Şengal’de ilk kurşun

6 Ağustos... Fermanın üçüncü günüydü. Rojava’dan bir grup arkadaş gizlice dağın altına kadar geldiler. Müthiş bir şeydi... YPG geliyordu.

O zamanlar Rojava’daydım. DAİŞ'in Musul'a yönelik saldırı sürecinde arkadaşlar bizi çağırdı. Ben ve başka bir arkadaş birlikteydik. Şengal’e gidip Êzîdxan gücünü oluşturmamızı istediler. Olası bir saldırı durumunda ne yapacaktık? Êzîdîleri nasıl örgütleyecektik? Bunu tartıştık, bir planlama yaptık.

Êzîdî gençlerden bir savunma gücü oluşturmak için Şengal’in yolunu tuttuk. Uzun ve zorlu bir yolculuktu…

Bizden 15 gün sonra Şengal'e 12 arkadaş daha geldi. Çok ciddi bir örgütlülük yoktu. Hatta hiçbir şey yoktu. Sadece birkaç arkadaş, halk içerisinde çalışma yürütüyordu. PKK hareketini bir elin parmak sayısı kadar aile ya tanıyordu ya tanımıyordu.

Örgütlenmemiz gerekiyordu ve bir an önce bunu yapmak zorundaydık. Katliam, soykırım gelip kapıya dayanmıştı.

Ciddi sorunlarla karşı karşıyaydık; burada hâkim olan güçler vardı, onların sahasıydı. Irak askerleri, polisleri vardı. Yine KDP büyük bir sayıyla burada yerini almıştı.

ŞENGAL’DE İLLEGALDİK

Şengal'e gelişimiz resmi değildi; aslında illegaldik… Üstelik kabul etmiyorlardı, hazmedemiyorlardı. Gizli hareket ediyorduk. Daha gelmemizin üzerinden üç gün geçmemişti Xanesor köyünde 3 arkadaşımız KDP tarafından tutuklandı. Bir defasında ise neredeyse çembere düşüyorduk; 3 arkadaş kendimizi kurtarabildik ama 2 arkadaşımız yakalandı. Daha sonra arkadaşlarımızın müdahalesiyle onlar serbest bırakıldı.

KDP'liler sürekli etrafımızdaydı; hep kontrol altındaydık. Örgütlenme yapmamızı, Êzîdîlerin bir güç olmalarını istemiyorlardı.

Burada birkaç arkadaştık; bazı arkadaşlar dağın öteki, Sinune tarafındaydılar. Benimde içinde olduğum birkaç arkadaş ise Şengal şehir merkezinde konumlanmıştık.

ŞENGAL’DEKİ GİZLİ KAMP

Tabii, bütün engelleme ve KDP'nin baskılarına karşı Êzîdî gençlerinden iki grubu eğitim için Rojava'ya göndermiştik. Burada kendimize gizli bir yer de yapmıştık; Polat Kalesi denilen bir yerdi. Xıdır Teala Kampı'ndan buraya kadar kilometrelerce hortum çekildi, erzak getirildi. Savaşçıları eğitmek için bir miktar suyumuzu bile önceden hazırlamıştık. Halk bizi tanımıyordu. Onun için çocuklarını Rojava ya da başka bir yere göndermeyeceklerini söylüyordu. Onun için böyle tedbirlerimizde vardı.

Eğitim için Rojava'ya gönderdiğimiz güç geri dönmüştü. Gelen gençler, hemen halk içerisinde çalışmaya başladı.

DAİŞ'liler gece yarısı Siba'ya saldırmıştı. 7-8 arkadaştık. Üstelik 4 arkadaş kaledeydi, 4 arkadaş ise farklı bir yerdeydi. Ne yapabilirdik? Önemli yerleri tutacak kadar sayımız da yoktu...

3 AĞUSTOS GECESİ

Ferman başlamıştı. KDP'liler alanlarını bırakıp kaçıyordu; önlerini kesip durdurmak istedik. Şengal'in Kandil köyünden, araçları dolu bir şekilde önümüzden geçip gidiyorlardı. Onlara seslendim; "Nereye gidiyorsunuz, ayıp değil mi, birlikte bu halkı koruyalım, savunalım" dedim. Yanılmıyorsam, komutanlarından biriydi, sinirli bir şekilde "kes sesini" diye bağırdı. Ben de, "kaçman büyük ayıp, sen sesini kes" dedim. Silahını kaldırdı, ben de silahımı kaldırdım. Sonra vurup gittiler.

Sonra Bıru arkadaşın evine gittim, o da hazırlıklarını yapıyordu. Yüksek bir yere çıkarak peşmergelerin yolunu kesip, silahlarını alıp halka dağıtmak vardı kafamda.

Üzerimde sivil kıyafet vardı; bir de keleşim… Yolun üzeri halk doluydu; hem araçla hem yaya; çocuk, yaşlı, kadın, erkekler kaçıyordu.

Peşmergeler ısrarla "hayır, silahımız kalmadı, gideceğiz" diyorlardı. Ama yalan söylüyorlardı. Cephaneleri ve silahları yanlarındaydı.

Halk perişan durumdaydı. Bir yandan cehennem sıcağı, bir yandan susuzluk… Kıyamet günü herhalde böyle bir şeydi! O gün ifade edilemez; bu bir gerçekliktir.

TEK BİR KURŞUN SIKMADILAR

KDP’ye ait bir aracı durdurdum, BKC zinciri dolu omzundaydı; komutanları olduğu belliydi, omzunda iki yıldızı vardı. Barzanilere küfür ediyordu. "Cephanemiz bitti, biz savaşıyoruz bize cephane göndermedi" diyordu. Ben "BKC’en dolu, yanındaki peşmergelerle birlikte savaşalım" dedim. O hala küfür ediyordu. Aslında insanı tahrik ediyordu.

Bana, "kaçan bir halk için ne söyleyeceksin?" dedi. Bunu söylediğinde omzundaki yıldızları tutup, "Bize bunlar lazım değil, komutan"  dedim. Omzundaki yıldızlara bakarak, "bırak rütbemi" dedi. Yollara düşmüş, perişan halka bakıp gülüyorlardı.

Peşmergelere bağırdığımı gören birkaç kadın ve erkek yanıma gelip, "Onları bırak, bir şey çıkmaz onlardan. Biz seninleyiz" dediler. Ben de, 'O zaman acele yukarı çıkıp, peşmergelerin yolunu keserek onlardan silah alalım" dedim.

"Hiçbir şeyimiz kalmasa bile taşla, sopayla Şengal’i savunacağız" dediğimde, sadece yüzüme bakmışlardı.

O genç kadın ve erkekler benimle geldikten sonra, KDP"lilerin bir araçlarını durdurduk, "siz gidiyorsanız bari silahlarınızı bırakın" dedik.

Orada o genç kadın ve erkekler kendilerini tutamadılar; peşmergelere hoş olmayan sözler söylediler, peşmergeler de o gençlere cevap verdi. Olay biraz daha büyüseydi cinayet olacaktı.

Silah vermediler; arkalarına bakmadan kaçıyorlardı. Hiçbir şey yapmadılar… Tek bir kurşun bile sıkmadılar.

BİRKAÇ KİŞİYLE ŞENGAL’İ NASIL SAVUNACAKSINIZ

O geceyi anlatmak çok zor.

Silahsız, bir başımızaydık… Dünyanın sonu gibiydi.

Arkadaşları telefonla aradım, şebeke çok ağırdı ulaşamıyorduk. Amud’a gittik, orada da arkadaşları bulamadık. Xidir Teala’nın evine gittim. Bir oda, kadın ve çocuk doluydu, bir odada ise bir sürü adam, elerinde silahları vardı.

Orada bayıldım ben; bir süre sonra bir anne bulgur yapmıştı ve biraz da domatesle birlikte yemem için getirdiler. Ama yiyemiyordum. O silahlı erkeklerden bazılarının bizimle gelmesini, yolları tutmamız gerektiğini söyledim. Rojava’dan arkadaşların geleceğini ve Şengal’in düşmesine izin vermeyeceğimizi de söyledim ama halkın umudu kalmamıştı. Hiçbir şeye inanmıyorlardı. "Birkaç kişi ile burayı nasıl savunacaksınız" diyorlardı.

Sonra, "Sizlerden kim geliyor, bilmiyorum ama biz gidiyoruz" dedim. Xidir Teala ve Pir Şakir benimle geldiler; kırmızı bir araçları ve bir BKC’leri vardı. Caddenin üzerine geldiğimizde arkadaşların seslerini duyduk.

Memo, Canpolat, Zagros ve Mervan arkadaşlardı; tepeye çıkıyorlardı. Arkadaşlar caddeye ulaşınca, biz durduk onlar da araca bindikten sonra devam ettik. Küçük bir çantam vardı, içinde Önderliğin resminin üzerinde olduğu bayrak vardı; Netew arkadaş hediye etmişti, daha açmamıştım. Bayrağı çıkarıp Canpolat arkadaşa verdim. Bu bayrağı açmalarını söyledim, "Halk sizi tanımayabilir ama Başkan Apo’nun resmini görünce tanırlar, güç alırlar" dedim.

CANPOLAT GİTMEYİN DİYE BAĞIRIYORDU

Heval Canpolat, "Önder Apo, hevaller sizin feryadınıza yetişti; gitmeyin, Şengal düşmeyecek, biz sizi savunacağız, silahlı erkekler bizimle gelsin birlikte burayı savunacağız" diyerek bağırıyordu.

İnsanlar şoktaydı, bazıları  "geleceğiz" diyorlardı. Heval Canpolat’ın tüm umudu, onlara Şengal dağının düşmeyeceğini inandırmaktı.

Lofların başladığı yerde bir doçka vardı; arkadaşlar bu doçkanın KDP’ye ait olduğunu ve burada bırakıp kaçtıklarını söylediler. Doçkayı alıp getirdik. Êzîdî bir arkadaş vardı heval Azad; o doçkanın üzerine geldi. Önderliğin resminin olduğu bayrağı doçkanın üzerine bıraktık. Başka bir doçka vardı, onu da Amud’a bıraktık, Kerse tarafından bir saldırı olursa buradan cevap verecektik.


ROJAVA’DAKİ ARKADAŞLARLA BAĞLANTI KURDUK

Halk yavaş yavaş toplanmaya başlıyordu, yardıma geliyorlardı. Doçkanın yanında mevzilerimizi de yaptık.

Rojava’daki arkadaşlarla bağlantı kurmuştuk; ne zaman geleceklerini sorduk, DAİŞ’in dağa girmemesi için burada mevzilendiğimizi söyledik. Bize arkadaşların yola çıktıklarını söylediler. Burayı savunabilecek kadar gücümüz olup olmadığını sordular. Bizi ancak ezerek buradan geçebileceklerini söyledim. Kendimize güveniyorduk. Çünkü insan olarak, DAİŞ’in halkı katledişine sessiz kalmayı ve hiçbir şey yapmamayı vicdanımız kabul etmiyordu.

Konumlanmamızı bu temelde yapmıştık. O gece burada kaldık. Yukarı tarafta da mevzilerimizi oluşturduk, birkaç Êzîdî genç de vardı yanımızda.

DAİŞ'E KARŞI İLK EYLEM

Sabah dört bir taraftan halk dağa doğru geliyordu. O sırada Şengal merkezinden bir araç dağa doğru tırmanmaya başladı. Dürbünle baktım, arkadaşlara aracın şüpheli olduğunu söyledim. Araç, yavaş yavaş geliyordu; bazen duruyor, sonra yeniden devam ediyordu. Gittikçe yaklaşıyordu, sonra arkadaşları gördüğünde geri döndü. Geri dönmesiyle birlikte arkadaşlar doçka ile vurmaya başladılar. Araç birkaç takla attı, gidip bakacak kadar sayımız yoktu. Burada kalıp burayı savunmamız gerekiyordu. Ancak daha sonra arkadaşlar gidip baktılar, iki çete yaralı çıkıp kaçmaya başladılar. Aracın içerisinde birkaç silah bırakmışlardı. O silahları alıp gençlere verdik. Bu aracın imhası, halka moral olmuştu, Şengal’in savunulabileceğine inanmaya başladılar. Yanımıza gelmeye başladılar.

Xidir Teala, Kerse’deki halkı telefonla arayıp, "Gidin Kerse’deki kapıyı tutun, buradaki arkadaşlar çok güzel savaşıyor, DAİŞ"in bir aracını vurup devirdiler" dedi. Xidir Teala’nın bu konuşmasından sonra halk daha çok inandı bize. Kerse halkı gidip, Kerse kapısını tuttu. Canpolat arkadaşı da halkın yanına gönderdik.

Yukarıda, Amud’da, yoğunluk vardı; yanlış değilsem o gelen araç keşifçileriydi. O araçtan sonra, 6 araç art arda verip geldiler. Her geldiklerinde arkadaşların vuruşuyla geri çekildiler.

Şehit Canpolat ve Şehit Azad o doçkayı kullandığı zaman, düşman orada titriyordu.

ÜÇÜNCÜ GÜN

6 Ağustos... Fermanın üçüncü günüydü. Rojava’dan bir grup arkadaş gizlice dağın altına kadar geldiler. Bıru arkadaş ve Netewi arkadaş da Çilmeran’da halk ile ilgileniyorlardı. Sabah Dilşer arkadaş gelip Digura tarafına bir grup arkadaşın konumlandığını ve YPG’nin oradan savunma yapacağını söyledi.

Üçüncü günden sonra, Dilşer arkadaşların grubu geldiğinde, biraz tartıştık ve sonra Kerse’ye indik. Burada savunma yaptık. O grupta bir Arap arkadaş, bir de Afrin’li arkadaş vardı, Kurtay ve Kawa arkadaşlar. Bu arkadaşlar doçka kullanmak için burada kaldılar.

YPG KONVOYU GELİYORDU

Birileri geliyordu. Uzaktan, yoğun toz kalkıyordu. Halk, "Çok toz kalkıyor bu gelenler kimdir?" diye sordular. Dürbünle baktığımda, büyük bir konvoyun bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördük. Halk korkmaya başladı; tekrar DAİŞ’in geldiğini sandılar. Arkadaşları arayıp ne olduğunu sorduğumda, bize YPG konvoyunun geldiğini söylediler.

Müthiş bir şeydi... YPG geliyordu; herkese duyurduk, o an insanların yüzlerindeki mutluluğu görecektiniz, inanılmazdı. Birbirlerine telefon açıp "YPG bizi kurtarmaya geldi" diyorlardı.

Biz dağda, iki taraftan çemberde iken, arkadaşlar sürekli arayıp soruyordu ve "ne olursa olsun geleceklerini" söylüyorlardı. Ne olursa olsun, yoldaşlarımızın bize ulaşacağını ve dağa gileceklerini biliyorduk.

Sonunda da geldiler...

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA