ŞEHİR İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAN ÇIKAN ŞEHİRLERİ ANDIRIYOR
Şengal’in özgürleşmesinin üzerinden 5 gün geçti. Yaşamın kaynağından yeni uyanan güne merhaba diyoruz. Ve gitmenin verdiği heyecanı ile bir bekleyiş sürüyor. Hava kapalı yağmur hafiften çiseliyor. Ama Şengal’i görmenin heyecanı önümüzde engel koymuyor. Tüm heyecanların başında geliyor o kutsal toprakların kadim şehrine kavuşmak.
Beklediğim o ses ile yola koyuluyorum. Ardından bir araç ile kıvrılan yollardan Şengal’e kendimizi bırakıyoruz. Ancak uzun bir zamandan hasret kalınan topraklara ulaşmanın heyecanı ve sevinci ile arabanın camından etrafıma seyre dururken Saddam Hüseyin döneminden kalan bir kale gözüme çarpıyor. Yanımdakilere sorayım derken çoktan Şengal yarı sisli bir şekilde ayaklarımızın altında duruyordu. Bu kadar yaklaşmanın verdiği heyecan ile yılan gibi kıvrılan yollardan aracımız ilerlemeye devam ediyor.
20 dakikanın ardından beklenen hasretliğin kavuşma anı gelmişti. Bu kadar heyecanla kendimi bir an önce direnişin ve tarihin sokaklarına vurmak istiyorum.
Bu anı beklerken bizi götürecek aracın gelmesi ile özgürleştirilen kutsal şehrin sokaklarında kendimizi buluyoruz. Tarihe ve direnişe yolculuğumuz başlıyor. Yol kenarında bayram şölenini andıran bayraklar altından yıkılan şehrin görüntüsü, sis bulutlarını aşıp tüm çıplaklığı ile karşımıza çıkmanın telaşını yaşıyor. An ve yer hafızalarımızda yer edinen ikinci dünya savaşının görüntüleri andırıyordu.
PEŞMERGELER TÜM TARTIŞMALARA SON VERİYOR
Adım adım daha derinliklere ilerlediğimizde gerçeklik, tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Korktuğum gerçeklik rüzgar gibi yüzüme çarpıyordu. Evet, savaşın bu haline karşın özgürlük savaşçılarının özgürlük türküleri öldürülmeye çalışılan şehri toprağın derinliklerinden uyandırmıştı. Yaşamı yeniden yaratmanın heyecanı şehre özgürlük türküleriyle gelmişti. Türküler içerisinde bayrak tartışmalarının yaşandığı Saylon alanına ulaştığımız an kapıda nöbet tutan HPG gerillaları ile Peşmerge güçleri dikkatimi çekmişti. Siyasilerin kimin Şengal’de savaştığı yönünde ki tartışmaları bir yandan sürerken Şengal’de gerilla ile peşmerge güçleri mevzilerinde nöbetlerini tutup, şehrin savunmasını yapıyordu. Evet, gerçek buydu ve bu gerçeklik ile şehri özgürleştirenlerin yaktığı özgürlük ateşinin etrafında çaylarını yudumluyorlardı. Yol kenarında özgürlük savaşçılarının bayrak şölenleri süsleyen şehrin doğusuna açılan asayiş noktasını tutan gerilla güçleri ile YBŞ güçlerinin noktasında ayaklarımız yağmurun ıslattığı toprağa basıyordu.
Daha önce gördüğüm bir HPG gerillası Sefkan Amed’in tebessümlü merhabası bizi karşılıyor. İçimizi titreten soğuk bizi elektrikli bir sobanın başına götürüyordu. Tebessümlü bakışlarla gerillanın vazgeçemediği çaylar gelmeye başlıyor. Çayları yudumladıktan sonra şehri gezmek istiyorum. Ve bu isteğimi kırmayan gerilla Sefkan Amed ile yollara çıkıyoruz.
İlk durağımız Saylon denilen Buğday ambarları oluyor. Evet yol kenarında izlediğim görüntü ile karşılaşıyorum. Gerilla ile peşmerge güçlerinin ortalarında yaktıkları ateş ile ısınıp nöbet tutarken o anı kareliyorum. Ardından merhaba deyip yanlarına yanaşıyorum. Başlıyor ateş başı sohbetimiz. Konu hazır ve gözlerimizin önündeki gerçeklik. Herkes kendi tarafından karşımızdaki gerçekliğe bakıyor. Ve sohbet uzuyor. Her uzadığında göz değmemiş sokaklara gezmenin heyecanı başlıyor. Söz üstüne söz açılıyor. Bir gerilla Şengal’de uzun zamandan beri büyük bir direniş sergilediklerini söylüyor. Yanındaki peşmerge ise medyada çıkan tartışmalara son verircesine gerilla güçleri ile birlikte 19 Aralık 2014 tarihinden beri Şengal’de birlikte direniş içerisinde olduklarını ve birlikte Şengal’i özgürleştirdiklerini söylüyor ve KDP’ye bağlı medyanın ortaya attığı tüm açıklamaları yalanlıyor. Yaklaşık bir yıl beraber ortak mevzilerde Şengal’i özgürleştirmek için büyük bir direniş verdiklerini söyleyerek tüm tartışmaların boşa olduğunu da ekliyor “Gerçeklik, burada ortak yaşadığımız andır” demeyi de unutmuyorlar. Sohbetlerinin izlenimi ile kendilerinden hatır isteyip, karşımızda bulunan ilk sokaktan şehrin ortasına varmak, kutsallığına dokunmak için yanımdaki yol arkadaşıma söylüyorum ve yola koyulma başlıyoruz. Evet, şehrin derinliklerine indiğimiz an savaşın gerçekliğiyle karşılaşıyoruz. Yıkılan evler, parçalanan duvarlar, talan edilen sokaklar ve dükkanlar şehrin dokusunu değiştirmiş bir şekilde karşımızda duruyordu.
“YAŞAMIN BAŞLADIĞI YERDE ORTAK BİR YAŞAM PAYLAŞILIYORDU”
Uçakların vurduğu evlerin molozlarının üzerinden ilerlerken yol arkadaşım Amed, “mayınlara dikkat et” demeyi de unutmuyor. Daha öncesinden insanlık düşmanı DAİŞ çetelerinin şehre döşediği mayınların çok olduğunu halen temizlemediklerini söyleyerek beni uyarıyor. Ardından eskiden polis karakolu olan üzerine asılan YBŞ bayrakları gözüme çarpıyor. O anı ölümsüzleştirip, yıkık polis karakolunun yan tarafından “Mektebe Sor” denilen bir okula gidiyoruz. Orada bir grup gerilla bizi karşılıyor. Şehrin en yüksek yerlerinden olan bu okula çıkıp fotoğraf çekmek istiyorum. Ve yanımdaki yol arkadaşım ile beraber üç katlı olan okulun damına çıkıp şehri fotoğraf makinama kareliyorum. Evet, şehir okulun üstünden çok güzel görülüyor. Şehrin ortasında olan bu okuldan etrafa baktığım an, kilise, cami, Şiilerin ibadet yerleri ile Ezidilerin ibadet yerleri ile karşılaşıyorum. Ve şaşkın bir şekilde yol arkadaşıma Şengal’de sadece Ezidiler yaşamıyor mu? diye soruyorum. Yol arkadaşım biraz gülerek, Ezidilerin yanında, Müslüman Kürtlerin, Şii Kürtlerin ve başka halkların da yaşadığını söylüyor. Ve burada yaşayan halkların kardeşçe birlikte yaşadıklarını da sözlerine ekliyor. Ayrıca bu kadim topraklarda insanlığın bu kutsal topraklarda ortaya çıktığını, yaşamın paylaşıldığını söylüyor. Bunun için DAİŞ gibi çeteci gurupların bu yaşamı bozduğunu ve bu yaşamı yok etmek istediğini söylüyor. Tarihsel bir geçmiş ile de sözlerini tamamlıyor. Hayranlık içerisinde şehrin bu görüntüsüne bakarken saatin geç olduğunu söyleyen yol arkadaşım Sefkan Amed, beni Şengal direnişinin başladığı “Suke Jor” mahallesine götürmek istiyor. Hemen yola koyuluyoruz. Yolda, direnişin anılarını anlatan yol arkadaşımı bir yandan dinlerken, bir yandan da gözlerimin önündeki ölü toprağı yeniden canlandırmaya çalışan savaşçıların görüntüsü ile karşılaşıyorum. Ve yol arkadaşımın bir an önce Şengal’in yeniden inşası gerekiyor diyerek tüm uluslara arası kamuoyunun ve kurumlarının destek sunmasını ve göç etmiş Ezidi Kürtlerin dönmesi gerektiğini belirtiyor. Yol uzun, sohbet derin, konu çok ve görüntüler ise bizi etkiliyor.
Yürüyerek gitmek istiyorum şehrin sokaklarından. Yanımdaki yol arkadaşım ile kararmaya başlayan hava ile sis içerisinde ki Şengal’in yıkık sokaklarından dağ yamacına doğru ilerliyoruz. Bir yıllık direnişin geçtiği Hay Nasır mahallesinden alaca karanlıktan Suke Jorê mahallesine geçiyoruz. Mevzilerden ve evleri bir birine bağlayan tünellerden HPG Şengal Komutanı Çeko Çatak’ın kaldığı yere ulaşıyoruz. Evin içine girdiğimiz an tüm gerillalar bizi ayakta karşılıyor. Ve gece soğuk olan Şengal’de ısınmak için gerillaların ısındığı elektrik sobanın yanında akşam yemeği yiyoruz. Yemeğin ardından gerilla çayı geliyor. Çay yudumlayıp sohbet etmeye başlıyoruz. Bir yıldan fazla bir süre Şengal’de gerilla komutanlığı yapan Çeko Çatak, Suke Jorê mahallesinde bir yıldır özgürlük savaşçılarının direnişini anlatıyor. DAİŞ çetelerinin tüm saldırılarının tek tek anlatıyor ve bu direnişte aktif olan gerillalardan bahsediyor. Söz arasında kendisine bahsettiği gerillaların yaşayıp, yaşamadığını soruyorum. Ve kendisi biraz heyecan ve intikam tonuyla çoğunun “şehit” düştüğünü söylüyor. Ve beni sabahın erken saatlerinde direnişin yaşandığı mevzilerde gezdireceğini sözlerine ekliyor.
Uzaktan bir patlama sesi ile konuşmamız kesildi. Patlamayı soruyoruz ve uçakların bir aracı vurduğu cevabını alıyoruz. Artık karın sancısı gibi sabahı beklemeye koyuluyorum. Gece çok uzun geliyor. Sabahı iple çekerken, hafiften aydınlanan dünya ile beraber harekete geçip şehrin ilk uyanışının fotoğrafının çekmek istedim. Ve kaldığımız evin damına çıkarak Şengal’de güneşin doğuşu ile beraber uyanan şehri kareledim. İkinci dünya savaşını andıran şehrin ışıkla döngüsü kendine hayran bırakırken, güneşin şehri olan Şengal’e bu kadar saldırının yaşanmasını sindirmemenin verdiği hırsla şehrin o anını ölümsüzleştirirken Argeş Gever adında genç bir gerillanın “kahvaltıya gel” demesiyle kendimi aşağı bıraktım.
“ÇETELER BAŞARILI OLAMADI”
Kahvaltının ardından HPG Şengal Komutanlarından Çeko Çatak ile beraber direniş mevzilerini gezmeye başladık. Bir zamanlar DAİŞ ile Özgürlük Savaşçıları arasında sınır görevinde bulunan mevzileri aştıktan sonra direnişi daha iyi okuyabiliyordum. Karşımda yanmış ve patlamış iki kamyon duruyordu. Patlayan kamyonun etrafa saçtığı saçmalar ile yolun ortasında açtığı çukur DAİŞ çetelerinin birçok kere intihar saldırısı yaptığını gösteriyordu. Patlayan kamyonun beş metre arkasında yanan bir kamyona yaklaşıyoruz. Kamyon tümden yanmış bir şekilde gözlerimizin önünde duruyor. Kamyonun üzerine çıkıp içini çekmek istediğim an Çatak, içinde yanmış bir DAİŞ çetesinin olduğunu söylüyordu. Tekrardan dönüp kamyonun içerisine baktığım an şoför koltuğunda yanmış bir çete cenazesi ile karşılaştım. Ve bu kamyonun hikayesini dinlemek istedim. Komutan Çeko Çatak, bu çetenin mevzileri aşıp kendini patlatmak istediğini söyleyerek, bu kamyonu Şengal direnişinde“şehit” düşen HPG gerillası Tirej Aso’nun vurup yaktığını söylüyordu. Ve birçok saldırı gibi bu saldırıda da çetelerin başarı elde edemediğini söyleyerek, yanmış başka bir çete cenazesini bana gösteriyordu. Kendisine olay anlatması için sorma girişimime fırsat vermeden anlatmaya başladı. Kendisinin intihar yeleği ile mevzilerine saldırırken gerilla güçleri tarafından vurulduğunu ve ardından izli mermilerle çetenin yandığını söylüyordu. Komutan Çatak bunları anlatırken etrafımda bulunan yıkılan evler ile, parçalanan cesetler ile patlayan araçların parçaları bulunuyordu. Dönüp onları çektikten sonra gerilla komutanı “hadi gidelim” dedi. Ve bizde yola koyulduk. 200 metre aşağısında gerillaların denetiminde bulunan bir banka’ya kadar yürüdük. Bankanın üstünde astıkları bayrak altında selam veren bir kadın gerillaya selam verdikten sonra şehrin içine doğru yürüyüşümüzü sürdürdük. Çift yönlü bir yoldan yürürken karşımızda DAİŞ çetelerinin araçlarını gerilla güçlerinin mermilerinden korumak için yola bıraktıkları hazır betonlarının yanından eskiden kültür merkezi olan bir kavşağa vardık. Betonların neden yolun ortasında olduğunu gerilla komutanına sordum. O da bana buradan geçen birçok çete üyesini gerilla güçlerinin suikast ettiğini ve suikast eylemlerinden korumak için bunları buraya koyduklarını söyledi ve kültür merkezinin duvarını kırıp içeri giren bir aracı göstererek, aracı gerilla güçlerinin vurduğunu söyledi. Ve aracı çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Bu sefer Demhat Çiya isimli bir gerilla yoldaşlık ediyor. Onunla beraber gerilla noktalarına yakın olan DAİŞ çetelerinin kaldığı eski yerlere gidiyoruz. Ara sokaklardan bir eve giriyoruz. Evde DAİŞ çetelerinin tünelleri ile karşılaşıyoruz. Tünelin içinden ilerleyerek DAİŞ çetelerinin yakın mevzilerine doğru tünellerden ilerliyoruz. Daha önceden düzeneği kurulmuş bir mayına rastlıyoruz. Mayın düzeneğine basmadan geçip DAİŞ çetelerinin yaralılarına ilk tedavi yaptıkları bir eve giriyoruz. Yerde birçok sargı bezi, kan durdurucu iğneler ile sedyelere rastlıyoruz. Ve yol kenarına atılmış raxtlara gözlerimizi takılıyor. Gerilla Demhat Çiya yaralanan çetelere ait olduğunu söylüyor ve çetelerin bir mevzisini göstererek atılan binlerce boş kovanı gösteriyor. Ardından gidelim diyor. Ve geldiğimiz eve doğru yola tekrardan yola koyuluyor. Geldiğimiz yollardan geceyi geçirdiğimiz eve geliyoruz.
İki gün Şengal’de yaşadıklarımız ve karşılaştığımız görüntüler ve savaş ile özgürlüğün gerçek tablosunun zihnimizde bıraktığı anılarla geldiğimiz yılan gibi kıvrılan yollardan kaldığımız yere geri dönüyoruz.