Büşra, Duygu, Ece, Ezgi, Polen: Neşeli, keyifli devrimciler oldular
Büşra, Duygu, Ece, Ezgi, Polen, kader birliği yaptıkları Rojava'ya gülerek, eğlenerek, neşeyle gittiler.
Büşra, Duygu, Ece, Ezgi, Polen, kader birliği yaptıkları Rojava'ya gülerek, eğlenerek, neşeyle gittiler.
Büşra Mete, Duygu Tuna, Ece Dinç, Hatice Ezgi Sadet ve Polen Ünlü, Suruç'ta katledilen 33 devrimci arasında yer aldı. Hepsi, bir devrimi uzaktan izlemek yerine, o devrime dahil olmak istediler. Kader birliği yaptıkları Rojava'ya gülerek, eğlenerek, neşeyle gittiler.
ÖZGÜR, NEŞELİ, KARARSIZ
Büşra, devrimci düşüncelerle, okuduğu Gülsuyu'ndaki Ertuğrul Gazi Lisesi'nde tanıştı. Lisenin ardından İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne girdi. Üniversiteli gençlik ve genç kadın çalışması yürüttü. Maltepe ve Kartal'da kısa süre liseli gençlik ve kısa bir dönem Özgür Gençlik dergisi faaliyetinde yer aldı. Kürecik'te füze kalkanına karşı yürütülen kampanyada yer aldı, Van’daki depremzedelere yardım çalışmalarına katıldı.
Çağdaş Küçükbattal, Büşra'nın erkek arkadaşı. ESP üyesi olan Çağdaş, Gezi direnişinde gözünü kaybetmişti. Suruç'tan da yaralı olarak kurtuldu. Suruç'a gitme kararını birlikte almadıklarını söylüyor ve ekliyor: “Büşra, devrimi, halkın yaşamı içinde görmek istiyordu.”
Yoldaşı İlke Başak Baydar ise Büşra'nın bu yolculuğunu, “kopuşmak” olarak tanımlıyor. İlke'ye göre; Büşra, geleneksel yanlarından kopmak için kadın devriminin yapıldığı bu topraklara gidiyordu.
Büşra'nın önce gözleri dikkat çekiyor. Sevinci, öfkesi, hüznü, acısı, kaygısı, her şeyi gözlerinde. Liseden beri arkadaşı olan Okan Danacı, “Biz Büşra'nın önce gözleriyle tanışmıştık” diyor ve ekliyor: “Bunu Büşra'ya da demiştim. Lisede sınıfa ilk girdiğimizde dikkatimizi çeken gözleriydi. Büşra'nın her şeyini anlatan gülüşüydü. Sevdiğini sözünden değil, gülüşünden anlayabilirdiniz. Bir gülüşünden özlediğini, bir gülüşünden sinirli olduğunu anlayabiliyorduk.”
Okan ile Büşra'nın o günlerde ortak noktası; dinledikleri müzikler. Metal müzik dinliyorlar. Favorileri ise Kurt Cobain.
Arkadaşlıklarına, Suruç katledilen Cebrail Günebakan da dahil oluyor.
İlke'ye göre, Büşra klasik ‘İstanbul Üniversitesi solcusu’ değildi: “İlk karşılaşmamızda soğuk gelmişti. Çünkü ilk karşılaştığı insanları bir süre uzaktan izlediğini fark ettim. Dostluk kurduktan sonra durum tamamen değişmişti.”
Gezi direnişinin ardından yaşanan operasyonlarda İstanbul'daki SGD çalışmasının büyük oranda dağıldığı günlerde, Büşra devrimciliği terk etmedi. Devrimcilik yaşamında temel ilke oldu.
Yoldaşlarının anlatımına göre, genel olarak kendine karşı özeleştirel. Ancak üzüntüsünü, acısını çok belli etmezdi. Daha çok içinde yaşardı. İlke, “Ama neşeliyse, eğlenmek istiyorsa bunu söylerdi” diyor.
Gülmeyi, eğlenmeyi seviyordu. “Bir gün gülmeden, eğlenmeden, keyif almadan devrimcilik yaptığımı fark edersem ona devam etmem” diyordu.
Fotoğraflarında çok naif bir genç kadın görünüyor. Çağdaş, “Naif olduğu kadar da militan duruşu vardı” diyor ve ekliyor: “Çok istikrarlıydı. Belli bir süreden sonra mücadele etmekten vazgeçenler oldu. Ama O başından şehit olana kadar hep devrimci mücadelenin içinde oldu.”
Kadın özgürleşmesi bakımından ilk başta, “Toplamda bir devrimci faaliyet yürütüyoruz. Ayrıca kadın mücadelesine ne gerek var ki” diye düşünüyormuş. İlke, “Ancak bu fikri yaşayarak değişti” diyor. Öğretilmiş kadınlık rollerini üst boyutta tartışmaya başlar. Özsavunma gündemindedir örneğin. İstiklal Caddesi'nde kadın yoldaşları ile birlikte Çilem Doğan'a destek pozu O'nun fikridir. Latin Amerika'daki gerilla deneyimleri içinde kadınların pratiğini okur. Leyla Halid'i de özel olarak inceler.
Yaptıkları bir kadın atölyesinde kendisini, “Özgür, neşeli, kararsız” olarak tanımlıyor.
Kadıköy'deki Lusnika'da menemen yemek en sevdiği şeylerden biriymiş. Sevmediği şeylerden biri ise Taksim'de bildiri dağıtmak. İnsanlar almadığı zaman sinirlenirmiş.
Sevdiklerine sevgisini sınırsız sunan ancak abartılı sevgi gösterilerinden hoşlanmayan, samimi, hayatı sade yaşayan, küçük şeylerle mutlu olmayı seven, çikolatayı, abur cuburu çok seven, kendi yaşam biçimini onaylamayan ailesinin karşısında dik duran, kendine özgürlük alanı yaratan, geleneksel kadınlık rollerini sorgulayan, okumaya meraklı, kendini de eleştirme gücüne sahip, kendine has bir tarzı olan genç bir kadın Büşra. Bu dünyadan gülerek geçti.
SADE, YALIN, İKİRCİMSİZ
Ece, hayattaki tüm tercihlerini tartışarak, köklü kararlar alarak yaptı. Devrimci bir ortamda doğmamıştı. Ekonomik durumu iyi bir ailenin tek çocuğuydu. Kadıköy Anadolu Lisesi'nden mezun oldu. Hem ailesinde hem de okulunda sorgulayan, öğrenen, üreten ve çeşitli yeteneklerinin gelişmesine vesile olan bir eğitim aldı. Lise yılları, sosyal olarak aktif geçti. Sosyal etkinliklerde yer aldı, okul derneğinin sekreterliğini yaptı.
Gezi direnişi ve Berkin Elvan'ın ölümü hayatının dönüm noktası oldu. Bu süreçte Bahariye Caddesi'ndeki bir direkte asılı olan afişten, HDK Gençliği'nin toplantısından haberdar oldu. Toplantıya katıldı, HDP'yi tanımaya başladı. Kısa sürede Ezilenlerin Sosyalist Partisi'nin çalışmalarına katılmaya başladı.
Yoldaşlarının anlatımına göre, algılama ve sorgulama düzeyi yüksekti. Sorgulardı, fikirler önerirdi ve hayata geçirirdi. Yeniliğe açıktı. Kısa zamanda çok şey öğrendi, biriktirdi. Öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmaktan sakınmadı.
Cins bilinci yüksekti. Kadın katliamlarına karşı yapılan eylemlerde en önde yer aldı. Bu konuda pratik ve hızlıydı. Kadıköy'de Erasmus öğrencisinin uğradığı tacize karşı yapılan kadın eyleminin emekçilerindendi. O eylemde kullanılacak kızıl sopaları, kadın yoldaşları ile birlikte hazırladı. Özsavunma ve ezilenlerin şiddeti ile kurduğu ilişki konusunda netti. Yoldaşlarının anlattığına göre, özsavunma aracı olarak bıçağını yanından ayırmazdı.
Kadın yoldaşlarından öğrenirdi. Onların deneyimlerini dinlerdi. Toplumsal kadınlık rolleri üzerine çokça tartıştı. Özel yaşamında, sosyal ve siyasal ilişkilerinde erkek egemen davranış biçimlerine teslim olmamayı ilke edinmişti. Yanıbaşında bir kadın tacize uğradığında ya da biri cinsiyetçi küfür ettiğinde asla sessiz kalmaz, mutlaka müdahale ederdi.
Gezi'nin ardından Kobane savunması da yaşamında belirleyici bir yerde durdu. Kobane savunması sırasında ölümsüzleşen Suphi Nejat Ağırnaslı'nın geride bıraktığı mektuptan çok etkilendi. Çantasından Paramaz'ın rozetini, yüreğinden Neverland'a doğru yol alan yaşam felsefesini ve “Hayalgücü iktidara” parolasını çıkarmadı.
Rojava'dan gelen her şehit için Kadıköy'deki HDP ilçe binası önünde açılan taziye çadırları ve anma etkinliklerinin hepsinin örgütlenmesinde görev aldı.
Ailesi ile arkadaşça ve güçlü bir bağ kurdu. Tüm politik faaliyetlerini, gelecek düşlerini paylaştı. İkna gücü yüksekti. Devrimci mücadele ile yeni tanışan bir çok genç gibi ailesi ile kaçak dövüşmeyi değil, kendini anlatarak ikna etmeyi tercih etti.
Ailesi, Ece'nin çocukluğundan beri paylaşımcı, yardımsever ve lider özelliklerinin çok belirgin olduğunu, okumayı çok sevdiğini ve kitaplarla özel bir duygu bağının olduğunu ifade ediyor.
Bu özelliklerine tanık olan yoldaşları ve dostları, Ece'nin Kobane yolculuğunu, kendi gelişiminin doğal sonucu olarak görüyor.
Sade bir insandı ancak sıradan değildi. Yalındı ancak iç dünyası çok zengindi. İkircimsizdi ancak düşünme ve sorgulama yönteminden asla vazgeçmezdi.
Bu dünyadan sade, yalın, kararlı bir Ece geçti.
KENDİNİ, HAYATI VE DEVRİMİ SEVEN KADIN
Duygu Tuna, 1979 yılında Dersim'de emekçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 2000'li yılların ortasında emekçi kadın çalışmaları yürüten sosyalist kadınlarla tanıştı. O günler, erkek egemenliğini ağır bir biçimde yaşadığı günlerdi. Ancak bu duruma katlanmak zorunda olmadığının farkına vardı ve yaşamını değiştirmeye karar verdi.
Şiddet gördüğü eşinden boşandı, kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi verdi, yaşamının her anını emekle var etti. Geçimini sağlamak için işçilik yaptı, evlere temizliğe gitti.
Yoldaşlarının, ailesinin anlatımına göre, Duygu’nun en belirgin özelliği, zor zamanlarda tek başına ayaklarının üzerinde durabilmesi.
Kadına yönelik şiddete karşı mücadele kampanyalarının örgütleyicilerinden oldu. SKM'nin “Kadına yönelik şiddete karşı 1 milyon imza” kampanyasının aktif yürütücüleri arasında yer aldı. Kadın eylemlerinin vazgeçilmez militanıydı. Özgecan eylemlerinde, kızıl sopalı kadınların eylemlerinde hep en öndeydi.
Kendi kişisel deneyimlerinin de yol göstericiliğinde, şiddete uğrayan kadınlarla çok rahat iletişim kuruyordu.
Antifaşist militan bir kadındı. Gülsuyu çetelerinin ESP'ye yönelik saldırılarında, Gülsuyu'na giderek inisiyatif alanların başındadır. 1 Mayıs'larda, Gezi barikatlarında, elinde sapanıyla polis TOMA'larının karşısına dikilir. Gezi komününün emekçilerindendir. Gezi direnişinin ardından gözaltına alınır ve cinsel işkenceye maruz kalır.
Yola çıktığında HDP Maltepe İlçe Eşbaşkanı'ydı.
Duygu, 5 yaşından beri halası Besime'nin yanında kaldı. Duygu için tanımı; “Güler yüzlü, tatlı dilli, cesurdu.”
Sakin bir çocukluğu oldu. Ama haksızlığa asla gelemezdi. “Dar günümüzde, geniş günümüzde yanımızdaydı. Yemezdi, yedirirdi, giymezdi giydirirdi. Küçüklükten beri böyleydi.”
Suruç'a gidişini de, Duygu'nun bu özelliğine bağlıyor.
Suruç'a gideceğinden haberi yok. Haberi olsa da, “Gitme” demezdi. “Herşeyi söylerdi bana, muhtemelen 'Gitme' diyeceğimi düşündüğü için söylemedi” diyor ve ekliyor: “Keşke gitmeseydi diye bir şey demiyorum. Keşke ölmeseydi. Neden öldürdüler? Sadece benim Duygu’m gitmedi ki. Keşke orada o bomba patlamasaydı?”
Eniştesi ise Duygu'yu, “dik duran, kararlı, söylediği ve yaptığı her şeyin arkasında duran bir kadın” olarak tanımlıyor. “Oradaki insanların acılarını biraz olsun dindirmek için gitmiştir” diyor ve ekliyor: “Eğer, Duygu Kobane'ye geçmiş olsaydı, orada bir süre kalırdı. Bunu Duygu'yu tanıdığım için söylüyorum. Sadece Suruç değil, başka yer bile olsa Duygu'dan beklerdim gitmesini.”
Her zaman bakımlı bir kadındı. Kendine değer verirdi. Takıları ve ojelerini çok severdi.
Renkli kişiliği ile barikatta, park nöbetlerinde esprileri ile her ortamda yoldaşlarını güldürürdü. Kendisi ile barışıktır, kendiyle dalga geçmeyi sever. Kimi zaman çok çalışkan kimi zaman çok tembeldi. Yoldaştı, zor zamanların dostuydu.
Duygu, kendini, hayatı ve devrimi seven bir kadın olarak yaşadı, Suruç'ta katledildi.
ROJAVA'DA KENDİ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ GÖRDÜ
Hatice Ezgi Sadet, Kobane yolculuğuna çıktığında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü 2. sınıf öğrencisiydi. Mutluydu bu bölümü okuduğu için. Suruç'tan döndüğünde arkeoloji kazısına gitmeyi planlıyordu.
SGDF'li olmadan önce Gezi Ayaklanması başta olmak üzere gençliğin ve halkların özgürlük mücadelesinde kendi cephesinden bağımsız olarak yer aldı. 2015 yılında 8 Mart çalışmalarıyla birlikte genç kadın çalışmasında yer aldı.
Yola çıkmadan önce basına verdiği röportaj da, “Bu devrim bütün cinsiyet önyargılarının kırıldığı bir devrim. Rojava Devrimi'nde kendi özgürlüğümüzü görüyoruz” demişti.
Kampanyanın tüm aşamalarında yer aldı, stant açtı, yardım malzemeleri topladı. Sınırı geçmek gibi bir niyeti olmadığını söylüyor. “Başka bir zaman geçerim” demiş.
Annesi Sunay ve babası Ali, gitmesini istememişler. Ancak onlarla uzun uzun konuşarak, ikna etmeye çalıştı. Annesi Sunay, “Ancak o kararını vermişti” diyor. Babası Ali, Kadıköy'deki standı arada bazen ziyaret ettiğini anlatıyor, “Kadınlara, çocuklara karşı her zaman çok hassastı. Zaten bu nedenle Suruç'a gitti. Bir haksızlık yapsam, babası bile olsam affetmezdi.”
Beşiktaşlıydı. Maça gitmeyi severdi. Ablası Özge, “Maça gitmekten çok da keyif alırdı” diyor.
Küçük şeylerden mutlu olmayı bilirdi. Ablası Özge'ye göre, “Bak bu çöpü yolda buldum, sana getirdim” denilse bile mutlu olurdu.
Annesi Sunay, çocukluğunda da her şeyden mutlu olmayı bildiğini anlatıyor: “Çok sakin bir çocuktu, uyumluydu. Her şeye uyum sağlardı. Akşam diyelim ki herkesin canı sıkılmış. 'Hadi gidelim pasta alalım' dediğimde 'Oley' derdi, herkesten önce koşardı. Her zaman neşeliydi.”
Ablası Özgen, daha çok Hatice diye hitap ediyor. “Ben Hatice adını daha çok seviyorum” diyor. Özgen, çocukluğu için “Çok komik geçti” diyor: “Aramızda 3 yaş vardı. Hatice ile hep aynı odada kaldık, yataklarımızın şekilleri, kullandığımız dolaplar, kıyafetler hepsi aynıydı. Evdekilere kızdığımız zaman, çantaya biberleri, domatesleri alıp, evden kaçardık. Ama akşamları dönerdik. Bir gün yine evden kaçıp bahçeye indik. Domates ve peynirleri yiyerek annemizi beklemiştik. Çarşafları toplayıp bahçede çadır kurmuştuk. Mahallede eski bir ev vardı, keşif yapardık.”
Kadıköy'ün sokaklarında dolaşmayı, sokak kahvelerinde çay içmeyi, alışveriş yapmayı, yeni kıyafetler almayı severmiş, bir de tatlıyı. Son birkaç yıl da mutfakta tatlı yapmaya heves edermiş. Babası Ali, ilk pilav yaptığı zamanı anlatıyor tebessümle: “Çok kötü olmuştu. Getirdi masaya koydu. 'Baba hiç olmadı değil mi?' dedi. 'Yok kızım, çok güzel olmuş' dedim. Aslında hiç yenecek gibi değildi. İşte o heyecanı güzeldi.”
Kendi işini kendi halletmeyi de severdi, tembelliği de. Ablası Özgen, “Mesela bütün gün yatağında oturup bilgisayarla uğraşmayı severdi. Masasına ne yiyecekse getirir, akşama kadar yataktan çıkmazdı. Uykuyu da severdi. Ama SGDF'li olduktan sonra değişmeye başlamıştı. Artık afiş asmak için sabahın erken saatinde kalkıp evden çıkıyordu” diye anlatıyor.
Kadın özgürlük mücadelesinde netti. Özgen, “Orada çok net kırmızı çizgileri vardı. Hayatında hiçbir erkeklik haline tahammülü yoktu” diyor. Çevresindeki erkekleri dönüştürmek için de sıkça tartışırdı, atölyeler düzenlerdi.
Şiir de hayatının hep içindeydi. İkinci yeniciydi. Edip Cansever, Cemal Süreyya, Gülten Akın favorileriydi.
Aylar önce “İçimde sanki hep aynı şarkıyı çalan bir laterna” diye yazmıştı. O laterna, 20 Temmuz'da Suruç'ta sustu.
KOMİK, DİKBAŞLI, AÇIK
Ağabeyi Doğukan'a göre, Polen Ünlü komik biriydi. Hayatla dalga geçerdi, en kötü anlarda bile espri yapabilecek bir şey bulurdu. Doğukan, “Esprileri de güzel olurdu” diyor.
Biraz da agresif yanı vardı. Çok kolay söz dinlemezdi. Annesi Şennure de, “Çok dik başlıydı” diyor.
Haksızlığa tahammülü yoktu. İstiklal Caddesi'nde eşini döven bir adamı görünce, koşup adama tekmeyi geçirmişti. Bir eylemde işçinin polis tarafından gözaltına alınmasına verdiği yanıt da, yine tekme olmuştu.
Toplumsal duyarlılığı güçlüydü ve devrimci ortamlara aşinaydı.
İstanbul Üniversitesi'nde Felsefe bölümünü kazanınca, SGDF ile örgütlü mücadele yürütmeye başladı.
Gezi ayaklanmasının yükselen hareketinden her genç gibi etkilendi. Dünyayı değiştirme arzusu ve bunun için verilecek mücadele artık Polen için daha da somut ve günceldi. Gezinin gelişen rüzgarından da devletin artan saldırısından da etkilendi.
Kahraman değildi. Ağabeyi Doğukan, “Aslında çok sıradan, yanlışları da doğruları da olan biriydi. Kendisi de eminim ki kahramanlaştırmaya karşı çıkardı. Korkuları vardı örneğin. Gezi direnişinde polisin insanların gözünü kör eden şiddeti onu korkutmuştu. Ama bunu söylemekten de çekinmemişti” diyor.
7 Haziran seçimlerinde Beşiktaş bölgesinde aktif olarak çalışmalarda yer aldı. Seçim çalışmaları ve ardından SGDF'nin Kobane'yi inşa çalışmaları Polen'in adeta kendini mücadele içerisinde yeniden konumlandırma, özgürce kurma sürecinin de kaldıracı oldu.
Rojava'yı görmeyi çok istiyormuş. Doğukan, “Hayatında önemli bir yeri vardı” diyor. Yakın arkadaşı Sinan Sağır'ın Rojava savunmasındaki ölümünden de hayli etkilenmiş.
Ailenin Polen'in Kobane yolculuğundan haberi var. Anne Şennure yolculuk öncesi için şunları söylüyor: “'Burada durmaktan nefret ediyorum, orada insanlar ölüyor, burada hiçbir şey olmamış gibi durmaktan nefret ediyorum' diyordu. Ona 'Gitme' demedim. Desem de geri dönmezdi. Onun bakışlarında o ışığı gördüm, gidecekti. Hayatta ne istediyse yaptı. Gitmek istiyordu, gitti. Hiç pişman değilim. Çünkü o çocuğu ben yetiştirdim. Pişman olacağım bir çocuk değildi.”
Uzun vadeli planlar yapan biri de değilmiş. Annesi, “Kızım okulu bitirdin iyi bir işe gir” dediğinde, “Ben ayda 500 lira ile geçinirim. O'nu rahatça kazanırım. Rahat olun” dermiş.
Çizgi film izlemeyi severmiş. Pokemon'lardan Picakhu kahramanıymış. Doğukan'a göre, sıradan oldukları için tercih etmiş. How I Met Your Mother dizisi de favorisiymiş. Doğukan “Ama en son Game Of Thrones’u da izliyordu. Bir de en çok Sherlock Holmes’u seviyordu” diyor.
Ulrike Meinhof'un “Cesetim bir dağ gibi ağır. Yüzbinlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizin yerinizi sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar” sözünü sosyal medya hesabından paylaşmıştı. Tam da tariflediği gibi kadınların omuzlarında sonsuzluğa uğurlandı.
Yarın: Tanıklar neden gittiklerini anlatıyor.