Hasret Ana Qerejdax'daki dokuma tezgahına hasret

55 yaşındaki Hasret Ana: "Dokuma tezgahında geçirdiğimiz zamanlar en güzel zamalarımızdı. Huzur buluyorduk. Her desen bir hayal gücünün ürünüydü ve ören kendince bir anlam yüklerdi. Ağıtlar yakılıp stranlar eşlik ederdi."

Urfa'nın Siverek ilçesinin Karacadağ köyünden yıllar önce merkeze göç etmiş ama yüreği hep orada. 55 yaşındaki Hasret Ana, köyüne olan hasretini anlattı.

Hasret Hezer, Siverek'in Qerejdax'ından (Karacadağ) ve 55 yaşında. Gençlik yılları yılları dışında hep Riha'dadır (Urfa). Şehirde yaşamasına rağmen köy hayatı, tüm zorluklarına rağmen onun için daha güzel. Köyünü, kıl kara çadırlarda günlerce, haftalarca çoluk çocukla kalmalarını; hem çobanlık hem de bêrîvanlık yapmalarını unutamıyor:

DOKUMA TEZGAHINDA HUZUR

“Gençliğimde, baba evindeyken yün kilimler dokumayı öğrendim. Biz Kürtlerin kültüründe dokumacılık, yün dokumacılığı zaten vardır. Bizim köyde yün dokuyan, halı, kilim ve el zanaatlarıyla uğraşanlar daha çok önemsenir, daha çok değerli görülürdü. Kilim dokuyan kadın çok çalışkan ve yetenekli kabul edilirdi. Ben, gençliğimde de evlendikten sonra da uzun bir dönem dokudum. Evlerimizin bahçelerinde kurduğumuz dokuma tezgahları, kendimizi iyi hissettiğimiz uğraşımızdı. Birden fazla kişiyle ya da yalnız dokuma tezgahında geçirdiğimiz zamanlar en güzel zamanlarımızdı. Huzur buluyorduk. Ürettiğimiz, bitirdiğimiz her bir kilimden sonra kendimizi daha mutlu hissediyor ve keyif alıyorduk.

YÜN RENKLİ BİR DÜNYAYDI

Hayvancılıkla uğraşıyorduk. Koyun ve keçi yünleri evimizin ihtiyaçları içindi. Yatak, yastık ve yorgan içleri için kullanıyorduk. Yünleri iyice dövüp tarayıp yıkadıktan sonra teşi (İğ) ile eğirip ipliğe çeviriyorduk. Köye gelen boyacılar, ipliği farklı renklere boyardı. Boyama işlemi bittikten sonra tekrardan yıkayıp ve dokuma tezgahında yün iplikten temel atardık. Temeli de neyi yapacağımıza göre belirler; desenleri bazen rastgele bazen de planlayarak dokumaya başlardık.

HER DESEN ANLAMLI BİR HAYALDİ

Dokuma tezgahında elimize aldığımız kirkitle yünden yatak örtüleri, kilimler, çadır ve çadır süsleri, yastık kılıfları, battaniyeler, seccadeler, duvar kilimleri ve düğünlerde gelini almaya gidince develerin üzerine örtülen çok süslü/desenli örtüler yapardık.

Bazen iki kişi bazen de tek kişi tezgahta çalışırdık. Yapılan her dokuma desenine ve türüne göre değişir ve ona göre de zaman alırdı. Kimisi bir hafta, kimisi iki hafta ve bazıları da 20 günün üzerinde sürerdi. Her desen bir hayal gücünün ürünüydü ve deseni ören kendince bir anlam yüklerdi. Dokuma yapılınca bazen ağıtlar yakılıp stranlar söylenirdi. 

KÜLTÜRÜMÜZ ŞİMDİLERDE SÜS

Zamane gençleri, kadınları bu tarihi kültürümüzü bilmedikleri gibi önemsemiyorlar da. Her ne kadar sağlıklı görülmezse de şehir hayatı, beton içindeki yaşantılar daha çok kabul görüyor. Eskilerde üretilen ve emek verilen her şey şimdilerde süs olarak görülüyor.

Şehire yerleştiğimden ve yaşım ilerlediğinden bu yana artık bu kültürümden uzaklaştığımı düşünüyorum çoğu zaman. Öyledir de aslında. En son ne zaman dokuma tezgahına geçtiğimi hatırlayamıyorum neredeyse. Yaşlandık, hastalanadık, artık türlü türlü rahatsızlıklarla boğuşuyorum. Çocuklarımın, gelinlerimin veya yeni nesil gençlerin bu tarihi ve kutsal kültürümüzü sahiplenip yaşatmalarını ne çok isterdim. Çünkü  bizim gerçeğimiz, tarihimiz ve özümüzdür. Çok üzülüyorum, çünkü tarihimiz, kültürümüz gözümün önünde yok oluyor. Kültürümüzün yok olmasına izin vermemeliyiz.''