Alternatif bir ekonomi mümkün mü?
Alternatif bir ekonomi mümkün mü sorusunun cevabı, dünya üzerinde şimdiye kadar denenmiş ve günümüzde halihazırda var olan modellerle veriliyor.
Alternatif bir ekonomi mümkün mü sorusunun cevabı, dünya üzerinde şimdiye kadar denenmiş ve günümüzde halihazırda var olan modellerle veriliyor.
Anti- kapitalist dayanışmalar, özyönetimler, kooperatifler ve yakın bir örnek olarak Girit Adası’ndaki deneyimleri derledik...
Kapitalizme karşı dünya üzerinde örgütlü ve çok güçlü bir sınıf mücadelesinden bahsetmek eldeki verilere göre pek mümkün görünmüyor. Üretim araçları üzerindeki burjuvazi egemenliği ve neoliberal politikalar ise gün geçtikçe vahşileşiyor. Ama öte yandan kapitalist pazara dahil olmayan, dayanışmacı ve belli müşterekler altında toplanan çeşitli ekonomi modelleri; komünal yaşam tarzları ve özerklik bazındaki sosyal örgütlenmelerse olası. Bunların devrim için etkili süreçler olup olmayacağı ayrı bir tartışma konusu. Ama bir yanıyla da kapitalizmin gevşeyen noktalarında belli kırılmalar yarattığını söylemek mümkün.
Pratik örneklerden önce teorik arka plana bakacak olursak; bu tür alternatif modellerin, ortak mülkiyet, birlikte karar alma mekanizması, para politikasını bir yana koyan ve karşılıklılık esasına dayanan takas usulünü hayata geçiren, piyasa koşullarının belirleyiciliğini reddeden; iş güvenliği ve ekolojik dengenin gözetilmesi gibi unsurları barındırdığını söyleyebiliriz.
YERELDE ÖRGÜTLENEN, DEMOKRATİK SÜREÇLER İÇEREN
Ocak 2016’daki Birikim Dergisi’nin 321’inci sayısına “Alternatif ekonomiler üzerine bir ufuk turu” makalesini kaleme alan Fikret Adaman ve Bengi Akbulut’un sonuç kısmına yazdığı bölüm, alternatif ekonomiler için yerinde bir tanımlama oluşturuyor: “Yerelden örgütlenen ve yereli içeren, özyönetim temelinde işlevselleşen, toplumun ve doğanın içine gömülü bir üretim ve yeniden bölüşüm sürecini katılımcı planlama mekanizmalarla sağlamaya çalışan, bunu yaparken de güç eşitsizliklerini elden geldiğince azaltmaya ve/veya demokratik süreçlerle idareye yönelik mekanizmaları devreye sokan bir yapı (...)”
Anti-kapitalist bir eksende bir araya gelen bu kolektif hareketler; sermayenin yakıcılığına karşın insanların bir arada üretim, belli müşterekler etrafında birlikte hareket etme duygularını salt ‘bireysel doğaya dönüşten’ daha değerli kılıyor.
SİYASAL MÜCADELENİN BİLEŞENİ OLARAK GÖRMEK
Bu ekonomik modellere örnek olarak artık birçok yerde de deneyimi artan kooperatifçilik de ekleniyor. Özellikle anti- kapitalist kooperatifler, alternatif ekonominin bugün en çok görünen yüzü. Bunlar elbette kapitalist sistem içerisinde, bu piyasa değerlerine sırtını dönen yapılanmalar; yani herhangi bir devlet veya bütünsel bir sosyal alan yapılanması değil. Öte yandan Kentsiz Hareketi blogu’nda yer alan “Kır ve Kent Hareketleri İçin Ekonomik Bir Model Tartışması” adlı yazı, kooperatiflerde sosyal ve siyasal alanın nasıl bir inşada olacağına dair güzel bir önermede bulunuyor: “Kooperatifleri yeniden deneyimlemek, kooperatifleşmeyi fetişleştirmeden, siyasal bir mücadele bütününün bileşeni olarak görmekle mümkün hale gelebilecektir. Bu doğrultuda kooperatif deneyimlerinin geliştirilmesinde kurulacakları alanların sosyal ve sınıfsal dinamiklerinin doğru okunması ve ilişkilerinin kalıcı bir tarzda inşa edilmesi gerekmektedir.”
GEZİ SONRASI KENT BOSTANLARI, DAYANIŞMA AĞLARI
Gezi Parkı direnişinden sonra özellikle kentlerde ortak kullanım alanı olan kent bostanları, yıkım aşamasında sık sık gündeme geldi. Buralarda gerek Gezi sonrası kurulan dayanışma gruplarının gerekse de mahalle sakinlerinin ortak kullanımları ya da üretimleri var. Fakat üretime geçen ve burada gelir elde edip alternatif bir ekonomi ağı kuran yaygın bir yapıdan bahsetmek mümkün değil. Sık sık gazetelerde “Tüm yaşamlarını arkada bırakıp köye yerleşen” beyaz yakalıların haberlerini okusak da toplumsal olarak örgütlenmiş alternatif bir ağdan söz etmek şimdilik zor.
KADIKÖY KOOPERATİFİNDEN AMED KENT BOSTANLARINA
Tabii yine de bazı örneklere değinmek gerekiyor (Geçmişteki örnekleri gözden çıkarmadan elbette. Türkiye’de bu tarz alternatif yönetim ve ekonomi model örnekleri var). İstanbul Kadıköy’de faaliyet gösteren Kadıköy Kooperatifi, Gezi dönemi sonrası kurulmuş bir yapı. İlkeleri arasında toplumsal dayanışma, ekolojik-toplumsal ilişkiler, küçük üreticilerle ve aracısız çalışmak, kolektif çalışma ile paylaşım gibi başlıklar bulunuyor. Bu kooperatif kar amacı gütmediği gibi gönüllülük esasına dayandığını da belirtiyor.
Bu şekilde benzeri bir örneği Ekoloji Derneği’nin Amed’de hayata geçirdiği Amed Ekoloji Meclisi için de söylemek mümkün ve Mezopotamya Ekoloji Meclisi için de. Bu meclisin o zaman için Kayyım atanmayan belediyede, yerel yönetimle birlikte çalıştığını ifade etmek gerekir. 2016’da Yenişehir, Kayapınar ve Bağlar ilçelerinde mahalle bostanları kuran bu çalışma da benzer bir ekolojik- ihtiyaç üretimi kapsamındaki bir örnek.
KAZ DAĞLARINDAKİ ORTAK SÜRÜLER...
Bunlara benzer bir başka ‘butik’ örgütlenme örneği de Gazete Karınca’da Kutbettin Cebe’nin yaptığı haberde. Kaz Dağları’nda yaşayan bir çiftin oluşturmaya çalıştığı ekonomik modelin haberi şöyle: “ikili Köprü olarak adlandırdıkları projeleri ile Kaz Dağları eteklerinde herkesin katılımıyla ‘kolektif bir sürü’ oluşturmayı hedefliyor. Üretici ve tüketicinin bir araya gelerek oluşturacağı ‘Kolektif Sürü’nün sloganı ise şöyle: ‘Gelin, sizin de Kaz Dağlarında bir sürünüz olsun. Projenin amacı üretici ile tüketici arasındaki derin uçurumu kapatmak.”
Bir başka örnek ise İzmir’deki Kapılar Dayanışma Evi. Fakat burada belirtmek gerekiyor ki bu dayanışma ağı daha çok mültecilere yönelik. Avrupa’ya giden özellikle Suriyeli göçmenlerin bir nevi geçiş kapısı olan İzmir’de kendi üretimini kendisi yapan ve bunları mültecilerle dayanışmada kullanan bir yer burası. Burada anti- kapitalist bir politik görüşün ve ötekileştirmeye karşı söylemlerin güçlü bir zeminde olduğunu söylemek mümkün.
Fakat yine de Türkiye’de kooperatif ve siyasal düşünce süreci ile bu üretim tarzını gündelik yaşamın içine taşıyan; sadece gönüllülük esasında ya da sivil toplum projesi dışında yapılan bir ‘alternatif ekonomi’ yapılanması ise tam anlamıyla şu an mevcut değil.
GİRİT’İN KOOPERATİFLERİ
Bu modelleri uygulayan geniş kapsamlı olarak Rojava’nın yanı sıra Latin Amerika ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinden güncel örnekler var ve tabii ki dünyanın daha birçok ülkesinde.
Yakın bir örnek modeliniyse Ege’nin öte yanından, yani 2009’da yaşadığı ekonomik kriz sonrası, işgal etme ve alternatif ekonomi şekilleri konusunda belli noktalarda radikalleşen Yunanistan’da bulmak mümkün. Doktora tezi için 7 ay boyunca Yunanistan’ın en büyük adası Girit’teki tarım kooperatiflerini ve kolektiflerini inceleyen Selma Değirmenci, izlenimlerini Başlagıç Dergisi’nin düzenlediği bir seminerde aktardı.
Değirmenci bu incelemeleri Girit’in üç büyük şehri Heraklion, Channia ve Rethymno’da yapmış. Bu üç büyük şehrin gelirleri ise ağırlıklı olarak turizm ve tarıma/hayvancılığa dayanıyor.
ORTAK YANLARI ANTİ- KAPİTALİST OLMALARI
Değirmenci’nin Heraklion’da bilinen üç tarım kooperatifle konuşma imkânı olmuş. Ancak bu kooperatifler işleyiş ve politik arka planları açısından birbirinden farklı. Fakat hepsinin ortak yanı anti- kapitalist bir üretim ve siyasal düşünceyi benimsiyor olmaları. Bunlardan en büyük ve yasal statüye sahip olanın adı ise Apakino. Diğer ikisi yasal statüye sahip değil, zaten politik olarak da buna sıcak bakmıyorlar. O yüzden Değirmenci de bu kooperatiflerin ismini anmaktan kaçındı. Apakino 2008-9 yılları arasında 10-15 çiftçi üreticinin bir araya gelmesiyle oluşuyor. Daha sonra ise 2011 yılında katılım sayısını artırarak kooperatifleşiyor. Bu kooperatif temel olarak karşılıklılık ilkesine dayanıyor. Temel üretimleri zeytin ve zeytinyağı. Zeytinleri toplama, yağını çıkarımı esnasında ortaklaşa bir sistem oluşturuyorlar. İhtiyaçlar artıkça aralarındaki karşılıklılık ilişkisi de gelişiyor. En başta amaçları yasal bir yapı kurmak değil ama Almanya ve Fransa’ya zeytinyağı göndermeye başlayınca böyle yasal bir statü elde ediyorlar. Değirmenci, Apakino’nun bu yasallığı bürokratik işlemleri halletmek amacıyla aldığını aktarıyor. En azından kendileri bunu öyle tarif ediyor.
ALTERNATİF PAZAR
Avrupa’ya gönderilen bu ürünler, piyasa ekonomisi içerisinde bir dolaşıma sokulmuyor. Onlar da yine anti- kapitalist bir ağ içerisinde alıcı buluyor. Heraklion’daki diğer iki anarşist kooperatif de aynı şekilde Avrupa’ya böylesi bir ağla ulaşıyor. Hatta bu üç kooperatif gönderme konusunda ortak hareket ediyor. Sadece bu konuda da değil, ortaklaşa bir pazar kurma konusunda da kentte böyle faaliyetleri var.
Öte yandan elde edilen kar ya da buna artı değer de denilebilir ortak bir havuzda toplanıyor. Bu paralar kooperatiflerin politik ve sosyal yapılarına göre kullanılıyor. Örneğin Apakino elde ettiği gelir fazlasıyla ya ortak üretim araçları alıyor ya da ileride tasarladıkları okul projesi için bir yatırım yapıyor. Bu okul projesinin de yine geleneksel tarımın öğretildiği, politeknik eğitim tarzına benzer bir yer olduğunu belirtmek gerek. Diğer kooperatiflerden biri de kar parasını, politik olarak cezaevinde bulunan mahkumlara ya da mültecilere kullanmayı tercih ediyor. Ayrıca yine Heraklion’daki işgal evinin de gelirleri bu kooperatiflerden biri tarafından karşılanıyor. Artı parantez olarak gerek Girit’te gerekse de Yunanistan anakarada ‘işgal etme’ eyleminin oldukça yaygın olduğunu aktarıyor Selma Değirmenci. Hatta Girit’teki kentlerden birinde bir süreliğine belediye binasının bile işgal edildiğini de bir örnek olarak anlatıyor.
GÜNDELİK HAYATIN ÖRGÜTLENMESİ
Adadaki üç kentteki kooperatiflerin hiçbirinde neredeyse ‘gönüllülük’ esası bulunmuyor. Üretim sürecinin herhangi bir evresinde görev almış herkesin ücreti ödeniyor Değirmenci bunun şöyle bir getirisi olduğunu görüşünde; buradan geçimini sağlayan insanlar aynı zamanda hem üretim sürecinde hem de siyasal örgütlenme alanını iç içe gündelik yaşamlarında inşa edebiliyor. Yani Türkiye’deki gibi bir yandan başka bir işte çalışıp diğer yandan arta kalan zamanlarda bu çalışmalar içinde olmuyor kişiler. Bu da gündelik hayatın örgütlenmesi ve bunu kapitalizmin dayattığı çalışma saatleri ve yaşamı dışına çıkarabilmek anlamına geliyor. Bu yapıların hepsinde yatay örgütlenme var. Kapitalist üretim tarzındaki patron-işçi denklemi olmadığı için de kararlar hep birlikte alınıyor. Karar verme sürecinde oy çokluğu değil, oy birliği esas alınıyor. Her ne kadar uzayan toplantılar sıkıntı yaratsa da bu katılımcılıktan memnunlar.
Bu örneklerin başta da dediğimiz gibi devrimsel sürecin önünü açabilecek güçte olup olmadığı tartışılır. Fakat su götürmez bir gerçek var ki o da kapitalizm içerisinde “sistem dışı” bir hayatın ve üretim koşullarının yaratılabileceği.