AKP meseleye piyasa rasyonelliği ekledi

AKP dönem ile hız kazanan bu dönüşümün İstabul’daki ve hatta Anadolu’daki Rum halkı açısından sonuçlarını, dünden bugüne neler yaşandığını gazeteci yazar Foti Benlisoy ANF’ye anlattı.

Gezi Parkı ayaklanması sonrasında Taksim’de art arda satışa çıkarılan hanlar, yerine yapılan AVM’ler buradaki demografik yapıyı ciddi ve hızlı bir şekilde değiştirdi.

Yakın tarihimize ait bellek mekânlarını kaybettiğimiz bugünlerde, yap boz tahtasına çevrilmiş kaldırım taşlarının altından kumsal değil, başka bir halkın tarihi çıkıyor. Hem de çok yakından tanıdığımız ve 90 yıl önce sürgünleri başlayan Rumların ve şimdi azınlık olan diğer halkaların...

İstanbullu Rumların tarihine bakarken ilk olarak 1923’teki Türkiye, Yunanistan arasındaki mübadele ile sonrasında 6 Eylül 1955’te başlayan ve 6- 7 Eylül olayları olarak bilinen “etnik ve dinsel kırım” tarihleri çıkıyor karşımıza. Bugün ağırlıklı olarak İstanbul’un Beyoğlu ilçesi civarında başlayan ve bu olaylardan geri kalan tarihi de yok etmeye yönelik bir kentsel talan var. Bu değişim şimdi orada yaşayan, özellikle de Tarlabaşı civarında ikamet eden yoksul halkı vursa da öte yandan İstabul’la özdeşleşmiş halkların da kimliğini günden güne siliyor.

AKP dönemi ile hız kazanan bu dönüşümün İstabul’daki ve hatta Anadolu’daki Rum halkı açısından sonuçlarını, dünden bugüne neler yaşandığını gazeteci yazar Foti Benlisoy ANF’ye anlattı.

1920’LERDEN BU YANA SİSTEMATİK OLARAK SÜRÜYOR

Foti Benlisoy da tıpkı Ermeniler için İstanbul’daki değişimin şimdi başlamadığını söyleyen Murad Mıhçı gibi; İstanbul özelinde Rumların tarih ve kimliğinin izlerinin kentsel mekândan silinmesi sürecinin günümüzde başlamadığını vurguluyor: “Sadece Cumhuriyet devrini ele alırsak yer, semt ve sokak isimlerinin sistematik olarak değiştirilmesi ta 20’li yıllardan bu yana gündeme geldi. Rumların birçok kamusal mekânına el konuldu ya da bunlar Heybeliada Ruhban Okulu’nda olduğu gibi işlevsizleştirildi. Aslına bakılırsa ‘vatandaş Türkçe konuş’ kampanyalarıyla Rumcanın şehrin bir kamusal dili olmaktan çıkarılması da kentsel mekânın etnik homojenizasyonu politikalarının bir örneği olarak değerlendirilebilir. Bunlar, kendine has ayrıksı bir kültürel kimliği olan bir topluluğun mekândaki kültürel belleğini ve o mekâna kazınmış izini ortadan kaldırmaya yönelik uygulamalar.”

TATAVLA’NIN KURTULUŞU YA DA KÜÇÜK ATİNA’NIN SİLİKLEŞTİRİLMESİ

İstanbul’da izlenen bu politikalar açısından en bilinen örnek olarak, Tatavla’nın Kurtuluş’a dönüşmesini gösteren Benlisoy, bu olayın dönemin gazetelerinden birinin ifadesiyle ‘Tatavla’nın Kurtuluşu’ olarak tarif edildini söylüyor. Nüfusun çoğunluğunun Rumların oluşturması sebebiyle ‘Küçük Atina’ olarak adlandırılan Tatavla’nın Kurtuluş haline gelişinin, 1929’daki ‘Tatavla yangını’ sonrasında olduğunu anlatan Foti Benlisoy, bu yangınla orada uygulanan kimliksizleştirme politikasını şu sözlerle ifade ediyor: “Yangının çıkma sebebine dair çok spekülasyon yapılmışsa da o ayrı bir tartışmadır. Ancak bölgeyi küle çeviren yangın sonrasında Tatavla’nın yeniden imarı gündeme geldiğinde iki argümanın öne çıktığı görülür. Birincisi, yangın ‘Küçük Atina’yı’, yani Rum toplumunun mekândaki belirgin izini silikleştirmek açısından bir fırsat olarak görülür. Mesele semtin ya da sokak isimlerinin değiştirilmesiyle sınırlı kalmaz. Alt sınıfların yoğunlaştığı bir semt olması hasebiyle buranın ‘temizlenmesi’ gereği belirtilir. Bölgede apartman hayatına geçişle mahallenin ‘temiz Türk ailelerine’ açık hâle geleceği ifade edilir. Yani mekânın etnik-dinsel homojenizasyonuyla kentsel dönüşüm ve mutenalaştırma politikalarının bileşimi söz konusudur. Bugün de elbette bambaşka koşullar bağlamında mesela Sur örneğinde bu bileşimin söz konusu olduğu rahatlıkla söylenebilir.”

İSTANBUL , TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN GÖZÜNDE TEKİNSİZ BİR YER

Tatavla’nın tek bir örnek olmadığını ifade eden Benlisoy, sonraki büyük kentsel dönüşüm projelerinde de benzer şeylerin yaşadığını belirtiyor. Bedrettin Dalan dönemindeki Tarlabaşı’na yol açılması sırasında da birçok evin yıkıldığını, Rumlar açısından önemli mekânların tahrip edildiğini söyleyen Foti Benlisoy, İstanbul’un etnik ve dinsel çoğulluğu itibariyle Türk milliyetçileri açısından daima tekinsiz bir mekân gibi görüldüğünü de dile getiriyor: “Milliyetçiliğin ‘seküler’ versiyonları da daha dinci versiyonları da bu tekinsizlikte, ‘kozmopolit’ İstanbul’a, Bizans’a karşı hınçta uzun müddet birlik ve beraberlik içerisinde olabilmişlerdir. Dolayısıyla İstanbul’un ‘arındırılması’ ya da ‘yeniden fethi’ bağlamında hem siyasal gereklerle hem de rantsal gereklerle bir kentsel dönüşüm izleği var. Kentsel mekânı hem sınıfsal açıdan dönüştürme hem de etnik ve dinsel olarak homojenleştirme eğilimi iç içe geçiyor.”

GEÇMİŞ ARTIK PAZARLAMA ARACI

Foti Benlisoy, AKP dönemi ile kentsel dönüşümünün artık daha fazla küresel sermaye odaklı olduğuna değinip şunları söylüyor: “Bugünkü kentsel dönüşüm projelerinde bu iç içe geçme, inşaat ve kentsel dönüşüm politikalarının Türkiye’de sermaye birikim rejimi açısından belirleyici konuma gelmesinden ötürü daha da belirgin bir mahiyete büründü. Çünkü artık İstanbul’u küresel sermaye akışlarının bir düğüm noktası haline getirmeye dönük neoliberal bir anlayış da var. Burada artık, o meşhur tabirle, ‘İstanbul’u satmak’ söz konusu. Bu, son 20 küsür yıldır İstanbul’un ‘kozmopolit’ olarak tanımlanan geçmişine farklı bir misyon yüklüyor.” Benlisoy’a göre daha önceleri İstanbul’un çokkültürlü geçmişi, unutturulması gereken bir anomali, ulusal bir araz olarak görülürken bugün bu geçmiş, İstanbul’un finansal akışlar ve genişleyen hizmetler sektörünün bir merkezi haline getirmek için devreye sokulabiliyor. Böylelikle kozmopolitizm İstanbul’u pazarlamanın bir vasıtası haline geliyor. Benlisoy, bunu şöyle somutlaştırıyor: “Örneğin İstanbul olimpiyatlara aday olduğunda reklam filminde muhakkak ki bir kilise ya da sinagog görürüz. Çok kültürlü geçmişi nostaljikleştiren ve bunu İstanbul’un piyasadaki artı bir özeliği haline getiren bir tutum bu. Azınlıkların mekânsal çerçevedeki varlıklarına bakış biraz bu piyasacı çerçevede şekil alıyor.”

ADALAR TÜRKLEŞTİRİLİYOR AMA RUM EVLERİNDE KALMAK MODA!

Bu nostaljikleştimenin sadece İstanbul’la sınırlı olmadığını vurgulayan Benlisoy, turizmin patlamasıyla Bozcaada ve İmroz’da da Rum evlerinde kalmanın ve yine Rum evleri satın almanın bir moda haline gelebildiğini dile getiriyor. Benlisoy, Rumların kültürel izlerinin turizm endüstrisi açısından önem kazandığını söylüyor. Fakat aynı zamanda adaların Türkleştirme politikasının da 60’lardan bu yana fasılalarla ama kesintisiz bir şekilde devam ettiğini de sözlerine ekliyor: “Yani söz konusu adalar turizm endüstrisine dahil edilirken pozitif bir girdi olarak devreye sokulan kültürel çoğulluk gibi özellikler, mekânın Türkleştirilmesi politikalarıyla pekâlâ el ele gidebiliyor. Aynı şekilde İstanbul’un ‘yeniden fethi’ ve daha İslami bir kimlikle donanması gibi bir politika ile çok kültürlülüğün bir piyasa girdisi olarak seferber edilebilmesi eş zamanlı olarak devreye girebiliyor. Bu bir çelişki değil. Zira İstanbul’un çokkültürlü dokusu gündeme getirildiğinde bu güncel bir çoğulculuk açısından gündeme getirilmiyor. Çok kültürlülük burada sadece nostaljik bir öğe, geçmişe ait; bugüne dair bir şey olarak sunulmuyor. Rumlar nostaljikleştiriliyor. Bugün öne çıkarılan ve güncel kılınan niteliklerse daha çok İslami ve Türk kimliğinin vurgulanmasıyla oluyor.”

CİDDİ BİR MÜLKSÜZLEŞTİRME POLİTİKASI İZLENDİ

1960’lı yıllara kadar, hem Avrupa hem Asya yakasında şehrin merkezini oluşturan semtlerde ciddi bir Rum nüfusu olduğunu ve yin onlara ait okul, kilise, hayır kurumları, vakıfları vs. birçok mülkü bulunduğunu kaydeden Benlisoy, bu kurumların Cumhuriyet dönemi boyunca devletin ciddi saldırılarıyla karşı karşıya kaldığını ifade ediyor.Bu kurumlara el konulduğunu ya da işlevsizleştirildilerini anlatan Benlisoy, Rum toplumunun sosyal hayatını ciddi ölçüde akamete uğratan bir mülksüzleştirme politikası izlendiğini sözlerine ekliyor. Yine bu mülkleri hayır ya da eğitsel amaçlarla kullanan vakıflarda seçimler engellenerek buradaki kendi yönetimlerinin oluşumuna yani demokratik temelde bir kurumsallaşmanın gelişimine engel olunduğunu da vurguluyor.

VAKIFLAR YASASI İLE YAPILAN BAŞVURULARIN ÇOĞU RET EDİLDİ

“Günümüze geldiğimizde bugün de eski politikaların devam ettiğini görmekteyiz. Bugün de mesela bu seçimler bir kez daha yaptırılmıyor. Seçim yönetmeliği iptal edilmiş durumda” diyen Foti Benlisoy, bir yandan da AKP hükümeti’nin Vakıflar Yasası’na koyduğu iki geçici madde ile 2000’li yılların ortalarından itibaren daha önce bu vakıflar ya da azınlık toplumları tarafından yitirilmiş, devlet tarafından el konulmuş mallarının iadesi imkânını ortaya koyduğunu da hatırlatıyor. Bu geçici maddelerin sonrasındaki süreci de şöyle anlatıyor Benlisoy: “Bunlar yeniden devletten talep edildi, ‘haksız, hukuksuz bir şekilde alındı, bunların geri verilmesi gerekiyor’ denilerek başvurular yapıldı. Fakat bu başvuruların önemli bir kısmı da ret edildi. Bunların davaları devam ediyor. Çoğu Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor. Büyük çoğunluğu da olumsuz sonuçlanıyor. Tabii bu ‘liberal’ politikaların uygulandığı dönemde bazı yerler yeniden vakıflara geçti ama bunu arkasında piyasacı bir rasyonel de vardı. O da hukuki statüleri sorunlu bu mülkleri emlak piyasasına dahil etmekti. Bugün de bunun, azınlık topluluklarının örneğin kapatılmış okullarının özel hastane ya da okul haline getirilmesi gibi sonuçlarını görüyoruz. Dolayısıyla kentsel dönüşüm politikaları, bu mekânların kimliksizleştirilerek piyasaya sunulmasına yol açabiliyor. Ama burada dikkat edilmesi gereken bir şey var o da bu tek taraflı süreç değil. Sadece siyasal iktidarın yukarıdan aşağı uygulamaya soktuğu piyasacı politikalar değil söz konusu olan. Maalesef azınlık topluluklarının liderliklerinin da takındıkları tutumlar buna uygunluk gösterebiliyor. Yani çift taraflı bir ilişki söz konusu diyebilirim. Bunun sonucunda Rum toplumuna ait bellek mekânlarının yok olmasıyla karşı karşıya kalabiliyoruz.”

SADECE TÜRKİYE’DE DEĞİL BÜYÜK BİR COĞRAFYADA İZLER BIRAKTI

Meselenin başına dönüp tüm bunların AKP ile başlamış şeyler olmadığını yineleyen Foti Benlisoy, kimliksizleştirmeyi ve mekânın kültürel izlerinin silinmesinin aslında tüm coğrafyaya yayılmış olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Ermeni ve Rumların Anadolu coğrafyasındaki toplumsal ve kültürel izleri çok şiddetli bir süreç sonunda neredeyse ortadan kaldırıldı. Yangınlarla, yer isimlerinin değiştirilmesiyle, mezarlıkların, kiliselerin tahribiyle vs. Elbet en önemlisi, bu izleri yaratan insanların o coğrafya ile olan bağının zorla koparılmasıyla. Demografik mühendislik ve coğrafi mekânın etnik-dinsel homojenizasyonu, sadece Türkiye açısından değil, yaşadığımız daha geniş coğrafya açısından çok olumsuz izler bırakmış süreçler. Bu politikalar farklı iktidarlarca ve yoğunluklarda uzunca bir dönem sürdürülmüş. AKP iktidarlarının getirdiği yenilik ise bu politikaları belli ölçeklerde devam ettirirken bu ‘geleneğe’ piyasa rasyonellerini çok ciddi boyutta dahil etmeleri.