Kürdistan'daki tahribata tam gaz

KCK Sağlık Komitesi Üyesi Hebûn Mahir, AKP hükümetinin kaya gazı çalışmasıyla Kürdistan'a kimyasallar, kirlenmiş sular, depremler, kirlilik ve Kürtsüzleştirmenin düştüğünü söyledi.

Amed-Silvan’ın Konacık bölgesinde Sarıbuğday-1 sahasında açılan kaya gazı kuyuları yıllardır sessizce devlet tarafından işletiliyor. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ve Shell işbirliğiyle bu açılan kaya gazı sondajlarıyla sonuç alsalar ilk etapta 20 adet kuyu daha açacaklar. Tabi ki bu kuyu sayısıyla kalınmayacak ve her defasında daha fazla kuyu açarak bu projelerini geliştirip yayacaklardır. Kürdistan ve Türkiye’nin birçok bölgesinde de incelemeler yapılan ve hazırlıklarına başlanan kaya gazı projelerinin beraberinde neler getireceğini KCK Sağlık Komitesi Üyesi Hebûn Mahir’e sorduk. Mahir bu projenin tehlikelerine dair çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Türkiye son 10 yıldır Dicle vadisinden kaya gazı çıkarma amaçlı çalışmalar yürütmekte. Öncelikle kaya gazı nedir ve ne tür sonuçlara yol açmakta? 

Özellikle Amerika’da 1820’ler de kaya gazı için ön çalışmalar yapılmış ve 1970’lerle üretimi endüstriyel boyuta taşınmıştır. Dünyada enerji ihtiyaçları çok fazla geliştikçe, enerjiye olan gereksinim arttıkça yeni enerji modellerinin aranmasına veya yeni enerji kaynaklarının temin edilmesine dönük de birçok arayış yaşanıyor. Tabi ki bu da her zaman ekolojik olmaya biliyor. Örneğin şimdiye kadar yenilenebilir enerji kaynakları yada fosil yakıtlar diyelim veya farklı enerji biçimleri diyelim, şimdiye kadar o tarzda enerji ihtiyaçları karşılanmaya çalışılmaktaydı. Kaya gazı da yeni bir fosil yakıt arayışıdır ve öncüllüğünü ABD’e yaptı. Şeyl gaz (kaya gazı) da bir tür fosil yakıttır. Petrol veya doğal gaz yerin altında kayalarda oluşurken bir kısmı ana kayayı terk ederek bazı petrol havuzlarında ve havzalarında toplanırlar. İşte petrol veya gaz bu havzayı değiştirirken bir kısmı mevcut ana kayaçlarda kalır. Bu ana kayaçlarda kalan gaza ve petrole kaya gazı ya da şeyl gazı adı verilmektedir. Fosil yakıt, fosil enerji olan kaya gazı hidrolik çatlatma yöntemiyle çıkarılmakta. Yerin 2,5-3 km. altında kaya tabakalarına sondajlarla girilip daha sonra bazı kimyasal ve su ve ‘fraching’ basıncın kullanılmasıyla bu kaya hattında çatlakları oluşturulur ve o çatlaklardan sızıntının toplanarak daha sonrasında negatif basınç yöntemiyle yer üstüne çıkarılıyor. Ama çıkarılma yöntemi ne tür sonuçlara yol açıyor sorusu tabi ki oldukça önemlidir.

Dünyada sanayi arttıkça, toplum nüfusu yükseldikçe hem enerji ihtiyacı, hem elektrik ihtiyacı ve diğer farklı ihtiyaçlar da çok hızlı bir biçimde gelişmektedir. Önemli olan ise bu enerjinin nasıl elde edileceği, nasıl ele alınacağı konusudur. Çünkü mevcut konjonktürde, mevcut doğaya yaklaşım ve ekolojik bakış açısından yoksunluk ortaya çıkıyor. Bu da bugün mevcut doğanın yer altı-yer üstü kaynakları, suları, atmosferi, iklimi ve küresel ısınma sorunlarına kadar çok içler acısı bir tabloya sürüklemiştir. Kaya gazı da aslında ondan vazgeçilip bunun yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek gerekiyor. Çünkü fosil yakıtlarla küresel ısınmaya verilen olumsuz etkinin bir yüzyıl, iki yüzyıl da uzamasına yol açmıştır. Şuan ki dünyanın mevcut fosil yakıt olarak gelecek hacmi 60-70 yılı kapsıyorsa bugün kaya gazı ve kaya gazında kalan dip petrollerin elde edilmesiyle ve onun kullanılmasıyla oluşacak olan enerji bir yüzyıl-iki yüz yıl daha mevcut atmosferi kirletecektir. Sera gazı ve diğer pek çok gazın oluşumuna da yol açacaktır. O yüzden kaya gazının oluşumunun çıkarılma yöntemi bazı noktalarda soru işareti bırakmaktadır. Fakat ne tür sonuçlara ve ne gibi sorunlara yol açacağı halen araştırılmaktadır.

Bildiğimiz kadarıyla bir tek ABD kaya gazı projesine dönük tam açılım yapmış ve doğa tahribatlarını aldırmaksızın bu sondajlardan yüksek gelirler elde etmeye çalışıyor. ABD dışında diğer ülkeler tereddütlü, hatta projelerini oluşturup geri adım atan ülkeler var. Denemek isteyen ülkeler de bir iki sondaj ile sınırlı kalmaya çalışılıyor. Bunun sebepleri neler? Kaya gazı üretiminde korkutan nedir?

Üretiminde en çok korkutan şey kaya gazının çıkarılma yöntemidir. Yani mevcut kaya gazının çıkarılma yöntemi açıkçası mevcut ekolojik sisteme ve coğrafik yapıya zarar veren bir konumdadır.  Önce kaya gazının üretiminde korkutan yanını bulabilmek için hidrolik çatlatma yönteminin mantığını öğrenmek gerekiyor. Hidrolik çatlatma denen olay yerin altına yaklaşık 3-5 m. kadar sondaj açtıktan, kaya tabakası ve rezervlere ulaştıktan sonra 1,5-2 km. kadar yatay olarak o kaya hattında gerçekleşmektedir. O kaya hattında ilerleyip belli mesafelerde hem kimyasal, hem kum, hem su, hem de basınç etkisiyle çatlak oluşturma ve daha sonra ‘fraching’ yani çatlatma, kırılma teoremi içerisinde bunun o gaz ve benzinin tekrar çekilmesi ve yeryüzüne çıkarılması yöntemidir aslında. Bu esnada her bir uygulamada birçok sorun oluşabiliyor.

* Birincisi; kaya gazın çıkartılmasında hidrolik çatlatma yöntemi oluşmasında yaklaşık 2 bin metreye kadar yatay olarak gitmek ve çatlatmalara yol açmak sismik bir tehlike oluşturuyor. Bu sadece kendi başına bile 4 derecelik bir sallantı tarzında deprem getirebiliyor. Kaldı ki bunun bir fay hattını tetiklemesi oldukça zorlayıcı olabilir ve sismik sorunlar çıkarabilir, coğrafik sorunlar çıkarabilir, hele ki bu 500 metrede bir kuyu ve 450 bin veya daha çok yüksek sayıda kayalar düşünülünce nasıl bir sonuca yol açacağı tartışılır bir durum.

* İkincisi; kullanılan kimyasalların yer altı ve yer üstü sularına karışması sorunudur. İşlem başına 2 olimpik havuz kadar suyun değerlendirildiği bu hidrolik kırılma yönteminde yaklaşık 700’e yakın kimyasal kullanılmaktadır ve bu 700’e yakın kullanılan kimyasalın içerisinde yarı yarıya yakını kanserojen nitelik taşımakta ve suya radyoaktif karakterler yüklemektedir. Her defasında kullanılan 2 olimpik havuz dolusu sudan yüzde 40’ı yer yüzüne çıkar, diğeri yer altı sularına karışır, yer altında kalır. O işlem başlı başına bile bölgesel radyo aktif kirlenmelere yol açar. Öyle anlatılıyor ki çeşme veya kuyu suları tehlikeye giriyor, çünkü çeşmeden alev attığı bile belirtiliyor. Kısacası bu düzeyde bir sızma tehlikesi taşımaktadır.  Yine bununla beraber mevcut çıkan kimyasalların etrafında, kuyu etrafında, doğada oluşturduğu, tahribatlar da cabası. Hani bunun doğaya kattığı bir fosil yakıt olarak oluşturduğu kirlenme başlı başına zaten bir sorundur. Küresel ısınmaya çok ciddi derecede zarar vermektedir.

Dünyada birçok ülkenin denemesi boyutuna gelince; şöyle bir sonuç var açıkçası. Amerika bunun öncülüğünü yapıp 450 bine yakın kuyu açmıştır. Enerji ithalatı yapan bir pozisyondan enerji ihracatı yapacak ya da kendi ihtiyacını karşılayacak yüzde 50 kapasiteye ulaşmıştır. İyi biliniyor ki dünyadaki doğal gaz devleri Rusya ve İran gibi ülkeler bu büyük enerjiden gelen gelir ile bir hegemonyaya sahiptirler. Esasta Amerika bu tür bağımlılığını azaltmak için bu temelde geliştirdiği proje olup belli ölçülerde kendi enerji ihtiyacını karşılama anlamında sonuç almış görünüyor ancak gerek sismik, coğrafik, küresel ısınma anlamında çok ciddi tehlikeler barındırmaktadır. Fransa, Çekoslovakya ve Polonya çok ciddi kaya gazı rezervlere sahip olmasına rağmen çıkarmıyor. AB’nin birçok ülkesinde, Almanya da içinde yasaklanmıştır. Ve olan çalışmalar durdurulmuştur. Yani kaya gazının çıkarılmasında kullanılan yöntem ve kaya gazı projesi gelirleriyle giderleriyle sistemli bir ekolojik hesap-kitaba tabi tutulmadan direkt tercihin yapılması çok gözü kara bir anti toplumculuk olmakta, anti ekolojik bir yaklaşım olmaktadır. Çünkü doğayı ve toplumu korumadan direkt pragmatist bir arayış söz konusu oluyor. Dolayısıyla bunun gibi ve bunun toplumda yaratacağı birçok sebep gibi birçok konu kaya gazı konusunda hem ürkütmekte hem de soru işaretleri bırakmaktadır.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda tek alternatif enerji üretiminde kaya gazı mı, başka ne tür alternatifler var?

Yani kaya gazına mı kalındı, başka ne tür alternatifler var derken açıkçası görünmekte ama görülmek istenmemektedir. Şuan mevcut dünyanın geldiği noktada aslında her şey çok iyi görülmektedir. Mevcut fosil enerjinin yakıt kaynakları, enerji kaynakları ve yenilenebilir enerji kaynakları da çok iyi bilinmektedir. Kapitalist bir bakış açısıyla toplumcu-ekolojist bakış açısı arasında günümüz dünyasında bir çatışma söz konusudur. Bu çatışmanın içerisinde küresel ısınma faktörleri, toplumun sağlığı esas alan öğeler tartışılmakta. Hangi yakıtın dünya tarafından tercih edileceği böylece gözükmektedir.

Yenilenebilir enerji kaynakları çok; açıkçası rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, sıcak su enerjisi, hidrotermal, jeotermal derken birçok enerji biçimi daha var. Solar enerjisi, hatta dalga enerjisi, gelgitlerle oluşan enerjiye kadar belki de denenerek elde edilecek onlarca enerji biçimi var. Belki de bunların maliyeti ve yaygınlığı fazla da olabilir. Ama bunlar hiçbir zaman sonu gelmeyen kalıcı zararlar ve doğanın kendisine tahribata varan sorunlara götürmeyecek, ekolojik yöntemlerle oluşturulabilir enerji biçimleridir. Bu enerjilerle küresel ısınma oluşmaz, doğadan çalınmaz. Bu enerjilerle doğanın özgürlüğüne ket vurulmaz. Ama diğer anlamda, diyelim ki fosil yakıtlar üzerinden veya nükleer enerji üzerinden, kömür ve benzeri kaynaklardan enerji üzerinden enerji oluşturmak yanlıştır. Çünkü bunlar doğada tahribata yol açmaktadır ve doğaya çok hor yaklaşmak olmaktadır. Sonuç itibariyle dünyanın da bu konuda tahammül sınırları çok sınırlı olmaktadır.

Kürdistan’da zaten yürütülen doğa kırımları vardı. Yıllardır baraj adı altında yapılan projelerle, yine Kürdistan dağlarının bombalanarak yakılması ve yok edilmesi söz konusu. Dinamitlerle patlatılan Hasankeyf son örneklerden biridir. Kaya gazı gerekçesiyle Kürdistan bölgesine dönük AKP hükümeti bazı projeler oluşturmuş ve yıllardır üzerinde çalışıyorlar. Bu kaya gazı projeleri sadece ekonomik amaçlı mı?

Türk Enerji Beraat Albayrak kendisi Recep Tayyip Erdoğan’ın damadıdır. Enerjiye bakış açıları, bu enerji içerisinde de özelde Kürdistan alanındaki enerjinin teminine, kullanımına bakış açıları açık ve net gözükmektedir ki kesinlikle amaçları sadece bir enerji teminini içermiyor. Örneğin barajlar arasında yapılan birçok güvenlik barajı vardır, bunlar birçok coğrafik alanı öldürmektedir. Yine açıkçası bugün belirtmek gerekiyor; Hasankeyf’te dinamitlerle yapılan patlatma bile tahammülsüzlüklerinin sınırını göstermektedir ki tanımsız bir noktadadır. Yani yıllar sonrasına varacak ve kalacak tarihi eserleri, su, baraj altında kalacak yerde bırakmamaktalar, tarih eserleri öncesinde yok edecek kadar gözü karadırlar. Bunu her ne kadar baraja zarar verecek tehlikeler gibi gerekçeler altında saklasalar da görünen tablo açık ve nettir. Amaçları Kürdistan’a dair tarihsel bir eser bırakmamaktır, Kürdistan coğrafyasını parçalamak, enerjiyle var olan toplumu yok etmektir. Bu enerji politikalarının Kürdistan’da çok özel boyutları olsa da aşırı kar hırsı ve enerji arayışının AKP’de temel bir yanılgı olduğu açık ve nettir. Bu konuda Akkuyu Nükleer Santrali’nden tutalım Karadeniz’deki Cerattepe kadar, siyanürle altın aramadan tutalım, Ege’deki zeytinliklerin sökülmesine kadar, her yerde bir katliam söz konusudur. Aşırı pragmatist, doğaya tahakküm eden bir zihniyet ön plana çıkmaktadır. Esasta görülmesi gereken budur. Kürdistan’da ise uygulanan bunun beş katı katmerleştirilmiş bir politikadır.

Kaya gazı sondaj projeleri Kürdistan coğrafyasında yıllardır yapılıyor, Amed’in birçok ilçesinde 5-6 yıldır hayata geçirilmiş ve kimsenin doğru dürüst haberi bile yok. Kaya gazı projeleri neden halktan saklanıyor veya yatırım olarak gösteriliyor?

Aslında neden saklanmasın demek daha doğrudur bence. Çünkü mevcut durumda ekolojik alanda oluşan hiçbir üretimden Kürdistan halkı faydalanmasa bile, en azından 700 kimyasalın, ki yarısı zaten kanserojendir, halk olarak hepsinden fazlasıyla yararlanmaktadır. Yani bu projelerde menfaat kısmı kapitalist sisteme ve AKP hükümetine düşerken, Kürdistan ve Kürt halkına kimyasallar, kirlenmiş yer altı suları, sismik coğrafik değişiklikler ve depremler, kirlenmiş sular ve tahrip edilmiş bir, kirlilik, hava kirliliği düşmektedir. Yani birçok anlamıyla bu gelirden Kürdistan’da özel bir pay sahibi olunacağına ben kendim inanmıyorum. AKP’nin buradaki halka bu geliri paylaştıracağına inanmıyorum. İnansam da zaten bu gelirin yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kaya gazın bu kadar çevreyi tahrip ettikten sonra, yer altı sularını bu kadar kirlettikten sonra, doğada bu kadar zarara yol açtıktan sonra zaten o kirli parayı paylaştırmanın da halk adına bir değeri de yoktur. Çünkü bu, inceden satın almaya ortak etmedir. Ya da kendisini ve tarihini satmasına zemin vermektir. O yüzden mevcut halktan saklanılması aynı zamanda tepkilerinin de önünü kapatmaktadır. Sanki çok karlı, çok gelirli bir şeymiş gibi gösterilmekte ve buna göre kapitalist bir propaganda ve anaforu oluşturulmaktadırlar, ama özünde müthiş bir ekolojik çökerme yaratılmaktadır.

Bu projelere karşı nasıl bir tavır göstermeli ve mücadele etmeli?

Açıkçası dehşet faşist uygulamaların yaşandığı bir dönemden geçmekteyiz. Öyle olduğunu görüyoruz ve kabul ediyoruz. Müthiş bir baskı var. OHAL adı altındaki özellikle de Kürdistan’da çok yoğun bir zulüm söz konusudur. Bu baskıların özü zaten sindirmeye yöneliktir. Yıldırmaya, umutsuzluğa sürüklemeye yöneliktir. Hem davasına, hem toprağına sahip çıkmanın enerjisini kırmaya yöneliktir. Bu anlamda aslında mevcut baskılarının kökeni bir tür köksüzleştirme çalışmasıdır. Kürdistan’da mevcut atmosferin yaratılan olağanüstü hal tablosu ile oluşturmak istedikleri sonuç; köksüz, vatanına, gerçeğine sahip çıkmayan bir sinik halk tablosu. Kaldı ki birçok değere saldırılırken bu baskıdan, bu yıldırmadan silkinmek ve bir çırpınışa, bu çırpınışı da bir özgürlük arayışına dönüştürmek çok ciddi bir güç, ruh gerektirmektedir. Dolayısıyla bu projeye karşı nasıl bir tavır koyacağız veya nasıl ele alacağız? Amed’in gözümüzün önünde Hasankeyf gibi parça parça yıkılmasına nasıl engel olacağız? Bu Kürdistan'ı sevenlerin ve Amed aşıklarının işidir. Bunu görebilmek de Amed aşıklarının işidir. Aşka dair derinlik yaşayanların, aşka dair eylem planları olanların işidir. Mevcut atmosfer içerisinde bu derinliğe ulaşmak zordur diye görünebilir ama bu yapılması gereken bir şeydir. Eğer bir Kürdistan varsa ve bunun başkenti de Amed ise Dicle havzası varsa oturup düşünmek gerekiyor.

Ancak bu sorun gerçekten de sadece Amed’le sınırlı değildir. Bu proje Trakya’da, Niğde’de, Türkiye’nin birçok ilinde de uygulanacaktır. O yüzden bu soruna karşı hem Türkiyeli, hem Kürdistanlı tüm ekolojistler el ele verip, tüm yeşile inananlar olarak el birliğiyle bir mücadele yürütmeliler. O ortamı oluşturup atmosferini yaratıp bu temelde halkı da bu sorun hakkında bilinçlendirmelidirler. Kaya gazının yaratacağı sismik, yani depremsel etkilere ve kaya gazının yaratacağı kanserojen etkilere dair iyi anlatılmalıdır. Ki bu kadar kanserojen maddenin yer altı sularına karışmasıyla toplumsal su şebekelerine ulaşan suyun nasıl insan kıyımına da yol açacağına dair bilinçlendirmesi ve göstermesi ve bunun eylemlilikleri güçlü göstermek gerekmektedir. Bugün İstanbul’da 17 ağustos depremi, yine Edirne’de, Trakya’da kaya gazı çalışmaların yapılması, Marmara’da bir fay hattı tetiklemesi getirebilir ve bu milyonlarca insanın kırımına da yol açabilir. Yeni bir tsunami felaketi de doğurabilir. Yine bununla beraber bir Varto, bir Erzurum depremi de Kürdistan’a hatırlatılabilir. Öyleyse bir devekuşu misali yaşamamak gerekiyor. Mevcut gerçekleri halka gösterip bilinçlendirip, eylem çabası içerisinde olmak ve buna göre de protestolar geliştirmek gerek. Eylemle söylem arasındaki dili de iyi, doğru oluşturmak gerekiyor. Çünkü şuan mevcut ekolojik tahribatlara karşı eylemler fazla söylem dışına çıkmamaktadır. Hiçbiri yaratıcı bir eyleme dönüşmemektedir. Elbette burada AKP’nin basını, havuz medyası da etkili bir faktördür. Çünkü gerçekten de bu sesle, birçok eylem yapılsa bile bu havuz medyası kendi içinde boğmakta ve yansıtmamaktadır. Ama bu toplumun bilinçlendirilmesi önünde engel değildir. Her şey sadece o satılmış veya satın alınmış basınlarda değildir. Toplumun sesine ulaşacak eylemlere ulaşmak ve hatta bu doğayı kurtarmak için gerekirse işgaller bile yapmak gerekmektedir.