİŞ çetesi Kobanê’de zafere ulaşmış olsaydı sınır hatları -Halep sınırından Bağdat sınırlarına kadar- Türk devleti denetimine girmiş olacaktı. Kürt bölgelerini yani Cizîrê, Efrîn ve Kobanê’yi birbirinden ayıracağından büyük bir yenilgi olacaktı. Sadece bir coğrafya savaşı da değildi. Çizilen sınırlar, yaratılan projelere, gerçekleşen değişim-dönüşüm kandan elde edilmişti. Bunun için Kobanê’de büyük bir direniş sergilendi. İki seçenek vardı; ya Kobanê Musul gibi olacaktı ya da sonuna kadar direniş. Tabii Kürtler sonuna kadar direnmekten, savaşmaktan yana tercihini yaptı” dedi. 

ÜÇ CEPHEDE BİR DOÇKA

“Bir genç Kürt kadın olarak bir noktada kilitlenmiştim; sadece bir şehir değil, Kürt davası ya zafere ulaşacak ya zafere ulaşacak fikriyatıydı” diyen Xezne, herkesin Kobanê’nin düşeceğini konuştuğu süreçte Kobanê’de Kobanê düşecek sözünün geçmediğini belirterek, şöyle devam etti: “Bunları sadece slogan olsun diye söylemiyorum, o anlara canlı canlı şahitlik ettim. Savaşçı ve komutanlar büyük bir fedakarlıkla, direnişle Kobanê’yi savundu. Öyle bir tablo vardı ki keşke hafızamızda kaydedilenler ve gözlerimizin gördükleri bir ekrana yansıyabilse. Kürt kadınlar silah kaldırdı, büyük bir direniş sergilendi. Kadın ordulaşması öncelere dayanıyor fakat Rojavayê Kurdistan’da bir ilkti. DAİŞ çetesi, Kobanê’nin doğusunda saldırdığında o görüntülere şahit olmuştum. Bir çakal sürüsü gibi saldırıyorlardı. Sadece görüntüleri bile ürkütücüydü. Giyim kuşamlarından tutalım ellerindeki askeri teçhizata kadar kimse Kürt halkı gibi bunlara karşı direnemezdi. Bir de Kobanê’de üç cephede dolaşan bir doçka vardı o da sonunda bozulmuştu ve doçkasız kalmıştık.

DÜŞTÜĞÜNÜ KİMSE GÖRMEYECEKTİ

Yenilgi tablosu yoktu. Kobanê direnişinde yer alan herkes; halk olsun, savaşçı olsun, komutan olsun, gazeteci olsun ya başaracaktı ya da ölecekti, başka seçenek belirlememişti. Şimdi o günleri yorumluyoruz ama o dönemlerde çok karmaşık duygular yaşanıyordu. O dönemde yorumlamak güçtü, düşündüğüm tek şey; Kobanê’den çıkmayacağız, Kobanê’yi bırakmayacağız. Savaşın içerisine girdiğin an neden bu kararlılığın yaşandığı, neden bu savaşçıların direndiği anlamına kavuşuyorsun. Kobanê’de yaşanan tablo; şehit düşerim ama Kobanê düşmeyecek, düştüğünü de kimse görmeyecek tablosuydu. 

GERİ DÖNECEĞİZ DEĞİL Mİ?

Savaşın kente, evlere kadar ulaşmasıyla halkın evlerinden, sokaklardan çıkma kararı alındığında güney, doğu ve kuzeyden Kobanê’ye doğru gitmesi üzücü bir tabloydu. Üç taraftan Kobanê’ye olan akın yüreğimizi dağlamıştı. Halk, Şengal tablosuna şahitlik etmişti, her şeyini arkasında bırakarak gitti. Vahşice bir saldırıydı, halkın korunması gerekiyordu. Ayakkabısız, evini, yurdunu arkasında bırakan aileler, kundaktaki bebeğine sarılıp giden anneler, ömürlerini Kobanê’de geçiren yaşlılar, elimizdeki kameraları gördüklerinde ‘geri döneceğiz değil mi’ sorusu, o anlarda yüreğimizi sızlatıyordu. Gidiyorlardı ama dönme umuduyla. Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndaki yüz binlerce insan, o hengâme, halkın sınırı geçmesi duygusal bir ortam yaratmıştı.”

TEKER TEKER TEMİZLENİYORDU

Xezne, yaşamında iz bırakan anların birkaç tanesini şu şekilde sıraladı: “Şehir savaşıyla Halep grubunun Kobanê’ye gelmesi de unutulmayanlar arasındaydı. Savaşa ayrı bir renk katmışlardı moral ve coşkularıyla. Savaş artık göğüs göğüseydi, YPG-YPJ savaşçıları ve DAİŞ elemanları karşı karşıyaydı. Halk, Miştenûr Tepesi’nin DAİŞ’in denetimine girmesi ve kara bayrakların dalgalanmasını Kobanê’nin düştüğünü sanmıştı. Hem saldırı hem de savunma açısından stratejik bir tepeydi. Tarih sayfalarına imzanın atıldığı birçok an da vardı. Köylerini, evlerini bırakan, göç eden halk tablosu ardında tersyüz ediliyordu. Başarıların altına imza atılıyordu. 28 Kasım’da Mürşit Pınar’da DAİŞ’in gerçekleştirdiği saldırılar çok şiddetliydi. Patlama ve üç koldan saldırılar, patlamalar… Sonuç olarak yenik düştüler. Ardından her gün yeni bir mahalle, sokak, köy DAİŞ çetesinden temizleniyordu.

MUAZZAM KOLEKTİF BİR RUH

Savaş ortamında küçük ama sevinç verici küçük detaylar vardı. YPG-YPJ savaşçıların savaş taktikleri çok önemliydi. Her biri, bir yoldaşını korumak için gerekirse on kez şehit düşecek fedakarlığa, ruha sahipti. Her biri, bir gazeteciyi korumak için on kez şehit düşecek kadar yüreği büyüktü. Korkusuzca yapılıyordu. Kendi lokmasını yoldaşıyla paylaşan savaşçıların kareleri. Mevzilere yemek ve su arayanlar insanların seferberliği, cephanenin bitmek üzere olduğu an yerlerde mermi aradığımız anlar, olması mümkün olmayan ama hakikatte olan muazzam bir kolektif ruh…

SEVİNÇ VE ACI İÇ İÇEYDİ

Kadın arkadaşların savaş koordinesi olması, mevziilerde çatışması, direnişin öncülüğünü yapması, yüzünde zafer kararlılığı etkileyiciydi. En güzel anımız acıları, hüznü bir nezde olsa da geride bıraktığımız an Kobanê’nin özgürleştirildiği andı. Herkesin sabırsızlıkla beklediği anı yakalamıştık. Kobanê özgürdü. Sevinç ve acının anda yaşanmasıydı Kobanê’nin özgürlüğü. Miştenûr ve Kaniya Kurda Tepesi’nde bir bardak çay içmek isteyen birçok savaşçı vardı. Cûdî Halep, Xemgîn, Hemze… Kaniya Kurda Tepesi’nde oturmuştum. Halaylarını izliyordum arkadaşların. Telsizden tepeye saldırı olma ihtimali var yukarıda kim varsa aşağı insin anonslarını da aldırış etmemiştim aslında. O anı bekliyordum; Kara bayraklar duvarlardan sökülüp atıldı, YPJ-YPG bayrakları dalgalanıyor, Kobanê özgür ve halaylar çekiliyor. Hangi arkadaş kameralara konuştuysa ‘çok mutluyuz ama bir yanımız eksik’ diyordu, çünkü yüzlerce şehit bu anları görmek istiyordu.”

HAKİKATİ ULAŞTIRANLAR

1 Kasım Dünya Kobanê Günü ve 2 Kasım Dünya Rojava Günü’nün ilan edilmesinde Kobanê’deki savaş muhabirlerinin rollerinin yadsınamaz olduğunu dile getiren Xezne, şunları ifade etti: “Her savaşta olduğu gibi herkes başarısını bekler. Aynı zamanda her insanın da başarı beklentisi var. Toprağın sahibi her zaman başarıyı istemekte haklı. Gazeteciler ise hakikati ve moral kaynağını yansıtandı. Savaş muhabirliği halka güç verdiği kadar hakikati yansıtan ve ne varsa halka ulaştıran taraftı. Her ailenin çocuğu Kobanê’ydi. Özellikle Kürt halkı, Kobanê’ye Kürt davasının temeli olarak bakıyordu. Kobanê’de anı anına ne olduğunu merakla takip ediyordu. Savaş muhabirleri, hakikati ulaştırandı. Kobanê’de olmayanlara Kobanê’yi anlatıyordu.

HAKİKATİ YANSITMAKLA SORUMLUYDUK

Kobanê’dekilerin dışarıdan haberi yoktu ama dışarıdan Kobanê’yi takip edenlerin Kobanê’den haberi vardı. Kobanê’nin düşmesine iki mahalle kalmıştı ama düşmeyeceğine kilitlenmiş ve iknaydık, çünkü direniş gözler önündeydi, direnişin yansıtılması savaşçılara olan güveni sarsılmaz hale getirmişti. 1 Kasım Dünya Kobanê Günü de aslında bu şekilde ilan edildi. Kobanê’nin direniş haykırışları dünyaya yansımasaydı bu denli yankı bulamazdı. Savaş muhabirliği içeride yaşanan direnişin, savaşın dünyaya yayılmasının sesi oldu. Bir savaşçı mevzisini nasıl koruyorsa, bir savaş komutanı nasıl savaşı yönlendiriyorsa savaş muhabirleri de hakikatin sesini dünyaya çıplaklığıyla duyurmasından sorumluydu. Birçok kez konuşmak bile gerekmezdi veya hakikati bir fotoğraf, bir kelime bile anlatıyordu.” 

KOBANÊ’DE KURDISTAN VARDI

Konuşmasını unutamadığı bir anısıyla sonlandıran Xezne, şunları dile getirdi: “Kobanê’nin doğusunun temizlenmesi operasyonu başladığında Mekteba Reş vardı, temizlenmişti fakat tekrardan kontrol edilmesi gerekiyordu. İki savaş muhabiri birde Heval Xwînda. Ben ve Şehit Xwînda birlikte operasyona katıldık. Birden yerimiz deşifre oldu. Alt tarafta ve üst tarafta çeteler vardı yani çembere alınmıştık. Şehit Xwînda’nın karnası üzerine kameramı bıraktım. Kameramı attı ve çabuk buradan çık dedi. Beni korumak amaçlı yapmıştı ama bir savaşçının silahı elinden alındığında ne kadar dokunursa kameramı atması da hayli dokunmuştu. Çünkü silahım kameramdı. Karnas kullanıyordu, keleşini de ben aldım. Silah kullanmayı da bilmiyordum. Bir yandan da kamerama ulaşmaya çalıştım. Çünkü o anları çekmeseydim Xwînda’nın direnişi sadece ben ve Xwînda’yla sınırlı kalacaktı. Tüm mevziilerde bu şekildeydi. Yaşananları gün yüzüne çıkarmazsan o anlarla sınırlı kalacaktı. Zaten o esnada kamerayı tuttuğum elimden yaralandım, elimden düştü kameram. Kobanê’de olan herkes Kobanê onunmuş gibi oradan oraya koşuyordu, elinden ne geliyorsa yapmak istiyordu, çünkü Kobanê’de bir Kurdistan, bir ulus, bir dava vardı. Direnişte payımın olduğu kadar direnişe borçluyum da.”