40. yılında Lice’den Rakka’ya PKK’nin ateşten tarihi -I-

Abdullah Öcalan’ın liderliğinde çoğunluğu yoksul ve üniversite gençliğinden oluşan Kürdistan ve Türkiyeli bir grup devrimci genç, 27 Kasım 1978’de PKK resmi kuruluşunu ilan ederken, yaptıklarının ve yapacaklarının bir devrim olduğunu biliyorlardı.

‘An değil tarih, birey değil toplum’

Kürdistan’ı sömürgesi haline getiren Türkiye’nin başkenti Ankara’da üniversitelerde ’68 kuşağının devrimci gençlik hareketi içinde yer alan ve kendi ülke, toplum ve sınıf gerçekliğinin bilincine sahip bu gençler; Öcalan’ın önderliğinde yönlerini Kürdistan’a döndürdüklerinde ne yapacaklarını gayet iyi biliyorlardı. Hiç kimsenin adını anmadığı, anamadığı ve varlığının inkar edildiği Kürdistan ülkesi ve toplumunda devrimci bir hareket başlatmak ve bunu bir parti sistemi öncülüğünde mücadeleye dönüştürmek hiç de kolay değildi.

Ki zaten PKK’nin kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan, PKK’nin 3. Kongresi’nde PKK’nin mücadele gerçeğini, “Burada çözümlenen bir an değil, tarih birey değil, toplumdur” cümlesi ile özetliyordu. Yani, PKK kurucu ve öncü kadrolarının sahip olduğu özellikleri ifade ediyor ve PKK’nin, Kürt tarihini ve toplumunu çözerek, çözümleyerek, ölçü ve özelliklerini geliştirerek ortaya çıktığını ifade ediyordu.

PKK DEVRİMCİ HAREKETLERE ESİN KAYNAĞI OLDU

PKK’nin kuruluş öncesi, kuruluş süreci ve sonrasındaki mücadele gerçeğine baktığınızda bunu gayet açık bir şekilde görebilir ve tanımlayabilirsiniz. PKK’nin tarihi, düz çizgisel ve klasik bir sınıf partisinin özelliklerine göre çözümlenebilecek bir parti değil. Kuşkusuz, PKK; dönemin Devrimci hareketleri, Sosyalist sistem, ulusal kurtuluş mücadelelerinden etkilendi. Ancak tarihsel gelişim süreci içinde tıkanma ve çözülme yaşayan bu akımların izinden gitmedi. Öcalan’ın teorik ve politik strateji ve taktikleri ile kendisini yenilemeyi, büyütmeyi bildi. Bütün bunları yaparken de devletçi-iktidarcı sisteme karşı en radikal mücadeleyi verir bir noktaya geldi.

Çağın özelliklerine, toplumsal değişime ve kendi mücadelesinin sonuçlarına göre kendisin her dönem yeniden yapılandırırken paradigmasal değişimlerle Devrimci hareketlere esin kaynağı olmayı başaran bir hareket düzeyine ulaştı

Devrimci aydın gençlik grubunun 27 Kasım 1978’de kurduğu PKK bugün dünyanın en büyük sayılı örgütlerinden biri. Kürdistani olduğu kadar, Ortadoğu ve küresel özellik taşıyor. Bu yazı dizisinde PKK’nin 40 yıllık mücadele tarihine bakarken, PKK’nin kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan’ın konuşmaları, kitapları ile son savunmalarıdan, PKK’nin kurucularından Sakine Cansız, Duran Kalkan, Cemil Bayık, Ali Haydar Kaytan, Mustafa Karasu, Sabri Ok, Rıza Altun’un anlatımları ve kitaplarından, Ateşten Tarih Belgeseli’nden, PKK arşivindeki belgelerden yararlandım. PKK’yi tanımak ve anlamak hem çok kolay hem de zor. Ama PKK’yi PKK’lilerden tanımak, özellikle Öcalan’ın eserlerini inceleyerek anlamak oldukça önemli. Kürdistan dağlarında, gerillaların arasında hazırlamaya çalıştığım bu yazı dizisinde PKK’nin 40 yıllık tarihini ANF okurları için derlemeye çalıştım.

FİS KÖYÜNDEN RAKKA’YA KÜRESELLEŞEN PKK

27 Kasım 1978’de Kürdistan’ın Amed kentinin Lice ilçesinin Fis köyünde kuruluşunu ilan eden PKK, bugün bütün dünyanın korkulu rüyası haline gelen faşist DAİŞ çetelerini PKK’nin başlattığı kadın ordulaşmasının Rojava ve Şengalli YPJ ve YJŞ’li birlikler ile hilafetin başkenti ilan ettiği Rakka’da tarihin tozlu raflarına gömdü. Ve Rakka’da PKK’nin kurucusu ve önderi Abdullah Öcalan’ın dev posterini dalgalandırarak tüm dünyayı derinden sarstı.

Bu durum, PKK’nin Kürdistani olan özelliğinin bölgesel ve küresel bir karakter kazandığını gösteriyor. Lice’den Rakka’ya başlığı da PKK’nin yarım asra yakındır yürüttüğü mücadelenin hangi boyutlara vardığını göstermesi açısından yine önemli dersler içermektedir.

Dolayısıyla PKK’yi devletlerin söylemleri, özellikle de sömürgeci devletlerin resmi söylemleri ile tanımlamak, anlamlandırmak tarihsel ve toplumsal gerçekliğin doğru anlaşılmasını engellediği gibi, insanlığın özgürlük, eşitlik ve adalet ideallerinden uzaklaşmayı beraberinde getirir.

KÜRDİSTAN’IN VAR OLUŞ MÜCADELESİ

Kürdistan ülkesi, toplumu, tarihi ve kültürü ile binlerce yıl kendisini var etse de, tarihin akışı içinde yok olma ile karşı karşıya kaldı.

Kürdistan, günümüze kadar ulaşan ulus-devletleşme sürecini kendine özgü toplumsal ve siyasal karakteri ile Kürdistan üzerindeki egemen olan devlet ya da iktidar yapılarının baskıcı politikaları nedeniyle ulus-devlet sürecini yaşamadı. 1639 yılında İran ile Osmanlı İmparatorluğu’nun anlaşması ile Kürdistan önce ikiye bölündü. 1. Dünya savaşından sonra ise Irak, Türkiye Cumhuriyeti ve Suriye arasında bölüştürüldü.

Kürdistan ülkesi 4 parçaya bölünmüş, bu bölünme yetmezmiş gibi TC ve Baas Rejimlerinin hüküm sürdüğü Irak ve Suriye’de Kürt varlığı yok sayıldı. TC’de ise inkar politikalarının yanı sıra asimilasyon ve imha politikaları devreye girdi. Kürtlerin kendi varlıklarını koruma, daha doğrusu varlıklarını ortaya koyma mücadeleleri ise topyekün imha politikaları Kürt liderleri ve her düzeydeki siyasi hareketleri yok edildi. Soykırım politikaları ile Kürtler, tecrit, tedip ve tenkil hareketleri yok edilmek istendi.

19. Yüzyıl ve 20. Yüzyıldaki Kürtlerin bütün siyasi hareketleri dört parçada sömürgeci devletler tarafından bastırılmış durumdaydı. Bazı dönemler siyasi hareketlenmeler gelişse de bu siyasi hareketler dönemin özellikleri, uluslararası güçlerin politik çıkarlarına kurban ediliyordu. Bu durum 1970’lerin ikinci yarısına kadar böyle devam etti. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki Kürtler, 1968 devrimci hareketlerin dorukta olduğu, sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadeleleri, sosyalist devrimler vb gelişmelerin yaşandığı bu dönemde cılız Kürt hareketleri kendisinden söz ettiriyor ama bütün Kürdistan’ı kapsayacak düzeyde bir durum ortaya çıkmıyordu.

68 KUŞAĞI DÖNÜM NOKTASI OLDU

Özellikle Kuzey Kürdistan ve Türkiye gerçeğinde Kürt ismi, ülkesi, dili, kültürü yok sayılmış, inkar siyaseti soykırım süreçlerinin farklı aşamalarına geçmişti.

Kürtler adına siyaset yapanların politik karakterleri ise bu soykırım siyasetini idrak etmesi bir yana yumuşak siyasal duruşları nedeniyle Kürtleri büyük tehlikenin eşiğine getirmişlerdi. TC ise, Kürtleri Dersim, Ağrı ve Zilan’da bitirdiğini düşünmüş Ağrı dağına gömmüş mezar taşına ise “Hayali Kürdistan burada meftundur” yazısını yazdırmıştı.

Ama durum hiç  de TC’nin ve diğer sömürgeci devletlerin istediği ve umduğu gibi olmayacaktı. 68 kuşağının devrimci hareketlerinden etkilenen Kürdistanlı ve Türkiyeli yoksul bir grup genç Rıhalı Abdullah Öcalan’ın etrafında bir araya geliyordu. Bu bir araya gelişin tarihsel, toplumsal, siyasal anlamı ve akışı farklı olacaktı...

PKK’nin kurucularından Duran Kalkan, 30. Yıl Dersleri adlı kitabında PKK Tarihini anlatırken kuruluş öncesi dönemi şöyle analiz ediyordu:

”... Partiya Karkeren Kürdistan (PKK) 1970’lerde doğup şekillenen ve 20 yüzyılın son çeyreği ile 21. Yüzyılın başlangıcına damgasını vuran bir hareket oldu.

PKK, ideolojik, siyasi ve pratik hareketleri ile Kürdistan ve Ortadoğu’daki tarihsel ve sosyal gelişimleri etkileyen temel örgütlerden birisidir. “ Yani PKK, içinde doğup şekillendiği ortamın özelliklerini taşır. PKK ortaya çıkışı ile sadece etkileme değil, Kürt tarihinde bir dönüm noktası oldu. Sadece Kürtler açısından değil, bölgesel ve küresel bir hareket olmayı başardı.

Kuşkusuz bunda Kürdistan’ın Ortadoğu’nun merkezinde bir ülke ve toplum olması ve Kürt meselesinin bir sistem olması gerçeği önem taşır.

Duran Kalkan’ın deyimi ile “... PKK, bugün dünyada tanınan birçok devletten daha fazla tanınmaktadır. BM’de üye değildir, ama kayıtlara en çok geçen örgütlerden birisi oluyor. Birçok devlet belki BM üyesidirler, ama adı bile geçmez. Bu devletlerden, birçok toplumsal yapı haberdar bile değildir. Ama bu dünyada PKK’den haberdar olmayan hiçbir toplum yoktur. Kuşkusuz “Toplumun tümü, bütün bireyleri haberdardır” demek bir abartı olur. Fakat PKK olayı, en azından her toplumun belli bir kesitinin şu veya bu biçimde haberdar olduğu bir olgudur. Kendini en azından isim olarak, kimlik olarak taşırma düzeyi böyledir. Bunu hep kendisi yapmıyor. Bu, kendisine destek anlamında da yapılmıyor.

Olumlu yönden olduğu kadar, olumsuz yönden de kendisi yaptığı kadar, hatta ondan daha fazla düşmanları böyle yapıyorlar. Ama her ne biçimde olursa olsun, bölgeyi de aşarak uluslararası sistemi, bütün dünya gerçeğini etkileme ve bilinme, tanınma düzeyi böyledir. O zaman böyle bir olgu, bugün dünyada en çok tanınan bir gerçeğe sahip olan bir olgudur. Doğup geliştiği, nasıl bir çabanın, bilincin, ruhun ürünü olduğuna, objektivitenin ve sübjektivitenin böyle bir olgunun doğup gelişmesinde etkisinin ne oranda olduğuna bakmak gerekir.”

ÖCALAN’IN DİLİNDEN; PKK’NİN DOĞUŞ KOŞULLARI

PKK’nin kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan,  kuruluşundan itibaren PKK’nin gelişim sürecinin canlı bir tarihi gerçekliğin akışı içinde ele alır ve değerlendirir.

Öcalan, PKK’nin ortaya çıkışı ve oluşum süreci öncesindeki siyasal, sosyal ve tarihsel gelişmeleri değerlendirirken iki temel noktaya dikkat çeker. Birincisi ideolojik oluşum süreci, ikincisi ise Kürdistan’ın özellikleri... “Soykırım Kıskancında Kürdistan’ı Savunmak-Demokratik Ulus Savunması” adlı eserinde PKK’nin doğuş koşullarını şöyle ifadelendirir:

“... PKK’nin ideolojik oluşum sürecinde yaşadığı muğlaklık, bilimsel sosyalizmin genelde yaşadığı ve belirtmeye çalıştığımız eksiklikleri ve yanlışlıklarından kaynaklanıyordu.

Ulus devletçi ideoloji ile demokratik toplumcu ideoloji iç içe karışık ve eklektik olarak bir arada bulunuyordu. Örnek alınan tüm işçi ve komünist partileri reel sosyalizmin yaşadığı eksiklikler ve yanlışlıklardan paylarını almışlardı. Kuruluş aşamasında devletçi ideoloji ile demokratik toplumcu ideoloji arasında ayrım yapacak yetenek ve güçte değildik. Ders alınacak doğru bir örnek olmadığı gibi, tarihsel tecrübeyi doğru yorumlayacak bilgi birikimine ve teorik kapasiteye de sahip değildik.

‘Sömürge Kürdistan’ kavramına dayalı eklektik ulusal kurtuluş teorisinin pratik gerekleri belliydi. Uzun vadeli ulusal kurtuluş savaşına dayalı ulusal bir devletti hedeflenen. Afrika’da neredeyse her gün tekrarlanan ulusal kurtuluş savaşları ve sonrasında ilan edilen bağımsız devletler, Kürt ulusal sorununun çözümünde de başkaca hiçbir teoriye ve pratiğe ihtiyaç duymaksızın içine girilecek yolu yeterince açıklıyordu. Genel kurtuluş teorisine fazla dalmadan, ulusal kurtuluş pratiklerini incelemek yeterli geliyordu.

Ayrıca bahsettiğimiz büyük ustalardan (Lenin, Stalin) aldığımız icazet, gerekli olan tüm teorik gıdayı ve pratik kalıpları sunuyordu. Geriye kalan, bu ideolojik kapsamın gruplaşmasını hızla tamamlamak ve kitleye mal etmekti. Öyle de yapıldı.”

BAYIK; PKK ZORLUKLARLA YAŞADI, SAVAŞTI VE YENDİ

 PKK’nin Kurucularından Cemil Bayık da, PKK Tarihi’ni anlatırken Öcalan’ın önderliksel karakteri ve PKK gerçeği üzerinde durur ve dönemin özelliklerine dikkat çekerek “PKK'nin ortaya çıkışında zorluklarla boğuşması söz konusu.

Zorlukları esas alması, zorluklarla yaşamayı bilmesi, savaşmayı bilmesi ve yenmesi söz konusudur. Bu PKK'nin bir özelliğidir...” der.  PKK işte bu özelliği ile her dönemi bu özelliği sayesinde aşmayı bilir.

TÜRKİYE VE DÜNYA ÖRNEKLERİ İNCELENDİ

Peki Öcalan ve arkadaşları PKK’yi nasıl kurdu? Kuruluş süreci öncesi ve sonrasında neler yaşadılar? Dünyada sistem değişiklikleri yaşanırken, PKK kendisini nasıl sürekli hale getirdi?

Öcalan, 1973-76 dönemini dar grup dönemi, 1976-78 yıllarını ise kitleselleşme dönemi olarak ele alır. “Her iki dönem de başarıyla atlatılmıştı. Sorun ondan sonra neyin nasıl yapılacağı sorunuydu. Gençlik grubundan ve kitlelere yayılımından sonraki adım partileşme mi, askeri eylem örgütü mü sorusunun yanıtlanmasına bağlıydı.”

Bu soruna partileşme biçiminde cevap vermeye çalışan Öcalan ve arkadaşları, Vietnam Devrimi’ni başarılı ve parlak örnek olarak önlerine koyar, örgütlenme için ise Türkiye solundan ordu ve cephe örgütlenmeleri gibi deneyimleri inceler, bu deneyimleri Kürdistan somutunda geliştirmeye çalışır.  APOCUlar, Kürdistan’da kökleri sağlam ideolojik mücadeleyi oldukça radikal bir şekilde geliştirir.  Bu mücadelenin stratejik sonuçlarını hemen gören Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde darbe mekaniği hareketlenir.

ÖCALAN, KÜRT SORUNUNA İLGİ DUYMAM MAHİR ÇAYAN İLE BAĞLANTILI

PKK’nin grup süreci Ankara’da üniversite gençliği arasında oluşur. Türkiye devrimci gençlik hareketi içinde yer alan Türkiyeli ve Kürdistanlı gençleri Öcalan buluşturur. 

Genç Öcalan, Türkiye Devrimci Gençlik Hareketinden Mahir Çayan’ın öncülük ettiği siyasal hareketin sempatizanıdır. Ancak Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının mücadelesini de her zaman saygı ile anar. Öcalan, Mahir Çayan’ı ve o dönemi anlatırken şu gerçekleri dile getirir: “Ben onu Teknik Üniversitede bizzat dinledim. Hatta bir-iki tane de silah patladı. Mahir, Yusuf, Münir... Sinan Kazım Özüdoğru üçlüsüydü galiba. İlk sanırım ayrılık toplantısıdır o. Mahir bana çok tutarlı geldi. Benim gerek THKP-C sempatizanlığım, gerekse Kürt sorununa ilgi duymam Mahir’in sorunu oldukça çarpıcı koymasıyla bağlantılıdır.

Biz devrimci gençlik hareketinin değerini gördük ve oldukça bir sempatizan olarak etkilendik. Şimdi tabi benim o zaman sempatizanlıktan öteye bir rol oynamam imkansızdı. Ve 12 Mart’da gümbür gümbür geliyordu... Kışın bu süreci yaşarken 12 Mart’da da darbe yapıldı. Darbe devrimci gençliği boynunu vururken, bizim ise saç telimize vurdu. Bu bizim şansımız oluyordu tabi.

KIZILDERE KATLİAMI DÖNÜM NOKTASI OLDU

Muhtıra verildiğinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Öcalan, o yılın sonbaharında tekrar Ankara’ya döner .Öcalan o dönemi şu sözlerle dile getirir:

71 sonlarında Siyasala gelme sürecimiz vardı. O süreçte önde gelen birçok militan yakalanmıştı. Tam onlar gittiğinde ve 12 Mart faşizmi hükmünü oturtmaya çalıştığında biz gençliğin yeni önderleri gibi bir konumla karşı karşıya kaldık. ”

12 Mart Darbesi’nin en trajik dönüm noktalarından biri olan Kızıldere’ye doğru  böyle adım adım gidilirken, Mülkiye 1. sınıf öğrencisi Abdullah Öcalan da kendisini hala hareketli olan siyasal bir ortam içinde bulur  ve giderek de öne çıkmaya başlar.

İşte tam da böylesi bir süreçte, 1972 baharına girişle birlikte yaşanan Kızıldere olayı, Türkiye siyasal tarihinde olduğu gibi, Öcalan’ın  yaşamında da bir dönüm noktası oluşturur.

Öcalan, Kızıldere katliamını şu şekilde değerlendiriyor; ‘12 Mart’ı biz böyle karşılarken Kızıldere olayı meydana geldi. Kızıldere biliyorsunuz devrimci hareketin önderlerini hazin bir biçimde kaybetmesidir. Biz bundan çok etkilendik. Ben sempatizan düzeyindeydim ve Siyasal’da biz 12 Mart’a karşı ilk defa bir boykot yaptık. Daha sonra ODTÜ bunu takip etti. Ve biz 7 Nisan’da içeri alındık.’

12 Mart baskısının bu en koyu günlerinde, Kızıldere katliamının hemen 1 gün sonrasında gerçekleşen bu boykotun yankısı da büyük  olur; anlamı da.....

HAKİ KARER VE KEMAL PİR İLE TANIŞMA, ÇEKİRDEK GRUP AŞAMASI

Öcalan cezaevinden çıkar. Kafasında şekillendirdiği ve sisteme kavuşturduğu düşünceleri çevresinde “çekirdek grup” olarak oluşturduğu arkadaşlarına anlatır.

Yeni arkadaşlarını bulmaya ve örgütlemeye girişir. İlk arkadaşları Karadenizli devrimcilerden Kemal Pir ve Haki Karer olacaktır. Öcalan’ın, Kemal Pir ve Haki Karer ile tanışması, bu iki Karadenizli gencin ölümüne Öcalan’a bağlı devrimci yaşamları ise PKK’nin siyasal, ahlaki, ideolojik ölçülerinde önemli bir eşik olacaktır. Çünkü Öcalan, cezaevinden çıkar çıkmaz tanıştığı, evlerinde kaldığı bu iki Karadenizli devrimci genç bütün varlıklarını Kürdistan ve Türkiye halklarının özgürlük yolunda anlamlandıracaklardı. 

Öcalan’ın bu Kemal Pir ve Haki Karer ile tanışma anını ise PKK’nin kurucu kadroları şöyle anlatıyor:

Bayık’ın anlatımıyla; Benim bildiğim Başkan Apo önce Kemal Pir ve Haki Karer arkadaşlarla arkadaşlık yapıyor. O iki arkadaş da Türk’tür, Kürt değiller. O arkadaşlar kara bir günde Başkan Apo ile arkadaşlık yaptılar. Kimsenin Kürdistan’a sahip çıkmadığı bir dönemde Başkana sahip çıktılar.

Kaytan’ın anlatımıyla; Başkan o tarzda o eve yerleşiyor ve onlarla tanışıyor. Evlerinde diğer bazı kişiler de vardı. Biri Diyarbakırlı M.Sait Vakıfahmetoğlu’ydu. Fehmi diye Karadenizli biri vardı. Bir de İbrahim Aydın vardı Dersimli biri. O zaman Antep’te beden eğitimi öğretmeni oldu. Fakat eve damgasını vuran, evin sahibi konumundaki arkadaşlar Kemal Pir ve Haki Karer arkadaşlardı. Deyim yerindeyse Başkanın ilk arkadaşları ve onun görüşlerini ilk benimseyen kişilikler oluyorlar.

Kalkan’ın anlatımıyla Haki Karer ve Kemal Pir; Haki arkadaş Fen Fakültesi’ndendi. Bizden bir devre önce girmişti. Etkileyici bir kişilikti. Okuyan, araştıran, bilen, yol gösteren, öncülük eden konumdaydı. Biraz daha olgunlaşmış bir kişilikti. Okuldaki sol gruplar için öncü gruptandı. Eylem olarak da öyle. Faşistler de öyle değerlendiriyorlardı. “Filistin’de eğitim görüp gelmiş birisi” diyorlardı faşistler ürküyorlardı. Haki arkadaş ataktı. Faşistler Haki arkadaşın ataklığını da Filistin’de eğitim görmüş ve gelmiş olmasına bağlıyorlardı. Halbuki öyle bir şey yoktu.

Kemal arkadaş günlük yaşamda da çok canlı, ataktı. Okulla ilgili değildi. Okuma, tartışma, gençlik eylemliliğiyle ilgiliydi. Daha o zamandan bir meslek haline gelmişti devrimci çalışma. Sözünü esirgemez, ne hissederse anında ifade ederdi. Gür bir sesi vardı zaten. İfade ederken vücudu ile birlikte konuşuyordu. Konuştuğunu da yapıyordu. Örneğin bir yerde bir olay mı duymuş.  “Gitmek gerekir!” dediği zaman kalkıp yürür.

Böylece Öcalan’ın çevresinde ilk grup çekirdeği oluşmaya başlar. Grubun oluşum merkezi de bir yandan, artık 2. sınıfa başladığı SBF, diğer yandan da Haki Karer ve Kemal Pir ile paylaştığı Ankara’nın emek semtindeki bir bodrum katıdır.

YARIN: APOCULAR’IN ANKARA’DAN KÜRDİSTAN’A DEVRİM YÜRÜYÜŞÜ